Bugun...



ÇİFTÇİYE UZANAN SİLAH: İTHALAT

Tarımdaki ithalata dayalı politika sorunu, özünde sadece bu günün sorunu değil. 12 Eylül sonrası bir mucizeymişçesine dayatılan serbest piyasa ekonomisi anlayışı ile ayaklanmaya başlamış, özelleştirme furyasının sonuçları ile de sürekli başvurulan bir yöntem haline gelmiştir ülkemizde.

facebook-paylas
Güncelleme: 22-04-2020 00:42:03 Tarih: 21-04-2020 23:00

ÇİFTÇİYE UZANAN SİLAH: İTHALAT

Eşber KAYA

“Dünyayı ayakta tutan tarım işçisidir” diyor Esat Yıldız. “2017 yılının mahsulü nohut benim evimde çuvalların içinde. Üreticinin 2017’de 7- 8 liraya kadar sattığı nohut şimdi 1,5- 2 lira. Nohudu, fasülyeyi, bulguru, mercimeği dışarıdan ihraç edersen ne olur? Markette allanıp pullanan, makyajlanan nohut, mercimeği görünce sanki bana silahını uzatmış bir düşman gibi görüyorum. Topraktan çıkan tohum gibi namlunun ucu bize uzatılmış.” (*)

Yukarıdaki satırlar gazeteduvar.com.tr internet haber sitesinde yayınlanmış Filiz GAZİ’ nin özel haberinden. Üzerinde saatlerce konuşulacak, binlerce sayfa yazı yazılabilecek tarımsal ürünlerdeki ithalatçı yaklaşımın ekonomik sonuçlarını berrak bir yağmur damlasıymışçasına özetlemiş üretici. Tarımda ithalata dayalı izlenen politikalar üreticinin kafasına doğrultulmuş bir silahtır.

Tarımdaki ithalata dayalı politika sorunu, özünde sadece bu günün sorunu değil. 12 Eylül sonrası bir mucizeymişçesine dayatılan serbest piyasa ekonomisi anlayışı ile ayaklanmaya başlamış, özelleştirme furyasının sonuçları ile de sürekli başvurulan bir yöntem haline gelmiştir ülkemizde. Yani yılar boyunca tarımda kendi kendine yeten yedi ülkeden biriyiz söylemi şu an bizim için geçerli değil. Bunun yerine üreticinin emeğinin gasp edildiği, tarımsal kredilerin amaçları dışında yandaşlara dağıtıldığı, tarımsal arazilerin imara açılıp yok edildiği vahşi bir iklimin içerisindeyiz artık.

3 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazete' de ham ayçiçeği yağında uygulanan gümrük vergisinin Cumhurbaşkanlığı Kararı ile 1 Şubat'tan 30 Haziran 2020'ye kadar geçerli olmak üzere yüzde 36'dan yüzde 30'a düşürüldüğü bilgisi düştü önce medyaya. Aradan 15 gün geçtiğinde ise ikinci bir vergi indirimini açıklayan yeni bir karar yayınlandı. 18 Nisan 2020 tarihli Resmi Gazete' de Cumhurbaşkanlığı Kararı ile ham ayçiçeği yağı için uygulanan gümrük vergisinin 31 Mayıs 2020'ye kadar (bu tarih dahil) yüzde 30'dan yüzde 18'e düşürüldüğü yayınlandı. 1 Haziran-30 Haziran 2020 (bu tarihler dahil) tarihleri arasında ham yağ gümrük vergisi yüzde 30 olacak. Ham yağ ithalatındaki gümrük vergisi 30 Haziran'dan sonra yüzde 36 olarak uygulanmaya devam edilecek. Kosova'dan yapılacak ham yağ ithalatında gümrük vergisi sıfır olacak.

Her ne kadar Kosova’da hangi yandaşın ayçiçeği yağı stokladığı, gelmekte olan Ramazan ayını mı yoksa koronavirüs salgınını mı gözetip bu stoklamayı yaptığını daha sonradan öğrenecek olsak ta bu haberin gündemi ciddi bir şekilde işgal ettiği artık bir vakıa. Özellikle ayçiçeği ekiminin başladığı bu mevsimde böyle bir kararın verilmiş olması; ayçiçeği üreticisine ürününün bu sene de para etmeyeceğinin ilanıdır. Bu durumu değerlendirerek hareket eden bir kısım üreticinin ise ayçiçeği üretiminden vazgeçmesi şaşırtıcı olmaz. Bu yüzden tarımdaki ithalat ile alakalı birkaç kelam etmenin tam sırası.

Türkiye’de tarım arazilerinin kapladığı alan 1992 yılında toplam 27,6 milyon hektar iken, 2018 yılı itibariyle 23,4 milyon hektar olarak bildirilmiştir. Oysa ülkemizin 1992 yılındaki nüfusu yaklaşık 58 milyon kişi iken 2018 nüfusumuz yaklaşık 81 milyon kişidir. Sadece bu açıdan bakıldığında bile tarıma uygun alanların ve tarımsal istihdamın azalması sebebiyle üreticinin yıldan yıla üretimden uzaklaştırılıp ithalata bağımlı kılınmaya çalışıldığı ortadadır.

Yukarıdaki verilere bakıldığında tarımsal üretimdeki artışın nüfus artış hızının gerisinde kaldığı, haliyle artan nüfusun beslenmesi noktasında ihtiyaç duyulan gıda üretiminin yapılamadığı net bir şekilde ortadadır.  TÜİK ve Tarım Bakanlığı’ nın açıkladığı verilere göre 2002-2019 yılları arasındaki dönemde nüfus yaklaşık %25 artmışken, tarımsal üretimdeki artış oranı %19,5’ te kalmıştır.

Mevcut politikalarla çiftçi tarımdan uzaklaştırılıp asgari ücretle ‘’el kapılarında’’ çalışmaya ve köyden kente göç etmeye mecbur bırakılırken, tarımsal üretimde uluslararası anlaşmaların yükümlülükleri gereği kısıtlamalara başvurulmakta ve ithalata yaslanılmaktadır. Çeşitli desteklemelerle dışarıdan ucuza ithal edilen ürünler, yerli üreticilerle rekabete girdiğinden onların ürünlerini ucuza satıp ciddi gelir kaybı hatta zarara uğraması sonucuna yol açmaktadır.

Konuya bir de tüketici boyutu ile bakalım. İthalata dayalı politika uygulamaları sonrasında üreticinin elindeki ürünü yok pahasına ya da zararına satmak zorunda kaldığından bahsetmiştim. Ürünün ucuza satılması demek maalesef bu ürünü tüketicinin ucuza aldığı sonucunu doğurmuyor. Mevcut piyasa koşullarının belirleyicisi ne üretici ne de tüketici çünkü.

Gıda ve tarımsal alandaki tekelleşmeler neticesinde ürünün tarladan tezgaha ulaştığı son noktadaki fiyat ya aracılar ya da bu tekellerin sahipleri tarafından belirleniyor. Örneğin geçen hafta içerisinde hal satış fiyatı 3,5 lira olan limon, pazarda 15 liraya alıcı bekliyordu. Oysa sağlıklı gıdaya ucuz bir şekilde erişim hakkı en temel insan haklarından birisidir. Ve devlet aygıtı bunu güvence altına almakla mükelleftir. Bu açıdan bakıldığında tarımsal üretimdeki her sorun, temelde bir insan hakları ihlali sorunu olarak değerlendirilip yorumlanmalıdır.   

Kaba hatları ile bahsedilen tarımdaki ithalat sorunu ile alakalı neler yapılabilir sorusuna bazı çözüm önerileri sunmak gerekiyor. Bunlardan bazılarına maddeler halinde değineceğim.

1-IMF, Dünya Bankası, DTÖ gibi uluslararası finans kuruluşlarının ülke tarımı üzerindeki hegemonyasına son verilmeli, Gümrük Tarifeleri ve Ticaret Genel Anlaşması gibi yerel tarımın gelişmesine engel olan uluslararası anlaşmalardan çıkılmalı, tarım sosyal önlemlerle yeniden yapılandırılmalıdır.

2-Tüketicinin sağlıklı gıdaya erişim hakkı güvence altına alınmalıdır.

3-Tarımsal ürünlerdeki piyasa belirleyiciliğinde üretici güçlü bir şekilde söz sahibi olmalıdır.

4-Kapatılan ya da özelleştirilen tarımsal üretimi destekleyen ve finanse eden tarımsal kitler yeniden açılmalı, özelleştirilenler kamulaştırılmalıdır.

5-Tarımsal girdilerin büyük bir kısmını oluşturan ve üretim maksadı ile kullanılan gübre, mazot, elektrik, ilaç, tohum gibi ürünlerden alınan ÖTV kaldırılmalı, vergi yükü hafifletilmelidir.

6-Yıllara göre değişmekle beraber %0,6 ile % 0.8 arasında değişen GSMH içinden tarımsal desteklere ayrılan pay en az % 2’ye çıkarılmalı, desteklerden alınan stopaj kaldırılmalı,  tarımsal destek planlamaları en az 5 yıllık olarak hazırlanmalıdır.

7-Tarımdaki ithalat ve ihracat uygulamalarındaki öncelik kamu yararı olarak belirlenmelidir.

8-Tarımsal alanların imara açılması durdurulmalı, mevcut alanlar korunmalı, yeni alanların belirlenmesi ve tahsisi yapılmalıdır.

9-Sulama problemi olan tarımsal araziler tespit edilmeli, bu bölgelerin suya erişimi sağlanmalıdır. Yine bu bölgede üretici işbirliği ile vahşi sulama yapılmasının önüne geçilmeli, damla sulama yöntemleri için tam ya da %50 hibe desteği garanti edilmelidir.

10-Tarımsal üretimin her alanında yapılacak desteklemelerde küçük ve orta ölçekli işletmelere pozitif ayrımcılık uygulanmalıdır.

11-Tarımsal üretimin yapıldığı araziler özellikle su kirletici fabrikalar ve madenlerin yol açtığı kirlilikten mutlaka korunmalıdır.

12-Yıllık ekim çeşidi ve miktarı kooperatifler başta olmak üzere üretici örgüt ve birlikleri ile birlikte planlanmalı, faaliyetler bu plan çerçevesinde gerçekleştirilmelidir.

13-Belki de en önemli madde olarak kooperatif ve üretici birliklerinin güçlendirilmesinin, fonksiyonel bir yapıya kavuşturulmasının, demokratik ve katılımcı bir anlayışla yönetilmesinin, bu örgütlerin piyasayı düzenleyici bir şekilde hareket etmelerinin sağlanmasının, ürün depolaması ve pazarlama yapabilmelerinin sağlanmasının ve üyelerine ucuz girdi temin etmelerinin temin edilmesi gerekmektedir.

Bu maddeler sadece tedbir önerisi olarak kaldığında bir anlam ifade etmeyecektir. Bunların gerçekleşebilmesi için sadece ‘’lütfen’’ demek te yeterli olmayacaktır. Bunları sağlayabilmek için üretici ve tüketici kendi yarattıkları/yaratacakları örgütlenmeleri bir araç olarak kullanmak zorundadır. Ülkemizde yılların halka öğrettiği şey hakkın verilmediği, alındığıdır. Bu mücadeleyi başarıya ulaştıracak temel anahtar ise kooperatiflerdir.

Sözü yine başladığımız yerden bitirelim. ‘’… Artık kooperatifin ne olduğunu da insanlar karıştırdı. Üretimden market rafına gelene kadar tamamen üreticinin söz sahibi olduğu bir demokratik halk kooperatifçiliğini inşa edebiliyorsak benim için kooperatifçilik odur. 3- 5 kişi bir araya gelmiş kooperatif kurmuş falan. Sessiz, sakin, sabırla geriye döndüğünde arkada iz bırakabilen bir birliktelik inşa edebiliyorsak o kooperatiftir.” (*)

 

(*) Filiz GAZİ Özel Haberi (https://www.gazeteduvar.com.tr/gundem/2020/04/18/esat-yildiz-markette-allanip-pullanan-bakliyati-dusman-gibi-goruyorum/)

 

 

 

 




Bu haber 939 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KONUK YAZAR Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI