Bugun...



Egemenlere Karşı, Gıda Egemenliği!

Gıda egemenliği kavramı, ilk olarak 1996 yılında ‘’Via Campesina’’ isimli uluslararası bir köylü organizasyonu tarafından kullanılmış bir terim. Gıda egemenliği, insanların ihtiyaç duydukları gıda maddelerini kendilerine yetecek oranda üretmesini dile getirip savunan bir kavram.

facebook-paylas
Güncelleme: 03-06-2020 01:33:34 Tarih: 03-06-2020 01:27

Egemenlere Karşı, Gıda Egemenliği!

Eşber KAYA

Gıda egemenliği kavramı, ilk olarak 1996 yılında  ‘’Via Campesina’’ isimli uluslararası bir köylü organizasyonu tarafından kullanılmış bir terim. Gıda egemenliği, insanların ihtiyaç duydukları gıda maddelerini kendilerine yetecek oranda üretmesini dile getirip savunan bir kavram. Tahmin edilebileceği üzere gıda egemenliği kavramını kullanırken; tarımın endüstriyelleşmesinden vazgeçilmesini, tarım alanlarının imarı ve tarımsal üretim için değerlendirilmesi noktasında doğaya ve çevre sağlığına duyarlı olmayı ve netice olarak yapılacak tarımsal faaliyetlerin organizasyonu için köylü örgütlenmelerini de temel tez olarak benimsemiş ve ifade etmiş oluyoruz.

Via Campesina hareketi gıda güvenliği kavramının küresel ölçüde yarattığı hayal kırıklığı sonucunda, gıda tedariki ve politikalarının yetersizliğine bir tepki olarak ortaya çıkan gıda egemenliği kavramını, 11-17 Kasım 1996’da Roma’daki toplantısında şu şekilde dillendirildi:

“Geniş ölçekli, özelleşmiş üretim temelli endüstriyel kurumsal çiftliklere, toprağın merkezileşmesine ve liberalizasyona karşı, gıdayı temel insan hakkı olarak gören, köylü tarımını ve ekolojik üretimi esas alan, doğal kaynakları koruyan, gıda ticaretinin yeniden düzenlenmesini, dünya çapında açlığın ortadan kalkmasını ve toplumların demokratik bir şekilde, barış içinde kendi gıdalarını üretebilmesini talep ediyoruz.” (1)

1-2 Aralık 2018 tarihlerinde HDP’nin düzenlediği Tarım Sempozyumunun katılımcılarından olan Olcay Bingöl’ün sunumuna(2) göre gıda egemenliği başlıca 6 temel üzerine oturmaktadır. Bingöl’e göre bu temel prensipler şunlardır: 

i) Gıda insan içindir: Gıda hakkının güvence altına alınması, geliri, statüsü veya geçmişinden bağımsız olarak herkesin her zaman yeterli, besleyici, kültürel olarak uygun, iyi gıdaya güvenli erişimi olmasını sağlayacaktır. Gıda, piyasa odaklı değil, insanları beslemeye odaklı olmak zorundadır.

ii) Gıda üreticileri değerlidir: Gıdamızı üreten, sağlayan insanlar, gerekli şekillerde saygı görmeli, koşulları oluşturulmalı ve hakları korunmalıdır.

iii) Gıda sistemi yereldir: İyi üretilmiş gıda ürünü gerek kırsal gerekse kentsel alanda, çok sayıda yerel satış noktası aracılığıyla kolaylıkla, doğrudan, aracısız erişilebilir olmalıdır. Yerel yönetimler özellikle burada çok önemli bir noktada yer almaktadır. Tarımsal toprakların gerçekten doğaya zarar vermeden, kendi girdileriyle, kendi döngüsü içerisinde üretim yapan üreticilere sağlanması ve aracısız olarak bu ürünlerin onu tüketenlere ulaşabileceği alanların oluşturulması gerekmektedir. Bu koşullarının yaratılması, bu konuda politikaların geliştirilmesi noktasında ise esas görev merkezi idare yerine yerel yönetimlere düşüyor. Üreticilerin iyi koşullarda ürünlerini doğrudan sergileyebildiği, verebildiği üretici pazarlarının da yerel yönetimler tarafından oluşturulması gerekiyor.

iv) Kaynak kontrolü: Tarladan, sofraya kadar geçen zamanın her aşamasındaki süreçlere üreticinin ve tüketicinin doğrudan katılması, bu gıda sisteminin demokratik ve denetlenebilir bir şekilde işlemesinde önemli bir adım olacaktır.

v) Üretici, bilgiyi üretir, becerileri geliştirir:  Ülke nüfusunun giderek yaşlanması ve endüstriyel tarımın etkisi ile genç nüfusun tarımsal üretimi terk edip asgari ücret koşullarında hizmet sektöründe çalışması nedeni ile dünden bugüne dededen toruna aktarılan tarımsal üretim ile alakalı bilgi ve deneyim aktarımı süreci kaybolmaktadır. Bu şekli ile köylü bilgeliği kavramı da yitip gitmektedir.

vi) Doğaya saygılı üretim: Ancak bu şekilde doğal alanların talanına, tarım arazilerinin ranta peşkeş çekilmesine karşı durulabilir. Bu ile etrafında örgütlenen üretim şekli ile tarımsal üretimdeki sürdürülebilirlik sağlanabilecek, gıda üretiminin nesilden nesile devamı mümkün kılınabilecektir.

Gıda egemenliği, son dönemde özellikle tarım sektöründe baskın bir yönelim olarak uygulanmakta olan neoliberal ekonomik uygulamalara ve yerli üretim ve üreticilerin yaşam alanlarını kısıtlayan küresel tekellerin ülkeler bazındaki uygulamalarına karşı mücadele etmeyi temel gayesi olarak belirlemiş bir tercih. Mevcut kapitalist sistem ise bunun karşısına serbest piyasa adı ile özellikle küçük üreticiyi çok uluslu şirketlerin kölesi haline getirmeyi amaç edinmiş sömürü düzenini vahşice savunuyor. Bu konu ile alakalı olarak geçen haftaki yazımda ülkemiz özelindeki uygulamalara değinmiştim.

22-27 Şubat 2007’de “Nyeleni 2007: Gıda Egemenliği Forumu’’ başlığıyla Mali’nin Nyeleni köyünde düzenlenen forumun sonunda yayınlanan Nyeleni Deklarasyonuna göre ‘’gıda egemenliği, halkların ekolojik mantık dahilindeki sürdürülebilir yöntemlerle, kültürel olarak uygun, sağlıklı gıda üretme ve kendi gıda, tarım sistemlerini tanımlama hakkıdır. Piyasaların veya şirketlerin talebini değil, gıdayı üretenleri, dağıtanları ve tüketenleri gıda sistemleri ve politikalarının merkezine koyar. Gelecek nesillerin çıkarını ve içerilmesini savunur… Gıda egemenliği, yerel, ulusal ekonomileri ve piyasaları öncelikli tutar; köylü ve aile çiftçiliğine dayalı tarıma, küçük balıkçılığa, göçerlerin yön verdiği otlatmaya ve çevresel, sosyal ve ekonomik sürdürülebilirliğe dayalı gıda üretimi, dağıtımı ve tüketimine imkân verir… Erkekler, kadınlar, halklar, ırksal gruplar, toplumsal sınıflar ve nesiller arasındaki eşitsizliğin ve ezme-ezilmenin olmadığı yeni toplumsal ilişkileri ifade eder.’’ (3)

En başından itibaren ve gönüllü olarak sermayenin tarafında ve kendi sermayesini yaratma derdindeki AKP’nin bu zamana kadarki tarım bakanları da üreticiyi görmezden geldiği, üretici ile alay etmeye devam ettiği bilinen bir gerçek. Ülkemiz açısından AKP’nin tarımsal alandaki politik yaklaşım ve sahadaki uygulamalarına bakacak olursak tarımın çok uluslu şirketlere peşkeş çekildiğini rahatlıkla söyleyebiliyoruz. AKP ve öncülleri sermayeden yana olan tavırlarını, bakanlık eli ile kimi zaman tarımsal KİT’leri satarak, kimi zaman yerel üretimi baltalamak adına tohum kanunu çıkararak kimi zaman da girdi maliyetleri ve piyasa dalgalanmalarından çiftçiyi korumayıp tarlasından uzaklaştırarak bu zamana kadar pekiştirdi. Altında imzası bulunan uluslararası anlaşmalara bağlı olarak tarımsal ürünlerin ithalatını da savunmak zorunda olan hükümet, bu işi pişkinlik noktasına bile vardırdı. Haddini aşan bir söylem kullanmakta bir sakınca görmeyen Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli’nin, "‘saman ithal ettiniz, buğday ithal ettiniz’ diyenlere karşı şunu söylüyorum, Türkiye’de para var ki ithalat yapabiliyor" sözleri bu çaresiz küstahlığın timsali gibi hala hafızalarımızdaki yerini koruyor. Bu somut örnekten de anlaşıldığı üzere AKP, üretim ve üreticiyi tekellerin insafına bırakıp, onları kurtlar sofrasına atmayı politika olarak benimsemiş bir durumda.

İnsanın en temel haklarından biri olan sağlıklı gıdaya erişim hakkı yıllar içerisinde tarımda uygulanan neoliberal politikaların etkisi ile açıkça yok sayılmaya başlandı. Bu sömürgeci politikaların yansımalarını yerel tohumların üretimi ve satışına engel olacak uygulamaları barındıran yasaların çıkarılmasında, tarımsal alanların inşaat ve madenlere feda edilmesinde, devlet bazında tarımdaki planlamaların anlık olarak düzenlenmesinde ve en yakıcı olarak da üreticinin kendi toprağında uluslararası tekeller hesabına üretim yapmaya zorlanmasında gördük, görüyoruz. İşte tam da bu yüzden gıda egemenliği hususunda son sözü üreticiye bırakmak gerek. Sorunun tahlilini gerçekleştirmiş olan uluslararası bir köylü hareketi olan Via Campesina’nın çözüm önerisi de oldukça net.    

"Dünya gıda krizi, dünyanın tüm bölgelerinde milyonlarca kır emekçisinin ve tüm nüfusun aleyhine işleyen ihracata dönük, sanayileşmiş tarımın doğrudan sonucudur. Krizi aşmak istiyorsak, kır emekçilerini topraktan kopartan, biyo-çeşitliliği, çevreyi tahrip eden ve dünyayı açlığa ve yoksulluğa sürükleyen bu modeli terk etmemiz gerekecektir. Neoliberal ekonomik sistemin yarattığı ve iklim enerji finans alanlarını da içeren krizler dizisinin en dramatik halkası gıda krizidir. Değişime başlamanın zamanıdır ve ilk adım tarım olmalıdır. Alternatif halkların kendi tarım ve gıda programlarını oluşturmalarını mümkün kılan gıdada hükümranlıktır. Yerel ve sürdürülebilir kırsal üretim ve halkı destekleyebilecek sağlıklı gıdanın hakkaniyetli dağıtımı ancak böyle gerçekleşebilir."

(1) https://ekolojikolektifi.org/wp-content/uploads/2017/11/kolektifdergi_11.pdf

(2) 2018 HDP Tarım Sempozyumu Sunumlar Kitabı, Sayfa: 26

(3) https://www.karasaban.net/nyeleni-bildirgesi-ceviri-erhan-kelesoglu/

 

 




Bu haber 470 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EKONOMİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI