Tweet | Tarih: 06-04-2021 11:46 |
Yüksel Işık
Rivayet odur ki Allah, Adem’e can verdikten sonra Cebrail’i gönderip, üç tekliften birini seçmesini istemiş.
Cebrail’in teklifi şöyleymiş:
“Yüce Allah sana akıl, edep ve inanç gönderdi ama bir şartı var.”
“Nedir” demiş Adem.
“Bu üçünden sadece birini seçebileceksin” demiş Cebrail.
“O zaman” demiş Adem, “aklı seçiyorum”.
Cebrail, edep ve inanca dönüp, “siz gidebilirsiniz” deyince onlar, “hayır biz gitmiyoruz. Çünkü akıl neredeyse bizim de yerimiz orası” diye cevap vermişler.
Zaten bu yüzdendir ki “akıl ve edep, birbirinden hiç ayrılmayan iki kız kardeş gibi” tanımlanır.
Denir ki, “içlerinden birisi ortadan kaybolduğunda diğerinin de izine rastlanmaz."
Sokrates de, "Aklı gözle görülür biçimde betimlemek gerekirse; gece onunla aydınlanır. Cehaleti betimlemek gerekirse; gün onunla karanlığa gömülür" demektedir.
TEK TİP İNSAN HEVESİ!
Bahçeli esip gürlüyor.
HDP’ye, CHP’ye, İYİ Parti’ye karşı olması anlaşılabilir.
Malum, herkesin kendine has bir yoğurt yemesi var.
Daha önce TMMOB’a, Barolara, Türk Tabipler Birliğine karşı olduğunu; kapatılmaları gerektiğini dile getirmişti.
Hızını alamamış; şimdi de Anayasa Mahkemesi’ne karşı olduğunu ve kapatılması gerektiğini açıklamış.
Siyasetin evrensel dili tarafından “ırkçı-şoven” olarak tanımlanan dünya görüşüne sahip Bahçeli’nin, “denge-denetim” ilişkisi içinde yürütmeyi “kontrol mekanizması” görevini gören Anayasa Mahkemesine karşı olması da şaşırtıcı değil; ancak demokrasiyi içselleştirmiş bir ülke açısından kabul edilemez.
Biliyoruz; Onun dünya görüşü, “tek tip insan” yaratmak heveslisidir ama kabul etmek gerekir ki dünyanın binbir rengi var ve atalarımızdan biliriz ki “tek çiçekle yaz gelmez”.
12 Eylül koşullarında, “dava arkadaşları”nın hemen çoğu, hak edip etmediklerini bir yana bırakalım, patır patır cezaevine girmişlerken, Onun, “cam fanus” içinde korunup doktorasını tamamlaması ve sonrasında üniversiteye yerleştirilmesi nedense sorgulanmıyor.
Ülkücüler arasında efsane olarak tanınan Yazıcıoğlu gibi biri bile MHP’de barınamazken, Bahçeli, tesadüfe bakın ki Türkeş sonrasında Genel Başkan olmuştu.
“Bu kadar tesadüf ancak planlanabilir” derler; muhtemelen öyledir.
“Tek adam rejimi”nin ilk adımı olan 16 Nisan Referandumuna giden yolu da Bahçeli’nin açtığı unutulmasın.
Bugün işlemediği açık olan o sistemi, canhıraş savunan tek kişinin Bahçeli olması manidar!
GAZETECİLERİ HEDEF GÖSTERMEK!
Önüne gelene “yalınkılıç” saldıran işte O Bahçeli, hızını alamayıp, sistemi eleştiren gazetecilerin adlarını vererek, hedef göstermiş oldu.
Kim o gazeteciler?
Emektar Orhan Bursalı onlardan biri.
Yazılarını düzenli olarak okuduğum Bursalı’dan çok faydalandığımı belirtmek isterim.
Yazdıklarına katılırsınız, katılmazsınız ama kabul etmek gerekir ki iç tutarlılığa sahip olduğu tartışma götürmez.
Okunmasını tavsiye ederim.
Hakan Bayrakçı ve Sevilay Yılman’ı tanımam; işin doğrusu görüşleriyle görüşlerim arasında bir koşutluk da yok ama onların da kendilerini ifade etmesini sonuna kadar savunmaktır bize düşen.
Necdet Saraç, Şaban Sevinç ve Dr. Ali Haydar Fırat ise bizzat tanıdığım arkadaşlarım.
Her ne kadar tartışma programlarında biz izleyicilerin diline kadar gelenleri, dile getirmekte çoğu zaman imtina ettiklerini düşünsem de, ne söylediklerinin anlamlarını biliyorlar!
GAZETECİLİK SUSTURULAMAZ!
Beğenirsiniz, beğenmezsiniz; görüş onların ama dışarıdan bakıldığında dahi çok büyük bir baskı altında oldukları anlaşılıyor.
Fırat’ın sitesinde uzun süre yazdım; virgülüne bile dokunma ihtiyacı duymayan, herkesin görüş ve düşüncesine sonuna kadar saygılı bir isim; Onu susturmak, vicdanları susturmaktır.
Necdet Saraç ile ortak bir tarihimiz var; henüz delifişek çağlarından başlayarak 12 Eylül’e karşı çıkmış, bedelini ödemiş bir arkadaşım.
Yani doğru bildiği yolda her şeyi göze alabilen bir tarihi olduğunu da hatırlatayım.
“Demirden korksa trene binmez” denenlerden…
Biz, bizi yeterince ifade edip etmediklerini tartışaduralım; Bahçeli, o kadarına dahi tahammül edemediğini “bağırarak” ifade etmiş. Dolayısıyla daha açık ve anlaşılır bir biçimde resmedilmemiz gerektiğine ilişkin kanaatlerimiz saklı kalmak kaydıyla altını çizerek söylemek isterim ki adı geçen gazetecilere herhangi bir şey olursa sorumlusu, hedef gösterendir.
Gazetecilik susturulamaz!
Görüş ve düşüncelerine katılmıyor olabiliriz ama düşünce ve ifade özgürlüğünü sonuna kadar savunmak, insanlığın evrensel demokrasi kültürünü savunmaktır.
Onların susturulmasına sessiz kalmak, insanlığımıza yapılan saldırıya boyun eğmektir.
İnsanlık bugüne ulaştıysa tehditlere boyun eğmediği içindir.
Durduğumuz yer bilinsin isterim!