|
Tweet |
MEHMET ERDAL
(Dördüncü Bölüm)
DATÇALILARIN, AKTURLULARA KARŞI HAFİF BİR KIRGINLIĞI VARDIR
Osman Akın, Datça’nın “yokluk” dönemlerine dair söyleyeceklerini bitirince “70’lerin sonlarına doğru, ihtilalden (12 Eylül 1980) sonra işte, 80’lerde turizm ile tanışınca, bir anda dönüşüm oldu tabi...” dedi.
Marmaris’te kaldığım dönemden bilirim, Özal 1984’lerde bu “turizm” olayını başlattı...
“Marmaris, ilklerden zaten, sonra Çeşmede mi, Kuşadası mı ne Fransız Tatil Köyü ilk örneklerdendir, sonra TURBAN, Turizm Bankası’nın, MARTI... Buralarda daha ufaktı. Halen de ufaktır, beş yıldızlılarımız, dört yıldızlılarımız bile hala yok, o yüzden biz hep arkasından geldik Marmaris’in. Onu avantaja çevirelim diye söylüyorum.”
Yani AKTUR’dan, Karaincir’de turizm amaçlı yapılan yerlerden sonra mı Datça’da asıl gelişme başladı?
“Tabii ki. Şöyle bir şey: Datçalıların AKTURLULARA karşı alttan alta hafif bir kırgınlığı vardır. Yani ‘Buralar bozulmasın, hep böyle bakir kalsın.’ diye burasının gelişimini, işte yolunun yapılmasının vs... her şeyin önüne geçtiğini düşünürler AKTURLULARIN, oradaki emekli paşaların, bürokratların...”
Onlar mı düşünüyorlardı Datça’nın bozulmamasını?
“Biz Datçalılar olarak, çocukluğumdan beri hep duyduğum şeydir, ‘Datça’nın gelişimini AKTURLULAR önlemiştir.’ sözü. Belki öyledir ama bunu avantaja çevirmek de mümkün ya. Yani, burası az bozulan, az yağmalanan yerlerden bir tanesidir. Bunu bir ‘altın’ olarak düşün... Neyse yöneticilerimiz ne diyecektir bu konulara, bilmiyorum...”
OKULDA ÖĞRENDİKLERİMİZ İLE GERÇEK ÇOK FARKLI
Geriye dönelim, üniversiteyi okudun, 4 yıl, mezun oldun. Belediyeye girmeden önce özel sektörde çalıştın ve bir de Balıkaşıran hikâyen var ya şimdi oradan başlayalım.
“Okul yıllarında otelcilikteydim, daha eğlenceli, daha cafcaflı 5 yıldızlılarda çalıştım. Datça’da da çalıştım, stajımı Doria Otel’de yaptım. Yıkıldı.”
Şimdilerde, onun yerine ne olacak diye sorulup duruluyor.
“Devletimiz böyle yapar; her şey atıl kalıyor. Karşısındakini de kaçıncı restore edişleri; tamir ediyorlar çöküyor, tamir ediyorlar çöküyor, Harcanan paraya da yazık ama Antalya’da beş yıldızlı otellerde Steigenbergerler'de, Falezler'de çalıştım.”
Okul bittikten sonra mı, okul süresince mi?
“Okul süresince çalıştım.”
Stajın dışında bir olay mu bu?
“Tabi ki. Normalde okurken aynı zamanda çalışıyorduk, iyi de paralar alıyorduk. Hafta sonları banketler, işte büyük organizasyonlar oluyordu falan, onlarda çalışıyorduk. Beş yıldızlı bir otelde, barlar şefliğine kadar yükselmiştim, yani barsupervisordım falan. Aldığımız eğitim iyi idi. Yine olsa, sanırım yine okurum, çok keyif aldım. Okulumu çok severek okudum. Hiç de pişman değilim. Mühendislik vs... yerine iyi ki de bu okulu okumuşum, diyorum. Çünkü çok değişik alanlarda çok fazla şey öğreniyorsun. Yani biz marina işletmeciliğinden tutun da Fransız Mutfağına kadar çok geniş alanda eğitim aldık. Bu eğitim, insanda bir ufuk yaratıyor, merak duygun da varsa.
Sonrasında, mezun olduktan sonra biraz daha otelciliğe devam ettim ama baktım ki Türkiye’de otelcilik, hakikaten çok kaliteli işlemiyor; müşterinin de öyle bir talebi yok. Senin bildiğin Fransız Mutfağından yemekler, içkiler, işte ikram türleri vs. falan yok yani; dört duvar arasına konulmuş bir somya, aşağıda resepsiyon, adı otel. Biz umuyorduk ki İsviçre’deki, Fransa’daki oteller gibi böyle çok janti, çok elegance tiplerle muhatap olacağız. Öyle bir turizm ilişkisi yok. Ruslar daha tam gelmemişti o zamanlar ama Alman ve İngiliz akımı vardı. Hakikaten, bu ülkeleri kötülemek değil ama Türkiye’ye göndermiş oldukları turizm profili yeteri kadar övebileceğim bir kitle değildi. Yani sabahtan içmeye başlayıp, bira da beleş olunca akşama kadar içen, bağıran tipler. Bunlarla muhatap olduğun bir otelcilik çok sürdürülebilir gelmedi bana, acenteciliğe geçtim.
BALIKAŞIRAN GAZETESİNİ ÇIKARMAYA KARAR VERDİK
Datça’da kaldığım sürede, Simena Travel’in Datça temsilcisi oldum, kendileriyle görüştükten sonra. Onların Datça operasyonunun yönetiyordum. Buradaki 20’ye yakın tesise insan indiriyorduk. Bir sürü pansiyon, oteller vs... hepsi ile samimiydim, bir kısmı hala ayakta. Sırası geldiğinde 10 otobüs insan indiriyorduk bir haftada. Baya sağlam bir operasyon vardı. O işi ben yönetiyordum ve ilçe turlarının da operasyonu bendeydi, excursion dediğimiz. Yani, tekne turları, dalış turları, Marmaris’e hamama gitmeler, işte Muğla Pazarına alışverişe gitmeye kadar turları planlıyorduk ve representative dediğimiz, rep dediğimiz, temsil ettiğimiz yurt dışındaki acentelerin buradaki temsilcilerinin sattığı turları ben organize ediyordum. Otellerden toplanıp, rehber olarak götürüyorduk. Ciddi bir organizasyon vardı yani. O esnada da Datça’nın ilk gazetesi diyebileceğim Balıkaşıran’ı çıkarma serüveni başladı.”
Hem Simena’da çalışıyorsun hem de gazete çıkarmaya çalışıyorsunuz?
“Gazeteden para falan kazanmıyorduk ki zaten; ‘yeter ki Datça’da bir gazete çıksın, hareket olsun. Medenileşme adımı olsun’ diye bakıyorduk olaya.”
Ben de onu öğrenmek istiyorum: Gazete çıkarmanın amacı Turizm miydi? Siyasal mıydı? Başka bir şey miydi?
“’Siyasaldı’ diyebilirim ama siyasi yazı mesela, 10 yazı varsa 3-4 tanesi siyasi yazıydı, gerisi kalanları işte Yusuf Ziya (Özalp) abi yazardı, ben yazardım, Aydın Şimşek yazardı...”
Kaç yılından bahsediyoruz?
“90’lı yıllara geldik. 91’de mezun oldum.”
ÇOK DEĞERLİ İNSANLARIN ARASINDA BULUNDUM
Erol Karakullukçu daha Datça Belediye Başkanı olmamıştı?
“Değil ama Erol karakullukçu da gazetenin ortaklarındandı. Gazetenin kuruluş süreci ile ilgili sana şöyle söyleyeyim: Cem Avşar, Turgay Sönmez vardı. Asıl adımı atan onlardı. Turgay Sönmez ağırlıklı olmak üzere. Turgay abi, nur içerisinde yatsın. Çok şey öğrendim, çok değerli bir büyüğümdü. Cem de aynı şekilde, ‘abim’ sayılır, bana çok emeği geçmiştir. Bende çok emeği vardır. Kendisine kızmışlığım da çoktur ama çok değişik bir insandı. Çok becerikli bir insandı... Kendisinden çok şey öğrenilecek bir insandı yani. Turgay abi, eski tüfek solcu, eşi ile DADYADOST’u açmıştı, onlar, o yıllarda. Biz giderdik DADYADOST’a, gençlik olarak. Daha entelektüeldi. Resim sergileri olurdu sürekli, işte keman dinletileri, kitap satışı olurdu falan. Entelektüel, güzel bir odaktı. Mesela şu Çatalmağara’yı restore ettiren de Turgay abidir, cebinden. Çatalmağara berbat haldeyken alır anahtarı, biz hep sohbet ederdik. Ben de meraklıydım ya hep, çok da okuyan birisiydim. Aramız iyiydi. Tanışır, ederdik. Acentenin operasyonlarını yürütürken bir yandan da bunlarla oturup kalkardım, Hüseyin Tüzün, Necati Sağır abiler falan. Onların hepsiyle daha sonra başka başka şeyleri de başlattık zaten, anlatacağım; ‘ustalarım’ dediğim insanlar, bunlar. Yusuf Ziya Özalp ha keza, hakkını ödeyemem, çok fazla şey öğrendiğim insanlardan birisidir. Vefa Önal ha keza, lisede hocamdı benim, halen de çok çok sevdiğim, çok saygı duyduğum insandır. Şansım, böylesi değerli insanların arasında bulunmak oldu.
O zamanlar Datça’da bir radyo vardı, Soytok (Datça Belediye Başkanı Mustafa Soytok) döneminde, şurada Çatalmağara arkasında 2 katlı bir bina vardı, fotoğraflarda gözükür, onun üst katı radyo idi...”
Şimdilerde yok, yıkıldı mı?
“Yıkıldı. Orada bir radyo vardı. Radyoyu da, yanlış hatırlamıyorsam belediye mi yoksa Soytok mu finanse ediyordu ne, öyle bir durum vardı, politik de bir angajmanı vardı. Dedik ki ‘Datça’da herkesin görüşünü yansıtabilecek, çok kültürlü, çok siyasi görüşlü, kültür yazıları da olan bir gazete çıksa nasıl olur falan? Eee ne kadara mal olur? İşte şu kadara mal olur. İşte bunun tek kişiden bulunması zor...’ Sonra, işte Cem, Turgay... abi falan şöyle küçük bir komite kurdular. Datça’daki iş adamlarını, yatırımcıları, esnafı dolaştılar ve 10 kişi kadar insandan, kendileri de içlerinde, bir bütçe buldular, belli sayıda gazeteyi çıkarmak için. Her sayıyı da biz 1000 tane mi ne basıyorduk...”
BALIKAŞIRAN, YARIMADANIN GİRİŞİDİR
Adını neden “Balıkaşıran” koydunuz?
“Yarımadanın girişi, orasıdır ya.”
Adını kim önerdi?
“Ortak fikirdi. O da şu: Yani biz deliler bu işe kalkışıyorsak, Datça’nın bir atasözü vardır, eskiden yolumuz da bozuk olduğundan, ‘Balıkaşıran’dan bu tarafa akıllısı geçmez. Geçen ya bir şeyden kaçıyordur ya maceraperesttir ya da hakikaten çok enteresan birisidir falan...’ diye söylenir. Gerçekten de öyleydi ama çok değişik insanlar gelirdi Datça’ya. O yolu, o uçurumları vs. göze alıp da Datça’ya gelen, hatta burada kalıp da iş kuran insanlar için ‘Bu deli. Biz hadi mecburen buradayız, burada doğduk ama sen niye geldin?’ diye bakılır, gazete çıkarmaya da ‘deli işi’ denilerek, adı ‘Balıkaşıran’ konuldu.”
Sen ‘müdürü’ oldun?
“İlk iki sayıda mizanpaja, tasarıma falan destek veriyordum. Ünal Dinçkök, gazeteci abimiz, Nokta Dergisi’nden ayrılma, o da işinde çok iyi, değerli birisidir. Şu ara aramız pek yok ama çok uzun zamandır görüşmüyoruz, o yıllarda gazetecilik ile ilgili çok şey öğrendiğim insanlardan birisi odur; ‘ilk büyük ustam’ diyebilirim. Nokta Dergisinde, Cumhuriyet’te falan çalışmış, Cem’in de arkadaşı, genç, işte ben 23-24 yaşındaysam o yıllarda, o da 30^lu yaşlarda falan. Fişek gibi. İlk sayıyı o yaptı. Tabii daha sol bir angajman olduğu için Cem ile ikisi birlikte, kafadan, ilk sayıda işte CHE GUEVERA’yı koydu...”
Kapağına mı koydu?
“Arka sayfasına koymuştu. İkinci sayıda da Yılmaz Güney’i mi yoksa Deniz Gezmiş’i mi ne, böyle bir konu oldu. Şimdi isim vermeyeyim, kendisini rencide etmek istemem, sermaye koymuş olan, daha sağa yakın bir ortak ‘Bu gazete herkes için çıkıyor ama komünist gazetesi çıkarıyorsunuz siz. Ben yokum bu işte’ falan durumu oldu. Ardından tartışma filan derken, Ünal abi çekildi. ‘Ya, acaba böyle şeyleri koymasak falan’ denilince, ‘Sansür olacak ise ben yokum. Ben İstanbul’dan bu nedenle buraya geldim.’ dedi. Cem de ‘Ben adamı ikna ettim zor bela. Geldi. O zaman ben de kenarda durayım falan.’ dedi ama Cem sonrasında bir şekilde bulaşmıştır hep, faydası olmuştur, o anlamda söyleyeyim. ‘Ne yapalım? Ne edelim?’ falan... Turgay abi, ‘Biz bu işe girdiysek’ dedi, ‘Ne tutacak?’ Balıkaşıran, işyerim. Ben avukatım. Şu Datça’ya bir şey yapalım. Farkı neyse ben cebimden karşılayacağım. Birisinin bu işi idare etmesi, tasarımı yapması lazım. Osman, sen bu işlerden anlıyorsun.’ Ben de Aldus Pagemaker kullanıyordum, onun çok daha süperleri çıktı ama bu ilkel halde, siyah beyaz gazeteyi çok eski makinede ben, oturur işte bir-iki günde falan tasarlardım.”
BALIKAŞIRAN, EPEY BİR SAYI ÇIKTI
İlk iki sayının tasarımı sende değildi...
“Ucundan bulaştım. Şöyle: Gene tasarıma, sayfa tasarımlarına filan elim değiyordu ama ne yayınlanacak, nereye ne konulacak, başlık ne atılacak gibi editöryal kısmında Ünal abiler karar vermişlerdi. Sonrasında, bir-iki sayıda yine Turgay abiler ‘Abi şunu nasıl etsek?’ dediğimde, ‘Sen bu işi beceriyorsun’ dediler, ondan sonra adım ‘Genel yayın Yönetmeni’ olarak yazıldı ama bakma sen, gazete kendini zor çeviriyordu. Genel yayın yönetmenine ne bir para verme, ne de artı bir imkan sağlama durumu vardı. Biz gönüllüydük. Şöyle söyleyeyim, sonrasında Balıkaşıran’ın bütün taratılmış hallerini arşivime aldım. Merak eden olursa, Balıkaşıran’ın eski sayılarını okumak isteyen olursa, pdf’lerini verebilirim.
Bu iş, birkaç sayıdaki o tartışmalardan sonra, siyasal yazılarda gazetemizin içeriği ikiye ayrıldı. Yani güncel siyaset, daha genel dünya siyaseti ile ilgili işte ekolojik sorunlar vs. konulara ilişkin daha ağır yazılar, epeyce de bir Datça kültürüne ilişkin yazılar. O zaman gazete çok lezzetli hale gelmeye başladı. İşte Osman İlhan amcamız vardı, Datça Askerlik Şubesinden emekli, Yusuf Ziya abi vardı, dediğim gibi Aydın Şimşek vardı. Ben yazardım epeyce. İrfan Mukul hocam yazardı. Ondan sonra Aydın Şimşek, Hüseyin Yılmaz, Erol Karakullukçu yazardı. Başka kimler vardı ya Datça kültürüyle ilgili yazanlardan? Yusuf abinin çok birikmiş notları vardı. Düzenli yazmaya ikna ettiğimiz o yıllarda o da şevke gelmişti, çok da güzel içerik üretirdi, daha da gelişti. Şimdi de çok güzel yazıyor, kalemini çok seviyorum. Yani gazeteyi elinize aldığınız zaman zaten çoğu zaman 4, bazen 6 sayfa çıkardı. Bayramlarda, özel günlerde ilan-reklam almak için sayfasını artırır, oraya da doldururduk ki ilanı, 3-5 sayılık matbaaya vereceğimiz parası çıksın, diye. Çünkü ofis olarak Turgay abinin ofisini kullanırdık ana mizanpajını hazırlardım ben. Baya bir sayı çıktık.”
(Devam edecek)