Bugun...


Adnan ERKUŞ Em. Akademisyen

facebook-paylas
“SEÇİM=DEMOKRASİ” Mİ?
Tarih: 10-10-2025 22:48:00 Güncelleme: 10-10-2025 22:48:00


Seçilmiş kişilerin yerine birilerinin atanması (kayyım), kuşku yok ki seçimin de yok sayılması anlamını taşır. Çünkü suç kişiseldir; seçilmiş bir yönetici suçluysa kendisi sorumludur, ona oy verenler cezalandırılamaz. Peki, seçen ve seçilenlerin olduğu her sistem demokrasi olabilir mi? Demokrasiyse, hangi koşullarda?

Kayıtlara göre, siyasi anlamda, tüm “vatandaşların” oy kullanma ve aday olma hakkına sahip olduğu ve çoğunluk oyuyla halkın kamu görevlerine seçildiği ilk seçimler, MÖ 754 yılında Sparta kentinde gerçekleştirilmiştir. Yerleşik yaşama geçişten sonra, ilk seçim ve demokrasi sözcüklerinin, henüz tektanrılı dinlerin olmadığı Roma ve Antik Yunan’da ortaya çıktığı görülmektedir. Antik Yunan’daki demokraside (demokratia=halk gücü) sadece özgür erkekler oy kullanabiliyordu, kölelerin ve kadınların oy kullanma hakkı yoktu! Adam kayırma, partizanlık gibi istenmeyen durumların önüne geçmek için de seçmenlere “kleroterion” adı verilen jetonlar verilmişti; tüm yasa ve kararlar sadece belirli erkeklerin seçtiği 500 kişilik Mecliste el kaldırılarak alınırdı.

Pagan Yunan ve Roma’dan sonra ise tek tanrılı dinlerin egemen olduğu yüzlerce yıl sürecek feodal devlet ve imparatorlukların olduğu kapkaranlık bir Ortaçağ yaşandı. Bu dönemde, yönetimlere, ekonomilere, yaşam biçimine dünyanın ilk anayasaları sayılabilecek dinsel kitaplar ve onlarda yazılanlar yön verdi. Toprağa ve ona bağlı üretilen artık-değer, “tanrı” adına yeryüzünü (imparatorluğu) yöneten kral-şah-imparator-padişah ve çevresinde toplandı ve paylaştırıldı; yetmediği durumlarda “fetih” adı altında komşu devletlerin toprağına-köylüsüne-zenginliğine, her şeyine güç yoluyla el konulduğu (gasp, “çökme”) bir feodal ekonomi egemen oldu. Ne seçimi, ne parlamentosu… güç artık ataerkil bir şekilde babadan-oğula (isterse çocuk, isterse deli olsun) aktarıldı yüzyıllar boyunca… Bu karanlık dönemde ışık çok sancılı Rönesans ve Reform hareketlerinden geldi ve onun da temelinde yaşanan bir sanayi devrimi sonucunda ortaya çıkan burjuva sınıfının yeni kapitalist sistemi kurmasıyla ve işçi sınıfının zorlamasıyla bu karanlık dönem son bulmaya başladı: Yönetim babadan-oğula geçemezdi, herkes (bir anda olmadı elbette) seçme ve seçilme hakkına sahip olmalı, güç ve yetki paylaşılmalı, yargı-yürütme ve yasama birbirinden ayrılmalıydı. Bu “demokrasi” artık “burjuva demokrasisi”ydi, peki gerçekten demokrasi miydi? Ulus devletler/eyaletler ve siyasi partiler vs ortaya çıkmaya başladı; güçlü olan burjuvazinin ve partilerinin “belirlediği” adayların onaylanmasına dönüştü seçim, sandık ve “demokrasi”… Hele sanayi devrimini yapamamış, toprak reformu bile yapamamış sömürge-yarı sömürge ülkelerinin durumu “demokrasi” açısından hepten içler acısı oldu. Eğer seçim-sandık, demokrasi için yeterli bir ölçüt ise, parti “ağaları”nın kendilerinin belirlediği adaylara oy vermek “demokrasi midir, yoksa sadece güçlüler tarafından “belirlenenlerin onaylanması” mıdır? 19. yüzyıldaki burjuva demokrasisindeki seçimler ile Humeyni rejimindeki seçimler aynı mı? Hitler Almanyası? Mussolini İtalyası? Seçim (tercih) ne zaman ve hangi koşullarda demokrasi anlamına gelir?

Bu uzun ve sancılı süreci, meraklısına, araştırmak için bir yana bırakalım ve ülkemize dönelim: Sanayileşemeyen ve uluslaşamayan askeri-feodal Osmanlı İmparatorluğu’nun kapitalizm sonucunda yenilmesiyle ve uzun, ağır bir savaştan sonra kurulan Cumhuriyet’in ilk 15-20 yılı, bir “uluslaşma”, sanayileşme ve çağdaşlaşma atılımlarıyla geçti; 1946-50 çokpartili dönemden sonra yeni sömürgeci işbirlikçileri ve Osmanlı artıkları iktidara gelince, seçim-sandık biçimsel olarak korundu, ama iktidarın devlet olanaklarını kullanması bir yana, iktidara oy vermeyen Kırşehir bir gecede ilçe yapılıverdi, Köy Enstitüleri kapatıldı vd. 1960 ve sonrası nispi bir demokratikleşme ve seçimler dönemi yaşandı yaşanmasına da bu da yeni gelişen burjuvaziye bol geldi ve 12 Mart darbesi yapıldı; her şey askıya alındı. Dışa göbekten bağımlı yönetim için demokrasi de neydi ki! ABD’nin “bizim çocuklar başardı” dediği, en kanlı faşist diktatörlük geldi, dernekler, sendikalar, partiler ve meclis kapatıldı vs.  Emperyalizmin neoliberal politikaları her alanda hayata geçirilmeye başlandı; sonunda adım adım oluşturulan “Türk-İslam” sentezi ve “komünizme karşı yeşil kuşağı”n devamı ve yeni BOP’un temsilcisi AKP, yürürlükte olan baraj sisteminin de yardımıyla iktidara ‘geldi’; artık “demokrasi trenine gidilecek yere varılıncaya kadar” binilecekti.

Demokrasinin kırıntısının kalmadığı faşist rejimler iki biçimde iktidar olabilirler: Militarist güçleri (zor) kullanarak yukarıdan aşağıya veya yalan-dolan-popülarizm kullanılarak seçim yoluyla aşağıdan yukarıya doğru… Biz galiba ilk kez ikincisine tanık oluyoruz…

Bu süreçte, “mezardan çıkarılanlara” oy kullandırıldı. Aynı seçimde kullanılan ve aynı zarfın içine atılan “4 oydan 3’ü geçerli, 1’i geçersiz” sayılabilir miydi, sayıldı! “2,5 milyon mühürsüz oy” geçerli sayılabilir miydi, sayıldı! Mükerrer oyu önleyen “parmak boyası” kaldırıldı! Onlarca yıldır yerinde nüfus sayımı yapılmadı ve yapılması da istenmiyordu; bu arada milyonlarca “mülteci” ülkemize alındı, sokuldu, ne kadarına “vatandaşlık” ve oy hakkı verildi bilinmiyor! Bir aday, aday olma koşullarını bile sağlamadığı ve mevcut görevinden istifa etmediği halde, muhaliflerine baskı uygulayıp devletin tüm olanaklarını kendisi için kullandığında bu demokrasi, hatta seçim olabilir miydi, oldu! Her şeyin dijitalleştiğinin iddia edildiği, ama 10 Ekim Gar katliamcılarının izlenmelerine rağmen elini kolunu sallayarak bomba patlattığı halde hiçbirinin izinin bulunamadığı(!) bir ülkede olmayan mahalle, sokak, bina, seçmen nasıl denetlenebilir, Nüfus Dairesi’ni bugün denetlemek olanaklı mı, verilerine güvenmek kolay mı? Gerçek nüfusumuz kaç, kaçı seçmen ve nerede oturuyor?

Her şeye rağmen seçim değerlidir, ancak tüm rakiplerin eşit koşullarda yarışması durumunda değerlidir, rakiplerin türlü yargı oyunlarıyla ortadan kaldırıldı, sakatlandığı koşullarda değil. Seçime oynayan ve kendileri de seçim = demokrasi sanan muhalefet partilerine düşen; seçime girecek adayın tüm devlet görevlerinden ayrılmasını, yerinde bir nüfus sayımı yapılmasını ve verilerin tüm muhalefet partilerince de paylaşılmasını, parmak boyasının yeniden getirilmesini, asker ve polislerin görev yerlerinin dışında yerlere taşınıp oy kullanılmamasını, medyanın tüm rakiplerce eşit kullanılmasını istemek ve sağlamak olmalıdır.

Yeraltı Maden-İş’in tüzüğünde yazan ve Toplu İş Sözleşmelerinde yaşama geçirdiği demokrasi işleyişi şöyleydi1: İşletmede her 20 işçiden bir İşçi Konseyi oluşturulur, her Konsey kendi Konsey Temsilcisini/Sözcüsünü kendi arasından kendisi seçer, bu temsilciler bir araya gelerek Konsey Temsilciler Kurulu’nu oluşturur, bu kurul da kendi içinden TİS sözleşmesine katılacak arkadaşlarını seçerler. Her türlü karar (grev, istekler, işçi alımı, sağlık, güvenlik, TİS içeriği vb), öncelikle konseylerde tartışılır ve alınır, oradan Konsey Temsilciler Kurulu’na gelir; alınan karar böylelikle herkesin kararı haline gelir; uygulama da tepeden aşağıya herkesin ortak uygulaması olur. Başkanlar dahil herkesin sadece bir oyu vardır. Bu seçimin kendisi de işleyişi de gerçek demokratik bir uygulamadır. Burada çalışan insanlar kendilerini değerli hissederler, aidiyet duygusu yaşarlar, özgüvenleri gelişir, mutlu olurlar, dayanışmacı olurlar…

Gerçek demokrasiyi mahallelerimizden başlayarak şimdiden uygulamaya ne dersiniz?…

1“Çetin Uygur Kitabı” (2024) Hazırlayan: Yalçın Bürkev, İstanbul NotaBene Yayınları



Bu yazı 995 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI