Seçimsiz demokrasi, demokrasinin tanımı ve yapısı gereği olmaz, ama hem seçimli hem seçimsiz diktatörlükler olur. Peki parlamenter sistem? Ya Cumhuriyet? Cumhuriyet, ama hangisi? Adı cumhuriyet olan pek çok otoriter-totoliter ülke var bugün dünyada… İran İslam Cumhuriyeti’nde seçim var, ama demokrasi var mı?
Diktatörlüklerde seçim de olabilir ama demokrasinin “d”si bile görülmeyebilir; seçim, zorunluluktan da olsa diktatörlerin bile meşruiyet kaynağıdır. Ancak, nasıl bir seçim? Rakiplerinizi öldürmek dahil, çalışamaz duruma getirmek, eften püften gerekçelerle tutuklatmak, devletin tüm olanaklarını iktidar partisine sunmak, muhalefetin her türlü kaynaklarını kısmak, sahte seçmen yaratmak, sahte oy kullandırtmak, güvenlik güçlerini istedikleri yere yollayıp oy kullandırtmak, muhalefet partilerini bölmek için her yola başvurmak, sandık başı baskılar, vb tüm diktatörlüklerde şu ya da bu biçimde görülürler. Tek adam diktatörleri, nedendir bilinmez (!) ama adı üstünde ömür boyu iktidarda kalmak isterler, diktatörlüklerde devlet ve hükümet birdir, tüm militarist güçler iktidarın emrindedir, hukuk sistemi de iktidara hizmet eder. “Bu koşullarda seçim olsa ne olur, olmasa ne olur?” demeli miyiz? Diktatörler bazen subay olurlar ve bir gecede her şeyi sil baştan yaparlar; bazen seçimle gelen siviller olurlar ve adım adım diktatörlüklerini çeşitli yollarla döşerler, ama sivil de olsalar sonunda iyice güçlenince yine kendilerini komutan ilan ederler.
Devlet kendilerinde cisimleştiği için, diktatörler devleti kutsallaştırırlar; ona karşı çıkanlar kolaylıkla “vatan haini” ilan ediliverirler. Oysa aynı topraklar üzerinde sosyalist, faşist, dinci çeşit çeşit devletler olabilir ve kurulabilir. Devleti kutsallaştıran diktatörün, vatan hiç de umurunda değildir. Salazar’dan Franco’ya, Pinochet’den Mussolini’ye hepsinde devlet kendileridir, hatta çoğu kendisini tanrı tarafından seçilmiş ve tanrının yeryüzündeki temsilcisi kutsal kişi bile ilan edebilirler, kendileri gibi olan yabancılara tüm ülke toprakları açıktır. Mussolini-Hitler ilişkisi güzel bir örnektir.
Evet, diktatörler de seçime başvururlar ama kendi seçmenini her türlü devlet olanaklarını kullanarak sandığa götürürlerken, muhalif olarak görülen seçmenlerin sandığa gitmelerini önlemek için her türlü yola başvururlar. Aslında hepsi seçime de karşıdır; “ah seçimsiz hep başta kalsalar”! Eğer ülke ve dünya konjontürü uygunsa, her türlü yasayı da kendilerine göre biçimlendirmişlerse, gelsin “krallık”, “mutlakiyet”, “padişahlık”, “hanlık”, “çarlık”… Bu yol, halkta “ne yaparlarsa yapsınlar sonucu değiştiremeyecekleri” inancını yerleştirip, halkın seçimden umudunu kesmesi; umutsuzluk/çaresizlik duyguları yaratıp düzenin böyle devam etmesi şeklindeki öğretilmiş çaresizlikle döşenir. İşte bu nokta, seçimsiz-ömür boyu diktatörlüğe geçiş aşamasıdır. Bu aşamada, halk ya ayağa kalkacak ya da prangalara razı olacaktır. Muhalefet tüm muhalifleri-halkı ortak bir hedefte ve en geniş şekilde örgütleyemezse, sonrasında vay haline! Çünkü bu tünelden önce son çıkış olacaktır.
Yukarıdaki anlatılanlar zinhar ülkemiz için yazılmamıştır. Galile’nin söylediği gibi, “dünya dönmeye devam ediyor”, belli mi olur, belki bir gün bize de gerekli olur.
Her ne eksiği (102 yıl öncesinden söz ediyoruz!) olursa olsun, saltanata son veren, çağdaş Türkiye’nin önünü açan 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız kutlu olsun. Nasıl bir cumhuriyet kurarsak daha “iyi” oluru da bu arada düşünelim derim, salt parlamenter sistem-sandık olması demokrasi için yeterli midir araştıralım isterim, kimbilir bu görev “pat” diye kısa süre sonra önümüze geliverir.