Tweet |
Eşber KAYA
‘’Onlar ümidin düşmanıdır, sevgilim,
akar suyun
meyve çağında ağacın,
serip gelişen hayatın düşmanı.’’
Yazıya, konudan da bağımsız olmamak kaydı ile 3 Haziran 1963’ün yıldönümü sebebi ile geçtiğimiz hafta bir kez daha andığımız Nazım Hikmet’in bir şiiri ile başlamak yersiz olmasa gerek. Sayfalarca yazarak AKP iktidarının tarımsal üretimde bu zamana kadarki savruk yaklaşımlarını bir nebze de olsa anlatabilmek mümkün. Ancak işin temelinde yatan gerekçeyi ve AKP’nin mevcut uygulamalarının ardında yatan esas niyeti Nazım kadar güzel özetleyebilmek ise gerçekten çok zor.
AKP’nin, tarım politikaları ile ilgili 33 maddeden oluşan bir torba yasa teklifi hazırlığı içerisinde olduğuna dair haberler geçtiğimiz haftalarda basında yer almıştı. Haziran ayı içerisinde TBMM'ne sunulacağına dair öngörülerle birlikte, hazırlanan torba teklifin yamalı bohça kıvamında olacağı aşikar. Yapılması planlanan değişikliklerin özellikle son süreçte siyasi tercihler, iklim ve COVID- 19 pandemisi ile birlikte iyice açmazda olan üreticilerin dertlerine derman olmasını beklemek AKP’nin geçmiş dönemlerdeki tarım karnesine bakarak mümkün değil. Haberlerde yer aldığı kadarıyla taslak metinden anlaşılan havanda su dövüldüğüdür.
Basında yer alan haberlere göre; sunulması planlanan yasa değişikliği teklifinde tarımsal alanların kullanımı, sulama kooperatiflerinin bakanlığa devri, kamuya ait ormanların özel kişi veya kurumlarca kullanılmasının önünün açılması, av turizminin artırılmasına yönelik tedbirler, tütüncülük ile alakalı düzenlemelerin gayet muğlak cümlelerle yeniden şekillendirileceğinden bahsediliyor. Bunların içerisinde en dikkat çekici olan düzenleme ise tarımsal alanların kullanımına ilişkin yapılması planlanan değişiklik.
Özellikle tarımsal amaçlı arazi kullanımına ilişkin yapılması planlanan düzenlemede plan ve projelere aykırılık durumunda uygulanacak cezaların yeniden düzenleneceği bilgisi dikkat çekici. Bu bile hazırlanan yasa düzenlemesinin trajik boyutunu gözler önüne sermeye yetiyor. Sadece AKP hükümetleri zamanında Türkiye’deki toplam tarımsal alanların %10’unun vasıf kaybı gibi çeşitli gerekçelerle inşaat ve maden firmaları ile uluslararası gıda tekellerine peşkeş çekildiğini hatırladığımızda bile yapılması arzulananın üreticinin ihtiyaçlarına cevap vermekten fersah fersah uzakta olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Bu duruma Soma’da, Yatağan’da ve başka yerlerde termik santraller uğruna katledilen zeytin ağaçları da yakılarak yerlerine oteller yapılan tarım arazileri de şahittir. Sadece bu düzenleme ile bile üreticinin daha fazla bürokratik prosedüre boğulacağı ve kendi tarlasını işlemek için bile yığınla para ödemek zorunda kalacağı ortadadır. Bu durumun doğal sonucu olarak da üreticinin üretimden vaz geçmesi ya da tarlalarını terk etmesi şaşılacak bir durum olmamalıdır.
Konu ile alakalı olarak daha kapsamlı bir değerlendirmeyi, değişiklik teklifinin meclise sunulması ile daha somut verilerle yapabilmek mümkün olacak. Ancak AKP’nin ülke tarımını iktidarı süresince nasıl bitme noktasına getirdiği ile alakalı somut verilerle değerlendirme yapabilecek durumdayız.
Akp’nin Tarım Politikasızlığı
Mersin milletvekili ve HDP Tarım Komisyonu başkanı Rıdvan Turan’ın deyimi ile “Uluslararası sınıf tekellerine ve olağanüstü imkânlar açan, onun içinde emeği, yoksulu, köylüyü, küçük aile çiftçiliğini, tarımda kadın emeğini görmeyen ve organik tarımın yapılması için gerekli koşullardan bir haber olan’’ (1) AKP hükümetleri süresince tarımsal üretim ve bu durumun tüketicideki yansımalarını, bu güne dek yaşayarak tecrübe ettik. Son 18 yıllık süreç içerisinde iktidar, özellikle küçük üreticiyi uluslararası tekeller karşısında yalnızlaştırarak, yine Rıdvan Turan’ın deyimi ile ‘’kendi tarlasında bekçi’’ haline getirdi. Bu durumun sonucunda üretimin mahiyetinin değişmesiyle birlikte gerçekleşen gıda enflasyonu sonucunda tüketici de en az üretici kadar mağdur oldu.
Tohumculuk Kanunu
AKP’nin olağanüstü marifeti sonucu oluşturulan Tohumculuk Kanunu’yla yerli tohumların ticareti yasaklandı, yasağa uymayanlara para cezası uygulaması getirildi. Bahse konu yasanın 12. maddesinde; “Bakanlıktan yetki almadan tohumluk yetiştiren, işleyen, satışa hazırlayan, dağıtan ve satan kişi ve kuruluşlara 10 bin Yeni Türk Lirası idari para cezası verilir. Fiilin tekrarı halinde para cezası iki kat olarak uygulanır. Bu tohumluklara Bakanlık tarafından el konulur”(2) denilerek uygulanacak yaptırım net bir şekilde ifade ediliyor. Yine yasa ile sertifikalı tohum uygulamasına geçilerek, yüzyıllardan bu yana üreticinin kendi yetiştirip ayırdığı tohumla bağı kesilerek, üreticinin tohumda çok uluslu şirketlere bağımlı olması sağlandı.
AKP, yerli tohumla uğraşmaya bu yasadan sonra da devam etti. 22 Aralık 2016’da Tohum Sanayicileri ve Üreticileri Alt Birliği’nin (TSÜAB) Antalya’da düzenlediği “Milli Tarımda Tohumculuğun Rolü ve Geleceği” konulu çalıştaya katılan dönemin Gıda, Tarım ve Hayvancılık Bakanı Faruk Çelik, burada yaptığı konuşmada “2018 yılında sertifikalı tohum kullanmayan destek alamayacak” diyerek iktidarın yerli tohuma düşmanlığını bir kez daha ilan etti. (3)
Borç Batağındaki Çiftçi
Son 18 yıl içerisinde bilinçli bir şekilde uygulanmakta olan tarım politikalarının sonucunda, AKP’nin ithalat tercihi ile çiftçinin tarlası ile bağının koparılması amaçlandı. Buna rağmen üretime devam etmeye çalışan çiftçi ise bankalara ciddi anlamda borçlandı. Yani, neoliberal politikaların yılmaz savunucusu haline gelmiş AKP iktidarı süresince, üretimi devam ettirmek isteyen üreticilerin tarlalarından sonra en çok uğradığı yer bankalar oldu. 2002'de çiftçilerin bankalara kredi borcu yaklaşık 2,5 milyar lira iken, 2019 yılı sonu itibarı ile bu borç miktarı yaklaşık 64 kat artarak 160 milyar liraya ulaştı.
2004 yılında tarım alanında kullanılan kredilerde geri ödememe oranı %3,37 olurken, bu oran 2019 yılında %4,7’ye çıktı. 2004 yılında geri ödenemeyen kredilerin toplamı 211 milyon TL iken, 2019 yılında takibe düşen kredilerin tutarı ise 4 milyar 820 milyon oldu. Tarlada ürettiği ürün, ithalat cenderesi altında bırakılarak para etmeyen çiftçilerin topraklarına ise bankalar el koydu. Borcunu ödeyemeyen kimi çiftçi yaşamına son verirken, çoğunluğu ise köyden kente göç ederek; hizmet sektöründe asgari ücretle, asgari yaşam koşullarında hayatını sürdürmeye mecbur bırakıldı.
Uluslararası Anlaşmalar ve Neoliberal Tarım Politikaları
2000 yılında IMF ile yapılan stand-by anlaşmasına kendi iktidarı zamanında da sadık kalan AKP, bu anlaşma çerçevesinde fiyat, girdi maliyeti ve kredi desteklerini kaldırarak ‘’Doğrudan Gelir Desteği’’ uygulamasına geçti. Yine bu anlaşmanın sonucu olarak küçük ve aile tipi işletmelerin ayakta kalması neredeyse imkânsız hale getirilirken, tarımsal alanlar ve tarımsal ürünlerdeki piyasa belirleyiciliği uluslararası tekellerine bırakıldı. Hayvancılıkta, ihtiyaca cevap olabilecek düzeyde olmasa da desteklerin hak edilmesi için hayvan sayısının belli bir sayıdan fazla olması gibi bahanelerle bu alanda büyük şirketlere desteklerden faydalanmaları konusunda kolaylıklar sağlandı..
AKP’nin 2006 yılında kendi iktidarı zamanında yasalaştırdığı 5488 sayılı Tarım Kanunu gereği, bütçeden tarıma ayrılan kaynak, gayrisafi millî hâsılanın en az %1’i düzeyinde olması gerekirken; bu oran bu zamana kadar %0,6 - %0,8 aralığında kaldı. Yine aynı yasaya göre bu zamana kadar üreticiye verilmesi gereken destek miktarı 318 milyar TL iken, ödenen miktar 141 milyar TL olarak gerçekleşti. Tarımda üretici yerine sermayeye hizmet eden AKP iktidarı süresince; tarımda tarlalardan kopuş, tarımsal ürünlerin pazarlanmasında çiftçiyi yok sayan uygulamalar ve kırsal nüfusun yoksulluğu artarak devam etti.
Çiftçi Üretimden Vazgeçiyor
Çiftçiler, son yirmi yılda 3,5 milyon hektar işlenebilir tarım arazisini ekmekten vazgeçti. Çiftçi Kayıt Sistemi (ÇKS)`ye kayıtlı çiftçi sayısı 2003 yılında 2,8 milyon iken günümüzde 2,1 milyona düştü, yaklaşık 700 bin çiftçi son derece yetersiz olan tarım desteğini bile almayı bıraktı. Gerek üretim alanlarının daralması, gerekse çiftçi sayısındaki düşüş, tarımda bir üretim sorunu olduğunu açıkça göstermektedir. Tarım alanlarının, tarımsal üretimin, çiftçi sayısının, kırsal alan nüfusunun sürekli düştüğü bu süreçte, en büyük pay aracılara ve sözleşmeli tarımla çiftçiyi taşeronu olarak kullanan büyük şirketler ile ithalatçı firmalara gitmektedir. Tarımsal girdi fiyatları enflasyonun üstünde olurken, tarımsal ürünlerin tarladaki fiyatı enflasyonun altında, marketteki fiyatı enflasyonun üstünde kalmakta, üreten çiftçi para kazanamamakta, tüketiciler ise pahalı gıda tüketmektedir.(4)
AKP’nin İthalat Sevdası
Tarımda ithalata dayalı uygulamalarla çiftçi üretimden uzaklaştırılırken, Türkiye tarımsal ürünlerde dışa bağımlı hale getirildi. Son 18 yıllık AKP iktidarı boyunca tarımda 77,6 milyar dolarlık ihracat yapılırken, 104,6 milyar dolarlık ithalat yapıldı. İthalat lehine olumsuz anlamda değişen bu dengede üreticiyi korumak yerine tekellerin istilasını kolaylaştıran AKP, özellikle son iki yılda buğday ithalatında rekor kırdı.
Girdi Maliyetleri
AKP’nin iktidarda olduğu yıllar içerisinde resmi makamların verilerine göre tarımsal ürünlerin devlet tarafından açıklanan alım fiyatları yaklaşık %300 - %350 oranında artarken aynı dönemde; gübre fiyatı %500, mazot fiyatı %400, hayvan yemlerinin fiyatı ise %550 oranında artış gösterdi. Yani tarımsal üretimi gerçekleştiren çiftçiler cezalandırılırken, herhangi bir çaba göstermeden bu ürünleri alıp satan aracılar kazançlarını zahmetsizce arttırdı. Üretici ise bu durumun sonucunda gerçekleşen gıda enflasyonundan doğrudan sorumlu olmamasına rağmen ithalat sopası ile cezalandırıldı.
Tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi
AKP’yi var eden koşulları yaratan ekonomik kriz sürecinde, 2000 yılında imzalanan stand-by anlaşması ve diğer uluslararası ticaret anlaşmalarını AKP hükümetleri iktidara geldiği ilk günden itibaren uygulamaya devam etti. Bu süreçte TÜGSAŞ, İGZAŞ, TEKEL, SEK, şeker fabrikaları gibi KİT’leri özelleştiren AKP, üretici ve tüketiciyi piyasa regülasyon mekanizmasından saf dışı etmiş oldu.
2000 yılında Dünya Bankası zoruyla çıkarılan 4572 Tarım Satış Kooperatif ve Birlikleri Hakkında Kanun ile tarım satış kooperatif ve birlikleri mali desteklerden yoksun bırakılarak işlevsizleştirilerek bu kurumların özelleştirilmesi ya da ürün alamaz hale gelmesi sağlandı. Bunun yerine 9 Nisan 2020 tarihinde, gıda sahtekarlığı nedeniyle onlarca defa bakanlık tarafından afişe edilen şirketlerin kurucu ortağı olan Mehmet Okan Ateş ise Tarım Kredi Marketleri genel müdürlüğüne vekaleten atandı.
Sonsöz Yerine
Birçok sektörde olduğu gibi tarımsal üretim alanında da AKP, ülkedeki tarımsal örgütlülüklerin zayıflığından faydalanarak yıldan yıla daha da pervasızlaşarak tarım emekçilerini yok sayarak tarımsal üretimi ve tarımsal alanları azaltmayı başardı. Bu durumun bilinciyle hareket eden AKP, çokuluslu şirketler ve etrafında uydulaştırdığı yerli sermaye sahiplerinin çıkarlarına hizmet etmeye devam etti. Uygulanan neoliberal politikaların sonucunda çiftçi giderek yoksullaşıp tarlalarını terk etti.
Bu noktada çiftçiler ve üreticiler için tek çıkış yolu; halkın sağlıklı ve kaliteli gıdaya ucuz bir şekilde ulaşmasını sağlayabilmek adına kendi örgütlenmelerini yaratabilmek, mevcut tarımsal örgütlerin demokratik bir işleyişe kavuşmalarını sağlayabilmektir. Uygulanan konjonktürel politikalara ancak bu şekilde bir karşı çıkışın kazanabilmesi mümkündür. Ve ancak böyle bir örgütlenme birlikteliğinin sağlanabilmesiyle tarımdaki mevcut sermaye yanlısı sistemi yıkıp, gerçek sahibi olan tarım üreticileri ve tüketicilerini söz sahibi kılabilmek mümkün olacaktır.
(1) http://yeniyasamgazetesi1.com/turan-akp-tarim-tekellerine-calisiyor/
(2) https://www.mevzuat.gov.tr/MevzuatMetin/1.5.5553.pdf
(3) http://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32847&tipi=24&sube=0
(4) http://zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=32716&tipi=3&sube=0