Bugun...



Datça Bir Ekoloji Kenti Olabilir mi?

2023 yılı Temmuz ve Ağustos aylarında “Datça Yarımadasında Şezlong Terörü Nasıl Biter?” ve “Datçanın Coğrafyası, Tarihi ve Kültürü Üzerine” başlığıyla iki kez söyleşi yaptığım İrfan (Mukul) hoca ile yeni bir söyleşi yapmak amacıyla Palamutbükü'nde aynı kafede 3. kez buluştuk; kısmen müşterilerin, kısmen de yoldan gelip geçen araçların ve tatilcilerin yol açtığı hafif gürültü arasında bir masa etrafında oturmuş olarak söyleşiye başladık.

facebook-paylas
Tarih: 11-04-2024 21:39

Datça Bir Ekoloji Kenti Olabilir mi?

SÖYLEŞİ: MEHMET ERDAL

İrfan hoca Sinop Üniversitesi'nde öğretim üyesi. Doktora çalışmasını Datça Yarımadası'nın coğrafyası üzerine yapmış. Doktora tezinin dışında “Datça Yarımadası'nın Coğrafyası” adlı bir makalesi, Knidos tarihi ve kentleşmesiyle ilgili uluslararası bir bildirisi var. Çalışma alanları arasında “ekoloji ve kentleşme” ağırlıklı olarak yer alıyor.

 31 MART YEREL SEÇİMİNDE BLOKLAR ARASI GEÇİŞ SÖZ KONUSUDUR

İrfan hocam, 31 Mart günü yerel seçim oldu. Bilindiği üzere Datça'da görevi CHP'li Abdullah Gürsel Uçar'dan devralan yine aynı partiden Aytaç Kurt oldu. Türkiye'de ise gözle görünür bir değişim havası esmeye başladı. Türkiye genelinde ve yerelde yapılan seçim sonuçlarının Datça'nın geleceği üzerinde nasıl bir etkisi olabilir?

"Seçim sonuçlarına geçmeden önce tarihsel olarak dünya kapitalizminin geldiği aşamaya bir bakıp seçimleri öyle değerlendirelim isterseniz; Kriz ortamındayız, hem de basit bir ekonomik kriz değil karşı karşıya olduğumuz, iklim krizi. Hem de sadece merkezde ya da periferide değil, tüm dünyayı etkisi altına alan bir kriz. Onun için ekoloji mücadelelerinin güçlü bir kapitalizm karşıtı güçler oluşturmaya pek uygun olmadığı öne sürülemez. Eskiden olduğu gibi 'toplumsal güç oluşturamazlar çünkü belirli toplumsal kimlikleri yoktur' denilemez. Günümüzdeki gezegensel kriz sermayeye karşı evrensel politik bir özne oluşturmaya yönelik maddi temeli sağlamaktadır. Sermaye yaşam koşullarının altını ciddi şekilde oyarak küreselleşmiş bir 'çevresel proleterya' yaratmaktadır. İşte toplumsal muhalefetin odağında olduğunu idda eden sosyalistler bu 'çevresel proletarya' nın yanında olup olmaması sorunun kaynağını oluşturmaktadır. İşte bu mücadele söyleşinin başlığını oluşturan 'Datça'nın ekolojik kent olarak kalıp kalmamasını' gösterecektir...

Bu seçim sonuçlarının kaçınılmaz olarak Türkiye coğrafyasında etkileri ve yansımaları olacaktır. Şunu söylemek gerekiyor: Özellikle sol kesimde, ki bunun içerisinde sosyalistler de var, bir sevinç havası üretiliyor. Elbette bunda bir sakınca yoktur. CHP, sosyal demokrat bir parti birinci parti olmuştur, sevinilebilir hatta birçok yerde kısmen sosyalistlerin de desteğini almıştır vs. ama buradan bence bir iyimserlik çıkarmak oldukça zordur. Çünkü seçim sonucu CHP %38 ile birinci parti olsa da oylarının artmasına bloklar arasında geçiş yol açmıştır. Yani kerhen CHP desteklenmiştir. İşte, kabaca DEM'in oylarının, İYİ PARTİ'nin oylarının CHP'ye aktığını görüyoruz. Öte yandan AKP oylarındaki azalma YRP'ye geçişle olmuştur. Önümüzdeki dönemde DEM ya da İYİ partiden CHP'ye geçiş olur mu? AKP ile YRP birleşir mi? bilmiyoruz."

Bloklar arası geçiş” dediğimiz şey bu mudur?

“Tabii. İşte AKP'den YRP'ne kayan oylar da onun oylarını azaltmıştır. Çok basit bir aritmetik hesapla olay budur. 9 ay önce yapılan genel seçimden sonra Türkiye'de ekonomik şartlarda çok büyük değişiklikler vs. olmadı. Türkiye'nin sosyolojisi değişmedi. Buna karşın nasıl oluyor da işte CHP birinci parti oluyor? En genelinde bloklar arasında dengelerin, ihtiyaçların, kayışların sonucu bunlar. Nitekim Datça'da da bunu görüyoruz. Datça'ya, yanlış hatırlamıyorsam, son 5 yıl içerisinde 3200 civarında seçmen/nüfus eklenmiş. Bu insanların sosyolojisi ortada. Bu insanlar geldikleri kentlerde bunalmışlar. Ekonomik durumları görece Türkiye genelinin üzerinde ve bunların oy tercihleri de siyaseten sol’dan seküler yaşamdan yana. Bu her zaman böyleydi zaten Datça'da. Bir şekilde CHP'yi kurtaran da, CHP'ye seçimi kazandıranlar da bu insanlar oldular.

Buradan bundan sonraki seçimlere çıkartılabilecek birçok sonuç vardır. Bu sonuçların bu söyleşimizin konusunun özünü oluşturan ekolojik kent algısı ile doğrudan bağlantısı var. Birazdan şöyle diyeceğim: Yerinden yönetim, bu tamamen siyasetle ilgilidir. Ekolojik kenti tanımlarken yerinden yönetim, yerel yönetim, işte demokratik süreçlere aktif katılım vs. ile başlayacağız. Bunlar zaten toplumsal ekolojinin unsurlardır. Ekoloji denilince aklımıza sadece doğa, doğanın işleyişi geliyor...”

 TOPLUMSAL EKOLOJİ DEDİĞİMİZ...

Genel anlayış bu.

“Toplumsal ekoloji dediğimiz şey işte bu: Katılımcılık, yerelden yönetim, mahalle temsilcileri, kooperatifçilik . Al sana toplumsal ekoloji. Bunlar siyasetle iç içe. Yani siz bu süreçleri devreye soktuğunuzda ekolojik kenti yaratıyorsunuz demektir. Örneğin Kübanın başkenti Havana bütün bu uygulamaları devreye soktuğu için hatta kent içinde tarım yapabildiği için ekolojik bir kenttir. Bizden de 80 öncesi Fatsa'daki uygulamalar ekolojik kentin başlangıç uygulamaları olarak görülebilir. Bu anlamda hem bu örnekler hem de 2024 yılı 31 Mart seçimleri Datça özelinde de önümüzdeki süreçte ne yapmamız gerektiğini de aydınlatması açısından ya da ışık tutması açısından önemli. Tabii buradan yerel yönetimlere de birtakım farklı tavsiyelerimiz olacak. Onlara da ne olmalı, nasıl yapılmalı, dünyanın konjonktürünü iyi okuma anlamında değerlendirmelerimiz de olacak.”

 SOSYALİSTLER ÜTOPİK DÜŞÜNÜRLER

Bu noktada şöyle bir sorum var: Hani dediniz ya 2019-2024 arasında 3200 küsur buraya gelen yeni seçmen/nüfus var. Bunun evveliyatı da var elbette. 1980'li yıllardan sonra buraya peyderpey olan göçler var. Bu göçler nedeniyle Datça'ya gelip yerleşenlerden dolayı, yani bu sol ya da sol'a yüzü dönük insanların Datça'ya gelip yerleşmesinden dolayı Datça'nın şu anki siyasi yapısı oluşuyor. Bu nedenle bu yerel seçimde bu insanların oylarını CHP'nin zayıf adayına rağmen CHP'li adaya vermesi bir beklentinin ifadesi olmalı? Yani biraz önce söylediğiniz çerçevede kooperatifçilik konusunda, Datça'nın doğasının korunması konusunda, Datça'nın ekolojisinin korunması konusunda, karar alma süreçlerine demokratik katılım konusunda...Bu insanları nasıl görmeliyiz?

“Bu nedenlerle geliyor insanlar Datça'ya. Yani bu insanlar ütopik düşünüyorlar. Sosyalistler zaten ütopik düşünürler. Öyle de olmalılar, zaten böyle düşünmeseler sosyalist olamazlar. Bu sosyalizmi, sosyalist düşünceyi besleyen bir şeydir. Bu insanlar doğal bir ortama geliyorlar. Burada şunlar olabilir: Herkesin bir fikri var. Dolayısıyla yerel yönetimleri de itiyor bu insanlar, itecekler de. Bu güne kadar az ittiler daha da itmeliler. Toplumsal süreçlere dinamizm katmalılar, yoksa yerel bazı gruplar Datça'yı silip süpürecekler, görünen o. Bu insanların taleplerinin büyük bir kısmı zaten ekolojik talepler. Ekolojik kent, ekolojik yaşam ve birlikte yaşam istiyorlar. Şunu söyleyelim: Şezlongsuzlar hareketinin çıkış noktası da budur. Daha ekolojik bir yaşamı talep ediyorlar, sonuçta. Sahillerin herkese, bütün halka açılmasını istiyorlar. Olay özünde budur zaten. Buna toplumsal ekoloji de diyebiliriz.”

 2029 YEREL SEÇİMİ BUGÜNKÜ KADAR KOLAY OLMAYACAK

Bu durumda yerel yönetimin kendisine oy verenlerin bu taleplerini karşılama gibi bir zorunluluğu, yükümlülüğü de var? Yani bu talepleri gerçekleştirecek ekolojik bir Datça'yı yaratma doğrultusunda somut adımlar atma gibi bir yükümlülüğü de var?

“Aynen öyle. Başka bir şey daha söyleyeyim bu noktada: Daha önceki bir söyleşide de söylemiştim, 'On İk Ada' ismini Osmanlı Devleti'nin gayrimüslüm bölgelerde uyguladığı yönetim şeklinden almıştır. 12'li denen bu sisteme göre her on hane birer temsilci çıkarır, bu temsilciler de aralarında bölgeyi yönetecek 'on İki kişilik bir ihtiyar heyeti' seçerdi. Bu yöntem Datça'da da uygulanmıştır. Yani, bir başka deyişle katılımcı hatta doğrudan demokrasi. Peki, 31 Martta CHP Datça'da ön seçim yapmadı hatta hayatında Datça ilçe merkezinin kapısından içeri girmeyen, ikametgahı bile Datça'da olmayan, yaşamları boyunca bir şekilde demokratik mücadelenin içinde bulunmamış insanlar başkan adayı oldular. Oh ne ala...Ya arkadaş hiç bir şey bilmiyorsanız tarihe bakın tarihe...Bu tarihi okuyamamaktır. Yaşadığın yerin tarihini bilmemek ve tarihsel bakış açısını dışlamaktır. CHP'ye düşen görevlerden birisi bu bakış açısına sahip çıkmaktır. Şimdi bütün süreç şunu gösterdi: Bundan sonraki seçim bu seçim kadar kolay olmayacağını. Bunu görüyoruz. Çünkü Datça'da yaşayan insanların yaşamlarını üretmek için ne ürettiklerine bir bakalım: Turizm ve tarım. Datça'da iki temel sektör var, görünen o. Turizmin her geçen gün metalaştığını ve tarım sektörünü yok ederek yerini aldığını görüyoruz. Bu şu demektir: Datça'nın ekolojik yaşamına dair veriler sunan üretim özelliklerinin ortadan kalkması. Üretim hızla piyasalaşıyor, piyasa kendi kültürünü yaratır, yaratıyor. Şu an bu söyleşiyi yaparken oturduğumuz yer 2 yıl öncesine kadar kışın yaşlı köylülerin uğrak yeriydi şimdi sahile inemiyorlar, çünkü piyasanın onları yutmasından korkuyorlar. Bu insanlar denize hiç giremiyorlar, bu insanların serinlemeye hiç mi ihtiyaçları yok? Aşırı sıcaklarda deniz melteminin serinleştirici etkisine hiç mi ihtiyaçları yok? Bunun adı, turizmin metalaşmasıdır. Tarımsal ürünlere dönelim. Şimdi çok çarpıcı bir şey söyleyeceğim, sen de şaşıracaksın eminim: Karaköy halkı neden daha çok MHP'ye oy verir?”

Bilmiyorum.

“Bunu anlamak için Karaköy'ün üretim ilişkilerine bakacağız. Karaköylüler pazara (piyasaya) yönelik üretim yapıyor. Pazar metalaşmak demektir. Metalaşmak, kapitalizmin bünyesinde düşünsel bir algıya sahip olmak, onun değerleriyle düşünmek demektir. Bunun zıddını da söyleyeyim: İşte Yazıköy'ü, Sındı'yı ya da Yaka Köyünü söyleyeyim. Buralarda tarım daha çok dikilidir: Badem ve zeytin gibi. Tarla bahçe ürünleri gibi sürekli pazarla işin olmaz. Yani alış-verişle, piyasayla işin olmaz. Ancak badem ve çağla için pazara gidersin. Zeytinde de piyasa işi pek işlemez. Çünkü zeytini üretici yağhaneye verip belli bir oranda zeytinyağı olarak alır. Buralarda ekili tarım olmayınca Karaköy'de olduğu gibi pazara yönelik üretim yok. Yılda bir kez üretim yapılıyor (çoğu kez iki yılda bir ürün alınır). Bunun yanı sıra toprak mülkiyeti de önemli. Bu köylerde herkesin kendi toprağı var, kendi ihtiyaçlarını karşılayabilecek noktada. Buralarda topraksız köylü yok gibi bir şey. Burada yaşayan köylüler toprağını koruma adına bir refleks geliştirmek durumundalar. Köylü ne kadar az piyasayla ilişki kurarsa o kadar onun için iyi bir durumdur. Bu durum haliyle siyasi tercihlere yansımış oluyor.

Burada şunu da ekleyelim: 1917 Ekim Devrimine destek veren Rus köylülerinin büyük bir kısmı topraksız köylüler falan değillerdi. Az da olsa toprağı olanlardı. İnsana garip geliyor ama öyle. Olaya böyle baktığımızda kırsalda yaşayan köylünün elindeki toprak kaybı her geçen gün artıyor ve piyasalaşmanın artmasına bağlı olarak seçimlerde sol oyların buralarda azaldığını göreceğiz. Burada bir emniyet subopu var: Göç... İşte 3200 küsur göç geliyor ve Datça'da sol adına istenilen dengeyi sağlıyor.”

 PİYASALAŞMA MUHAFAZAKARLIĞI ARTIRIYOR

Şu konuyu biraz açalım. Ben tam olarak anlayamadım. Karaköylülerin pazara yönelik tarım yapmasının onların oylarının MHP adayına doğru kaymasıyla nasıl bir ilişkisi var?

“Şöyle; Üretim piyasa için yapılıp ürün metalaşınca köylünün kendisi de, ki Marksizmin temel ilkelerinden biri olan; 'insanın düşüncesini belirleyen şey içinde yaşadığı maddi koşullardır', sözünde olduğu gibi piyasanın yönlendirmelerine açık hale geliyor. Onların düşünce dünyası piyasa tarafından bir biçimde şekillendiriliyor. Pazar sizin ürettiğiniz malı fiyatlandırıyor. Bu fiyatlandırmaya bağlı olarak da siz piyasanın yönlendirmelerine açık oluyorsunuz. Sizin sınırlı bir alanınız varsa, toprak kayıpları da yaşıyorsanız, ki el değiştirmeler sürekli yaşanıyor, toprakta ırgatlaşma, işçileşme başlıyor. Bu her geçen gün artıyor. Bu artış MHP'lileşme ve muhafazakarlaşma eğilimini de artırıyor. Başka bir ifadeyle, Karaköy köylüsü ya da Kızlan köylüsü yetiştirdiği domatesin pazarda para edip etmeyeceğini düşünürken, atıyorum Sındıköy köylüsü ürününü kooperatife verdiği için piyasanın etkisine kendisini kapatmış oluyor.”

Bu köylüler mevcudu korumaya mı çalışıyor? Diyelim ki Datça'da 25 yıl CHP değil de MHP yerel yönetimin başında olsaydı bu köylüler tersi bir yönelim içerisinde mi olacaktı?

“Hayır, hayır. Bu söylediklerim yönetimden bağımsız süreçler. Köylülerin eğilimi yaptıkları üretimin piyasalaşması, ürettikleri ürünün metalaşması nedeniyle bu yöne doğru kayıyor.”

Muhafazakarlaşmasının nedeni eldekinin elinden kayıp gitmesi midir?

“Piyasa ile iş yapmaları. Piyasa mekanizmaları ile düşünmeye başlamaları. Piyasa tarafından yönlendirilmeleri. Piyasanın bu köylüleri teslim alması. Ürettikleri ürünlerin fiyatı, değeri... her konuda. Yani ürününü kime satıyorsa onların etkisi altına giriyorlar. Çünkü yaşamlarını devam ettirmek zorundalar.”

Pazardan kastedilen Datça'daki semt pazarları mı?

“Bunlar iç içe girmiş şeyler. Karaköylülerin ürettiği ürünler daha çok nereye gidiyor? Mahalle pazarlarına mı yoksa hale mi? Sanırım ikisine de.”

Kızlan'da da aynı şey söz konusu.

“Tabii Kızlan'ı da kastedebiliriz. Dolayısıyla sonuçta ne oluyor? Piyasa denetimine tabii oluyor üreticiler. Yaka, Yazı ve Sındı Köylüsü piyasadan kopuk. Yılda ya da iki yılda bir-iki defa ürün alıyor. Ne yapıyor? Dikili tarım yapıyor. Zeytin ve badem. Bunun dışında kendi ihtiyacı için üretiyor. Benim bahçem var, kendiliğinden yenilebilir 5 çeşit ot çıkıyor. Hiçbir şey yapmama gerek yok. Doğa veriyor. Doğa zengin, verimkar. Dolayısıyla ekolojik bir ortamın içerisinde yaşıyor bu insanlar. Karaköy'de ise köylüler ürettikleri domatesi iki günde bir pazara sunmak zorundalar. Her defasında yeniden ve yeniden fiyatlandırma yapmaları gerekiyor...”

Haliyle bu fiyatlandırmayı belirleyenler onların düşünce yapılarını da şekillendiriyorlar?

“Aynen. Bunu anlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla kapitalistleşme süreci yansıyor. Bu bölgeyi de turizm etkiliyor. Meta üretimine turizm yoluyla katılıyor bu bölgeler. Haliyle bu bölgenin düşünce yapısı turizm olgusu nedeniyle deformasyona uğruyor, Yaka Köyü örneğinden hareket edersek. Bu süreç çok doğal olarak bu bölgenin siyasi tercihlerini etkileyecek.

Önümüzdeki 5 yıllık süreç sonunda yapılacak seçimde ne olacak dediğimiz zaman bugünkü Datça seçim sonuçlarından hareket ederek öngörülerde bulunabiliriz...”

 SAĞA SAVRULMAYA KARŞI NE YAPMALI? NE YAPMAMALIYIZ?

Şöyle mi diyeceğiz: Önümüzdeki 5 yılın sonunda burası turizm nedeniyle daha çok piyasaya açılacak. Dolayısıyla sol'a değil sağa savrulma olasılığı daha güçlüdür.

“Aynen. Sağa savrulma olasılığı daha güçlü. Burada sola, sosyalistlere düşen çok büyük görevler var. Önce en temel şeyi şöylemiş olalım köylüyü piyasa mekanizmalarına mahkum etmeyecekler. Piyasanın kucağına bırakmayacaklar. Kooperatifleşmeyi bizzat belediye kendi eliyle yapılmalı bu bir. İkincisi, yeni yönetimin bu çerçevede yapması gereken şeylerden bir tanesi şudur: En azından neyi yapmamaları gerektiğini söyleyeyim. İsim vermeden bir örnek vereyim. Bu bölgeden CHP'nin bir mahalle delegesine 'Seçimde ne yaptın?' diye sordum. 'Mesut Yar, CHP ve Feyzullah Gülada arasında gittim geldim' dedi. Düşünün, CHP'nin bir delegesi bu noktaya geliyorsa vay sizin halinize.”

Hocam bunu yazarım.

“Yaz tabii. Bu çok önemli. Çok çarpıcı bir şey.”

Delege, bir nevi “Benim açımdan aralarında bir fark yok” diyor.

“'Geldim, gittim' diyor. Aynı delegeye sordum: 'CHP İlçe Yönetiminden kimse seçim sürecinde sana gelip ne düşündüğünü sordu mu?' 'Yok' dedi. Hiç dokunmamışlar. Temas bile etmemişler. CHP delegesi yahu bu (bunun adı yabancılaşma).

İkinci bir örnek vereyim: Yazıköylü. Emekli öğretmen, varlıklı birisi. Babası çok tanınan bir kişi. Badem Çiçeği Festivali'nde burada şimdiki belediye başkanı Aytaç Kurt ile konuşuyor. 'Sen beni tanıdın mı?' diye soruyor Aytaç beye. 'Yok' diyor. 'Nasıl tanımazsın?' diyor. 'Ben CHP örgütünden filan kişi ile Palamutbükünden  sürekli gidip geliyorum ilçeye, eylemlere falan, filan...ben sosyal demokrat bir öğretmenim. Ben filanın oğluyum, deyince ' O zaman 'Haa' diyor. Birkaç dönem ilçe başkanlığı yapmış CHP'nin belediye başkan adayı Palamutbükünde solcu emekli öğretmeni bi zamet tanısın yahu.”

Yaşadığı yere yabancı birisi?

“Yani. Neyse. Şimdi, bütün bunlardan ne yapılmaması ve haliyle ne yapılması gerektiği ortaya çıkar. Sinop Üniversitesinde çalışıyorum. Orada seçim öncesi 'Ekolojik kent nasıl olmalı?' konusunda sunum yaptım. Konuşup görüşlerimi bildirdim. CHP adayı ve ekibine görüşlerimizi sunduk, böylece destek olduk. Seçimi kazandılar. Hem Datça için hem tüm sol belediyeler için ortada iyi bir sınav var.

Solcular, sosyalistler olarak iyi yaptığımız şeyler var. Onlara bir bakmalıyız. Nedir mesela? İlk aklımıza gelen Fatsa. Fatsa'yı Sol Parti çok dillendiriyor filan. Bazen eleştiri de alıyor. Olsun. Doğru yapılan bir şey var orada. Biz bunu nasıl büyütebiliriz? Bunu düşünmeliyiz. Fatsa'yı Fatsa yapan, mahalle komiteleriydi. Bu kadar basit. Biz solcular olarak iyi yaptığımız bir şeyi Datça'ya öneriyoruz. Datça'nın şu kadar köyü var. Merkez mahalleleri var, filan. Al, buralarda mahalle temsilciliklerini kur bakalım, ne oluyor? Muhtara filan sor ama asıl mahalle temsilciliği üzerinden yürü. Örneğin Yaka Köyünün sorunlarını Yaka Köyü Muhtarından değil yerel örgütlenmeden alacaksın. Bu örgütlenmeyi detaylandırılması çok kolay. Bunun yasal bir örgütlenme olduğunu düşün. Çok basit bir şey. Hiçbir şey yapmana gerek yok. Bu paraya bağlı bir şeyde değil. Bu konuda para, akçe işe yaramaz.”

Burada kastımız, bu işi şu an yerel yönetimin başında olan sosyal demokratların yapması mıdır?

“Tabii. Yapmazsa, biraz önceki örnekteki tespitimize mahkum olurlar. Yani zaten her şey metalaşıyor, piyasanın kontrolü altına giriyor. Belediyenin yapması gereken 'Sosyal belediyecilik', CHP'nin kullandığı fakat pek de yapamadığı şey (en azından birçok yerde). Ben burada sana şunu söyleyeyim: Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Ahmet Akın şunu söylüyor: 'Rüzgar enerjisinden elektrik elde edeceğim. Çiftçiye elektriği, suyu bedava vereceğim.' Nedir bu? Bunlar sosyal demokrat uygulamaları aşan şeyler değil, Sosyalistler olarak bizim düşün dünyamızda olsa da bu türden düşünceler, Datça belediyesi de yapabilir bunları. Bunları Ahmet Akın yapıyor da burada sen neden yapamıyorsun? Anlatabiliyor muyum? (Bu durum Datça belediyesini aşar diyelim peki, Muğla belediyesini demi aşar?)”

Anladım, hocam.

“Biraz ütopik düşüneceğiz. Zorlayacağız bu insanları. Datça dışından gelip buraya yerleşen insanlar mevcut yönetimi zorlayacaklar. Başka şansları da yok. Bu metalaşma sürecinde başka hiç şansları yok. Metalaşma her şeyi alıp götürür. Sonrasında Mesut Yar'dan daha güçlü birisi gelir, alır 2000, 3000 oyu, kenara çekilirsin. Sonra deriz ki 'İşte oy kayması, oylar filana kaymış vs.' “

 SOL, İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMU ÖRGÜTLEYEMİYOR

Hocam bu noktada Mesut Yar dediniz ya Datça'da bir bağımsız adayın çıkmış ve “umut” olur hale gelmiş, haliyle de CHP'ye kabuslar yaşatmış; bu yerel seçim sürecinde Datça'da böyle bir durum vardı. İşin Türkçesi bu. Bunu açıkça böyle ifade edebiliriz. Çünkü bağımsız aday olan Mesut Yar'ın arkasındaki güç aslında CHP içerisindeki bir güç idi. Datça gibi bir kentte, bir turizm kentinde, sosyalistlerin çokça olduğu, başat kültürün laik ve seküler olduğu bir yerde bağımsız bir aday, bir başka deyişle popülizm neden bu ölçüde etkili oldu? Bu konuda neler söyleyebilirsin?

CHP Datça İlçe Örgütü çok cılız bir örgüt. İlçedeki sosyalistler örgütlü değil. Bölünmüşlük var. Birlikte hareket edemiyorlar vs. Sen daha iyi biliyorsun, Datça genelinde işte bir DEM realitesi var. TİP'in bir çıkışı var. Bunları topladığınız zaman baya bir yekun ediyor. Sol Parti'nin bir geleneği var burada, etkileyiciliği üzerine konuşmamıza gerek yok, burada ağırlığı var. Sonuçta ortada bir örgütlülük ve örgütlü davranma hali de yok. Biraz önce sohbete başlamadan önce söylüyordum: Ne demiştik? 'Akil insanlarımız' var. Ağırlıkla onlar bozuyor her şeyi. Gençlere, yeni örgütlenme biçimlerine açık bir yönümüz yok. Örgütlü bir toplum değiliz. Dolayısıyla popülizme teslim oluyoruz. Kısacası örgütsüzlükten kaynaklı bir durum bu sözünü ettiğimiz durum. Mesut Yar kim ki? Bir kere burada ikamet bile etmiyor. Nasıl bir şey bu? Birisi çıkıp bunu neden anlatmıyor? Bunu halka, seçmene anlatmadıklarını biliyorum. Arkadaşım sem kimsin? Tepeden paraşütle inen bir kişi seçimde 1220 küsur oy alıyor. Böyle bir şey olabilir mi? Bu kişi neyin temsilcisi?

Anlatabiliyor muyum? Bu tamamen örgütsüzlüğün sonucu. Bu durumu Datçalılara doğru düzgün anlatmak gerekiyordu, anlatılamadı. CHP'li seçmene bunu anlatamıyorsun. Kendi delegene bunu anlatamamışsın, delegen ona oy verme ihtimali üzerinden oy vereceği yeri belirlemeye çalışıyor. Sen kendi örgütlü yapına bile hakim değilsin. Bu durum örgütlülük filan değildir. 1980 öncesi örgütlülükleri düşünelim. Oralarda doğru yaptıklarımızı gözden geçirelim, dersler çıkaralım. Ama lütfen gençleri hakir görmeden, onların önünü açarak yapalım bunu. Evet 80 öncesi sosyalistler doğru olanı, olması gerekeni yapıyorlardı evet yenildiler biz de yenilebiliriz ama yenileceksek eğer biz daha güzel yenilmeliyiz...”

Yani şöyle mi? Toplumda var olan sosyal demokrasi bir memnuniyetsizlik de yaratıyor, işin Türkçesi bu. Yerelde de yaratıyor, genelde de yaratıyor.

“Aynen. Çünkü tarihselliği dışlamış oluyorlar.”

Ortalıkta sol, sosyalist bir örgüt de olmadığı için sosyalistler bu memnuniyetsizliği örgütleyemiyorlar, bir başka deyişle bir çekim merkezi oluşturamıyorlar, bunları toparlayamıyorlar. Dolayısıyla bir Mesut Yar çıkıyor, elbette bir başkası da çıkabilir, bu memnuniyetsizlerin arayışlarına bir cevap oluyorlar.

“Aynen.”

Karizmasıyla, bilmem neyi ile çıktığı zaman belli bir kitle ona yönelebiliyor. O kişi “umut” haline gelebiliyor. Temel sorun, toplum örgütsüz. Bir başka deyişle sol içinde yaşadığı toplumu örgütleyemiyor.

“Evet.”

Sağın toplumu örgütleme gibi bir derdi yok. Anladım. Devam edelim hocam.

“Seçimlerle ilgili bölümü daha fazla uzatmayalım istersen, ekoloji kent konusuna dönelim.”

 DATÇA ZATEN EKOLOJİK BİR KENTTİR

Elbette. Ekoloji kent derken kastedilen, aslında buradaki yerel yönetimin Datça'nın doğal özelliklerine uygun olarak yapılması gerekenleri yapmasıdır. Kooperatifleşme doğrultusunda adımlar atması, toplumun örgütlenmesi doğrultusunda adımların atılması, Datça'nın var olan değerlerinin korunması böyle olur. Bunların dışında ekolojik toplum, ekolojik kent derken başkaca neyi anlamamız lazım?

“İlk baştaki sorumuz neydi? Datça bir ekolojik kent olabilir mi? Datça, zaten ekolojik bir kent. Her geçen yıl bu özelliğini yitiriyor, kaybediyor, farkındayız. Buna rağmen şu anki durumuyla bile ekolojik kent olma özelliği taşıyor.”

Yani o şansı hala var?

“Hala var. Hızlı metalaşmaya rağmen henüz Datça'yı teslim alamadılar. Tabii kayıplar var. İşte kötü kıyı kullanımları var. Tarımsal alanların turizm amaçlı kullanımı var. Yanlış tarımsal uygulamalar var. Üretilen ürünün pazara sunulmasından, tüccarların köylünün emeğine, ürününe el koyması var. Örneğin Palamutbükünün kanalizasyon sorunu ve deniz kirliliği sorunu var. Deniz kumlarının keyfi kullanımına bağlı olarak deniz ilerlemesi sorunu (dolayısıyla plaj kayıpları var), yerli halkın kıyılardan yararlanamama sorunu vs. Bunların hepsi biraz önce söylediğim toplumsal ekolojiyi zedeleyen şeyler. Bütün bunlara rağmen Datça hala ekolojik kent olarak kabul görebilir mi? Yanıtım evet olacak. Bütün bu yukarıda saydığımız sorunları Datça belediyesi bir çırpıda çözer. Ve Datça'nın ekolojik kent olmasında büyük bir adım atmış olur. Bunun için paraya ihtiyaç yok. Sadece iradeye ihtiyaç var. Bu yönetimde bu var mı? Göreceğiz.

Öte yandan tarımsal üretim için şöyle bir şey söyleyeyim, hatta önerim olsun yeni yerel yönetime: 1980'lerin sonunda buraya geldiğimde, mesela Palamutbükü'nde Datça İlçe Ziraat Müdürlüğü'nden elemanlar, mühendis ya da teknikerler bulunurdu köy kahvelerinde, onlara burada ne yapıyorsunuz?' diye, sorduğumuzda 'Köylü için buradayız.' onlara destek oluyoruz, diyorlardı. Düşünebiliyor musunuz, burası Anadolunun güneybatı ucu devlet ziraatçısını buraya kadar gönderebiliyor, bu müthiş bir şey."

Önemli bir şey bu.

“Önemli. Sonra tabii, 80 sonrasında neo liberal politikalar sonucu bu uygulamalar kaldırıldı. Belediye bunu yapabilir. Hem de acilen bunu yapmalı. Bakın dünya gıda krizi kapıda. Belediye iki tane ziraat mühendisini istihdam edecek. '10 tane köyüm var, haftada iki gün bu köyleri gezin.' diyecek. O ziraatçılar köyleri gezecek ve tarımı yönlendirecek. Çok basit. Al sana belediyeye bir görev. Ancak belediye bu benim görevim değil deniyorsa, MHP kökenli yeni CHP'li Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Mahsur Yavaş'ın uygulamalarına baksınlar.

Ekolojik kent böyle olur, Datça'da. İkincisi, demin söylemeye çalıştım, ürününü pazarlamak için kooperatif kurulacak. Bunu belediye yapacak. Gürsel başkana ben bunu önermiştim. Sıcak baktı ama arkasında durmadı. Yeni yönetim bu konunun arkasında durmalı. Özellikle çağla ve bademin pazarlamasında korkunç bir sömürü var. Çok basit hesabı var bunun, 10 tane tüccar Datça'nın çağlasını, bademini alıp Türkiye ve dünya piyasasına sunuyorlar, hiç emek sarf etmeden milyon dolarlar kazanıyorlar.”

Çağla'da 10 tane de yok galiba. Benim bildiğim birkaç tüccar var ama bademde daha fazla.

“Örneğin çağla fiyatlarıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyorlar. Düşünsenize çağla fiyatları bu yıl bir ay içinde 400 TL'den 40 TL'ye düştü. Banda bakar mısınız? Oynamaya bakar mısınız? Fiyatlarla istedikleri gibi oynuyorlar. Bu paralar birkaç kişinin cebine akıyor. Çok basit bir şey, belediye bu durma son verecek kooperatifleşmeyi gerçekleştirmek zorundadır. Bu belediyenin sorumluluğudur. Kooperatiflerin avantajları tartışılmaz. Elimde rakamlar var, Türkiye'de üretim kooperatifleri kooperatiflerin %16'sını oluşturuyor. Çok az...”

Merkezi yönetim, sanki üretim kooperatifleri kurulmasın diye mevzuatı olabildiğince zorlaştırmış, öyle biliyorum. Tüketim kooperatifi kurmak daha kolay.

“ Tabii. Bunu işte bu nedenle de belediye yapmak zorunda. Yerel yönetim haktan aldığı yetki ile bunu yapacak. Bu konuda İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin gerçekleştirdiği örnekler var. Komünist Başkan olarak bilinen Maçoğlu'nun yaptığı örnekler var. Bunlar güzel örnekler.”

Bunlar yapılabilirse 2029 yılında yapılacak yerel seçimde en azından sosyal demokratların yeniden seçimi kazanması ve yönetimde kalması mümkün?

“Kesinlikle. Kırsal kalkınmanın, küresel üretimin %50'sini kooperatifler yapıyor. Onlar tarafından pazarlanıyor. AB'de 250.000 kooperatif var. Türkiye'de 50.000. Bunların %16'sı kırsal kalkınma kooperatifi. Geri kalanı tüketim kooperatifi.”

Yerel yönetim bu konuda devreye girmeli.

“Kesinlikle, kesinlikle. Bun bu konuda daha önce yine Gürsel başkana öneride bulunmuştum: Hiçbir şey yapamazsan belediye olarak bir tane badem soyma makinası alıp köylerin meydanına koyun, çiftçinin bademini kırın ve soyun...Hepsi öneride kaldı.”

Muğla Büyükşehir Belediyesi, yanlış aklımda kalmadıysa, sanırım benzer bir girişimde bulunmuştu Osman Gürün'ün son döneminde.

“Uygulamada görmedik. Benim de bademim var. Belediye geldi, köy meydanına bir makina koydu ve 'Gel şurada bademini kır' demedi. Böyle bir şeye tanık olmadım. Ben bu öneriyi 5-6 yıl önce Gürsel başkana teklif etmiştim, önermiştim. Bunu yapınca çiftçiye dokunmuş oluyorsun. Aynı zamanda ekolojik bir hamle yapmış oluyorsun. Ekoloji, doğanın olumlu kendi işleyişi değil sadece, bunun bir de toplumsal bölümü, toplumsal ekoloji dediğimiz şey var. O kısımda ancak bu tür iyileştirmelerle bir şeyler yapabilirsin. Bunu yapacak olan da ancak yerel yönetimlerdir. Şöyle söyleyelim: Ekolojik bozulma ya da ekolojik kriz dediğimiz şey, Marks'ın 'Metobolik yarılma' diye bir tanımı var. O da şu: Şehir için, pazar için üretim yapılmaya başlandığı zaman doğadaki dengeyi bozuyorsun. Çünkü fazla üretime geçiyorsun. Bu üretimi yapınca doğal olarak kimyasal gübre kullanıyorsun. Haliyle doğanın dengesi bozuluyor. Toprak ve doğa kendini yenileyemiyor, çünkü pazar için üretim yapıyorsun, ihtiyaçlar için değil.Bu duruma Marks 'Metobolik yarık/yarılma' diyor. Siz üretimi şehire, yani pazara göre yapmaya başladığınız zaman doğanın aşırı kullanıma yol açıyor, bu durum doğanın tahribatını artırıyor.

Peki ne yapmalı? Eko sosyalistlerin önerdiği 'küçülme' filan değil, çözüm orada değil...”

Ben de bunu soracaktım: Kapitalizm toplumu kendi doğrultusunda bir biçimde geliştirirken eğer toplumsal düşünce ve algı sağa gidiyorsa bu durumda biz kırsal kesime mi kaçacağız? Bir başka deyişle biz ücra yerlerde mi sosyalizmi yaşanılır bir gerçeklik haline getireceğiz? Sizin söylediğiniz, 'Hayır. Böyle yapmayacağız. Toplumsal gelişmenin içerisinde kendimizi yeniden ve yeniden üreteceğiz.' Belediyelere önerdiklerin özü aslında bu, bence.

“Aynen. Boşluk bırakmayacağız. Dünyanın sosyalistleri var. İklim krizinden çıkışın yolu da sosyalizmde. Sosyalistlere çok iş düşüyor. Hani bizim bir iddiamız var: 'Biz burjuvaları da kurtaracağız. Onlar bu sistemde hastalıklı bir haldeler. Onları meta fetisist hallerinden biz kurtaracağız. Sadece işçi sınıfını değil burjuva sınıfını da kurtaracağız.' diye iddia ediyoruz...

Son olarak şunları söyleyeyim: Daha özgür, daha eşitlikçi ve sürdürülebilir yaşam içn hayal gücünü ve yaratıcığı geliştirmeye yönelik yakın tarihli girişimlerden esinlenerek ekolojik sorunların çözümünü ancak ve ancak Marks'ın teorisinden yararlanarak çözebiliriz."

 




Bu haber 1595 defa okunmuştur.


Etiketler : SÖYLEŞİ DATÇA

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER TOPLUM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI