İşçi sınıfından 'faydacı sınıfa' Akbelen!
Sonunda Akbelen Ormanındaki kızılçam ağaçlarını kestiler oranın ekosistemini tahrip ettiler, börtü böceğin üstünden geçtiler, ara yollar yapacağız diye makilikleri küçük çam fidanlarını bile kazıdılar. Ormanın etrafındaki insan yaşamını canlı yaşamını hiçe saydılar. Orada doğup büyüyen atalarını oraya gömen dini ritüellerini mezar başında yerine getiren insanların anılarını, yaşanmışlıklarını hiçe saydılar.
Tamam, yasalar bir biçimde şirket lehine işletildi kılıf hazırlandı ' yasal ve demokratik bir şekilde ' ağaçlar kesildi! Böyle utanmazca açıklama yapan kurum temsilcileri bile oldu.
Akbelen Ormanı günlerdir kamuoyu gündeminde 3 kez bilirkişi keşfi yaptırılmış şirket kararı kendi lehine çıkartana kadar uğraştı. Yani bilerek planlanarak devletin bu işlerde eli ağayı olan kişileri kurumları ne alacak, bu işin böyle sonuçlanmasında katkısı olan herkes payına gücü oranında alacak tabiki.
Ne için üretim için halkın ihtiyacı olan enerji için bu milli bir görevdir, görevlerini layıkıyla yerine getirdiler, toplumun belli kesimini tabiki sendikaları, emirle askerleri, polisleri, muhtarları yanlarına alarak bu ağaç katliamını gerçekleştirdiler. Açık olan bir şey suç işlediler. Doğaya ve topluma ait bir ekosistem döngüsünü barındıran bir orman parçasını kesmek ortadan kaldırmak öyle kolay unutulacak bir suç değildir, bunun zaman aşımı da yoktur.
YK enerji açıklama yapıyor, usulüne uygun hukuki olarak ve üretim için bu ağaçları kestik. Devletimizle birlikte olup Akbelen ormanının boğazladık demeyeceğine göre üretim için yaptık şu kadar ağaç diktik, şu kadar işçi çalıştırıyoruz gibi lakırdılar edip duruyorlar.
Peki ben soruyorum Üretim için mi kar marjını arttırmak için mi? Topluma katma değer sunuyoruz diyorsunuz?
Bütün teknolojik gelişmeler, size sağlanan devlet olanakları, istediğiniz doğa parçası hizmetinize sunulurken işçilerin yaşam koşulları, geçinme endeksleri niye 2014 öncesinden yani özelleştirilmeden öncekinden kötü. Niye işçilerde sendikasına rağmen işini kaybetme işsiz kalma korkusu yüksek. 20 yıl önce Milas'ın bir kaç yeri böyle maden için deşilmişti, ortak yaşam alanlarının tahribi bu kadar yaygın değildi. Eksik de olsa kamusal denetim yasaların caydırıcılığı vardı ve ekonomik, sosyal yaşam bugünkünden kat be kat daha ekonomik ve moralliydi. Delinmedik dağ tepe, girilmedik orman kalmadı, nerde katma değer nerde, üretimin topluma yansıması tam tersi her yer tahrip edilmiş doğası ormanı suyu yok edilen bir Milas bırakıyorsunuz topluma ve doğaya.
Ne zaman bitecek bu doğa üzerindeki sizin egemenliğiniz devlet üzerindeki etkiniz bittiği zaman kamusal ekolojik sosyal bir devlet anlayışı yerleşene, egemen olana kadar; o zamana kadar da sizinle mücadele edeceğiz, engelleyebildiğimiz kadar engelleyeceğiz sizin düzeninize, kültürünüze ahlak anlayışınıza çomak sokmaya devam edeceğiz.
Akbelen direniş alanı aynı zamanda öğretmenin doğa olduğu bir okul. Herkesin zekâsını, yeteneğini, esprisini, sanatını ürettiği bir okul. Paylaşım, katılım doğayla birlikte adil ve eşitçe yaşamın sürdüğü bir okul.
Şöyle bir yazı vardı. ' Evindeki odunu keserken testereyi tuttuğun el senindi bu ağacı keserken testereyi tuttuğun el artık senin değil şirketin elidir ' yani satın alınmış kiralık bir el cinayet işleyen bir eldir. Çarşıda karşılaştığım iki kişi o yazıyı okuyunca oradaki kesme işini bırakıp gittiklerini söylediler. Teşekkür ettim.
Neyse şimdi işçi kardeşlerimize gelelim. İşçi sınıfının bireylerine gelelim. Düştükleri işler acısı duruma gelelim.
İşçi sınıfı Marks'a kadar aşağı bir sınıftı tukaka bir sınıf itilip kakılan iş kazalarında ölümleri yol kenarlarına bırakılan, çöplere atılan bir sınıftı. Günde en az, karın tokluğuna 16 saat köle gibi çalıştırılıyorlardı. Durum o kadar vahimdi yani. Kendilerini burjuva ahlakı ve gücü karşısında ezik, yıkık ve yenik bir insan kalabalığı olarak görüyorlardı. İşte bu ezik insan kalabalığını burjuvazinin devlet düzeni ve ahlakı karşısında ezilen, aşağılanan bu insan kalabalığını Marks ayağa kaldırdı, proletarya yaptı, kendisi için sınıf yaptı ve burjuva sömürgen sürüsünün karşısına dikti.
İş yaşamlarından tutun da sağlık sorunları, yaşama koşulları çalışma saatleri, üzerinden yürütülen keskin bir sınıf mücadelesinden sonradır ki bugünkü çalışma saatleri sendikalaşma kazanımları öyle öyle oluşmaya ve büyümeye başladı. Sadece Avrupa’nın merkezinde gelişen ve kısa sürede dünyaya yayılan bu harekete işçi sınıfı hareketi dendi. Das Kapital"i, Anti Duhhring'i, Komünist Manifesto'yu bu sınıf için onların kuracağı yeni bir dünya için yazdı Marks. Bu esnada sınıf kültürünün derinliği, sanatı, şiiri, ideolojisi ve partileri oluşmaya başladı.
Şimdi Akbelen ormanını gasp etmek için sermaye sınıfı ile birlikte oraya buraya ilan verip duran nerdeyse patronun hık deyicisi olmuş kişilerin oluşturduğu bu topluluk işçi sınıfı kültüründen uzak; ezen ezilen ilişkisini yok sayan sanki kendilerine verilen işler, sermaye lütfuymuş gibi gören ve sadece şu anı, kendini düşünen; adalet, liyakat, hukuk doğa, ekoloji gibi temel yaşam kurallarını çıkarına göre değiştiren insan topluluğuna lümpen, faydacı sınıf denir. Emeğin değerini, artı değeri bilmeyen doğayla barışık, toplumla sınıfının kültürü gereği buluşmayan insan kalabalığı elbette patronunun borazancı başı olur.
Onlara tavsiyem 'Vadim O Kadar Yeşildi ki ' romanın baştan sona okusunlar orda maden ocaklarında, patron barbarlığına karşı doğanın yok edilmesine karşı, emek ekoloji mücadelesinin nasıl birleştiğini ve nasıl yenilmez gibi olanın yenildiğini ve bir gün yenileceğini görsünler. Dolaysıyla patronlarının işçilerin ağzındanmış gibi verdiği ilanları bırakıp esas orda direnen yerel halkı ve yaşam savunucularını dinlesinler, birlik olsunlar. Ekmeğimizden olacağız gibi abuk sabuk korkularla yaşayacağınıza kendiniz için sınıf olun o zaman kimse sizi ekmeğinizden edemez acınacak halinizden direnecek hale geçin ki birlikte olalım.
Kim ne derse desin doğayla savaşı insan kazanırsa siz de kaybedeceksiniz sadece oradaki köylüler ya da sizin deyiminizle çevreci görünümlü marjinaller kaybetmeyecek.
İşçi sınıfı felsefesi kültürü dünyaya bakışı burjuvazinin ve onun devlet biçimlerinin bakışı gibi değildir. Çünkü emek; sınıfı ve onun kültürü gereği insanı, yaşamı, özgürlüğü ve doğayı merkezine almak zorundadır.
İnsan; bütün canlılar gibi doğanın bir parçasıdır, doğa bizim parçamız değil, olsa da olur olmasa da bir durum değil. Sınıflı toplum düzeninde yaşadığımızı dolaysıyla her bireyin kendi başına olmadığı sınıfıyla, emeğiyle birlikte hareket edersek ortak yaşam geleceğimizin olacağını görmek zorundayız. Yaşam öyle yaşanıp geçilecek ne varsa tüketilecek doğayı zenginleşmenin aracı olarak gören sermaye sınıfına ve onun devletine bırakılacak bir yer değildir. Emek, işçi sınıfı ve ekoloji hareketi müşterekler noktasında buluşmak, ittifak oluşturmak zorundadır.
Yaptığı iş içinde bulunduğu sınıfın tarihi ve kültürü bunu gerektirir. Ekmeğimi versinler de nasıl verirlerse versinler zihniyeti işçi sınıfı kültürü ve geleceği olamaz. Böyle düşünmek böyle faydacı ilkesiz yaşam değildir. Sadece var olmaktır. Etrafımızdaki beton bloklar gibi onlarda var. Biz aklımızla özgür düşüncemizle varsak bir işe yararız.
Kapitalist burjuva sistemde bireysel, örgütsüz, dayanışmasız insan özgür değildir.
Akbelen Dersleri devam edecek. Dostlukla.