Bugun...



Muğla Adalet Kervanı Yürüyüşünün Sonuç Değerlendirmesi ve Geleceğe Bakış

Akbelen direnişi; Türkiye’de ilk çevre mücadelesi olarak kabul edilen, 1984 yılında Türkevleri kadınlarının Kemerköy Termik Santralına karşı başlattıkları mücadeleden sonra ulusal ve uluslararası alanda büyük etki yaratan bir mücadele örneği olmuştur.

facebook-paylas
Güncelleme: 31-10-2023 00:09:19 Tarih: 30-10-2023 23:52

Muğla Adalet Kervanı Yürüyüşünün Sonuç Değerlendirmesi ve Geleceğe Bakış

NEVZAT ÇAĞLAR TÜFEKÇİ

Yatağan-Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallarının kapatılması için 1996 yılında yargı tarafından verilen karara uyulması için 9 gün süren Muğla Adalet Kervanı yürüyüşü sona erdi. “Yargı Kararına Uy, Muğla’daki Termik Santralları Kapat!” temasıyla 20 Ekim’de Datça’dan başlatılan yürüyüş, Marmaris (21 Ekim), Akyaka (22 Ekim), Menteşe (23 Ekim), Yatağan (24 Ekim), Milas (25 Ekim), Bodrum (26 Ekim), Ören (27 Ekim) duraklarında halkla buluşmalar gerçekleştirildi. Yürüyüş 28 Ekim Cumartesi günü Yeniköy Termik Santralı önünde yapılan açıklamayla sona erdi. Açıklamadan sonra, Akbelen’deki nöbet alanında değerlendirme toplantısı yapıldı.

Akbelen direnişi; Türkiye’de ilk çevre mücadelesi olarak kabul edilen, 1984 yılında Türkevleri kadınlarının Kemerköy Termik Santralına karşı başlattıkları mücadeleden sonra ulusal ve uluslararası alanda büyük etki yaratan bir mücadele örneği olmuştur.

Nöbet alanında yapılan değerlendirme toplantısına katılanlar, kervan yürüyüşü hakkında düşüncelerini dile getirdiler, bundan sonra yapılması gerekenler ve izlenecek yol için önerilerini ortaya koydular.

Milas’ın yerel tarihinde ve Türkiye çevre mücadelesinde önemli bir kilometre taşı olan bu mücadele; ormanı ve su kaynaklarını korumak isteyen İkizköy-Karacahisar-Çamköy halkı ile Çevrecilere karşı uygulanan devlet baskısı / Jandarma şiddeti ise; hafızalardan hiç çıkmayacak şekilde yer etti.

Dokuz günlük Adalet Kervanı yürüyüşünün, Yeniköy Termik Santralı önünde yapılan açıklamadan sonra yapılan değerlendirme toplantısında konuşulanlar ve önerilenlerin;  çevre-ekoloji mücadelesinin tarihine not düşme bağlamında, kayıt altına alınması ve gelecek kuşaklara aktarılması önemliydi.  Konuşulanların ses kayıtlarını yazıya dökerek bu görevi yerine getirmeye çalıştık.

Muğla Adalet Kervanı Yürüyüşü değerlendirme toplantısının yöneticiliğini İklim Adaleti Koalisyonundan Levent Büyükbozkırlar yaptı. Toplantıya katılanlar görüş ve düşüncelerini dile getirdiler.  

KONUŞMALAR ŞÖYLE GERÇEKLEŞTİ:

Levent Büyükbozkırlar (İklim Adaleti Koalisyonu): Adalet kervanı olarak Datça’dan itibaren köy kahvelerinde forumlar düzenledik. Yürüyüş boyunca olabildiğince halkla birlikte olmaya çalıştık. Kervan, böyle doğrudan doğruya ilişkiler şeklinde geçti. Bu süre içinde bol miktarda geri bildirimler alma imkânımız oldu. Bir yanda biz hazırladığımız bildirileri dağıttık. Bildirilerin arkasında 10 madde halinde termik santralların zararlarını özetledik. Onları hep uğrak yerlerinde halka açıkladık. Adil geçişi vurguladık. Adil geçişten ne anlıyoruz, onu açıklamaya çalıştık. Elektrik enerjisi ihtiyaçları, enerji ihtiyaçları; bütün bunların bir kader olmadığını, termik santralların kaderimiz olmadığını; bütün bunları vurgulamaya, anlatmaya çalıştık. Halkın geri dönüşlerini, eleştirilerini ve fikirlerini de aldık. Kervan yürüyüşümüz başarılı geçmiştir.

Ben Muğla Adalet kervanı yürüyüşünün değerlendirme toplantısında sözü önce kervana katılan arkadaşlara vermek istiyorum. Diğer arkadaşlar da söz almaktan çekinmesinler, tecrübelerini anlatsınlar. Halkta neleri gözledik, nasıl bir yaklaşım içindeydiler; o tecrübeyi paylaşmak bence önemli. En çok ne tür eleştiriler, ne tür tepkiler, duygusal ve rasyonel ne tür tepkiler aldık; onların üzerinden biraz geçelim. Ardından konuyu kafamızda biraz daha olgunlaştırıp, bundan sonrası için nasıl bir yol izlemek, ne tür eylemler planlamak gerekiyor, bunları konuşalım.

Halkı nasıl örgütleyebiliriz, bu çok önemli. Tabandan bir baskı ve sahiplenme gelirse, bir anlamı olacaktır. Bunu defalarca Akbelen’de deneyimledik, başka mücadelelerle de deneyimliyoruz. Ben lafı uzatmadan sözü Serdar’a veriyorum ve onunla başlayalım. Diğer arkadaşlar da söz alsınlar. Ardından da sizlerin öneri ve yorumlarınıza geçelim.

Serdar Denktaş (MUÇEP Gökova): Ben kervanın birinci gününden, 5. Gününe kadar yani Yatağan’a kadar olan bölümünde bulundum. Buraya kadar kervanın içindeydim. Sonrasında evden katkı vermeye çalıştım. Yatağan’a kadar olan bölümle ilgili izlenimlerimi özetlemeye çalışayım. Muğla bölgesindeki insanlar termik santralların zararları konusunda kafaları açık ve net. Bunların zararlı olduğunu herkes biliyor. Ekolojiye, ekonomiye, tarıma, sosyal yaşama zararlarını biliyorlar ama hep şu çaresizlik dile getirildi. Birçok yerde şununla karşılaştık. Şunu dediler: bir adaletsizlik olduğunu, siz kendiniz söylüyorsunuz. 1996 yılında termik santralların kapatılması için verilmiş bir karar var. Neredeyse 30 sene geçmiş halâ uygulanmıyor. Ne yazık ki böyle bir yönetim, bir devlet anlayışı var. Yani hukukun tanınmadığı bir yerde biz ne yapabiliriz ki diyorlar.

Bizim de en çok zorlandığımız konu bu. Aslında bu yüzden bu kervanı düzenledik. Demek ki halk olarak, Muğlalılar olarak, yeterince güçlü ses çıkartamadık. Bu baskıyı yeterince oluşturamadık. Bundan sonra ne yapabiliriz dediğimizde; bunun üzerinde biraz düşünmemiz gerekiyor. Özellikle Yatağan bölgesine geldiğimizde, yaptığımız konuşmalarda, şu öne çıktı: termik santrallerde ve kömür ocaklarında çalışan çok insanla bire bir görüştüm. Onlar oradan ekmek yiyorlar.  Termik santrallerin kapatılması onlar için kolay karar verilecek bir konu değil.

Bütün bu söylediklerinizi biliyoruz ama ekmeğimizi de buradan kazanıyoruz dediler. Biz bugünkü basın açıklamamızda bunu dile getirdik. Derdimiz, onların TES-İŞ’in dile getirdiği gibi, biz emek düşmanı değiliz. Termik santraller kapatıldığında, onların patronlarına aktarılan kaynaklar adil bir şekilde paylaştırılsa, rahatlıkla o işçiler için de insanca yaşam koşullarında, sağlıkları bozulmadan, sağlıklı iş alternatifleri oluşturulabilir. Bunu yeterince dile getiremedik. Yatağan’da yaptığımız değerlendirmede, aslında bu kervan bittikten sonra belki Kasım ayında ikinci bir kervan benzeri bir etkinlik düzenleyebiliriz diye düşündük. 

Bu kez sağlıklı iş koşullarının sağlanması, orada, bu termik santrallerde ve ocaklarda çalışan emekçiler için onların da sömürülmeden alternatiflerin oluşturulması gerekliliği üzerinden de bir kervan planlayarak, öyle bir çalışma yapabiliriz. Bunu birlikte konuşarak olgunlaştırabiliriz; nasıl bir şey yapabileceğimizi. Bir de şuna değinmek te yarar var. İnsanlar kendilerini, yalnız bırakılmış hissediyorlar. Yatağan’da yaptığımız görüşmede, bir beyefendi şöyle dedi: ‘Biz burada zamanında termikler kapatılsın diye yürüyüş yaptık. Sonra da kapatılmasın diye yaptık.’ Burada aslında bu çaresizliği görüyorsunuz. İnsanlar, örgütlü bir mücadele olmadığında, kapatılsın talebi, bir süre sonra hayır devam etsine dönüşebiliyor.  Burada bir örgütlenme eksikliğimiz var. Bunun da üzerinde düşünmek gerekiyor.

Benim gözlemlediğim şöyle bir durum da var. Zaman zaman siyasi partilerden kervana katılım oldu. En son Bodrum’da belediye Başkanı Ahmet Aras da geldi, konuşma yaptı. Milletvekili İbrahim Akın geldi, o konuştu. Muğla bölgesinin siyasileri, siyasi partileri, milletvekilleri ne yazık ki umduğumuz desteği vermediler. Bu sadece bu kervan boyunca değil, genel olarak böyleydi ve Akbelen mücadelesinde de böyleydi. Nöbet tutarken, bizimle birlikte ne yazık ki katılmadılar. Eğer daha güçlü bir destek verselerdi, Akbelen’deki ağaçların kesilmesini önleyebilirdik. Bu da önümüze şöyle bir şey koyuyor; bu mücadelenin içinde olmaları için siyasi partilerden daha fazla talepte bulunmamız gerekiyor. Yine bir seçim, yerel seçim sürecine girdik. Mesela sahaya çıkacak olan belediye başkan adaylarından, artık bunu güçlü bir şekilde talep etmeliyiz diye düşünüyorum. Bu termik santral meselesi, tüm Muğla’nın meselesi. Bunların kapatılması için onlar da bizim gibi düşünüyorlarsa eğer, durdukları yeri net olarak ortaya koysunlar ve bunun sözünü bize versinler bize. Seçilecek olan adaylar ya da bu işe baş koyan adaylar, termik ve kömür meselesini görmezlikten gelerek artık, siyaset yapamazlar ve yapmamaları gerekiyor. Bu da bize bağlı. Eğer biz bunu talep edersek, onlardan bunun taahhüdünü alırsak ve sonrasında da elbette takipçisi olursak, daha güçlü bir ‘Muğla Savunması’na dönüştürebiliriz diye düşünüyorum.

Güngör Erçel (MUÇEP Datça): Serdar’ın söylediklerine şunu eklemek istiyorum; burada çalışan işçiler, ciddi bir şey oluşturuyor. Şunu dikkate almak lazım. Basın açıklamasında da vardı. Biz emek düşmanı değiliz.  Ormanın kesilmesinin yanında olan; sendika. İşçiler değil, sendika. Buna dikkat çekmek isterim. Ben de kervana Akyaka’ya kadar katıldım. Dile getirilen 2-3 şey vardı. Biri bu. Santrallerde çalışanlar; nasıl beslenecekler, ne yiyecekler sorusu gündeme getiriliyor hep. Hepinizin kesesinden santrallere verilen para; işçiler evde otursalar, şimdi aldıkları maaşlardan daha yüksek olur.

Yatağan bölgesine Hayırlı Barajını, Yatağan termik santralı daha çok katma değer sağlayacak diye vazgeçtiler. DSİ, Tarım Orman Bakanlığı ve Enerji Bakanlığı bu kararı verenler. Hayırlı Barajı hem içme suyu hem de tarımsal sulama amaçlıydı. Ondan vazgeçtiler. Bundan vazgeçilebilir mi? Santraller tarım alanlarını yok ediyor… İkinci mesele, Yatağan ve Milas’taki santrallar kapatılırsa, Türkiye elektriksiz kalır iddiası. Çok söylendi bu. Bu üç santral, kurulu güç anlamında Türkiye elektriğini Yüzde 1,60 oranında karşılıyor. Yani bu santraller kapatılmış olsa Türkiye’nin enerji sorunu olmayacak. Üçüncüsü… Devlet bu kadar güçlü. O zaman biz ne yapabiliriz? Şunu yapabiliriz. Akbelenliler Meclise gitmeseydi, zeytin kanunu komisyondan geri çekilecek miydi ya da maden yönetmeliği için 100’den fazla dava açılmasa, o yönetmelik iptal edilecek miydi? Yürütmenin durdurulması kararı verilecek miydi? Yapabileceklerimizin, gücümüzün ifadesi bunlar.

Akbelen’in, şu anlamda önemli olduğunu düşünüyorum. Akbelen’de ne yapıldığını gördük. Kanun, nizam, hukuk, plan hak getire! Bu kampanyanın asıl amacı, devlet olarak sizin uluslararası sözleriniz, sizin hukukunuz, kanunlarınız, mevzuatınız bu santralları kapatmaya karar vermiş. Siz uygulayın bunu. Uygulamak sizin göreviniz. Bu hükümetin Akbelen ormanında nöbette olanların en az üç katı asker, polis vardı. Bunu biliyoruz.  Oradaki nöbetçiler ne yapmak istiyordu; Akbelen ormanını korumak istiyorlardı. Buna karşılık hükümetin görevlendirdiği, kamu kurumu dediğimiz, canımızı emanet ettiğimiz güvenlik kuvvetlerinin yaptığı; bütünüyle kural dışıydı, insanlık dışıydı. Kendi koydukları kurallara uymayan şeyler yapıldı. Buna dikkat çekmek lazım. Akbelen’in önemi şurada bence; Türkiye’nin değişik yerlerinde değişik karşı çıkışlar vardı.

Artık yaşam alanlarına sermayeden yana ciddi müdahaleler yapılıyor ve buna karşı çıkışlar var. Bunların organize olup bir araya gelmesi lazım. Başka türlü bir yol yok. Şunu da gelecek açısından dikkate almak lazım. Eğer Meclise gidilmesiydi o kanun geçerdi. Devlet güçlü ama biz de güçlüyüz. Haklıyız çünkü!  Biraraya gelmekten başka yol yok. Şunu söylüyoruz; mahkeme kararını uygulayın. Bu kervanın temel amaçlarından birisi, bu.

Derya Lim (İklim Adaleti Koalisyonu ve Ekoloji Birliği Üyesi): Ben de kervanın birinci gününden bugüne kadar kervana eşlik ettim. Muğlalı olmamama rağmen, bir Türkiyeli olarak burada doğaya yapılan, insanlara yapılan haksızlıklara ses çıkarmaya çalışıyorum. Benim de kervanda gözlemlediğim, bir karşımızda olanlar vardı. Yargı kararı var termik santraller kapatılsın dediğimizde; akşam televizyonu nasıl seyredeceğim, senin cep telefonun yok mu ne yapacaksın söylemleri ve çıkışları vardı. Bu kişilere şunu belirtmeye çalıştım. Evimizde rahat televizyon seyredeceğiz diye burada bir orman katlediliyor. İnsanlar yaşadıkları yerden oluyorlar. Bu adalet mi? Bu konforlu yaşamı sürdürürken, Türkiye’de herkesin bunu düşünmesi, enerjinin de en az zarar verecek şekilde üretilmesi gerektiğini söyledim onlara. Öbür adaletsizlik de aslında elektrik üreten bu şirketlere bir sermaye transferi yapılıyor. Bu da büyük bir haksızlık. Hepimiz daha ucuz, elektriğe sahip olabiliriz. O şirkete verilen teşviklerle aslında her hane kendi elektriğini üretebilir.

Bir de yanımızda olup herkesin dile getirdiği bir durum vardı. ‘Evet ama nasıl yapacağız?’ sorusu dillendiriliyordu. Bu hükümet varken bir şey yapılamayacağını söyleyenler vardı. Bu olumsuzluğu birlikte mücadele ederek aşabiliriz, yılmamak, vazgeçmemek gerektiğini, eninde sonunda başaracağımızı söyledim onlara. Çalışanlar ne olacak diyenler vardı. Bu şirketlere verilen teşvikler yerine çalışanların maaşları ya da tazminatları karşılanabilir.

Ben öneri olarak şunu söylemek istiyorum. Dokuz günlük bir kervan yaptık. Bunu unutturmamak, uykuya geçmemek gerekiyor. Benim önerim her ilçenin pazarı olan günlerde, masa kurulabilir. İmza toplanabilir. Vatandaşlarla bire bir diyaloglar sürdürülebilir. Bunu bir yıl kadar devam ettirirsek, bu mücadelemizde ne kadar inatçı ve kararlı olduğumuzu gösterebiliriz. 

Halime Şaman (MUÇEP Marmaris ): Kervanın ilk iki gününde dahil oldum ve bugün gelmeyi planlamıştım. Son günde de burada oldum. Kervanla ilgili söylemek istediğim en önemli nokta; bizim daha önce hiç ulaşamadığımız ya da bire bir temas ederek ulaşamadığımız binlerce insana broşür dağıttık. Binlerce insanın bu konuyla ilgili bilgi sahibi olmalarını sağladık. Bunlar çok önemli şeylerdi. Önemli ve değerli olduğunu da şuradan anlıyoruz; bence o konuyu da es geçmeyelim. Yeterince bir rahatsızlık yaratmışız ki sendikalar hemen bir açıklama yaptı. Bu bizim ne kadar doğru bir şey yaptığımızı, ne kadar doğru bir iş yaptığımızı ortaya koyuyor. Bu hepimizin başarısıdır. Burada kendimizi kutlamayı ihmal etmeyelim.

Bugün Karadam’dan yukarıya tırmanırken, kuruyan su yataklarından geçtik. Yamaçtan gelen suların aktığı su yollarında şimdi sular akmıyor artık.  O derecikler kurumuş. Gelecekte iklim değişikliği ilk önce bu bölgeden başlayacak etkilerini göstermeye. Bizim mücadelemiz bundan sonra sadece termik santrallerin kapatılması değil, insan türünün devamlılığı ve insanların zarar görmeden yaşaması için de sürenin kısaldığı günlerden geçiyoruz. Umutsuzluk hepimizin dikkatini çeken bir şeydir. Orada da şunu örneklemek isterim. Sokrates der ya “ben at sineği olmak istiyorum”. Biz rahatsız oluyorsak, rahatsız etmeli, görünür olmalıyız. Hepimiz birer at sineği olmalıyız. Hepimizin at sineği olmaya ihtiyacı var. Bunda etkili oluyoruz. İstediğimiz sonucu hemen alamayabiliriz ama vazgeçmememiz gerekir.

Öneri olarak ta şunu söyleyebilirim: sokakları hareketlendirmeliyiz. Benim kişisel olarak, şu andaki siyasi yapıda hangi parti olursa olsun, çok da umudum yok. Çünkü parlamento beraberinde bir alışkanlığı ve kirliliği de getiriyor ve maalesef halktan uzaklaşıyorlar. O yüzden biz, ekoloji mücadelesinde olan arkadaşlarımız çok az sayıdayız. Oradan oraya koşturduğumuz bir aktivizm yaşıyoruz. Belki bunu biraz seyreltip, örgütlenmeyi yoğunlaştırmalıyız. Halkın sokağa çıkışını sağlamalıyız. Mahkemede şirket avukatının söylediği ve Necla’nın aktardığı şu sözler içimi acıttı: “Bizim önümüze orman gelirse ormanı alırız, köy gelirse köyü alırız ve yolumuza devam ederiz.”  Bizim davamızın avukatları bunu rahatlıkla söyleyebiliyorlar mı? Burada bir terslik var. Bu terslik üzerine düşünüp çözüm üretmeliyiz.

Berrin Oğultürk (İkizköylü Emekli Öğretmen): Önce yüce yürekleriniz için size minnet. Sonra söylemlerimden ötürü de hoşgörü istiyorum. Olayın ilk gününden şu ana kadar, olayın içindeyim. Fakat bu olgu üst beyinlerle beni tanıştırdı. Maalesef oraya gelip, atıp tutan üst beyinler, köşeyi dönünce bütün söylemlerini yok saydılar, unuttular. Kervanla ilgili benim bir bilgim yok. O üst beyinler o denli sorumsuz ve söylediklerinin altında idiler ki… Değerli konuklar, lafla peynir gemisi yürümüyor. Bana tek bir şey öğretti şu 4 senelik deneyim; inanç ve sevgi bu olguyu buraya kadar getirdi. Sevgiyle kalın.

Ahmet Tatar (Emekli Astsubay): Öncelikle kervan düşüncesini öne çıkarıp, bu kervan düşüncesini eyleme döken tüm dostları saygıyla selamlıyorum. Onların başlattığı kervanın bugün burada sonuncu günü. Burada öncelikle kocaman bir alkışı, köylülerimiz için istiyorum. Onlar bu mücadeleyi başlattı. Bizler, onların yaşama sahip çıkan mücadelelerine destek vermek için buradayız. Onlar bu destekten çok daha fazlasını hakediyorlar.  Ben üç aydır bu insanlarla içiçe yaşıyorum. Şimdiye kadar yaşamamıştım, bu üç ay içinde öyle şeyler yaşadım ki bunu size anlatmak zorundayım.

Bu insanlar sabah erkenden kalkarlar, bizim yapmadığımız işleri yaparlar. Bu insanlar güne ve hayata önce, kendi hayvanlarının bakımı, temizliği ve beslenmesiyle başlarlar. Sonra onların sütünü sağarlar daha sonra da ailelerine dönerler. Ailelerinin sabah beslenmelerini sağladıktan sonra bahçelerine giderler, bahçeleriyle uğraşırlar. Tarımsal üretimlerine devam ederler. Bugün bir süredir bu köylülerimize şiddet uygulayan, işkence yapan o askerler, bu köylülerimizin ürettiği domatesi, salatalığı, karpuzu, kavunu, meyveyi, sebzeyi, zeytini yiyorlar. Onlar, yedikleri ekmeğe şiddet uyguluyorlar.  Bunu yapıyorlar.

Bu köylülerimiz öğleden sonraki zamanlarında ya da diğer zamanlarda, zeytinleriyle geçiniyorlar ya da tarımsal faaliyetlerini sürdürüyorlar. Onlar akşam evlerinde sofralarına oturdukları zaman, o yorgun köylülerimiz, o günü çok iyi değerlendirmiş, üretim yapmış, mutlu insanlar oluyorlar. O aileler sofra başına oturduklarında, birbirlerinin yüzüne baktıkları zaman mutlu insanlar olarak birarada oluyorlar.

Biz bugün ne yaşıyoruz? Belki yüzyıllardır, bu topraklarda, atalarından dedelerinden, kendilerine miras kalmış, bu mirası bir sonraki kuşağa taşımak isteyen bu tertemiz, pırıl pırıl insanları, topraklarından, evlerinden, yurtlarından; kısacası yaşam alanlarından atmak istiyorlar. Nasıl yapıyorlar bunu? Bir sermaye grubu, arkasına devletin gücünü almış, devletin gücüyle birlikte, güvenlik kuvvetlerinin de desteğiyle yapmaya çalışıyor. Kendi halkına, kendi köylüsüne, ihanet içinde olan bir devlet yapısıyla karşı karşıyayız.

LİMAK’mış, İÇTAŞ’mış, A şirketiymiş, B şirketiymiş; bu sermaye şirketlerinin devletle ilişkisi parasal ilişkidir. Esas bizi perişan eden, devletin kendisi. Buradaki ormanı, LİMAK kesmedi ki… Buradaki ormanı, Orman Genel Müdürlüğü kesti. Onlar kesti, niye? Devletin özelleştirme kapsamında LİMAK’a verdiği taahhütlerde, arazinin üst yapısını yani ormanların vd. varlıkların temizlenerek şirkete teslim edilmesi gerekiyordu. Özelleştirmenin sözleşmesini imzalayan kim? Bu devlet. Yani benim yaşamsal bütün haklarımı gaspetmeye, yok etmeye çalışan aslında benim karşımdaki devlet ve devleti yöneten güç. Maalesef çok üzgünüm. Biz bu mücadeleyi büyütmek zorundayız. Bu mücadeleyi büyütmek için hepimizin üzerine çok sorumluluk düşüyor. Çok görev düşüyor. Olabildiğince, yaygınlaştırabildiğimizce, ulaşabildiğimiz en uç noktaya kadar ulaşarak biz bu mücadeleyi büyütmek zorundayız.  Yaşasın Akbelen direnişi!

Prof. Dr. Sabahat Genç (Göğüs Hastalıkları Uzmanı, Türk TORAKS Derneği Çevre Sorunları ve Akciğer Sağlığı Çalışma Grubu Üyesi, Muğla Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi): Özelleştirme sonrası daha kazanacaklarını kazanmamış olabilirler. Daha ileri gitmelerini önlemek için direnmekten vaz geçmememiz lazım.  Sağlıkçı olarak; kanserden ölenlerin, hastaların yakınlarıyla görüşmeler yapıp, bunun üzerinden belgesel hazırlanabilir.

Kemal Köker (Bodrum): Bodrumlu ünlülerin desteğini isteyelim, söylemlerinizi gündeme getirsinler.

Nevzat Çağlar Tüfekçi (Milas 78’liler): Muğla'nın %59'u maden arama ve işletme sahası olarak ruhsatlandırıldı.  Bu alan, Milas’ın 2167 kilometrelik coğrafyasında yüzde 70’e yaklaşmaktadır. Latmos/Beşparmak dağlarında feldspat, Bafa gölü kenarındaki Ilbıra dağında boksit/zultanit madeni, çeşitli yerlerde taş ocakları için yapılan şiddetli patlatmalarla yeraltı sularımız zarar görmekte, kesilen ormanlardan dolayı ekosistemimiz bozulmaktadır.  Yapılmak istenilen golf sahaları için de yeraltı sularımız tehdit altındadır. Su hakkı, temel insan hakkıdır. Bu mesele sadece solcuların, sosyalistlerin, devrimcilerin ve yurtseverlerin meselesi değildir.

Bu mesele; sağcısı-solcusu, liberali, muhafazakârı, sosyal demokrat, taraflı ve tarafsız herkesin ortak sorunudur. Bodrum şu anda susuzluk çekmeye başladı. Kısa vadede Milas da bu sorunla karşı karşıya gelebilir. Bu konuda belediye yönetimleri, Odalar ve STK’lar sorumluluk üstlenmeli; hem dört yıldır Akbelen ormanlarını ve bölgedeki su kaynaklarını savunan İkizköy-Çamköy ve Karacahisar halkının verdiği mücadeleye destek olunmalı hem de Milas’taki madencilik faaliyetlerinden dolayı ekosistemin ve su kaynaklarımızın zarar görmemesi için gerekli önlemler alınmalı, girişimlerde bulunulmalıdır. Milas kamuoyunu gelecekte yaşanması olası susuzluk sorunu için duyarlı olmaya çağırıyoruz.

Mehmet Duran (Elektrik Mühendisi-Bodrum): Yatağan Termikin su sarfiyatı 350.000 kişinin sarfiyatına, Yeniköy Termikin sarfiyatı 250.000 kişinin sarfiyatına, Kemerköy’ünkü ise 350.000 kişinin su sarfiyatına denk. Bodrum'un su ihtiyacı ileride daha da artacak. Santralin ekonomik ömrü 25 yıl. Sonrasında verimi düşer, enerji pahalıya üretilir. 3 santral 50 milyon ton/yıl harcıyorlar. Kömürün kalitesi düşük, cürufların üzeri 2-3 m. nebati toprak dökülüp ağaçlandırılmalı. Bunun yapılmadığını görüyoruz. Sayımız maalesef çok az. Bodrum'da da gördük. Destek vermemenin bedelini çok ağır ödeyecekler. Kervanın uğrak noktalarında uzmanlarla paneller yapılmalı.

Ayşe Çoban (İkizköy): Köyümüz gitmesin diye uğraşıyoruz, diğer köyler de yok olacak. Ekmek, su, toprak çok önemli. Tarıma zarar vermeden enerji üretsinler.

Züriyya Üner (Kalınağıl Köyünden emekli öğretmen): Termik santralin zararları konusunda; zeytin verimi ve çam ormanları, arıcılık da konu edilmeli. Bu alanlarda ağır kayıplar yaşanıyor.

Hasrettin Turgut (Turgut'tan arıcı): Arıcılıkla geçiniyoruz. Akarsularımız kesildi, çam balı kalmadı, hava kirliliğinden dolayı bal veren basra böcekleri yaşamıyor artık. Termik santralin çevresine verdiği zararlardan dolayı mağduruz.

Fikret Çoban (MUÇEP Milas): Dokuz gündür yürüyen Muğla Adalet Kervanının, Milas ve Bodrum duraklarına katıldım. Aldığım geri dönüşler, su ve yoksulluk üzerineydi. Yoksulluk o kadar derin ki her şeyin önüne geçmiş. Evet insan için, tüm canlılar için en önemli temel ihtiyaç su ve temiz havadır. Onun ardından suyu ve temiz havayı üreten ağaçlar yani ormandır. Akbelen Ormanı gibi yok edilmek istenen binlerce dönüm orman ekosistemidir.

Doğa hangi zulmü ve yoksullaştırmayı yaşıyorsa emek ve üretim de aynı zorlukları ve kötülükleri yaşıyor. KRT haber, Limak Patronu Nihat Özdemir’le ilgili bir haber yapmıştı. Sunucu, ‘Akbelen ormanlarını siz mi kestiniz?’ diye sordu.  ‘Hayır biz kesmedik, devlet kesti, Orman Genel Müdürlüğü kesti’ dedi. Akbelen direnişinin yarattığı psikolojik üstünlük altında ezilen Limak Patronu, açıkça Akbelen ormanını biz kestik ya da kestirdik, diyemiyor. Bu bile bu mücadelenin gücü ve başarısıyla ilgilidir. Demek ki mücadeleyi sadece Limak üzerinden değil, esas siyasi iktidarı ve onun organlarını zorlamamız gerekiyor.

Önümüzdeki günlerde mutlaka yoksulluk ve su, yoksulluk ve ekoloji, yoksulluk ve iktidar hatta yoksulluk ve yerel yönetimler çalışması üzerinden ekolojik, emek ve demokratik hareketi büyütmenin yollarını birlikte aramalıyız.

Son olarak Milas 78'liler grubun da üyesi olan Yatağan-Turgut’tan Muammer Bahçeli arkadaşımızın sosyal medya paylaşımına değinerek, sözlerimi noktalıyorum. Arkadaşımız paylaşımında şunları yazmıştı: 'iklim adaleti yürüyüşü başladıktan sonra geçmişte birlikte olduğumuz ve aynı işi yaptığımız TES-İŞ sendikamız, Akbelen direnişine ve termik santrallarının kapatılması konusunda katılmadığım yanlış açıklamalarda bulundu. Termik santralleri zehirlemeye devam ediyor. Yaşamımızı yok etmeye devam ediyor. Bir sendika başkanın görevi, yaşadığı yerin doğasına, havasına, suyuna sahip çıkmak ve halkının yanında olmaktır, şirketin yanında değil... Yatağan Termik santrali halkı zehirliyor, geceleyin bacagazı arıtma filtreleri devreden çıkarılmaktadır.’

Değerli arkadaşlar size ne diyorlar, ‘ekmeğimizi versinler de nasıl verirlerse versinler,’ demek tam bir körleşme ve tüm yaşam haklarından vazgeçme halidir. Akbelen'den vazgeçmiyoruz!

Ülkem Kurt: Yaş ortalamamız 60'ın üzerinde. Gençlere yönelik tanıtımlar, bilgilendirme yapılmalı, mücadeleye kazanılmalılar.

Aytaç Yakar (İkizköylü): Pirincimize, peçetemize kadar her şeyimizi nöbet alanından aldılar, yeni nöbet alanını jandarma bastı. Bunun stresini atamadım. Askere vatanını koru dedim. Nöbet alanını bastıklarında 2 kişi 10 askere yettik. Limak'ın zavallısı olmayın dedim. Ölmek var, dönmek yok.

Nihat Gençosman (Turist Rehberi): Sıkı bir koordinasyonla, ortada daha çok görünerek ilerleyeceğimiz bir süreçteyiz. Herkesin iletişim numaraları Necla'da olmalı. Verilerin yazılı olarak bir yerde olmasına ihtiyacımız var. Sokakla parlamento dengesini iyi kurmalıyız. Kömürün Ötesinde Milas kitabında değerli veriler var. Bunları derli toplu bir araya getirip, insanlara anlatalım.

Hüseyin Yorulmaz (Sol Parti Milas İlçe Başkanı): Kesim sırasında gelen Milaslı oranı toplamın % 5'i bile değildi. Milas'ı ikna edip, yanımıza almadan bu mücadeleyi kazanamayız. Milas neden destek vermiyor, ardındaki siyasi sebepler nelerdir? Bunlar iyi irdelenmeli. Buranın suyu Milas'ın suyu demektir. Termiklerin kirlettiği hava Milas'a geliyor.

Köyceğiz'den bir kişi: Bu sorun herkesin sorunu, sadece Milas, Bodrum değil. Kötüye karşı tarafız. Gelecek eylemde yanımızda 2-3 kişiyi getirmeliyiz. Çoğalmak için.

Fazıl Moroğlu (Milas Yurttaş İnisiyatifi): Milas yurttaş inisiyatifi, Milas’ta yaşayan sol-sosyalist-yurtsever bütün parti temsilcilerinin STK temsilcilerinin ve bireylerin bir araya gelerek; ‘biz de varız, Milas’ı birlikte yönetebiliriz’ diyerek oluşturdukları bir grup. İlkelerimiz doğrultusunda çevreden, ekolojiden, emek mücadelesinden ödün vermeden kendi adayımızla yerel seçimlere katılacağız. Hiçkimseyle ve düzen partileriyle asla pazarlık yapmayacağız. Yüzü sola dönük, bizim belirlediğimiz ölçütlerde bir adaya destek verebileceğimizi söyledik ancak yazılı bir mutabakat olursa.

Mevcut belediye yönetimi ile kesinlikle bir araya gelmeyeceğimizi de belirttik. Milas ormanlarını, su kaynaklarını talan eden şirketlerle iş tutan, Bargilya’ya ruhsat veren, Akbelen direnişçilerin karşısında duran bir yönetimle asla biraraya gelemeyiz.

Mevlut Çukur (İkizköy Işıkderesi’nden olup, 4-5 yıl önce toprakları istimlak edilince Çamköy’e yerleşti): Orman Bakanlığına soru: vatandaşın 1 çam kesimine 30 yıl ceza veriyorsun. Neden bu ormanları kestin, amacın nedir?

Necla Işık (İkizköy Çevre Komitesi ve KARDOK Başkanı): Umutsuzluğa düşmeyelim. Bu kadar insanla bile onları huzursuz ediyoruz. Biz inat ettiğimiz için mücadele sürüyor. Biz bırakmadık, sizler de bırakmayın. Bizim için en büyük zenginlik toprağımız, zeytinimiz. Gittiğimde Bodrum'un kuruduğunu gördüm. Esas mücadele şimdi başlıyor. Bu mücadele Bodrum için, Milas için, hepimiz için. Toprağımızı savunmaktan vaz geçmeyeceğiz.

Esra Işık (Aktivist-İkizköy): Bu mücadelenin biteceğine inandılar. Herkese büyük zulümler uygulandı. Sabahtan beri bizi gözetliyorlar, drone’lar uçuruyorlar. Bir kişi de olsak bizden korkuyorlar. Bize düşen çoğalarak, dayanışmayla devam etmek, Milaslılar ve Bodrumlularla birlikte.

 

 




Bu haber 1181 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER ÇEVRE Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI