Bugun...



Tarımda Neo-Liberal Zorbalık!

Neoliberalizmin dünya çapındaki stratejisi, sömürgeci küreselleşmenin gereği olan yeni uluslararası işbölümünü yapılandırmaktır. Çevre ülkelerde, ekonomik yapı bu amaca uygun politikalarla desteklenmektedir. Gözlemlenen ilk eğilim, ekonomik büyüme ile istihdam artışları arasındaki ilişkinin zayıflamasıdır. İkinci eğilim ise, istihdamın giderek daha istikrarsız ve güvencesiz hale gelmesidir.

facebook-paylas
Tarih: 26-05-2020 15:12

Tarımda Neo-Liberal Zorbalık!

TARIMDA NEOLİBERAL ZORBALIK

Eşber KAYA

Cici kapitalizm tarafından insanlara ekonomik bir kalkınma ideolojisi olarak yutturulmaya çalışılan neoliberalizm, özel mülkiyet kavramını yücelten, serbest piyasa ekonomisini (ülkemizde olduğu gibi gerekirse devlet eli ile) hayata geçirmeyi hedefleyen bunu yaparken de kamunun özellikle üretim ve ticaret alanlarındaki denetim ve düzenleme faaliyetlerinden çekilmesini öngören bir ucube. Bu ekonomik modelde üretimin yerini finansal sermaye almıştır. Devletler tarafından halka adeta bir marifetmişçesine güzel ambalajlar içerisinde sunulan neoliberalizm, bu süslü ambalajların altında ise ekonomik ve siyasi gücü tek elde tutmayı amaçlayan merkezileşme ve otoriterleşme gayelerini barındırıyor. Özellikle içerisinden geçmiş olduğumuz dönemde ülkemiz adına bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

70’li yılların başından itibaren dünya ekonomisi küreselleşme adı altında derin bir değişim geçirdi. Sermayenin yeni ve daha saldırgan bir şekilde yeniden yapılanması sonucuna hizmet eden bu köklü değişim ile birlikte birçok sektördeki üretim ve ticaret basamakları da farklılaştı. Bu farklılık özellikle finansal sektör ve ticaret alanında daha kural tanımaz bir hal alırken tarımın da bu yeni dalgadan etkilendiğini sonuçları anlamında artık daha net bir şekilde görebiliyoruz. Özellikle uluslararası tekellerin geliştirdikleri yeni ve sömürüye dayalı tarımsal ticaret ve uygulama anlayışları sonucunda tarımsal alandaki kalkınmacı anlayış terk edilerek, tarlalar ve tarımsal üretimin yapıldığı her alan tek tek ülkelerin ve özelde çiftçilerin üretim alanı olmaktan çıkarılarak tekellerin inisiyatifine bırakıldı. Bu zorunlu terk edişler ise devletler eli ile kolaylaştırıldı.

‘’Sonuç olarak önceki otuz yılın emekten ve kalkınmadan yana uluslararası sistemi tasfiye edildi; yerine sermaye dostu düzen getirildi.’’ (1)

Neoliberalizmin dünya çapındaki stratejisi, sömürgeci küreselleşmenin gereği olan yeni uluslararası işbölümünü yapılandırmaktır. Çevre ülkelerde, ekonomik yapı bu amaca uygun politikalarla desteklenmektedir. Gözlemlenen ilk eğilim, ekonomik büyüme ile istihdam artışları arasındaki ilişkinin zayıflamasıdır. İkinci eğilim ise, istihdamın giderek daha istikrarsız ve güvencesiz hale gelmesidir. (2)

Geçtiğimiz haftaki yazıda da bahsettiğim gibi ülkemiz de bu yeni küresel sömürü uygulamasından payına düşeni aldı. 24 Ocak kararları, bunu takiben 12 Eylül darbesi ile kendine alan açılan neoliberal politikalar ile tarımla geçimini sürdüren çiftçiler de Dünya Bankası ve IMF’nin sömürü politikalarından olumsuz manada doğrudan etkilendi. Uluslararası şirketler için ticaretin önündeki engelleri kaldırmayı hedefleyen Tarifeler ve Ticaret Genel Anlaşması’nın (GATT) imzalanmasıyla birlikte Türkiye’de tarımsal alandaki üreticiler adeta uluslararası tekellere kurban edildi. Tarımın serbest piyasa içine alınabilmesi için KİT’ler özelleştirildi, varsa özelleştirmenin önündeki tüm yasal engeller kaldırıldı.

1980’li yıllardan başlayarak uygulanan politikalarla devlet-köylü ilişkisinin yerini sermaye-köylü ilişkisi almaya başladı. IMF-Dünya Bankası patentli programlar küçük üreticiliğin çözülme sürecini hızlandırdı. Küçük ölçekli çiftçiler üretimden çekilirken, yerini tarım şirketlerine dayalı bir yapı almaya başladı. (3)

12 Eylül darbesi ile uygulaması kolaylaştırılan neoliberal uygulamalarla yani tarımdaki yeni sömürü düzeni ile birlikte çiftçiler ve özelde küçük üreticilerin yeni muhatabı uluslararası tekellerin yereldeki taşeronluğunu yapan özel şirketler oldu. Kalkınmacı politikanın terkedilmesi ile birlikte tarımsal üretimdeki planlamalardan vaz geçilerek üretici kendi kaderi ile baş başa bırakıldı.

DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümetinin 1999 yılında IMF ile yaptığı stand-by anlaşmasıyla çiftçinin desteklenmesi anlayışından devletin vazgeçmesi neticesinde ‘’Doğrudan Gelir Desteği’’ programı başlatıldı. Doğrudan Gelir Desteği uygulaması ile birlikte kamu maliyesindeki yükün azalacağını savunan hükümetin ise gerçek amacı buradaki harcama kalemini dış borçların ödenmesinde kullanmaktı. Ancak Doğrudan Gelir Desteği uygulamasının sonucu üreticinin beklediği gibi olmadı, tarımsal alandaki üretim azalarak ülke tarımda ithalatçı bir pozisyon almaya zorlandı. Zaten Doğrudan Gelir Desteği uygulaması ile birlikte tarımdaki neoliberal politikalar devlet tarafından gerçekleştirilip denetlenirken bir yandan da üreticinin ağzına bir parmak bal çalınarak olası bozuk seslerin çıkmasının engellenmesi hedefleniyordu.

AKP’nin iktidara gelmesi ile birlikte 12 Eylül darbesinin mirası olan neoliberal ekonomik politika uygulamaları da hız kazandı. Bu süreçte 1999 yılında yapılan stand-by anlaşmasına sonuna kadar bağlılık gösteren AKP, agresif ve adeta hasmane bir tutumla tarımsal üretimi destekleyen KİT’lerin özelleştirilmesine öncelik vererek tarafını belli etmiş oldu. Bu uygulamaların doğal sonucu olarak üretimde devletin uygulaması gereken (üreticiyi) koruma politikalarından vaz geçilerek piyasanın regülasyon mekanizmasından küçük üretici ve bakanlık bilinçli bir tercih olarak saf dışı bırakıldı. Bu sayede tekellerin sadece üretimde belirleyici olmalarından ziyade, ürünün satış ve pazarlanmasında da daha belirleyici olmaları da sağlanmış oldu. Tüketici de bu sömürü düzeninden ortaya çıkan gıda enflasyonu sebebiyle en az üretici kadar olumsuz anlamda etkilendi. 

Özelleştirme uygulamaları ile birlikte TÜGSAŞ, İGZAŞ gibi kimyasal gübre üreticisi kurumlar, Türkiye Zirai Donatım Kurumu, TEKEL, SEK, şeker fabrikaları gibi kamu idare ve denetimindeki tarımsal üretimi destekleyen kurumlar hükümetler tarafından adeta yok paraya elden çıkarıldı. Tarımsal üretimin sağlıklı bir şekilde devamı ve gıda güvenliğinin temini gibi temel stratejik konular hesaba katılmadan, adeta batan geminin malları dercesine yapılan özelleştirmeler neticesinde Türkiye, tarımda kendi kendine yeten bir konumdan çıkarak net tarımsal ithalatçı pozisyonuna sürüklendi. Bunun doğal sonucu olarak da tarımsal üretim ve arz noktasındaki belirleyicilik çok uluslu gıda tekellerine terk edildi.

Kırsal alanda tarımla geçinen kesimin istihdamdaki payını düşürmeyi planlayan yeni anlayış ve tarımsal üretimdeki eksen kayması ile birlikte tarımsal alandaki istihdam da yıldan yıla düşüş gösterdi. Bu tespiti TÜİK rakamları ile somutlaştırmak gerekirse, AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından itibaren tarımsal istihdam çok ciddi bir şekilde azaldığını gayet net olarak görebilmek mümkün. 2002 yılında tarımsal istihdamdaki kişilerin oranı %34,9 iken son açıklanan veri olan 2020 yılı şubat dönemindeki oran %15,5 olarak gerçekleşti. Sadece son 18 yıllık süreçte tarımsal alandaki istihdam yaklaşık %66 oranında azaldı. Yani AKP’li yıllarda çiftçi tarlasından koparılarak uzaklaştırılmış ve asgari ücretle ailesini geçindirmeye mahkum edildi.

Çiftçinin terk etmek zorunda kaldığı arazilere bankalar faiz borcu için el koymuş, tarımsal alanlar istihdama açılmış, zeytinlikler ve ovalar maden şirketlerine peşkeş çekilerek aynı zamanda halkın sağlığına da kast edilmiştir. Kupon arazi olarak tanımlanarak yasal statüsü değiştirilen tarım arazilerinin sadece AKP hükümeti döneminde %10’unun inşaat sektörüne peşkeş çekildiğini hatırlatmak bile yeterli olacaktır.

Başka bir örnek ise 2006 yılında çıkarılan tohum yasası. Üreticinin ve üretici örgütlerinin görüşlerini almak yerine tohum endüstrisindeki tekellerin talimatı ile hazırlandığı aşikar olan yasanın uygulama yönetmeliği 19 Ekim 2018 tarihinde, “Yerel Çeşitlerin Kayıt Altına Alınması, Üretilmesi ve Pazarlanmasına Dair Yönetmelik” adı altında yayımlandı (4). Yönetmelikle belirlenen çerçeve ile yerli tohumu çoğaltmak, takas etmek, kullanmak yasaklandı. Sertifikalı tohum kullanımını teşvik bahanesinin ardına sığınan hükümetin bu adımını tohum lobilerinin yönlendirmesi ile attığı ortada. Köylüyü ciddi bir zaman kaybı, bürokratik engeller ve maliyet cenderesine sıkıştırılarak yerli tohumdan uzaklaştırıp, hibrit tohum kullanımını artırmayı hedefleyen AKP bu hamlesi ile amacına ulaşmış oldu.

Örnekleri daha da çoğaltmak mümkün. Ancak temelde yatan gerçek sorun, neoliberal ekonomik ideoloji çerçevesinde tarımda kurulan yeni sömürü düzeni. Bu düzeni kırabilmek için üreticiler ve tüketiciler öncelikli olarak neoliberal politikalara alternatif ve uygulanabilir politikalar geliştirmek zorundadır. Bunu sağlayabilmek içinse temel ve vazgeçilmez şart örgütlenmelerini demokratik bir çerçevede yaratılabilmiş olmalarıdır. Güçlü bir örgütlenmenin sağlanamadığı her durumda iktidarın ve tekellerin uygulamaları daha da pervasızlaşacaktır. Sadece güçlü üretici örgütleri ile neoliberal tarım politikalarına karşı; tarımsal üretimin devamını, tarımsal alanların korunmasını, doğayı, ekosistemi, yerli tohumu, biyolojik çeşitliliği ve gıda güvenliğini savunabilmek ve koruyabilmek mümkün olacaktır. Ancak bu sayede çiftçi kendi tarlasında ‘’bedel’’ olmaktan kurtulacak, işlediği tarlada ve ürettiği üründe asıl söz sahibi olabilecektir.         

 

(1) Tarımsal Değişimin Sınıfsal Dinamikleri, Henry Bernstein, Yordam Kitap   

(2) http://earsiv.odu.edu.tr:8080/xmlui/handle/11489/1101

(3) https://m.bianet.org/bianet/tarim/164529-neoliberalizm-tarimsal-yapiyi-tahrip-etti

(4) https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/09/20190903-1.htm

 




Bu haber 692 defa okunmuştur.


Etiketler :

FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EKONOMİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI