Bugun...



Datça'da Sahiller, Çevreciler, Esnaflar Ve Bugünün Gençliği Üzerine

Adı Levent Can GÖRDESLİGİL. 26 yaşında. 2019 yılında hukuk fakültesinden mezun olmuş. 2020 yılında avukatlığa başlamış. Branşı “Uluslararası Hukuk”muş. Yüksek lisans tezi de bu konu üzerineymiş. Datça, Muğla ve İzmir'de farklı avukatların yanında avukatlık mesleğini sürdürmeye çalışıyormuş. “İki yüz, belki de üç yüz yıllık Datçalı bir ailenin” üyesi olduğunu söylüyor.

facebook-paylas
Tarih: 20-04-2023 11:48

Datça'da Sahiller, Çevreciler, Esnaflar Ve Bugünün Gençliği Üzerine

MEHMET ERDAL / DATÇA

Şu an Özbel'de, Özbel İskelesi olarak bilinen kıyıda Özbelliler ve Datçalı çevreciler ya da ekolojistler tarafından 40 günü aşan bir süredir yürütülen bir mücadele var. Bu mücadele hakkında bir bilgin var mı? Ne kadar ne biliyorsun?

16.04.2023 günü akşamı kapalı olan Tadım Pastanesi önündeki boş masaların birisinde karşılıklı olarak otururken sordum bu soruyu genç Datçalıya.

Adı Levent Can GÖRDESLİGİL. 26 yaşında. 2019 yılında hukuk fakültesinden mezun olmuş. 2020 yılında avukatlığa başlamış. Branşı “Uluslararası Hukuk”muş. Yüksek lisans tezi de bu konu üzerineymiş. Datça, Muğla ve İzmir'de farklı avukatların yanında avukatlık mesleğini sürdürmeye çalışıyormuş. “İki yüz, belki de üç yüz yıllık Datçalı bir ailenin” üyesi olduğunu söylüyor. Aile köklerinin bir ucu Karaköy, bir diğer ucu Reşadiye'de imiş. 1938-1953 yılları arasında Datça'da Belediye Başkanlığı yapmış olan Karaköy’lü Cazim SERİN büyük dedesi; 1977-1980 yılları arasında Datça Belediye Başkanı olan Tufan SERİN dedesi; 1982-1989 yılları arasında Belediye Başkanlığı yapan Reşadiyeli Savaş ÖZALP ise amcası imiş. “Dayım da bir ara aday olmak istedi ama arkadaşı Mustafa SOYTOK (1989-1999) aday olunca, vazgeçti” diyor. Karaköy'de Hasan Yılmaz, ailenin bilinen en büyük kişisi imiş. Ailesinin sevilen ve bilinen bir aile olduğunu, ailesinin geçmişinde Datça için birçok iş yapmış insan bulunduğunu, söylüyor. Ailesi ile gurur duyuyor.

Babası vefat etmiş. Annesi ve üniversitede okuyan kız kardeşi ile birlikte yaşıyor. Avukatlığın yanı sıra aile işletmesi konumundaki apartları ile ilgileniyor.

 ÖZBEL İLE İLGİLİ YALNIZCA SÖYLENTİLER DUYDUM

“Datça'da yaşanan her olayda olduğu gibi bu olay ile ilgili olarak da bir söylenti esnaflar arasında dolaşıyor; elbette, bu kadar kısa sürede bu söylentilerin ne ölçüde doğru olduğunu bilemeyiz” diyerek sorduğum soruya cevap vermeye başladı. “Esnaf olarak, hem konuştuğum Datçalıların hem de benim yorumum şöyle: 2014-15 yıllarından itibaren Datça kıyılarını kiralama hakkını elinde bulunduran MUÇEV'e (Muğla Çevre Vakfı) karşı Özbel'de bir mücadele başlamış. Bunun dışında bir bilgim yok. Bu olay ile ilgili herhangi bir haber de okumadım.”

Bu mücadele ile ilgili bazı haberleri ben yaptım ve Datça'da çokça takip edilen bazı yerel İnternet sitelerinde yayınladık. Hiçbirisini okumadın mı?

“Kaçırmış olabilirim.”

Peki bu mücadele ile ilgili bazı duyumlar kulağına geldikten sonra “Hele bir gidip bakayım, ne oluyor burada?” dediğin de mi olmadı?

“Hem işim gücüm var hem de biliyorsun, bu tür mücadelelerin sonunda 'hayal kırıklığı' çok oluyor. İnsanların bu nedenden dolayı da bu tür eylemliliklere destek vermediğini düşünüyorum.”

 BU EYLEMLİLİKLER, 'SONUÇSUZ İŞLER' OLARAK GÖRÜLÜYOR

Anlamak için soruyorum: Yani senin bildiğin çerçevede, Datçalılar bu tür eylemlilikleri yanlış mı buluyor? Sonuçsuz işler olarak mı görüyor? Başka bir şey mi?

“'Sonuçsuz işler' olarak gördüklerini düşünüyorum. Bu şekilde çok da duyumum var. Aslında MUÇEV'e karşı açılan birçok davanın kazanıldığını biliyorum, bir avukat olarak. Örn: Marmaris Belediyesi kazandı. Bizim Datça Belediyesi de açtığı bazı davaları kazandı. Yürütmeyi durdurma kararları var, en azından.

Biliyorsun, yargılamalar, iki aşamalı oluyor. Genelde, ilk aşamada, biraz da halkı tatmin etmek için verilen kararların Yargıtay'da bozulup tekrardan geri geldiğini ve onandığını gördüğümüz için böyle düşünüyoruz. Örn: Datça Belediyesi'nin kazandığı bazı davalar şu an Yargıtay'da. Böyle çok dava var; önce, halka 'kazandık' duygusu verilen ama sonrasında Yargıtay'da tersi kararlar çıkan.”

Yani diyorsun ki Belediye'nin MUÇEV'e ya da başka bir yere karşı açtığı ve kazandığı davaların Yargıtay'da nasıl sonuçlanacağına dair kafalarda soru işaretleri var ve bu soru işaretleri Datçalıların bu eylemliliklere uzak durmasının bir nedenidir?

“Evet.”

 BİR DEVLET KURUMU YA DA YEREL YÖNETİMLER YETKİLİ OLMALI

Özbel'deki olay şöyle: Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile oradaki bir işletme 05.10.2022 tarihinde 3'er yıllık periyodlar halinde olacak şekilde aralarında bir sözleşme imzalıyor. Danıştay 13. ve 6. Daireleri, bu sözleşmenin dayandığı yönetmeliği 18.10.2022 tarihinde iptal ediyor. Danıştay İdari Davalar Kurulu da bu kararı onaylıyor. Karar kesinleşiyor. Şimdi, bu karara dair farklı yorumlar yapılıyor: Mücadelenin içerisinde de yer alan bazı avukatlar bu kararın “İdari Hukuk” kapsamındaki bir karar olması nedeniyle geriye doğru yürüyeceğini ve haliyle bu sözleşmenin geçersiz olduğunu söylüyor. Bazıları ise, sözleşmenin 18.10.2022 tarihinden önce imzalanması nedeniyle geçersiz kabul edilemeyeceğini savunuyor.

Öte yandan, işletme, bu gelişmelere karşın sahilde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği ile imzaladığı sözleşme kapsamında olduğunu iddia ettiği bazı düzenlemelere girişiyor; üstelik, sözleşmenin 5. Maddesine de uymuyor ve kıyıda çelik konstrüksiyon üzerine platform yaparak, kıyıda kalıcı anlamda bir değişikliğe gidiyor. Belediye, gösterilen tepkiler üzerine, sözleşmenin 5. Maddesini çiğneyerek yapılan bu platformu kaldırttı.

Şimdi sorun şu: Özbel'de ve daha geniş anlamda, MUÇEV'in kiralama yapa geldiği kıyılarda bundan sonra nasıl bir uygulama olacak?

“Danıştay, bir çok davada, aynı nedenle 'yürütmeyi durdurma kararı' veriyor. Burada en büyük sıkıntılardan birisi, MUÇEV'in 'elden ihale' sistemiyle kıyıların kiralanması hakkını ilgili Bakanlıktan almasıdır. MUÇEV denilen şirket, halkın anlayacağı bir dille ifade edersem, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'na davet ediliyor. O davet sonrasında yapılan birebir görüşme ile ihale ona veriliyor. Yani, 'açık ihale' yapılmıyor. Haliyle, 'açık ihale' yoluyla ihale yapılmadığı için Danıştay tarafından yürütmeyi durdurma kararı veriliyor. Bir başka deyişle, ilgili Bakanlık kapalı kapılar arkasında MUÇEV denilen şirket ile el sıkışıp, yine halkın deyimiyle bazı kıyıları MUÇEV'e peşkeş çekiyordu; kıyıların kiralanması konusunda sistem böyle çalışıyordu.

Ben, kıyıların kullanım hakkının bir şirkette olmaması gerektiğini savunuyorum. Anayasa'da bize verilen haklardan birisi ormanların, kıyıların... halka ait olduğudur. Kanımca, bu hak, bir Devlet kurumu ya da yerel yönetim tarafından kullanılmalıdır.

Böyle olursa, uygulamanın daha adil olacağını düşünüyorum. Hatta çözüm önerilerimden birisini söyleyeyim: Burada, Kumluk'ta, Taşlık'ta ya da başka bir yerde restoranlar var. Restoranların önü MUÇEV tarafından oradaki restoranlara kiraya veriliyor. MUÇEV o restoranların önünü kafasına göre parselasyon yapıyor, ölçüp biçiyor, oradan sahile girişi engelleyecek şekilde kiraya veriyor. Haliyle, sezon boyunca o işletmelerin önünde fahiş fiyatlarla şezlonglar müşterilere kiralanıyor. Bence, bunun yerine, örn: yerel yönetim o bölgelere şezlong koyup sadece o yere en yakın restoran hangisi ise o iş yerinin garsonlarının o sınırlar içerisine girmesine izin verebilir. Ortak sahil, ortak şezlong, belki aynı renkte şezlong yerel yönetimin kontrolünde... Müşteri, istediğinde, yiyecek içecek siparişini en yakındaki restorana verebilir.”

 MUÇEV NEDENİYLE HER ŞEY DEĞİŞTİ, KÖTÜLEŞTİ

“Bu ne demek biliyor musun? Ben Datça'da büyüyen birisiyim. Doğduğumdan beri Datça'da yaşıyorum. Çocukken, Datçalı çocukların şu an yapamadıkları şeyleri yapıyorduk; örn: sabah 08.00'de Kumluk Plajı'na giderdik. Akşam saat 17.00/18.00'e kadar top oynardık. O zamanlar hiçbir restoranın önüne masa atılmıyordu. Voleybol oynardık. Şu an Datça bir turizm kenti konumunda ama sahillerinde, örn: Kumluk ve Taşlık Plajları için söyleyeyim, havlu atıp güneşlenilebilecek, çocukların özgürce top oynayabileceği hiç bir yer kalmadı. MUÇEV ile imzalanan kira sözleşmeleri nedeniyle tamamen işletmelerin 'hak' iddia ettiği sahillere dönüştüler. Bunun böyle olmasının nedeni MUÇEV'dir. Bu yerler MUÇEV tarafından kiralandığı ve kira sözleşmesi kapsamında da o sözleşmeyi yapan iş yerlerine bazı haklar verildiği için o işletmeler tarafından kiralanan şezlong fiyatları devasa rakamlara ulaştı; bunu biliyoruz.”

MUÇEV ile herhangi bir ilişkin olmasa da biliyorsundur: MUÇEV kıyıları iş yerlerine nasıl kiralıyor?

“MUÇEV ile sözleşmenin nasıl yapıldığı bildiğim bir konu değil ama bu kıyılarda iş yeri sahibi olan arkadaşlarımdan duyduğum şu: İş yerinin önündeki sahile bir masa ve iki sandalye attığın anda MUÇEV gelip seni bulur. Geliyorlarmış ve eğer buraya masa, sandalye atıp ticari bir faaliyet yürüteceksen, MUÇEV ile kira sözleşmesi yapacaksın diyorlarmış. Hepsinin, örn: geçen yıllarda sezonluk 150-200.000 TL. bulan paralar ödediklerini biliyorum. Düşünün, şu Kumluk Plajında 10 civarında işletme var. Bunlar toplam 1-5-2 milyon TL. civarında bir para ödediler MUÇEV'e. Tabi ki bu durum, Datça'nın turizmini de etkiliyor. Gelen kişilerin Datça'ya ve bu kategorideki tatil beldelerine bakışını da etkiliyor. İnsanların ekonomik sorunlarını arttırıyor.”

Fiyatları da etkiliyor mu?

“Tabi ki. Siz olsanız bu iş yerlerini çalıştıranlardan birisi ve siz ödeseniz MUÇEV'e 150-200.000 TL. civarındaki bu paraları, siz ona göre şezlong fiyatı almaz mısınız müşteriden? Datça'da geçen yıl bir şezlongun günlük kira bedeli 400-600 TL. civarındaydı. Bir tek şezlong için, diyelim ki tek şezlong kiraladı müşteri 400 TL., iki şezlong kiraladı 400+400=800 TL. veriyor. Bunun böyle olmasının sorumlusu kim? MUÇEV...”

Yani, sence esnaf MUÇEV'e bir bedel ödüyor ve bu bedeli de müşteriye fatura ediyor. Peki MUÇEV ile bu kira sözleşmesini yapan esnaflar bu konuda ne düşünüyor? Tanıdığın esnafların bu konudaki yaklaşımları nedir?

“Bu kira sözleşmesinin, o sözleşmeyi yapan esnafın işine yarayan yönleri de var. örn: kiraladığı alanı istediği gibi kullanmak ve şezlongları istediği fiyattan kiralamak... gibi...

Benim gözlemim odur ki, işletmeler, bu kira sözleşmelerini 'dayatıldığı' için kabul ediyorlar. Kim o fiyatlara şezlong kiralamak ister ki? Kimse... Siz esnafın iş yeri kiralarını, vergisini arttırırsanız, pandemi sürecinde %1 olan Turizm Vergisini %8'e çıkarırsanız, kıyıları MUÇEV üzerinden kiralama yoluna giderseniz, haliyle işletmelerin yükünü arttırmış olursunuz. Bu durumda da fiyatlar alır başını gider, astronomik rakamlara çıkar. Sadece Datça'da değil ülkemizde denize girmek lüks oldu.”

 CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ KEYFİYETE YOL AÇIYOR

Sen bir hukukçusun. Kıyıların bir Devlet Kurumu ya da yerel yönetim tarafından değil de MUÇEV üzerinden kiralanmasının nedeni ne?

“Bildiğim kadarıyla, Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminden önce bu tür kararların verilmesi ve alınması çok zordu. Şu an, Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan bir yönetmelik çerçevesinde kurulan ve hareket eden bir şirketten söz ediyoruz. Öyle olunca, 'özelleştirmek' çok daha kolay oldu; sahiller bunlardan birisi. Bundan 20 yıl önce aklımıza gelir miydi sahillerin özelleştirilebileceği? Gelmezdi. Türkiye'de böyle bir ortam 100 yıldır oluşmamıştı.”

Yani, bunlar, Cumhurbaşkanlığı sisteminin yan sonuçlarından mıdır?

“Yan sonuçlarından ziyade, bir kolaylaştırma var. En azından 'onaylanması' çok kolay oluyor. Bugünkü sistem olmasaydı bu konuda bir TBMM kararı gerekecekti. Bunun için de TBMM'de oy çokluğu gerekecekti.

MUÇEV olayında, kıyıları MUÇEV'e peşkeş çekme durumu var. MUÇEV'in başındaki kişiler, sahillerin kiralanmasından komisyon alıyorlar.”

 MUÇEV'E NEDEN GEREKSİNİM DUYULUYOR?

MUÇEV'in işletmelerden aldığı bu paralar merkezi yönetimin bütçesinde açık seçik bir kalem olarak gösteriliyor mu? Yoksa bu toplanan paralar Gayya Kuyusuna atılıyor ve orada yok olup gidiyor mu?

“Bu toplanan paraların bütçede gösterildiğini düşünmüyorum. Ülkemizin bütçesinde zaten hiçbir şey gösterilmiyor. 90-100 milyar TL.'lik deprem vergileri bile bütçede gösterilmiyor. Bu işten birilerinin para kazandığını düşünüyorum. MUÇEV'den Devlete aktarılan para olup olmadığı sorusu, Devlet'in böyle bir şirkete ihtiyacı olup olmadığı sorusunu akla getiriyor. Devlet bu işleri kendi kurumları üzerinden yapamıyor mu? Neden MUÇEV Devlet ile halkın arasında? Neden bir şirket sahillerimizde parayı işletmelerden alıp Devlete veriyor? Herkesin yanıtlarını merak ettiği sorular, bunlar.”

 GENÇLERDE UMUTSUZLUK VAR

Peki, Özbel'de olduğu gibi çok farklı konularda da çevre/ekoloji vb... mücadelesi yürüten insanlara karşı ne düşünüyorsun?

“Kargı Koyundaki özelleştirmelere karşı gösterilen tepkiler içerisinde ben de yer aldım. Ben, kişi olarak bu mücadeleyi yürüten insanlar ile gurur duyuyorum. Maalesef, Türkiye genelinde, özellikle gençlerde, bir umutsuzluk var. Bende de umutsuzluk var. Gördüğüm kadarıyla, bu uğraşıların sonucunda pek fazla bir yere varılamıyor. Çok fazla uğraş vermen gerekiyor ama aldığın sonuç, senin 'idare edilmen' gibi oluyor.”

Sorun nerede?

“Ülkemizde büyük bir hukuksuzluk var. MUÇEV ile ilgili açılan davalarda da verilen yürütmeyi durdurma kararları, tamamen 'hukuka aykırı' bulunulduğu için verildi. Ne olması gerekiyor? Örn: MUÇEV'e bir ihale verilirken bunun Resmi Gazete'de yayınlanması, açık olması, herkese katılabilme hakkının tanınması... gerekiyor. Eşitlik ve adalet gerekiyor. Yani ihale sisteminin kendisinde bir sıkıntı var.”

Yat limanı? Kargı'da 128 dönümlük bir alanın Özelleştirme İdaresi üzerinden özelleştirilmesi?

“Onlar, tamamen Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile yapılan edilen işlerden. Bu konuları, ülke olarak bilmiyoruz. Şu anki Cumhurbaşkanlığı sistemi, aslında bizim Cumhuriyet ile terk ettiğimiz bir sistemdir. Osmanlı'nın son döneminde bile bu sistem terk edilmeye başlanmıştı; Padişah tek başına değil, yanındaki heyet ile birlikte karar veriyordu. Şu an ülkemizin alışık olmadığı bir durumun içerisindeyiz. Bir kişinin bir sözü ile 128 dönüm arazi, hatta daha fazla, o günlerde yalnızca Kargı Koyu'nda değil, Ödemiş'te de, Kuşadası'nda da, yanlışım yoksa, birkaç tane yer aynı anda özelleştirilme kapsamına alındı.”

Yani, bu tür mücadelelerin somut bir sonuca ulaşması konusunda senin kafanda soru işaretleri mi var?

“Evet, kesinlikle var. Kesinlikle inanmıyorum, maalesef, bu mücadelelerin başarıya ulaşacağına.”

Ne gerekiyor, başarıya ulaşmaları için?

“Hukuk lazım, her ülkede olduğu gibi. Benim kişisel düşüncem, var olan siyasi iktidarın değişmesi gerekiyor. Ülkenin tamamında büyük bir hukuksuzluk var. MUÇEV, bu hukuksuzluklardan sadece küçük bir örnek. Sadece MUÇEV'e odaklanacak olursak, yasalara aykırı olduğu için mahkemeler bu kararları veriyor zaten. Bu hukuksuzluklara yardım eden kurumlardan birisi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığıdır. Buna önayak olanların bu gidişatı durdurması lazım. İlgili Bakanlığın bu peşkeşe izin vermemesi lazım gibi, gibi... Şimdi burada kazansak, yanındaki koyda başlıyor aynı şey. Gerçekler böyle...”

 22 YILDIR AKP'NİN EĞİTİMİNİ ALIYORUZ

Sen CHP'nin de üyesisin. Gençler, bu mücadelelerin uzağında duruyor. Örn: Datça'da bu mücadelenin içerisinde yer alanlar emekli vb. olan yaşlı ve orta yaşlı kuşak. Bu durumu nasıl görüyorsun?

“Bu durum, sadece Datça ile ilgili bir durum değil. Örn: Ben 26 yaşındayım, bugün de yaş günüm. 22 yıldır AKP iktidarının eğitimini gördük. Bu süreçte, dünyayı da gezen birisi olarak, gidip gördüğüm yerlerdeki eğitim ile ülkemizdeki eğitimi kıyaslama olanağım oluyor. Eğitimin insanları ne düzeye getirdiğini gözlemleme fırsatım oluyor. Türkiye'deki eğitim, maalesef, yeterli değil. Şu anki gençlerde yeterli duyarlılık yok, gerekli bilinçte değiller. Tabi ki bu da bir sebep. Bu nedenle, şu anki gençler umursamaz. Şu anki gençler, benim son dönemine yetiştiğim Atatürkçü o milliyetçi eğitim sisteminden geçmediler. Nutuk'u okumadılar. Andımızı okuyarak büyümediler. İnkılap derslerinden çıkartılan Atatürk'ü, bizim genç iken anlamamız gereken, bu ülkeyi var etmek için harcanan çabayı öğrenemediler...”

Yani, 'biz diyorsun' sen, Türkçesi, 'son 20 küsur yılımızı AKP döneminde geçirdik; onun tedrisatından geçtik. Haliyle bizde oluşturulan kişilik, kültür... her neyse, bu mücadelelerin uzağında olmayı gerektiriyor. Bizden yürüttüğünüz mücadelelere somut bir tepki gelmeyince şaşırmayın.' Ben hiç böyle düşünmemiştim, biliyor musun? Gençleri boşu boşuna suçlayıp duruyoruz, yani.

“Evet. Gerçeği bu. Şu anki gençleri görmüyor musun? Sence de çok yetersiz değiller mi?”

Şöyle ifade etmek istiyorum: AKP'li bir aile, çocuğunun ya da daha geniş anlamda gençlerin toplumsal olaylar karşısında tepkisiz kalmasını normal bulur. Bu gençlerin tepkisiz kalmasını normal bulmayanlar AKP'li ya da benzeri konumda olmayan ailelerdir. Bizleriz.

“Şu da var: Ülkemiz, inanılmaz derecede 'tehlikeli bir ülke' haline dönüştü. Polis ülkesi olduk. Sosyal medyada bir şey paylaşmaya korkar hale geldik. Bir konuda bir mesaj atmaya korkar olduk. Bu nedenle başına 'iş' gelen onlarca, yüzlerce insan olduğuna dair duyumlar ve örnekler var. Ben kendim avukatım. Geçenlerde haberlerde denk geldim. İşte Cumhurbaşkanınca açılan on bin küsur hakaret davasının 2600'ü 18 yaşından küçük çocuklara açılmış. Bu korku ikliminde gençlerin ses çıkarmasını nasıl beklersiniz? Gezi Parkı olaylarında gördünüz, öldürüyorlardı bizleri. Öldürülenler, gençlerdi. Evlerinden alınanlar onlardı.

Şu da var: Diyorsunuz ki gençlik neden bu toplumsal olaylara destek vermiyor? Gençler ortada görünmüyor? Gençler eskiden olduğu gibi değil, diyorsunuz. Çok değil, 10 yıl önce olan bu Gezi Parkı olaylarında sadece gençler vardı. Ailelerinin 'Çıkmayın. Başına bir şey gelir' demelerine rağmen çıktılar. Eğer o gün aileleri ile sokağa çıksalardı, o gün o gençlerin önünde sizler yürüseydiniz, belki bugün bu yaşadıklarımız yaşanmayacaktı. Taşın altına elinizi sokmadınız. Eğer o olaylarda en önde bu ülkenin yetişmiş avukatları, doktorları, mühendisleri... yani orta yaşlı ve yaşlı kuşaklar yürüseydi, ülkemizin bugünleri çok farklı olabilirdi.

Bu nedenlerle gençlerden bir şey beklemeyin. Yaşlıların öncü olması gerekiyor...”

Haklısın, bizim kuşak, yani bugünkü toplumda orta yaş üstü olarak adlandırabileceğimiz bizim kuşak, Gezi Parkı olaylarında olduğu gibi pek çok olayda, sahip olduğunu düşündüğü 'konforu' kaybetme korkusu nedeniyle toplumsal tepkiyi gösterirken belli bir düzeyin üstüne çıkmamak için el frenini çekiyor, vitesi düşürüyor ya da geri vitese geçiyor. Geçmişte içinde bir dönem yer aldığı toplumsal mücadele nedeniyle yaşadıkları bir gölge gibi onları takip ediyor ve bazen de o gölge önlerine düşüyor. O gölge, yapmak isteyip de yapmaktan kaçındığımız şeyleri gençlerin yapmasını beklememize yol açıyor. O noktada da senin şimdi söylediklerin çok açıklayıcı oldu, benim için. Biz yapabileceklerimizi yapmaya devam etmeliyiz ve sizlerin tepkisizliğini de 'anormal bir durum' olarak görmemeliyiz. Eyvallah.

“Bu durum, bugünkü eğitim ile alakalı. Sizin gördüğünüz eğitim ile bizim gördüğümüz eğitim çok farklı. Sizin zamanınızdaki bir üniversite mezunu ile şimdiki üniversite mezunları çok farklı. Sizin zamanınızda üniversiteden mezun olmak zordu; herkes mezun olamazdı. Şu an mezun olmayanları dövüyorlar. Şimdinin lise mezunlarına eskinin ilkokul mezunları gözüyle bakılıyor. Şu an herkes üniversite mezunu. Olmayanlar çok az...”

Bu kuşak ne olacak?

“Bu kuşak geri kalacak. Bu kuşaktan bir şey beklemeyin. Görmüyor musunuz gençlerin durumunu? Daha moral bozucu bir şey söyleyeyim: Her yıl 4,5 milyon daha genç basmaya devam ediyor bu sistem, makinada basar gibi. Kendine özgüveni olmayan, hiçbir şeyden haberi olmayan, sosyal medyanın bağımlısı olmuş her yıl 4,5 milyon genç, her 5 yılda 25 milyon genç... Bu, bu ülkenin her şeyini değiştirir. Geçtiğimiz 22 yılda değiştirdi de. Şu anki 0-40 yaş arasındaki herkes var olan siyasi iktidarın eğitiminden geçti. Siz, 12 Eylül öncesinin çok bilinçli bir kesimiydiniz. Az çocuk yaptınız. Çocuklarınızı iyi yetiştirmeye çalıştınız. Bilinçsiz kesim 8-10 çocuk yapmaya devam etti. O dönemin üzerinden 40-50 yıl geçti. Afganistan, Suriye vb. ülkelerden gelen 15 milyon kişiyi de düşünürsek...”

Ne yapacağız?

“Umutsuz konuştuğumun farkındayım aslında. Birçok genç böyle düşünüyor. Birçok genç Avrupa'ya kaçmakta buluyor, o ülkelerde daha iyi koşullarda çalışmakta buluyor çareyi... Biz böyle beyin göçü vermeye devam ettikçe, Atatürk gibi birisinin gelip bu vatanı kurtarması dışında başka bir çaresi yok, bu ülkenin. Bunu derken kastettiğim onun gibi düşünen birisidir, başka bir şey değil...”

 GENÇLER EVLERİNDE, AİLELERİNİN YANINDA

Yeniden yereli konuşmaya dönelim. Datça'da, farklı tarihlerde Datça dışından gelip yerleşmiş ve Datça'yı kendisine 'yeni yurt' edinmiş, büyük çoğunluğu laik ve seküler bir yaşam tarzını sürdüren insanlar var; bu insanlar işte çevre/ekoloji konusunda, kadın hakları konusunda, kıyıların özelleştirilmesi, ormanlık alanların talan edilmesi, tarım... vb. konularda kendilerince bir mücadele yürütüyorlar. Bu insanlar, haliyle, bir yönüyle de gençlerin gelip yürüttükleri bu mücadeleler içerisine katılmalarını bekliyorlar. Ama, böyle bir şey olmuyor. Bu durumdan nasıl bir sonuç çıkarmak gerekir?

“Birincisi, ülkemizde, gençlerin bir örgütlenme olanağı yok. Yani, ne bileyim, Avrupa'daki gibi mahallelerde ne bir 'gençlik yuvaları' var, arada bir de olsa oturup bu tür konuları konuşabilecekleri, ne de bir partiye girmeleri kolay. O yüzden gençlerimizin örgütlenme açısından bir sıkıntıları olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, hangi grup gençten söz ediyoruz? Hani bir yerde gençler var da onlar mı gelmek istemiyor? Hani 50 kişi 100 kişi oturuyorlar da size destek mi vermiyor o gençler? Gençler evlerinde, ailelerinin yanındalar yani. Tek başlarına çıkıp nasıl gitsinler ve onlara destek versinler?...”

Bu tür etkinlikler, eylemlilikler içerisinde olan insanlar ne yapmalı?

“Gençlerden umut beklememeliler, gençliklerini hatırlamalılar. Kendi gençliklerinde belki daha radikaldiler, daha siyasallaşmışlardı...”

Peki ne yapacak bugün mücadele içerisinde yer alanlar? Gençler gelmeyecek ise, onlara dair bir umut beslemeyecekler ise ne yapacaklar?

“Anlaşıldığı gibi, sıkıntılı bir duruma düşüyoruz. Gençleri örgütlemeye çalışırsanız da polis baskısı karşınıza çıkarılıyor.”

Tamam. Bütün bunları kabul ediyorum. Benim bu konudaki düşüncem çok net: Dik duralım. Gençler bir gün gelecekler. Gençler gelmezler ise eğer, bu mücadeleler biter.

“Gençlerde öyle bir heves yok. Öyle bir tema verilmedi bize. Öyle bir teması olmayan bir gençten böyle bir tepki beklenebilir mi?”

 SİZİN VE BİZİM DÖNEMİMİZDEKİ GENÇLER FARKLI

Gençler, şu anki hallerinden memnun mu?

“Türkiye gençliği düzleminden Dünya gençliği düzlemine çıkarak yanıt vereceğim: Sizin zamanınızın gençliği ile bugünkü dünya gençliği arasındaki farkı ne ölçüde görebiliyorsunuz, bilemiyorum. Sizin zamanınızdaki pek çok tabu yıkıldı bugün; ırkçılık gibi örneğin. Başka tabular da yıkıldı. Gençlerin ortak düşüncesi, doğrunun yapılması ve barışçıl olunmasından yana... Şu anki gençlik çok daha ılımandır, bazı konularda... Kişisel düşünceme göre, şu anki 15-20 yaşındaki, 30 yaşındaki gençliğin ırkçılıktan yana bir sorunu yok. Ülkemize döndüğümüzde, Kürt-Türk sorunu bile artık bir sorun değildir, gençler için. Aşıldı. Bu konu sadece siyasi bir sorun olarak varlığını sürdürüyor. Türk, Kürt, Ermeni... milliyetçiliğini sadece yaşlılar yapıyor. Bu milliyetçilikleri yapanların hiçbirisinde genç liderler yok. Hiçbir genç, bu kesimlerdeki yaşlılar kadar radikal değiller. Eskiden, sizin zamanınızda genç liderler varmış. 17, 18, 20 yaşındaki insanlar bilgili ve donanımlıymış. İddialıymış. Lider olarak ortaya çıkıyorlarmış...”

Bizim dönemimizde gençler hayalleri için savaştıklarından okullarını bitiremediler, cezaevlerine atıldılar, vuruldular, işkence gördüler ve öldürüldüler.

“Şu an 25 yaşında olan bir gencin bu yaşına kadar 100 tane kitap okumadığını söyleyebiliriz; maalesef, gerçek bu. Hatta 100 çok büyük bir rakam, 10 tane bile okuduğunu sanmıyorum. Haliyle sizin döneminizle bugünkü gençlik aynı değildir, sadece aynı süreyi yaşamıştır, o kadar.”

 MUÇEV'DEN KİMSE MEMNUN DEĞİL

Kıyılar ve MUÇEV olayına dönelim...

“Bu konuda bir çözüm önerim şu olabilir: MUÇEV'den halkın da, esnafın da memnun olmadığını görüyorum. Her yerde nefret söylemleriyle karşılaşıyorum, hatta.”

Sahilde MUÇEV ile iş yapan esnaflar için de geçerli mi bu söylediklerin?

“Elbette. Onlar da çok yüksek meblağlarda kiralar ödüyorlar MUÇEV'e, eskiden ödemedikleri. Bu nedenle onlar da memnun değiller. Onlar da bu kiraları müşterisine yansıtmak istemez. Bu yansıtma nedeniyle müşterinin tepkisi o iş yeri sahibine yöneliyor. O esnaf mecbur. MUÇEV'e kira veriyor. Bunu kimden karşılayacak? Müşteriden.”

Esnafın bu konuda memnun olmadığını söylüyorsun. Peki bu esnaf bu konuda eylem yapan insanları neden desteklemiyor ya da o insanlar ile bir ilişkiye geçmiyor?

“Bu konudaki düşüncelerimi söylerim ama yayınlanması ne ölçüde doğru olur bilemiyorum. Şöyle: Bu eylemlilikler içerisinde yer alan insanlara genelde entel-dantel grubu denir. Bu grupların daha önceden yaptıkları bazı girişimlerin Datça'nın ekonomik olaraktan gelişmesine ket vurduğu düşünüldüğünden, örn: liman projesi, esnaf da şimdi bu konuda ne yapacağını bilmiyor, açıkçası. Yani, esnafın gözünde, bu insanlar, olması gereken bazı projeleri de iptal ettirdiklerinden, yerlilerin, esnafların desteğini sağlayamıyorlar.”

Esnaf böyle mi düşünüyor?

“Evet, esnaf böyle düşünüyor. Bu yargı doğru da olabilir, yanlış da olabilir. Esnaf, iptal edilen ya da iptal edilmesi istenen bazı projelerin Datça'yı ekonomik olarak geliştireceğini düşünüyor.”

Bu düşüncenin, esnafın böyle düşündüğünün yazılması ve bilinmesi gerekiyor. Yoksa, her şey 'sağırlar, birbirlerini ağırlar' misali devam edip gidiyor. Örn: Sözünü ettiğin liman projesi mi yanlış yoksa liman projesinin bu biçimde olması mı yanlış? Bunun tartışılması gerekiyor. Bu konuda bile farklı yaklaşımlar söz konusu.

“Bir de bu çevreci grupların aktivistlerinin de burada hataları olduğunu düşünüyorum. Örn: Çevreci gruplar dediğimiz de işte bunların bazılarının radikal insanlar olduğu anlaşılıyor. Gerçi, böyle şeylere karşı çıkarken radikal olmak da gerekiyor ama bu tür radikal söylemler sırasında bazı insanların siyasi düşüncelerine de karşı çıkıldığı anlaşılıyor. Örn: AKP'li bir insanın o çevreci gruplarda bulunması zor oluyor. Onlar dernek, platform her nerede örgütleniyorlar ise orada sol bir propaganda oluyor benim gördüğüm. Haliyle bu tür siyasi düşüncelere sahip olmayan insanların, esnafların desteğini kaybediyorlar anlayacağın. Yerlinin desteğini de onların 'umut' olarak gördükleri yatırımlara karşı çıktıkları için kaybediyorlar.”

Şunu mu anlamalıyız: Bir esnaf var AKP'li, MHP'li, CHP'li ya da başka bir siyasi düşünceden. MUÇEV ile kurduğu ilişkiye kafası yatmıyor, daha doğrusu bu ilişkiden rahatsız ama bu konuda mücadele yürüten insanlara, çevrelere karşı da önyargıları var; dolayısıyla o insanların uzağında kalıyor. O çevrenin içerisine girmiyor. Bu durumda, onlardan bir el uzatma mı bekliyor?

“İkisi de var. Halihazırda bu konuda bana gelip böyle şeyler söyleyenler yok. Çevreci insanlardan, gruplardan gelip benimle konuşanlar da olmadı.”

Senin, işte 'bütün AKP'li, MHP'li ya da benzer düşüncede olan esnaflar MUÇEV'i savunur, işte diğer esnaflar savunmaz' gibi bir düşüncen yok değil mi?

“Hayır, hayır. Kesinlikle. Değişen Türkiye'de AKP'li, MHP'li birçok insanın da birçok şeye isyan ettikleri oluyor.”

Yani, MUÇEV, esnafların siyasi düşüncelerinin tamamen dışında bir olaydır ve öyle de ele alınmalıdır.

“Benim gördüğüm, bütün esnaf MUÇEV'e karşı. Ben MUÇEV'i savunan, 'MUÇEV iyidir' diyen hiçbir esnaf görmedim daha. Datçalının görüşü budur, benim gözümde.”

Bu konuyu netleştirmek lazım. Bu söylediklerin çok önemli. Deniyor ki, örn: Kumluk Plajındaki esnaflar MUÇEV ile böyle bir ilişki kurmaktan memnun.

“Olur mu? Olur mu? Kim memnun olur bu ilişkiden? Böyle bir şey olabilir mi? Dünyanın parasını ödüyorlar, yıllık olarak. Hava parası veriyorsun, bir anlamda. Sahile, kuma hava parası veriyorsun. Kim memnun olur ki sahile, kuma 150-200.000 TL. hava parası vermekten?

Mantıklı düşünüldüğünde kimse para vermek istemez bir şey için. Ya da böyle yüksek meblağlar, ya da MUÇEV üzerinden komisyon hesabı giden parayı verirken ne kimse güvenir ne de gönüllü olarak vermek ister. Şahsen sahilde benim bir işyerim olsa ben de vermek istemem.”

Benim bu soruna bakışım da buna yakın. Esnafa bu konuyu anlatmak gerekir. 'Bu verdiğiniz haraçtır' demek gerekir. 25 yıl pazarcılık yapmış birisi olarak, empati yaptığımda, ben o esnafları anlayabiliyorum.

“Ben, şahsen belki on kez karşılaştım geçtiğimiz yaz müşteri ile esnaf kavga ederken; bu fiyatlar ne, diye. Esnaflar, bu fiyatları koymaktan, müşteriler de bu fiyatlardan yiyip içmekten çok rahatsızlar. Örn: 400 TL. şezlong. Müşteri bir hamburger yese, yanında bir kola vb. içse 400 TL. de onlara, al sana yuvarlak hesap 1.000.00 TL. Sadece deniz kıyısında güneşlenmenin bedeli bu. Olmaz, bu kadarı da olmaz. Ama ödüyorlar. Datça'ya tatile gelmiş, denizine girecek, güneşlenecek ve deniz kıyısında bir şeyler yiyip içecek de. Ondan sonra otele ya da aparta geliyor, orada da otel ya da apart sahibi ile kavga ediyor. Bu ne rezalet, diyor. Akşam restorana gidiyor, yine dünyanın parasını ödüyor.”

Yani, Datça'da yakınılan pahalılık esnafların keyfiyetinin bir ürünü değil, esnafların içinde bulunduğu koşulların ürünüdür. Elbette bu konuda keyfi davranan var mıdır? Vardır. Ama bunlar belirleyici değildir.

“Standart dışı hizmet sunduğunu, bundan dolayı fiyatlarının biraz daha farklı olduğunu söyleyen esnaflar da var ama bunların sayısı çok değil...”

 




Bu haber 995 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER TOPLUM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI