Bugun...



Datça Yarımadasında Şezlong Terörü Nasıl Biter?

İrfan Mukul bir öğretim üyesi. Doktora çalışmasını Datça Yarımadası'nın coğrafyası üzerine yapmış. Palamutbükü’nde yaşıyor. Eşi Yakalı, 1988 de evlenmişler, o gün bu gündür Datça'ya gelip gitmiş. Doktora tezinin dışında Datça Yarımadası'nın Coğrafyası adlı bir makalesi ve Knidos tarihi ve kentleşmesiyle ilgili uluslararası bir bildirisi var. Çalışma alanları arasında ekoloji ve kentleşme ağırlıklı olarak yer alıyor.

facebook-paylas
Tarih: 14-07-2023 14:14

Datça Yarımadasında Şezlong Terörü Nasıl Biter?

Söyleşi: Mehmet Erdal

İrfan Mukul bir öğretim üyesi. Doktora çalışmasını Datça Yarımadası'nın coğrafyası üzerine yapmış. Palamutbükü’nde yaşıyor. Eşi Yakalı, 1988 de evlenmişler, o gün bu gündür Datça'ya gelip gitmiş. Doktora tezinin dışında Datça Yarımadası'nın Coğrafyası adlı bir makalesi ve Knidos tarihi ve kentleşmesiyle ilgili uluslararası bir bildirisi var. Çalışma alanları arasında ekoloji ve kentleşme ağırlıklı olarak yer alıyor.

ÇEVRE DEĞİL EKOLOJİ

Ekoloji deyince ne anlayacağız?

“Ekoloji canlıların hem kendi aralarında hem de fiziksel çevreleri ile olan ilişkileri inceleyen bilim dalıdır. Çevre bilimi olarak da adlandırılmasına karşın ekoloji ve çevre ile kastedilenden farklı şeylerdir. Ekoloji doğadaki tüm canlı cansız ortamları ilişkisel ve bütünsel bir yaklaşımla kucaklarken çevre tabiri ise bizi daha dar bir kapsama hapseder. Örneğin 'Datça çevresi' dediğimiz zaman lokal olarak sadece Datça'yı düşünürüz ancak 'Datça ekolojisi' dediğimiz zaman Datça'yı etkileyen bütün süreçleri düşünmüş oluruz.

Kapitalizm, özellikle günümüzde geldiği aşama itibariyle, üretim biçimi olarak doğada müthiş bir hasara yol açıyor. Bu onun doğasından kaynaklanıyor. İnsanın doğası ise farklı diğer insanları da var sayarak kendini var etmeye çalışıyor. Kapitalizm ise daha çok kar odaklı düşünüyor ve kar için önündeki tüm engelleri ortadan kaldırmaya çalışıyor. İşte 'ekoloji hareketleri' denilen süreç buradan çıkıyor.”

Doğru kavram "Ekoloji Mücadelesi/ Hareketleri midir?

"Evet, aynen öyle. Ekoloji sadece fiziksel doğa ile ilgilenmez fiziksel çevrenin üzerinde yer alan toplumsal ilişkileri de inceler. Bu toplumsal ilişkilerin fiziki ortam ile yaptığı ilişkilere 'ikinci doğa' adı verilir. İkinci doğa, insan eliyle doğal süreçlerin tahribatıdır ve buradan ekoloji hareketleri doğar. Dolayısıyla da ekoloji bu ilişkileri açıklayabilmesi için işin içine toplumsal ilişkileri de katmak zorundadır. Örneğin Datça Yarımadası'nda ormanlar yandığında bu yangınları toplumsal süreçlerden, üretim ilişkilerinden bağımsız düşünemezsiniz.”

EKOLOJİ MÜCADELESİ "ÇİÇEK BÖCEK MÜCADELESİ" DEĞİLDİR

"Ekoloji mücadelesi” denilince sokakta söylendiği üzere 'çiçek böcek ile uğraşanları' değil, aslında hayatın kendisini mi anlamamız gerekiyor?

“Aynen öyle anlamamız gerekiyor. 'Yaşamın üretimi yeniden üretimi' için yapılan bütün faaliyetleri birlikte düşünmek hatta bunun mücadelesini birlikte vermek gerekiyor. Burayı biraz açalım: Örneğin Muğla Akbelen'de yaratılmaya çalışılan doğa tahribatı ya da Datça koylarındaki tahribat kapitalist sistemin piyasacı üretime dayalı ilişki biçimlerinin bir parçası. Başka bir ifadeyle yaşadığımız süreçler; ekolojik süreçlerin üretim ilişkilerinin piyasacı mantığına terk edilmesidir.”

Ekoloji mücadelesinin var olan kapitalist üretim ilişkilerine karşı mı yürütülmesi gerekiyor?

"Kapitalist üretim biçimini karşımıza almadan ekoloji mücadelesi yürütme ve başarılı olma şansımız yok."

ÜLKEMİZDE EKOLOJİ HAREKETLERİ TÜM DÜNYADA OLDUĞU GİBİ SORUNLUDUR

Peki, şimdi Datça'da ya da ülkemizin farklı yerlerinde devam eden ekoloji hareketlerinde bu altını çizdiğiniz nokta açısından bir sorun var mı?

“Şöyle söyleyeyim, sorun var, görüyorum. Örneğin, ülkemizdeki ekoloji hareketinin tarihselliğine bakalım: 1980'li yılların sonunda, Bergama'da altın madenine karşı yürütülen mücadele ile başladı bu süreç. Bu hareket, işin garip tarafı, aslında bir köylü hareketiydi. Olayın güzel tarafı, bu tabandan başlayan ve yükselen bir ekoloji hareketiydi.

Bergama'dan başlayan bu ekoloji hareketleri üzerine örneğin Hablemitoğlu'nun işte Alman Yeşiller hareketinin, vakıflarının Bergama'daki bu ekoloji hareketlerini desteklediği, dolayısıyla arkasında Uluslararası güçler var... yollu bir bakışı vardı, zaman bu bakış açısının yanlış olduğunu gösterdi. Bergama'da köylüler doğal yaşam alanlarının siyanür yoluyla altın aranırken kirletilmesine karşı mücadele yürütüyorlardı. Bu çıkış, Türkiye için anlamlı ve çok orijinal bir çıkıştı.

1990'lardan sonra çevre hareketi TEMA üzerinden ülke genelinde sadece 'erozyona karşı bir mücadele', Türkiye'nin erozyon yoluyla toprak kaybediyor olmasını baz alan bir mücadele olarak yürütülmeye başlanınca sorunlu ve bağlamından kopuk bir mücadele olmaya başladı. Bu mücadele Türkiye'nin her yerine yayıldı. Bugün bile bu yaklaşımın izlerini görüyoruz.

Günümüzde çevre hareketlerinin yaşadıkları coğrafyadaki sorunları çözebilmeleri için biraz önce söylediğimiz o üretim ilişkilerini baz alan bir sürece yaslanmaları gerekiyor. Aksi halde sorunlarını çözmeleri mümkün görünmüyor.”

 SERMAYE BAZI ÇEVRE HAREKETLERİNİ DESTEKLİYOR VE YÖNLENDİRİYOR

Bergama'da başlayan direniş için dedin ki “doğru bir çıkıştı” çünkü köylüler topraklarını savunuyorlardı ama sonrasında, işte TEMA örneği üzerinden hareketle “çevre mücadelesi yolundan saptı.” Bunun nedeni ekoloji mücadelesi konusundaki bilinç eksikliği miydi yoksa kasıtlı olarak mı bir saptırma oldu?

“Bir yönlendirmeydi bu, aslına bakarsanız. Sermaye, üretim ilişkilerini devam ettirmek istediği piyasaya böylesi çevreci grupların engel olmasını istemez. Dolayısıyla bu tür çevreci grupları yönlendirir. Örneğin, Almanya’daki çevre hareketinin, tam adıyla Yeşiller Partisi'nin CIA tarafından desteklendiğini biliyoruz.”

 Yani yürütülen çevre mücadelesi var olan kapitalist sisteme dokunmayacak... İstenen bu.

“Aynen. Bergama köylüleri ülkemizde bu hareketi başlatıyorlar, çıkış noktaları belli, çıkış noktaları 'yaşam hakkıdır’ ama öte yandan, bakıyorsunuz, TEMA'yı holdingler kuruyor. Burada bir çelişki yok mu? Dolayısıyla suya sabuna dokunmayan bir çevre hareketi Türkiye'ye dayatıldı.

Bugün bu durumun bir şekilde aşıldığını görüyoruz. Örneğin 'Derelerin Kardeşliği Hareketi'nden tutun da içerisinde yer aldığım ve onunla ilgili yazı da yazdığım Sinop'taki Termik Santral direnişi vardır, Yaykıl köyünde. Anadolu Grubu orada bir termik santral kuracaktı. Rusya'dan ithal kömür alacak, hemen karşı kıyıdan, çok kolay, çok ucuz. Sinop'ta kömür falan yok. Zonguldak'a, Afşin Elbistan'a yaparsanız termik santrali bunun bir anlamı var, çünkü oralarda kömür var ama kömürün olmadığı Sinop'ta bir anlamı yok. Kömür Karadeniz'in karşı kıyısından alınacak. Taşınacak. Gerze/Yaykıl, zaten kıyıda. Termik oraya kurulacak.

Yaykıl köylüleri direndiler. O da bir köylü hareketiydi. Köylü hareketini yüceltme anlamında söylemiyorum, bunları. Orada çalıştığım için biliyorum, Sinop Üniversitesi öğretim üyesiydim. Dünyanın en başarılı 5 çevre direnişinden birisidir bu direniş. Çünkü, o bölgede yaşayan halkın direnişi nedeniyle sözünü ettiğimiz o termik santral kurulamadı. Neden biliyor musun? Sadece köylü hareketi olmasından değil, Örneğin Sinop KESK (Kamu Emekçileri Sendikası Konfederasyonu) oraya müdahale etti. Köylülerin yanında yer aldı. Oradaki direnişe yardımcı oldu. Bütüncül, geniş kesimlerce bir mücadele biçimi örüldüğünde başarılı olunduğunu Sinop Gerze Yaykıl Köyü direnişi göstermiştir.

'Eğer bütüncül bir mücadele örülürse çevre hareketi başarılı olur'un en tipik örneğini Sinop Yaykıl vermiştir. Orada, Sinop'un merkezinde örgütlü olan sendikaların, siyasi partilerin hepsinin örgütlü olmasıyla, Yaykıl köylülerine yardım etmesiyle bu başarı elde edilmiştir.”

 TEMA ile başlayan o sürecin bugün tam anlamıyla aşıldığını söyleyebilir miyiz?

“Sinop Yaykıl Termik Santral Direnişi, Derelerin Kardeşliği Hareketi, HES'lere ve maden aramalarına karşı mücadeleler... gibi güzel örnekler var. Bugün gelinen noktada kazanımlar da var sıkıntılar da var. Yani gelinen noktanın yeterli olduğunu söyleyemeyiz. Neden yeterli değil? Çünkü, Türkiye'de şu an 'bütünlüklü bir çevre hareketi' yoktur. İşte Sinop Yaykıl'da, Artvin'de bakır madenine karşı yürütülen direniş kendi başına kalıyor... Sinop Yaykıl'daki termik santrali Anadolu Grubu, yani Tuncay Özilhan yapıyordu, çok ilginçtir, GREENPEACE'in başkanı DAVOS'ta, sohbet ederlerken Tuncay Özilhan'a 'Orası çok güzel bir doğa parçası. Oraya o termiği kurmayın' diyor, Tuncay Özilhan'ın yanıtı 'Ben oraya 10 milyon dolar masraf ettim. Devlet bana başka bir ihale versin, orayı hemen terk edip gideyim' oluyor. Bu yanıt, aslında pek çok şeyi açıklıyor. Yani, Tuncay Özilhan o termik santrali bir başka yerde gidip kurabileceğini biliyor. Belki de Sinop iptal olunca gidip kurdu, yatırımlarına bakmak lazım.

Sonuç olarak, Türkiye'de yürütülen ekoloji hareketleri arasında böylesi bir birlikteliğin henüz sağlanamadığını görüyoruz.

Bu konuda bir şey daha söyleyeyim: Geçtiğimiz kış İstanbul'da ekoloji hareketleri konusunda 100 civarında örgütün katıldığı bir toplantı yapıldı. Dinledim arkadaşları. Tek tek notlar aldım. İnsanlar, ne güzel, Muğla dahil her yerden gelmişler. Gördüğüm şu oldu: Yerel kalmışlar. Bütünleşmiş, birleşmiş bir mücadele hattı henüz örememişler. Öremeyecekleri anlamında değil, hedefimiz bunu başarmaktır. Bunun için bunları yazıyoruz, söylüyoruz.

Kapitalizmi, kapitalist üretim ilişkilerini hedef tahtasına koymadan yürütülen çevre hareketlerinin mücadeleye ulaşma şansları yoktur, tekraren bunu söylemiş olalım.

 Birleşik olmamaktan kasıt, bir, yerel düzeyde kalması ve iki, üretim biçimini hedeflemediği, yani toplumsal bir harekete dönüştürülemediği için de toplumun biraz dışında, kıyısında, bir bölümünde kalıyor olmasıdır...

“Evet, bugünkü fotoğraf tam da budur.”

 DATÇA'DAKİ EKOLOJİ HAREKETİ BAZI YÖNLERİYLE SORUNLUDUR

Datça'da farklı alanlarda ekoloji mücadelesi öteden beri yürütülüyor. İşte en son '#şezlongsuzDatça' mücadelesi var ama ondan önce özelleştirmelere karşı bir direniş sürdürülüyor, çünkü doğa tahrip ediliyor, deniz ve yaşam alanlarında kirliliğe karşı sesler yükseltiliyor, orman yangınlarına karşı var, en yakında Akbelen'de yürütülen bir mücadele var. Aslında Muğla ekoloji mücadelesi konusunda öne geçen illerden birisi. Buradaki süreci nasıl değerlendiriyorsun?

“Daha önce anlatmaya çalıştım, örneklerde de görüyoruz zaten, benzer koşullar, benzer şeyler... Dünyanın başka yerlerinde de sonuçta bu üretim biçimi her yere sirayet etmiş durumda. Datça Anadolu'nun güneybatı ucunda ücra bir yerde ama sermaye buraya da gelmiş durumda. Yaşanılan çevre sorunları da, orman yangınları dahil, buradan çıkıyor.

Gözlemlediğim kadarıyla Datça'daki ekoloji hareketi, Datça'ya yerleşen duyarlı, demokrat insanların hareketi. Yani 'orta sınıf' hareketi. Özetleyecek olursak, bunların yerel unsurlarla, yerel dinamiklerle, yerel üretim biçimleriyle hiçbir alakası, hiçbir organik bağı yok. Tartışmasız bunu söyleyebiliriz. Eylemlerine bakalım, fotoğrafları görüyorum, takip ettiğim kadar, yanılabilirim ama görüşüm odur ki bir tane yerli insan, çalışan bir işçi görmüyorum fotoğraflarda...”

 Bir-iki kişi var...

“Çok sınırlı. Buradaki arkadaşlarımı arıyorum. Tanıdıklarımı arıyorum. Yerli dinamikleri arıyorum. İşte şu (...), şu (...) ... yok. Aklıma gelenleri söylüyorum. Niye yok? Ki bu saydıklarım o mücadeleyi yürüten insanlarla bağ kurabilecek donanıma ve ilişkilere sahip insanlar. Sosyal ve farklı siyasi partilere üye insanlar. Demokrat geçmişleri var.”

 PALAMUTBÜKÜNDE ŞEZLONG TERÖRÜ VAR

“Palamutbükü’nde yaşadığım için biliyorum, sözünü ettiğin şezlong anlamında Palamutbükü’nde şu an yaşanan süreci 'şezlong terörü' olarak adlandırıyorum. Kıyının halkın kullanımına tamamen kapatılması anlamına geliyor, bu süreç. Dolayısıyla bu doğru değil. İnsanların, burada yaşayan insanların denizden yararlanma şansları tamamen ortadan kalkıyor. Ne adına kalkıyor? Piyasa güçleri adına kalkıyor. Dolayısıyla bu mücadelenin hedefini kapitalizm ve kapitalist ilişkiler olarak koymak gerekiyor. Hedef tahtasına onu yerleştirmek gerekiyor.

Örneğin bir işletme sahibi işletmesinin üzerine çardak yaparak önündeki kıyıyı kapatıyor. Kışın şiddetli esen lodos yıkıyor. Ertesi yıl daha farklı malzemeler kullanarak daha sağlam bir biçimde bu kez kıyıyı kapatacak şekilde set yapıyor. Üzerine şezlonglar koyuyor. Müşterisini orada ağırlıyor. Bir başka işletme sahibi çıkıyor iskele yapıyor... Haklarında tutanaklar tutuluyor. Mahkemeden para cezaları veriliyor. Devam ediyorlar... Kimse karışmıyor., tam bir talan yani terör. Yahu bunu hangi cesaretle yapıyorsunuz? Birincisinde bir suç işlediniz, ikincisinde bir kez daha suç işliyorsunuz. Bunu nasıl göze alıyorsunuz? Yaptıklarını işletmelerini ayakta tutmaya çalışmak, kiralarını ödeyebilmek vs... olarak açıklıyorlar. Onları örnek alan diğer işletmeler de benzer şeyler yapıyorlar. Burada piyasa güçleri devreye giriyor.

Peki sonuçta ne oluyor? Sahilde yürüme şansımız engellenmiş oluyor.

Belediye neden karışmıyor? Kendini bu konuda yetkili görmesi lazım, halk adına. Halkın ihtiyaçlarını kamucu bir şekilde, halkın serinleme, sahili kullanma hakkı varken, doğru olan bu iken, kıyıların işgali mevcut yasalarla suç olmasına rağmen belediye buna müdahale edemiyor.”

BELEDİYE SAHİLLERDE KAMU ADINA YETKİ KULLANABİLİR

Neden?

“Şöyle diyor: 'Yetki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığındadır. Bana yetki vermiyor.' Sorun ilgili bakanlığın yetki verip vermemesinde değildir. Yasalar, sizin müdahaleniz ile şekillenir. Bakanlığın belediyeye böyle bir yetki vermesine ihtiyaç var mı? Siz bunu kamu adına yapıyorsunuz. Belediye çıkacak ve 'Ben bu müdahaleyi kamu adına yapıyorum' diyecek. Sorun bunu söyleyebilecek, bu mücadeleyi yürütmeyi göze alabilecek bir belediye ve belediye kadrosu olmamasındadır. Maalesef durum bu...

Sorun, yerel yönetimin bu konuda inisiyatif almamasındadır...

“Evet, yerel yönetim bu konuda inisiyatif almalıdır. Örneğin, Palamutbükü’nde yolun altında kalan kısımda halihazırda var olan çardaklar, iskeleler, şezlonglar... konusunda inisiyatifini kullanacak ve buraları halka açacak, bu kadar basit. Milas Belediyesi Ören'de böyle yapıyor. Gördüm. Yolun altında şezlonglar var. Belediye tanesi 10 TL.'den şezlongları halka kiralıyor. Belediye dışında kimse karışmıyor. Belediye tertemiz yapmış sahili, çöpünü topluyor...”

 Yani belediye mi girmeli devreye, bu konuda?

“Aynen. Yetki Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığında filan değil, yetki Datça Belediyesindedir. Yetkiyi halk verir.

 BELEDİYENİN YETKİ KULLANMASI İÇİN İHALEYE GİRMESİ GEREKMİYOR

Yargıtay 6. ve 13. Daireleri 2022 yılı Ekim ayı içerisinde Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı'nın MUÇEV ya da başka birisine ihale yapmadan kıyıları kiraya vermesini iptal etti. Şimdi bu noktada farklı yorumlar yapılıyor. Bakanlık ihale yoluyla olursa kıyıları kiraya verebilir mi yoksa hiçbir şekilde kiraya veremez mi? Datça Belediyesi'nin bu konudaki tavrı, tanık olduğum tartışmalardan anlayabildiğim kadarıyla “Belediye olarak bakanlığın açacağı ihaleye gireyim ve kıyıların kullanım hakkını ben alayım” çerçevesindedir. Biliyorsunuz, 2 yıldır, Palamutbükü’ndeki sahilde ne Datça Belediyesi ne de başka birisi yetkili konumundadır. Defacto (fiili) bir durum söz konusudur. Datça Belediyesi ilgili bakanlığın açacağı ihaleye girerek kıyıların kullanım hakkını almalı mıdır? Böyle yaparsa doğru mu ya da yanlış mı yapar?

“Datça Belediyesi'nin gerçekte böyle bir yetkisi var. Hukuken var. Bunun için ihaleye filan girmesine gerek yok. Belediye böyle bir yetki kullandığında bu konu mahkemeye düşse, 'Halk sağlığı açısından bu yetkiyi kullanıyorum' dediği zaman hiçbir mahkeme bu konuda karşı bir karar veremez. 'Halk adına, halk sağlığı için bunu yapıyorum. Halkın kültürel bağlarla bağlı olduğu deniz ve kıyı ile bağlantısını sağlıyorum.' der. Palamutbükü örneğinden devam edersek, 50 m'lik bant bu ilişkiyi kesiyorsa, 'Ben bu bandı kaldırıyorum. Kimin adına? Halk! Çeşmeköylü, Yakalı, Kumyerli, Sındılı, Yazıköylü halk adına bunu yapıyorum.' deme yetkisi var.”

Yani Datça Belediyesi'nin fiiliyatta böyle bir yetkiyi kullanma hakkı hukuken var ve haliyle belediye de bu yetkiyi kullanmalı diyorsun?

“Elbette ama böyle bir tavrı, böyle bir düşünce biçimini algılayamadıkları için kusura bakmasınlar, çözüm olarak 'Ben de ihaleye gireyim, yetkiyi alayım, para vereyim... falan filan' üzerinden gidiyorlar. Hayır, hayır arkadaş, bu yola girmene gerek yok.”

İHALE KAYBEDİLİRSE NE OLACAK?

Sanki belediye, açılacak böyle bir ihaleye girerse ve yazılı sözleşme anlamında yetkiyi o ilgili bakanlıktan alırsa bu yetkiye ancak o zaman sahip olacakmış gibi bir varsayım içerisinde... Siz “buna gerek yok” diyorsunuz.

“Ona gerek yok. Onların kurallarıyla belediye öyle hareket etti, ihaleye girdi ve varsayalım ki kapalı zarf usulü yapılan ihaleyi kaybetti, ki merkezi yönetimin bu konudaki tavrı ve ihaleye katılacak rakipler belli, kesin kaybeder, o zaman 'Ne yapalım arkadaş? Piyasa güçleri kazandı' mı denilecek?

Bu konuda çok çarpıcı iki örnek vereyim: Mavi Beyaz Oteli (yerel adı Kum Burnu) ile onun biraz ötesindeki Bedya Beach'in kiraya çıkarılması olayı vardır. Yaka Muhtarı iken Nazmi (Gültekin) hoca Bedya Beach'i yereldeki kişilere ihale yoluyla kiraya veriyordu. Şimdi Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı devreye girdi. Bu nasıl bir şey yahu? Aynı şekilde Mavi Beyaz'ı da ihale yoluyla kiraya vermişti. İşte Mavi Beyaz'ın 10 yıllık kiralanması karşılığı otele ciddi yatırımlar yapılacaktı, ki yapıldı ve oradan ciddi bir gelir elde edilecekti, ki elde edildi; Nazmi hoca oradan elde edilen gelir ile Yaka Köyünün pek çok sorununu çözdü; yollarını yaptı, mezarlığı açtı, su getirdi... Bu anlamda Yaka Köyüne Nazmi Gültekin'in katkısı çok fazladır.

Peki bütün bunların bedeli ne oldu? Bedeli çok ağır oldu. Bana kalsa Kum Burnu bu hale getirilmemeliydi. Bu bölgedeki halkın o otel ile kültürel bir bağı vardı. Şimdi o bağ kesildi. Şu anda Kumburnu bölgesinde bir tane yerli insan göremezsiniz. Köylüler kendi mekanlarına yabancılaştırıldılar maalesef. Peki ne adına? Birileri üç-beş kuruş kazansın diye.”

 KÖYLÜLER MÜLKSÜZLEŞTİRİLEREK SERMAYE BİRİKİYOR

Şu an Mavi Beyaz güzel bir işletme değil mi?

“Evet öyle ama giremezsin. Önünde duramazsın. Üstelik, yaptıklarını buradaki diğer işletmeler örnek alıyorlar. Örneğin, (...) Otel işletmesinin önündeki kumsal alana kimse girmesin diye yol boyunca bariyer oluşturdu. Bunu yaparken Mavi Beyaz'ı örnek aldı. Şimdi o alana giremiyoruz. Sanki orası halkın değil de babasının malı. Oradaki kumsalın derinliğinin 50-60 m olduğunu düşün, yapılan resmen talan. Belediye dahil kimse müdahale edemiyor. Müdahale edildiğinde de söylediği şu: 'Mavi Beyaz'a bakın. Orası Datça Belediyesi'nin. Önce orada yapılanları kaldırın, sonra ben gerekeni yapayım.' Palamutbükü’nde sahile çardak, iskele... yapan işletmelere 'Neden yapıyorsunuz?' diye sorulduğunda Mavi Beyaz'ı örnek gösteriyorlar.

Sonuçta ne olmuş oldu? Halkın, Yaka Köylülerindi orası, şimdi oraya o köylüler ancak yüklü bir bedel ödeyerek girebilirler. Sosyal bilimlerde buna 'Mülksüzleştirme yoluyla birikim' diyoruz. Bu olup bitenin tam adı budur. David Harvey'in kavramlaştırdığı bir gelişmedir bu. Önceden kamunun, halkın olan bu yer şimdi burjuvalara hizmet ediyor. Şimdi kimler kalıyor orada? Oda fiyatlarını kim söyleyebilir?

Aynı şey Kumyer'deki KÖYKENT için de geçerli; sizin o yer ile ilgili Nazmi Gültekin'in anlatımı üzerinden yaptığınız çalışma müthişti. Harika... Hatta ben o çalışma ile ilgili bir makale yazmayı da düşünmüştüm. Başlık 'KÖYKENT: MÜLKSÜZLEŞTİRME YOLUYLA BİRİKİM'. Bir dönem oradaki 500 m2'ler köylünündü, şimdi bazı istisnalar dışında köylünün bir m2 yeri yok. Kimler oturuyor orada? Sonradan gelip Datça'ya yerleşenler.”

Ekabirler (Seçkinler).

“Evet, ekabirler. Burjuvalar, hani ekonomik durumu iyi olanlar. Hani köylünündü orası? Peki amaç ne idi burası oluşturulurken? Köylüye sosyal konutlar yapılacaktı. Okullar birleştirilecekti... Hepsi çok masumane ve çok güzel şeylerdi. Orada toplumsal yaşam için gerekli olan her şey olacaktı. 1970'lerde proje olarak ortaya çıkış noktası bu idi ama şimdi ne durumda? Oraya kolay kolay giremezsiniz, çevreleri kalın duvarlar ile çevrilmiş koca koca villalar konduruldu. Bunun tam adı, yinelemekte yarar var 'Mülksüzleştirme yoluyla birikim'dir. Bedya Beach, Mavi Beyaz, KÖYKENT hepsi aynı akıbete uğradı.”

VAR OLAN ÜRETİM İLİŞKİLERİNİ HEDEFLEMEYEN BİR EKOLOJİ MÜCADELESİ SÖNÜMLENİR

Söyleşinin bir bölümünde şöyle bir şey söylemiştin: “Datça'ya dışarıdan gelip yerleşenler ekoloji hareketini ya da çevre hareketini başlattılar. Bu mücadeleyi başlatanların ve halihazırda yürütenlerin yerli unsurlarla ve dinamiklerle bir bütünleşememe ve buluşamama durumu var.' Bu yerel unsurlar ve dinamikler bu mücadelenin içinde mi olmak istemiyorlar yoksa bu mücadeleyi yürütenler bu yerli unsurlara ve dinamiklere gereksinim mi duymuyorlar? Sorun nerede?

“1988 yılında buraya geldiğimde, örneğin, Palamutbükü’ndeki arkadaşlar övünüyorlardı 'Türkiye'nin kırsaldaki ilk çevre derneğini biz kurduk' diye.”

Nazmi Gültekin'in ve Oktay Çukadar'ın ağzından bu derneğin öyküsünü yazmıştım.

“Bu arkadaşlar bu dernek aracılığıyla sonuçta Palamutbükü’ne bir cami yaptırdılar, şu an altında oturduğumuz ılgın ağaçlarını diktiler. Sulamasına, yapılan çevre temizliğine falan benim de katkım vardır. Görüyorduk işte buradaki çevreye müdahale edilmesi gerektiğini buradaki demokrat arkadaşlarla. Ama bu çalışma kadük kaldı. Neden? Yine bu toplumsal dinamiklerle ilişkilenmediği, var olan üretim ilişkilerini karşına almadığı için o yıkılmak zorunda kaldı. Korkarım ki Datça'daki şezlong olayına karşı mücadele yürüten '#şezlongsuzDatça' hareketi de böyle bir sonuca savrulacak gibi. Şöyle söyleyeyim: Biraz önce Yaykıl'daki direnişi anlattım ya, bu çok ciddi bir mücadeledir. Türkiye ekoloji mücadelesinde örnek alınabilecek bir mücadeledir. YEGEP (Yeşil Gerze Platformu) adındaki bir dernek üzerinden bu mücadele yürütüldü. Bir Eğitim Sen/KESK üyesi olarak bu mücadele içerisinde ben de yer aldım.

Şu an YEGEP yok, kendini lağvetti... Çünkü yereldeki çevre sorunları bitti. Peki Türkiye'nin ve dünyanın çevre sorunları bitti mi? Oysa Sinop'ta o nükleer santral çalışması devam ediyor. O gücü, o birikimi oraya taşıyabilirsiniz ama derneği lağvettiniz. Şimdi yok.

Korkuyorum ki Türkiye ekoloji hareketlerinin sorunu bu. Şezlongları kurtardı, eee devam mı? Devam edebilmek için var olan üretim ilişkilerini hedef alman lazım.”

 EKOLOJİ HAREKETLERİ TOPLUMSAL MÜCADELEYE DÖNÜŞTÜRÜLEBİLDİKLERİ ÖLÇÜDE KALICI OLACAKLARDIR

O mücadele içerisinde yer alan arkadaşlar zaten, ben ilk başlarda o mücadele içerisinde yer alan iki arkadaş ile söyleşi yapıp yayınladığım için biliyorum, şezlongu metalaşmanın bir simgesi olarak görüyorlar.

“Çok güzel.”

 Ama sanırım orada da ekoloji hareketlerine dair söylediklerin çerçevesinde bazı sıkıntılar yaşanıyor...

“ Çok daha çarpıcı olması anlamında şöyle söyleyeyim: #şezlongsuzDatça mücadelesi ya da Datça'da ekoloji mücadelesi yürüten arkadaşlarımız ne zaman mücadele konusu olarak Datça'da turizmde çalışan emekçilerin ücretlerini, onların sosyal güvenlik haklarının olup olmadığını alırlar, o zaman başarıya ulaşırlar, nokta. Bu iş böyledir yani.”

Evet, ben de bu görüşteyim, ekoloji hareketi yürütüldüğü yerde bir toplumsal mücadeleye dönüştürülebildiği ölçüde kalıcı olacaktır.

“Aynen. Yoksa YEGEP gibi olurlar. Arkadaşlara da önerimdir, YEGEP gibi olmak istemiyorsanız, evet, metalaşmanın, yabancılaşmanın, yani meta fetişizminin bir karşılığıdır diye görüyorsanız #şezlongsuzDatça mücadelesini, mükemmel bir iş yapıyorsunuzdur...”

 




Bu haber 3475 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SÖYLEŞİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI