Felsefe, insan zihninin en temel sorularla yüzleştiği bir düşünme biçimidir. Varlığın ne olduğunu, bilginin sınırlarını, hakikatin nerede başladığını ve gerçeklikle nasıl ilişkilendiğimizi sorgular. Bu bağlamda, gerçek, doğru, hakikat ve gerçeklik kavramları, felsefenin temel yapıtaşlarını oluşturur. Bu kavramların anlamları arasındaki farkları kavramak, hem felsefi düşünceyi anlamamızı hem de felsefi düşünce üretebilmemizi sağlar. Bilimin nasıl bir düşünsel zeminden yükseldiğini ortaya koyar.
Gerçek, en yalın hâliyle var olanı ifade eder. Yani, nesnel olarak orada olan şeydir. Ancak bu var olanın bilince taşınması ve anlamlandırılması, onu “bilinen” hâline getirir. Aristoteles’in ifadesiyle, bir şeyi “olduğu gibi” ifade etmek doğruya ulaşmaktır. Bu noktada doğru, gerçeğin dildeki karşılığı olarak ortaya çıkar.
Doğru, bir önermenin ya da ifadenin gerçekle örtüşmesidir. Bilgiye ulaşmak için kullanılan önermelerin, dış dünyadaki gerçeklikle uyumu, onun doğru olup olmadığını belirler. René Descartes bu uyumu zihinsel açıklık ve seçiklik ölçütüyle tanımlar; bir şey açık ve seçikse, doğru bilgiye ulaşılmıştır.
Hakikat ise yalnızca bir şeyin doğru ya da gerçek olmasından ibaret değildir. Aynı zamanda o şeyin bilinmesi, kavranması, hatta açıklığa kavuşmasıdır. Martin Heidegger hakikati, “örtük olanın açığa çıkması” olarak tanımlar. Yani hakikat, bilinen bir gerçeğin ya da doğrunun insan zihninde açılması, görünür kılınmasıdır.
Gerçeklik ise bu üç kavramın kişisel zeminde yankılanmasıdır. Her birey, deneyimlediği dünyayı kendi algısal süzgecinden geçirir. Friedrich Nietzsche’nin belirttiği gibi, çoğu zaman gerçeklerden ziyade yorumlarla yaşarız. Bu nedenle gerçeklik, bireysel ve özneldir; her birey kendi gerçekliğini kurar.
Felsefi bilgi, bu dört kavram etrafında sürekli döner. Her filozof bu kavramları kendi düşünsel çerçevesinde yorumlar. Bu nedenle felsefi bilgi, mutlak değil; çoğu zaman yoruma açık ve görecelidir. Ancak bu görecelik, felsefenin gücüdür. Felsefe, kesinlik peşinde koşmaktan ziyade, düşünmeyi teşvik eder; sorular sorar, varsayımları sorgular, bilineni belirsizleştirerek yeni yollar açar.
Bilim, işte bu sorgulayıcı zemin üzerine inşa edilmiştir. Karl Popper, bilimin çözmeye çalıştığı soruların çoğunun ilk kez felsefe tarafından ortaya atıldığını söyler. Felsefe, yöntemsel şüphecilik, mantıksal analiz ve kavramsal sorgulamayla, bilimsel düşüncenin gelişimine alan açar. Bilimsel keşifler çoğu zaman, felsefenin ürettiği sorulara verilen deneysel yanıtlardır.
Felsefe, sıradan olanı sorgulayarak olağanüstü olanı açığa çıkarır. Gerçekten neyin gerçek olduğunu, doğrunun neyle ölçüldüğünü, hakikatin ne zaman bilince çıktığını ve gerçekliğin nasıl inşa edildiğini sormak; insan zihninin hem entelektüel gelişimini hem de bilimsel düşüncenin yönünü belirler.
Gerçek, doğru, hakikat ve gerçeklik kavramları felsefi düşüncenin temel dayanaklarıdır. Bu kavramlar arasında kurulan ayrımlar, sadece düşünsel bir egzersiz değil; aynı zamanda bilimin temellerini oluşturan bir hazırlıktır. Felsefe, kesinliğe ulaşmakta ısrar etmez; bunun yerine düşünmeyi, sorgulamayı, anlamaya çalışmayı önerir. Bu yönüyle, bilimsel yöntemin kendisi bile felsefi bir zeminden doğmuştur. Felsefe bilim değildir, ama bilim felsefenin açtığı yolda ilerler. Ve bu yol, insanlığın zihinsel uyanışının başlangıç noktasıdır.
Kaynakça
Aristoteles. Metafizik. (Çev. Ahmet Arslan). İstanbul: Sentez Yayınları, 2004.
Descartes, René. Yöntem Üzerine Konuşma. (Çev. Turhan Ilgaz). İstanbul: Say Yayınları, 2015.
Heidegger, Martin. Varlık ve Zaman. (Çev. Kaan H. Ökten). İstanbul: Agora Kitaplığı, 2001.
Nietzsche, Friedrich. Güç İstenci. (Çev. Ahmet Cemal). İstanbul: Say Yayınları, 2016.
Popper, Karl. Bilimsel Araştırmanın Mantığı. (Çev. Nurettin Elhüseyni). İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2001.
Sextus Empiricus. Pyrrhoncu Konumlar. (Çev. Ahmet Arslan). İstanbul: BilgeSu Yayınları, 2012