Okul biter, yaz tatili başlar ama kâğıt kalemle olan arkadaşlığım hiç okulda kalmazdı. Not defterinin ya da matbaanın bir kenarında unutulmuş adisyon defterinin benim için farkı yoktu. Kelimeler, kâğıda düşmeye hazır beklerdi. Cebimde bir kalem taşırdım hep; bazen bir karikatür, bazen tarih dersinde öğrendiğim bir hikâye, çoğu zaman da şiir olurdu o sayfalar.
Yazmak bir alışkanlık değil, bir ihtiyaç gibiydi. Söylenemeyenlerin, belki de henüz anlamlandıramadıklarımın kâğıt üzerinde kendine yer bulma çabasıydı. Çocukken farkında bile olmadan yaptığım bu eylem, büyüdükçe beni kendine daha da bağlıyordu. Sanki yaşadıklarım ancak yazıya dökülünce gerçekten yaşanmış oluyordu. Sayfalar, anlatamadıklarımın, içime sığmayanların, bazen de kendime bile itiraf edemediklerimin şahidi oluyordu.
Zaman geçti, kelimeler değişti ama yazma dürtüsü hiç değişmedi. Küçükken adisyon kağıtlarına yazdığım kısa notlar, bugünün sayfalarına dökülen cümlelere dönüştü. Ben bunlarla bu kadar ilgilenirken herhalde birinde başarılı olurum sanıyordum. Her şeyi adisyona yazdık çizdik ama hesabı ödemedik ki.