Bugun...



Etibank Boksit İşletmesinin, Milas ve Güllük’ün, Sosyal ve Ekonomik Yaşamına Katkıları

"1970'li yıllarda, Güllük şirin bir yerdi, köydü o zaman. Bize ilk olarak limanın karşısında kamuya ait bir yeri vermişlerdi. Ondan sonra “Mahfel” diye tanımlanan yeri verdiler. Bina çok eski ve harabe halinde idi, tamir ettik, sıva yaptık, boyadık ve “İdare Binası” olarak düzenledik, 1.5 sene kadar orada kaldık. Kendi inşaatlarımız bitene kadar kaldık. Kendi inşaatımız bitince de, yeni binamıza taşındık. Bizden sonra Mahfel, düzenli ve bakımlı hali ile “Okul” olarak Güllüğe hizmet verdi. Güllük

facebook-paylas
Güncelleme: 31-05-2021 00:17:47 Tarih: 30-05-2021 23:50

Etibank Boksit İşletmesinin, Milas ve Güllük’ün, Sosyal ve Ekonomik Yaşamına Katkıları

Söyleşi: Nevzat Çağlar TÜFEKÇİ

Rifat KONT (ETİBANK Milas Boksit İşletmesi kurucusu ve eski Müdürü-Dünya Madencilik Kongresi Türk Milli Komitesi Başkanı-Dünya Madencilik Kongresi Türkiye Daimi Delegesi)

Söyleşi Yılı: 2009

Özgeçmişi: 1939 doğumlu, İTÜ 1962 mezunu, Maden Mühendisi, eğitimi esnasında Almanya'da “düşük kalorili Linyitlerin bağlama maddesiz briketlendirilmesi” konusunda Rheinnische Braunkohlen Werke AG firmasında Araştırma ve Diploma çalışması yaptı. İki sene kadar da Ruhr Kohle AG firmasında Mühendis olarak çalıştı. Türkiye'ye döndükten sonra Elazığ'da Etibank Şark Kromları İşletmesinde Mühendis olarak işe başladı, sonra Seydişehir Alüminyum Tesislerinin ilk Etüt çalışmalarında mühendis, şef mühendis ve Başmühendis olarak görev aldı. 1968-1969 yıllarında Milas Boksitlerinin Etütlerini yaptı. Mart 1970'de “Milas Boksit İşletmesi”ni kurdu ve 5 yıl Müdürlüğünü yaptı…

SEYDİŞEHİR ALÜMİNYUM TESİSLERİ İÇİN ALINAN KREDİLER,  MİLAS BOKSİTLERİNİN İHRACINDAN ELDE EDİLEN DÖVİZLERLE ÖDENDİ

Seydişehir Alüminyum Tesislerinin şöyle çok önemli bir tarihi var. Bu çok önemlidir. Seydişehir Alüminyum Tesisleri kurulurken, o zamanki belediye başkanı Nevzat Akbaş, tesisler sırf Seydişehir'de kurulsun diye, 3 milyon metrekarelik (3 bin dönümlük) bir yeri, yöreye istihdam sağlamak amacı ile metrekaresini 1 kuruştan verdi. O zamanki hükümet, bu tesislerin kurulması için Ruslarla bir anlaşma yapmıştı. Tesisler kuruldu, üretime başladı, fakat tesisin kredi ödemelerinin yapılmasında bir takım sıkıntılar doğdu. Mal karşılığında ödeme düşünüldü. Bu arada Milas'taki Boksit madeninin değerlendirilmesi gündeme geldi, eğer Milas'taki boksitler Alüminyum üretimine uygun olursa, Seydişehir Alüminyum tesisleri için alınan kredi ve bu kredinin faizleri bu şekilde ödenecekti. Yani Seydişehir'in kredilerinin ödenmesi için Milas Boksitleri ihraç edilecekti. Nitekim öyle de oldu. Seydişehir alüminyum tesislerinin bir bölüm anaparası ve hemen hemen tüm faizleri, Milas Boksit İşletmesinden elde edilen boksitlerle, mal olarak ödendi.

Buraya ben ilk olarak 1967'de geldim. 1967 yılında etütlerimizi yapmak üzere Milas'a küçük çaplı bir ziyaretimiz olmuştu. Daha sonra 1968'de geldik, buraya yerleştik ve maden aramalarına başladık. Daha önce MTA'nın yapmış olduğu aramaların, ne cesametle büyük olduğunu, bu cevherlerin ihraç edilip, edilemeyeceğini, bunların alüminyum sanayinde kullanılıp kullanılamayacağını içeren bir etüdtü bu... Etüdlerimiz sonucunda Milas'taki Boksitlerin kullanılabileceği, satılabileceği / ihraç edilebileceği anlaşıldı. 1969 senesinde, yazın Savran ve Damlıboğaz’dan birkaç ay içersinde, 2 bin ton numune bir parti hazırladık ve bunu Sovyetler Birliğine, Zaporojya'daki alüminyum fabrikasına, buradan gemilerle ihraç ettik. Bu kent, Ukrayna'da Dinyeper Nehri kıyısında bir yerdedir. Ruslar, madenden memnun kaldılar. Alüminyum üretimine uygun Boksit madeninin, belli bir fiyattan satılması konusunda anlaşmaya varıldı. Bunun üzerine Milas Boksit İşletmesinin kurulmasına karar verildi. Milas Boksitleri, kalite olarak, Seydişehir Boksitlerinden daha düşük, fakat üretimde kullanılabilir / ihraç edilebilir bir madendi.

Tek başına Seydişehir tesislerinde kullanılması zordu, mevcut teknoloji de uygun değildi. Çünkü Alüminyum tesislerinin en büyük girdisi enerjidir. O yıllarda, alüminyum üretimine yeterli enerji Türkiye'de yoktu, bu nedenle ihracı düşünülmüştü. Buradaki boksit, zımparaya yakın, abrasiv dediğimiz aşındırıcı kalitede ve sertliği yüksek bir boksitti. Minerolojideki ismi, “Diasporit”tir. Diyasporit’ler öğütülmesi, kırılması, hayli zor ve ergitilmesi çok enerji isteyen bir malzemedir. Ayrıca içerisindeki Silisyum dioksit de hayli yüksekti. Bunun için ancak bu madene uygun teknolojilerde çalışan tesislerde izabe edilerek alüminyum üretmek mümkündü.

Seydişehir'de kurulan tesisler, oradaki “Böhmit” karakterli Alüminyum madenlerine göre kurulmuş tesisti ve bu nedenle Seydişehir tesislerinde, Milas Boksitlerinin kullanılması mümkün değildi. Ama Ruslar bunu, kendi eski tesislerinde kullandılar. Sonuçta Milas Boksit İşletmesinin boksitleri, Seydişehir Alüminyum tesislerinin kuruluşta alınan kredi borçlarının büyük bir bölümünü ödedi, diğer kısmı ise, Seydişehir’de üretilen alüminanın ihracından elde edilen gelirle ödendi. Milas Boksit İşletmesinin, Seydişehir Alüminyum tesislerinin kaderinde, Türkiye'de Alüminyum sanayinin gelişmesinde, bu borcu ödemekten dolayı da, önemli bir rolü olduğunu söyleyebilirim.

MİLAS ETİBANK BOKSİT İŞLETMESİNİN KURULUŞU

1970 yılında, Etibank yönetimi, bana, “Milas Boksitlerinin ilk Etüd’lerini sen yaptın, deneme işletmelerini sen kurdun, şimdi oraya bir işletme kuracağız, seni oraya gönderelim, sen işletmeni kur, tecrüben de var, bunu bu şekilde organize edelim” dediler. Bunun üzerine beni Milas’a tayin ettiler. 1970'in Mart ayında buraya geldik, bir cip, bir muhasebeci ve bir şoför... 3 kişi geldik buraya. Yer kiraladık. Nerede kalınabilir, ne yapılabilir, araştırmaya başladık. O zaman Güllüğe gelmiştim. Güllük halkı gerçekten çok sevimli, yabancıya çok sıcak bakan bir Halk. Ege ve ada kültürüne sahip misafirperver, kaliteli ve özellikli bu insanlar beni de etkiledi işin doğrusu...

Bu insanların başında rahmetli Şükrü Toker’i, rahmetli Adil Kaptanı, Bakkal Erdoğan Balkır’ı, Lokantacı Osman Talay’ı ve Muhtar Mustafa Şahin'i sayabilirim. Fevkalede düzgün, fevkalede dürüst, cana yakın insanlardı onlar. Şükrü Toker, gemi acentasıydı. Adil kaptan da gemilerle ilgili çalışmalar yapıyordu. Bir de bunların içinde vinçlerle maden yükleme işlerini organize eden Daviko Ahmet vardı, Ahmet Tanyeri. Bu zevat bizi çok sıcak karşıladılar. Rahmetle andığım bu değerli ve Güllük için çok faydalı olmuş kişiler bana, espri olarak “Rifat Bey, sen bu işletmeyi buraya kurarsan, biz senin heykelini dikeriz” dediler. O zamanlar Etibank işletmesinin Güllük'te kurulması, Güllük için çok önemliydi ve onlar için çok şey ifade ediyordu. Etibank açısından da, stokların ihracat Limanın bulunduğu yerde olması, hem ekonomik hem de önemli bir avantaj teşkil ediyordu.

Biz devlet adına, Etibank adına, kuruluşumuz adına buraya görevli geldik. Ama o zamanki bu yakın ve sıcak ilgi de beni bugüne kadar etkilemiştir. Bu nedenle ben Güllük’ü ve Güllüklüleri çok severim. O zaman Güllük halkından gördüğüm o sıcak ilgi aklıma geldikçe, ilk günlerdeki gibi heyecanlanırım, duygulanır ve mutlu olurum.

İşletmeyi kurmaya geldiğimizde, Milas'ta, zamanın Kaymakamı Talip Bey ve Belediye başkanı rahmetli Gazi Menteşe vardı. Onların da, bu işle ilgili olarak, Etibank'a ve bana yaptıkları yardımları unutamam, hala şükranla anarım onları. O zaman Türk Hava Kurumu'nun üst katı boştu. THK başkanı Mustafa Işın da bize büyük kolaylık göstermişti. İşletme olarak orayı kiraladık ve orada hizmet vermeye başladık. İşletme olarak, kuruluş esnasında, Milas'tan ve Güllük'den gördüğümüz kolaylıkları anlatamam. İşletmeyi kurduk. Ben dışarıdan, iki muhasebeci, bir mühendis, bir jeolog getirdim. Diğer bütün elamanlarımızı, işçilerimizi hep buradan aldık. İşçilerimizi Milas'ın köylerinden temin etmeye çalıştık. İhracatta ise hep Güllük'teki işçilerimizi kullandık. Çünkü gemi işlerinde, maden yükleme işlerinde ve vinç işlerinde inanılmaz derecede tecrübeli ve beceriklilerdi. Milas bölgesindeki köylerden aldığımız işçilerden de, maden arama ve üretim faaliyetlerimizde yararlandık.

O zamanlar Milas'ta maden olarak sadece zımpara vardı. Civarda, bir de Yatağan Eski Hisar köyünde çıkarılan kömürler vardı. Bu kömürler iç piyasada kullanılırdı. Bu kömürlerin ne kadar rezervi olduğu tam olarak bilinmiyordu o tarihlerde. Sonra yapılan çalışmalarla kömür rezerv ve kaliteleri belirlenerek, enerji üretimi için Yatağan Termik Santralı 80'e doğru kuruldu. Bu gün boksit madenleri faal değil, zımpara üretimi ve ihracatı ise, az da olsa hala devam etmektedir. Bu gün yoğun bir şekilde üretilen seramiklerin ana hammaddesi Feldspat Madenlerine o tarihlerde talep yoktu.

Biz işi bir süre Milas'tan idare ettik. Bir yıl içinde, işçi sayımız bin kişiye ulaştı. Bin kişiye iş verecek kadar istihdam yarattık. Maden üretimi yaptık. Nakliyat işlerini Milaslı ve bu bölgede bulunan kamyonculara ihaleyle yaptırdık.

Etibank'ın, bugün Güllük'teki işletme binalarının ve maden stok yerinin, o tarihlerdeki sahibi daha sonra Etibank'ın İzmir-Basmane şube müdürlüğünü de yapan, eski Milas Etibank müdürü Güllük’lü Nail Erdoğan'dı. Kendisi Güllüklüydü. İdare yeri, stok yeri gibi araziye ihtiyaç duyulur ise ben Güllük’deki arazimi, zeytinliğimi verebilirim demişti. Milas'tan Güllüğe taşınmak için, onun yerlerini satın aldık. Bir kısmına stok sahasını, diğer bir kısmına ise tamir Atölyesi ve idari binaları yaptık. Bizim stok sahasının bir kısmı, şimdi top sahası (Stadyum) olarak kullanılıyor. Sonraları Etibank büyüdü ve genişledi, burada memur tutmak zorlaştı. Çünkü kalacak yer sorunu vardı. Eskiden beri Etibank'ın bu konuda çok güzel bir usulü vardır. Gittiği her yere, Lojmanlar yapar, çalıştıracağı uzman kadrolarını bu şekilde muhafaza eder, uzun yıllar faydalanırdı. Biz de burada, lojman yeri olarak, Güllük Karamersin mevkiinde 35 dönümlük bir yer satın aldık.

Zeytinlik, kargılık, akreplerin-çıyanların-yılanların bol olduğu bir yerdi orası. Bataklık değildi ama ona yakın bir yerdi, yolu yoktu. Hiçbir şeyi yoktu. Burayı düzenledik ve bu gün artık terk edilen ve kullanılmayan,  misafirhaneyi ve lojmanları inşa ettik. Memur olarak Milas'tan aldığımız ve dışarıdan gelen 10 kişilik memur kadromuz vardı, elamanlarımız bu lojmanlarda kaldılar. Bunların arasında muhasebeci Orhan Ozan, Maden Mühendisi Şadi Karamustafa, Jeoloji mühendisi Fikret Aldiş, sonradan Milas Belediye Başkanı olan Ünal Çetin ve Güllük Belediye Başkanı olan İsmail Yiğit, Dr. Yılmaz Aslaner ve eşi Müzehher hanımı, Mehmet Beşok’u sayabilirim. Memur ve işçilerimiz gerçekten büyük bir özveri ile çalışmalarını yaptılar, hepsine teşekkürler ederim, herkes kendi malı, kendi öz işi gibi işe sarıldı ve çalıştı.

MADEN OCAKLARI İÇİN İLK ÖNCELERİ MİLAS’TAN İŞÇİ BULAMADIK

Burada işçi bulamadığımız zamanlar oldu. İlk başta bizim bu şekilde büyüyebileceğimiz, işçilere sağladığımız, sigorta ve diğer sosyal haklar, düzenli ödeme yapabileceğimiz konusunda kimsenin bir bilgisi yoktu. Bir de, maden işçiliği çok zor bir iştir. Zor bir meslektir Madencilik. Buranın insanları o zaman zeytin, tütün, pamuk gibi tarımsal işlere yatkın insanlardı. Tarım işçiliği yapan insanlara maden işçiliği zor geliyordu. Çünkü yeraltında kuyu çalışmamız, galeri çalışmalarımız vardı. Maden sert malzeme olduğu için dinamitle patlatma ve çıkarma işlerimiz vardı.

Madencilik, Dünyanın en ağır işçiliği olarak kabul edilir, gerçekten zordur ve çok fedakârlık gerektiren bir iştir. Programa ve yapılan kontratlara göre üretimin aksayacağını ve ihracatın tehlikeye düşmesi tehlikesini görünce, Etibank genel müdürlüğünden işçi takviyesi istemiştim. İlk zamanlarda, bu nedenlerle, madenlerimizde çalıştıracak insan bulmakta zorluk çektik. O zaman genel müdürlüğe yazı yazdık. Durumu açıkladık, işçi bulmakta sıkıntılar yaşadığımızı ilettik ve Konya-Seydişehir'den geçici işçi desteği istedik. Yukarıda anlattığım gibi 1970'li yıllarda, Mardin-Mazıdağı'ndaki Etibank şantiyesi kapanmıştı. Oranın işçisi-memuru, makinaları ile birlikte, Milas’a gönderildi, zannedersem, gelen 30-35 kişi civarında idi.    

Mazıdağı Şantiyesinden gelen işçilerle desteklenen çalışmalarımız başarı ile yürütüldü ve “iş programı” tamamlandı. Sonra yavaş yavaş yerli işçiler de çoğalmaya başladı ocaklarımızda. O zamana göre iyi maaş alıyordu Etibank işçileri. Yerli halk baktı ki, Etibank düzenli bir işletme, ödemelerini düzenli yapıyor, tüm çalışanlar her ay düzenli olarak maaşlarını alıyorlar... Sosyal hakları ve Sosyal güvenceleri de en üst seviyede,  artık güvenle Etibank Milas İşletmesine gelmeye başladılar. Daha sonra hemen hemen tüm işçilerimiz hep yerli elamanlardan oluştu.

Güllük'ten madenlerimizde pek fazla işçi çalışmadı. Biz Güllüklüler'den ihracatımız sırasında liman hizmetlerinde yararlandık. Buradaki stok sahamızda, stok sahamızın düzenlenmesinde, liman işlerinde ve uzmanlık isteyen yükleme işlerinde çalıştılar. Bundan sonra Güllük’teki tüm işlerimizi Güllüklü elamanlarla yürüttük. Etibank'ın Güllüğe gelmesi, buradan ihracat yapılması, Güllüğün ve Milas’ın sosyal ve ekonomik yapısında önemli gelişmeler meydana getirdi. Güllük’e düzenli olarak bir paranın girmesi, Güllük'teki yaşamı pozitif yönde etkiledi. Güllüğün gelişmesine katkı sağladı. Biz Etibank’ta çalışan tüm işçilerimizin ve memurlarımızın, ihracatımız sırasında gece-gündüz çalışmalarından, ortaya koydukları gayretlerinden dolayı kendilerine minnettarız. O kadar şevkle ve fedakârca çalışmalar yapıldı ki, gerçekten “teşekkür” yetmez.

GÜLLÜĞÜN ELEKTİRİK İHTİYACINI KARŞILADIK

Biz buraya geldiğimiz 1970 yılında, Güllük’te kurulu trafonun gücü çok düşüktü. 40 kw'lık bir trafo vardı. Trafonun gücü Güllük’e yetmiyordu. O zamanki muhtar Mustafa Şahin ile görüştük. Muhtar, bize her konuda yardımcı oluyordu. Baktık ki Güllüğün daha büyük bir trafoya ihtiyacı var. O zamanki genel müdürümüz, grup başkanımız, Türkiye'nin çok önemli madencilerinden, yurt dışında iyi eğitim görmüş, yurt içinde madenciliğe önemli katkıları olan Nezihi Berkkam'dı. Nezihi bey, sosyal yönden çok güçlü bir insandı. Çok eğitici bir insandı. Gittim ve kendisine durumu izah ettim, bu trafo Güllük için bile az, bize yetmiyor, bize daha büyük trafo lazım dedim. Ufku geniş, ileriyi gören bir insandı. Geldi, yeri gördü, “teklifin ne?” dedi. “Bize ait, kendimiz için 160 kw'lık bir trafo olsa iyi olur” dedim.   “Tamam, daha da ileriyi düşünelim” dedi, sonra da 260 kw'lık bir trafo ve yeteri kadar direkler gönderdi. Daha sonra buradan tüm Güllük’e elektrik verilmeye başlanıldı. 1970-1971 yılları idi o zamanlar. Güllük’te yatacak yer olarak, Fener burnunda Güner hanıma ait bir pansiyon, yemek yenecek yer olarak sadece balıkçı Osman’a ait bir balık lokantası, Erdoğan Balkır’ın bakkal dükkânı ve bir de fırın vardı...

YOLLARI YAPTIK

Güllüğe ve Madenleri işletmeye başladığımız yerlere faydalı olmaya gayret ettik. İşletme için kendilerinden çok yardım ve destek gördüm, iyi bir dostluk da doğdu, bu nedenlerle sevgi ve saygım hiç eksilmedi, çok iyi bir diyalogumuz oldu onlarla. Güllük’de yollar için Muhtar Mustafa Şahin yardım istedi.  Bizim Makine gücümüz çok yüksekti. Bunları Güllük için de kullandık. Maden ocakları işlettiğimiz, Savran, Damlıboğaz. Kurudere, Pınarbaşı, Kayaderesi, Bencik ve daha birçok yerlerde de yetersiz olan yolları genişlettik, madenlere ulaşabilmek için yeni yollar yaptık. Tabii bu yollar, maden nakliyatını yapmamızı da kolaylaştırdı. Güllük içindeki Elektrik direkleri azdı, yetersizdi. Elektrik direkleri de getirttik ve diktik. Bu hizmetlerden hem Etibank yararlandı hem de Güllük halkı önemli ölçüde yararlandı. Güllüklü bunu çok iyi bilir, takdir eder. Etibank'ı da o nedenle iyi anar diye düşünüyorum. Etibank'ın Güllüğe gelmesiyle, Güllüğün nüfusunda kısmi bir artışın olduğunu da söyleyebiliriz.

GÜLLÜK İSKELESİNDE HERGÜN GEMİ OLURDU

Etibank işletmesinin kuruluşuna kadar Güllük Limanına 2-3 ayda bir zımpara madeni götüren gemiler gelirdi. Zımpara madenleri, 3 - 5 bin tonluk gemilerle giderdi. Biz yılda 200 bin ton boksit madeni üretip bunu yurt dışına gönderiyorduk. Hemen hemen her gün limanda gemi olmaya başladı. Aylık ortalama ihracat miktarımız 16-20 bin ton arasında değişiyordu. Gemiler ihtiyaçlarını Milas'tan ve Güllük'ten karşılıyorlardı. Gemi mürettebatı karaya sınırlı olarak çıkabiliyorlardı ama gene de bir şeyler ilgilerini çekiyor ve satın alıyorlardı, bu da ekonomik bir hareketlilik meydana getiriyordu. Elbette Güllük ve Milas halkı da bundan fayda sağlıyordu. Benim bütün çalışma hayatımda uyguladığım bir prensibim vardı; Etibank İşletmesinin bir ihtiyacı var ise, ve o malzeme İşletmenin bulunduğu yörede bulunuyorsa ve dışarıdan alınacak veya getirilecek malzeme maliyeti arasında büyük bir fiyat farkı yoksa, kesinlikle İşletmenin bulunduğu mahalden satın alırdım. Eğer malzeme ihtiyacımız burada bulunmaz ise dışarıdan satın alırdım. Büyük bir fiyat ve kalite farkı olmadığı sürece hep mahalli esnaf ve tüccarı tercih ettik.

ETİBANK KÖYDEN KENTE GÖÇÜ BAŞLATTI

Etibank'ın Milas'ta faaliyete geçmesiyle, köyden kente göç de başladı. Köyden gelip-giden işçiler, Milas'tan ev tutarak, Milas'a yerleştiler. İşe köyden değil de Milas'tan gelip gitmeye başladılar. Biz Maden ocaklarında, “Nissan” tipi yarım daire şeklinde portatif sac barakalar kurardık. Haftalık işçileri orada yatırırdık. Bunlar içi izolasyonlu, sıcağı-soğuğu geçirmeyen, yarım daire şeklinde olan sac barakalardı. 1971-1972 yılında Bafa-Mersenet'in üzerindeki Ilbıra dağının tepesinde Armutlugöl denilen yerde boksit madeni ocağımız vardı,  Milas’a hayli uzaktı ve yolu da çok kötü, kayalık bir durumda idi. Kuş uçmaz-kervan geçmez bir yerdi. 100-150 kişi çalışıyordı orada. Onları her gün getirip, götüremezsiniz. Onlar için büyük bir baraka yaptık orada. O dağın tepesinde, rüzgârın çok hızlı ve sert olduğunu fark ettik.

1972 yılında ben oraya “Rüzgâr Enerjisi” için bir pervane ve dinamo koyduk, elektriği depolamak için bu işe özel akümülatörler getirttik Ankara'dan. 150 kişinin aydınlatması, buzdolabı ve diğer elektirik ihtiyacını karşıladık bu şekilde. O zaman Türkiye'de bu olay pek bilinmiyordu. O yıllar Türkiye'de bu Enerjiden faydalanmasını bilen çok az kişilerdendik, belki de ilk kurumduk. Bu bölgede bunu ilk uygulayan da bizdik. Hiç tükenmeyen ve yenilenebilir enerji kaynağı olan “Rüzgâr Enerjisi”nden faydalanmaya yönelik yasal düzenlemelerin yapılmasından, dünyada olduğu gibi ülkemizde de önemli yatırımlara başlanılmasından, daha doğrusu bunun fark edilmesinden fevkalade mutluyum. Arzum, gene yenilenebilir enerji kaynaklarından biri olan “Güneş Enerjisi”nden yararlanma konusunda da Endüstriyel çapta faydalanmaya başlanılması, ısı ve nem “İzolasyon”u kavramının gereken şekilde anlatılması ve ülke çapında uygulanmaya başlanılmasıdır.

Maden ocağı olarak ilk başladığımız yer, Savran'dı, sonra Damlıboğaz, daha sonra Asinyeniköy, Asinyeniköy'ün devamı olan küçük Çamlıktepe ve Armutlugöl ocakları, Bencik, Kayaderesi, Selimiye Kurudere'deki Göbekdağı ocaklarıdır.

İŞÇİLER SİGORTA NEDİR BİLMİYORDU!

İşçilerin kendileri bile farkında değildi sigortalıklarından. Bazı insanlar sigorta nedir, bilmiyordu, belki biliyordu da, prim ödememek için, SSK’lı olmak hem kendilerinin hem de işverenlerin işine gelmiyordu. Ben bu konuyla ilgili olarak ilginç bir anımı anlatayım. Güllük'te çalışırken, işçi arkadaşlarla bir pazarlık yaptım. Ben sizi işe alacağım ama sizi sigortalı yapacağım, sonra ücretinizi alacaksınız dedim. İşçiler “hayır hayır biz sigorta falan istemiyoruz, siz bize paramızı tam verin yeter” dediler. Baktım olacak gibi değil. Biz bir Kamu kuruluşuyuz. Sigortasız işçi çalıştırmak olmaz, mümkün değil. Onlarla oturdum anlaştım, kendilerine sigortalı olmanın yararlarını anlattım ve hepsini sigortalı olarak işe aldım. Belirli gün sayısı dolduktan sonra götürdüm sigorta kartlarını dağıttım. Eşleri, çocukları ve bakmakla yükümlü oldukları Aile fertlerinin doktor, hastane ve ilaç yönlerinden faydalanabileceklerini söyledim. Sigorta kartlarını alınca çok sevindiler...

Daha sonra karşılaştığım işçiler, “iyi ki bize o zaman baskı yaptın, sigortalı olmamızı sağladın, şimdi senin sayende emekli olduk, çoluk-çocuk geçinip gidiyoruz... Sana minnet borçluyuz” dediler. Bu benim için mutluluk verici bir olgudur. Çalışanların sigortalı olmaları, aynı zamanda toplumsal anlamda, sosyal hak nedir, sosyal güvence nedir, bir sağlık karnesinden eşin ve çocukların, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin sağlık hizmetlerinden yararlanmasının ne demek olduğunun öğrenilmesi de önemli bir bilinçlenmedir. Sağlık sigortasının yeni uygulanmaya başladığı yıllardı ve çalışanlar için bu önemli bir gelişmeydi.

ETİBANK OLARAK MİLAS VE GÜLLÜK FUTBOLUNA DESTEK VERDİK

Yaptığımız misafirhanede bir takım sosyal etkinliklerimiz olurdu. O günlerde zamanın mülki erkânı, Milas ve Güllük eşrafı hep yanımızda oldu. Güllük halkı, büyükten küçüğe herkes bize yardımcı oldu. Milas ve Güllük için spor konusunda önemli hizmetlerimiz ve katkılarımız oldu. Milas Boksit işletmesinde futbolcuları çalıştırdık, iş verdik kendilerine, hem futbol oynadılar, hem Güllük ve Milas sporuna hizmet ettiler, hem de çalışarak, kendilerine ve Etibank’a yararlı oldular. Ben aynı zamanda 1974-75 yıllarında Milas Spor kulübü başkanlığı da yaptım. Yönetimde Belediye Başkanı Erdal Çerçi, Banka müdürü Salih Sernikli, Lokantacı Ruhi Atakan, Gazeteci ve muhasebeci Günay Karadağ, Muhasebeci Mümtaz Birol vardı. İyi bir gruptuk. Çok da başarılı olduk. Muğla şampiyonu olmuştuk.

Öyle bir takım kurmuştuk ki, Türkiye amatör futbol şampiyonasında hayli ilerledik, ancak o tarihlerde Türkiye şampiyonu olan çok kuvvetli bir takım olan İzmir Denizgücü'ne elenmiştik. Milasspor, futbol ve güreşte gençler yetiştirerek sportif anlamda da hizmet etti. Türkiye 2. liglerinde Milasspor'dan birçok futbolcumuz oynadı. Bu oyınculardan bazıları Türkiye birinci ligi takımlarından Altay ve Karşıyakada oynadılar. Bunların içinde Güllük'ten Sami, Milas’tan Hüseyin Kurtuluş, İsmail Çelikoğlu, Haydar, kaleci Mehmet Bodur, Naim, Abbas vardı. Mehmet Bodur, Muğla şampiyonu olduğumuz takımın kalecisiydi, diğer kaleci Sabahattin 2. Türkiye liginde yıllarca İspartaspor'un kalesini korudu. Selimiyeli Ali İhsan'ı, Zekeriya’yı ve Naim’i hatırlıyorum. Biz bu çocukları Etibank'a aldık, hem onların mesailerinden hem de futbollarından faydalandık. Rahmetli milli güreşçi Ahmet Kozak ile beraber birçok genç güreşçinin yetişmesine de katkıda bulunduk; bunların başında Güllüklü Mehmet Dönmez var.

FAZLA BETONLAŞMASINA RAĞMEN GÜLLÜK GÜZELLİĞİNİ KORUYOR

Biz Güllük’e geldiğimiz 1970'li yıllarda, Güllük şirin bir yerdi, köydü o zaman. Bize ilk olarak limanın karşısında kamuya ait bir yeri vermişlerdi. Ondan sonra “Mahfel” diye tanımlanan yeri verdiler. Bina çok eski ve harabe halinde idi, tamir ettik, sıva yaptık, boyadık ve “İdare Binası” olarak düzenledik, 1.5 sene kadar orada kaldık. Kendi inşaatlarımız bitene kadar kaldık. Kendi inşaatımız bitince de, yeni binamıza taşındık. Bizden sonra Mahfel, düzenli ve bakımlı hali ile “Okul” olarak Güllüğe hizmet verdi. Güllük yavaş yavaş gelişiyor ve büyüyordu. Bugün modern bir sahil kasabası oldu. Altyapısıyla, modern limanıyla, denizden baktığınız zaman hayranlık veren muhteşem görüntüsüyle, güzel bir sahil beldesi. Fazla betonlaşmış olmasına rağmen Güllük güzelliğini, doğallığını koruyor. Güllük, hala sevimliliğini devam ettiriyor. Benim için Güllük, ilk aşk gibi bir şey... Ben her zaman Güllüğü güzel görüyorum. Baktığım zaman, Güllük her zaman benim için güzeldir.

GÜLLÜK ÇOK HIZLI BÜYÜDÜ

Güllük hızlı bir şekilde büyüdü. Hızlı büyümenin bazı sancıları oluyor. Alt yapısını zamanında yapamıyorsunuz. İnsanlar gelip, yerleşiyor. Dışarıdan konuşmak kolay, ama bu işleri yapmak gerçekten zor. Ben mühendis olduğum için bazı şeylerin nasıl yapılabileceğini farklı görüyorum, değerlendiriyorum. Alt yapıda önemli sancılar çekti Güllük, hala da çekiyor. Ama İller Bankası'ndan alınan kredilerle, yapılan yatırımlarla belirli bir noktaya geldi. Kanalizasyon işi devam ediyor, çözüme kavuşturulan, tatlı su işi önemli bir iş. Bundan sonraki arkadaşlarımızın eksikleri gidererek, daha güzel şeyler yapacaklarına inanıyorum. Güllük için hizmet eden arkadaşlar kendi paylarına düşeni yaptı, ancak büyüme o kadar hızlı oldu ki, yetişmek ve bir anda her şeyi arzu edilen şekle getirmek, hem para, hem de zaman ister.

LİMAN, GÜLLÜK TURİZMİNE ÇOK ZARAR VERDİ

Burası hiçbir zaman turistik belde olamadı. Limanın Güllük’ün ortasında olması, aslında turizm için önemli bir avantajdı. Ama gece ve gündüz “Maden yüklenme”; belde halkını uzun yıllar, gürültüyle, tozla, toprakla karşı karşıya bıraktı. Bütün bunlar Güllük’ü turistik belde olmaktan çıkardı. 1990'lı yıllarda, Güllük, Turizm Bakanlığı tarafından “Turizm Bölgesi” olmaktan resmen çıkarıldı. Turizmciler tarafından da “Turizm Katalog”larından çıkarıldı. Şimdi buraya turistler her yer dolduğu için geliyor. Turistler Güllük diye bir yeri pek bilmiyorlar. Havalimanına yakın oluşu büyük bir avantaj ve bu önemli avantaj kullanılamıyor. Turistler buraya geliyor, bir iki gün sonra da Bodrum'a gidiyorlar. Turist biraz heyecan ister, biraz eğlence ister, o da burada yok. Burası sakin bir yer, temiz bir yer; aradıklarını bulamıyorlar. İstedikleri gibi büyük oteller, 5 yıldızlı oteller yok burada. Aradıkları deniz, kumsal ve sahil de yok. Eskiden de sahil yoktu ama deniz temizdi.

Güllüğün yosunlu bir sahili vardır, denize girmeniz için biraz açılmanız lazım. Bu durum, buraya hizmet edenlerin bir kusuru, günahı değil, buranın Jeolojik yapısı, topoğrafik yapısı böyle. Ancak çevre temizliğine, insanların ve yönetimlerin daha duyarlı olması, bu eksikliklerin ortadan kaldırılmasına yardımcı olacaktır. Balıkçılık için de birkaç cümle ifade edeyim, çünkü bu konuda balıkçılara fazla yüklenildi, görüntü kirliliği dışında çevre kirliliği için yazılan ve söylenenlerin, İstanbul Üniversitesi Su Ürünleri Fakültesinin Güllük Limanında aylarca yaptığı gözlemler sonucundan sonra, kirliliğin balıkçılar tarafından yapıldığı iddiasının büyük bir “abartı “olduğunu söyleyebilirim. Yıllarca denize dökülen lağımlar ile Milas’ın Sarıçay’ı göz ardı ediliyor.

GÜLLÜĞÜN SİVRİSİNEKLERİ

Güllük’te Sivrisinekler gerçekten çoktu, rahatsız edici miktar ve boyutlardaydı. Herkes bunun kaynağının farklı şekilde bir yerler olduğunu söylerdi. Kimi zeytinlikler, kimi Dalyan derdi... Bana göre biraz da bunun kaynağında insanların kendileri vardı. Bir Arıtma yoktu. Fosseptikler kuralına uygun değildi. Uzun yıllar yeterli vidanjörler yoktu burada. Yeteri kadar sivrisineğin kaynağı olan yerler ilaçlanamadı. Bu önemli bir eksiklikti. Sonraları Belediyelerin sinekle etkin mücadelesi ve insanların kendi fosseptiklerini ilaçlaması, daha doğrusu bilinçlenmesi ve daha dikkatli davranması sonucu;  sivrisinekler hemen hemen yok oldu, çok azaldı. Bizim buraya geldiğimiz 1970'li yıllarda çok sivrisinek vardı. Cibinliksiz, açık pencereli veya telsiz pencereleri olan yerlerde rahat yatmak, uyumak mümkün değildi. O zaman sivrisinekle mücadele şimdiki gibi değildi. Etkili ilaçlar da azdı veya yoktu, olanları da herkesin bütçesine uygun değildi. Yetkililerin çalışması ve insanların duyarlı davranışları ile bu problem geride kaldı.

5 YIL ETİBANK MİLAS BOKSİT İŞLETMESİ MÜDÜRLÜĞÜ YAPTIM VE TURGUT ÖZAL'LA İLGİLİ BİR ANIM...

Ben işletmeyi kurduktan sonra burada 5 sene Müdür olarak kaldım. Biz her sene 200 bin ton civarında, boksit ürettik ve ihraç ettik. İhracat Sovyetler Birliğine yapılıyordu, Seydişehir Alüminyum Tesislerinin kredisine karşılık. Ona mahsup ediliyordu. Bizim bu ihracatımız ülkeye önemli bir döviz girdisi sağlıyordu. 1975'de ben buradan ayrıldım. Fethiye-Göcek'e Üçköprü Krom İşletmelerine Müessese Müdürü olarak geçtim. Osmanlı İmparatorluğu zamanından beri çalışan bir işletme idi, 3 yıl da orada görev yaptım. Sonra Antalya Ferro Krom ve Karpit Fabrikalarının Genel Müdürlüğüne atandım. İki sene orada çalıştım. Antalya Ferro-Krom ve Karpit fabrikalarında bir Pazar günü çalışırken, güvenlikten birisi aradı ve Turgut Özal adında birisinin benimle görüşmek istediğini söyledi. Çalışma odamdan çıktım ve güvenlik kulübesine geldim.

Rahmetli Özal bana, “Bu fabrikanın kuruluşunda biraz emeğim oldu, bir iş için yakına gelmiştim, müsaade edersen fabrikayı gezmek istiyorum” dedi. Ben de, “Tabii, hay hay, buyrun ben sizi gezdireyim ve bilgi vereyim” dedim. Sayın Özal bana, “Bak, bugün Pazar günü ve sen aileni, çocuklarını ve kendi işlerini bırakıp fabrikada çalışıyorsun, demek ki önemli bir işin var ki buradasın, sen işine dön, ben tesisi biliyorum, yalnız gezebilirim” dedi. Ben işime döndüm. Kendisi de fabrikayı dolaşmaya başladı. Tahminen iki saat sonra kapıya geldi ve beni aradı, teşekkür etti ve bana,  Rifat Bey, “Tesiste önemli enerji kayıpları var, bunlar bir kompansasyon ünitesi ile giderilebilir ve 1.5 yılda da kendini amorti eder, ülke genelinde büyük enerji sıkıntısı var, buna önem vermeni tavsiye ederim” dedi ve ayrıldı.

Tesislere iki ay önce yeni atanmıştım ve bundan da bilgim yoktu, ertesi gün ilgili mühendisleri çağırdım, olayı doğruladılar ve birkaç defa yatırım talebinde bulunmalarına rağmen DPT’den yatırım izini alamadıklarını söylediler. Hemen Ankara’ya gittim, teknik gerekçelerle konuyu izah ederek, yatırım iznini aldım ve kompansasyon tesisini kurdum. Gerçekten de önemli kazançlarımız olmuştu, reaktif enerji dolayısı ile ceza ödemelerinden de kurtulmuştuk, enerji kullanma verimimiz artmıştı ve yaptığımız yatırım kendini 8,5 ayda amorti etmişti.

Aradan 8-10 yıl geçmişti, rahmetli Özal ile ben, Karadeniz Bakır İşletmeleri Genel Müdürü iken karşılaştığımızda bana, Antalya Ferro-Krom Tesislerindeki enerji kayıpları için ne yaptığımı sordu, ben de kendisine önerdiği üniteyi derhal kurup çok faydalandığımızı ve 8,5 ayda kendini amorti ettiğini söyledim. Bana teşekkür etti, ama attığı kahkahayı ve yüzündeki mutlu ifadeyi hiç unutamam. Ben çalışma hayatımda çok değerli ve mesleklerinde dünya çapında otorite olan çok deneyimli mühendisler, meslektaşlar, idareci ve politikacılarla çalıştım. Hayatta olanlara sağlıklı ömürler ve vefat edenlere rahmet dilerim, onları saygı ile anarım. Daha sonra 1980 Ocak ayında 8 yıl kaldığım, 8-10 bin kişinin çalıştığı Seydişehir Alüminyum Tesislerinin başında, Grup Başkanı, Müessese Müdürü ve Genel müdür olarak çalıştım. 1987'den, emekli olduğum 2003 tarihine kadar 16 sene de, Karadeniz Bakır İşletmelerinin Genel Müdürü olarak çalışmalarıma devam ettim. Karadeniz Bakır İşletmeleri Türkiye’nin en büyük Bakır madenlerine ve İzabe tesislerine sahipti.

Yaklaşık olarak 3600 kişi toplam çalışanı vardı. Merkezi Ankara'daydı. İşletmeleri, Küre'de yer altı Bakır maden Ocakları, Samsun'da modern Bakır izabe tesisi ve Sülfirik asit fabrikası, Murgul'da maden ocakları ve Bakır izabe tesisleri ile Sülfirik asit fabrikası, Trabzon Sürmene Kutlular’da açık işletilen maden ocakları ve Konsantre tesisleri, Hopa'da kapalı stok depoları ve yükleme tesisleri olan, Tirebolu'da, Harşit'te, Kızılkaya'da Bakır madenleri olan büyük bir kurumdu. Samsundaki fabrikalar, o yıllarda dünyada yeni uygulanan “Flaş İzabe (ergitme)” metodu ile çalışan tesislere sahipti.

DÜNYA MADENCİLİK KONGRESİNİN DAİMİ DELEGESİYİM

14 senedir Dünya Madencilik Kongresi Türk Milli Komitesinin Başkanıyım. O görevi de devam ettiriyorum. Dünya Madencilik Kongresinin de “Daimi Delegesi”yim. Her sene yapılan toplantılara, düzenli olarak, Milli Komiteyi temsilen katılıyorum. 2011 yılında, İstanbul'da yapılacak olan “Dünya Madencilik Kongresi ve Fuarı”nın da başkanıyım. İnşallah bu Kongreyi de ülkemize yakışır bir şekilde gerçekleştiririz. Böyle kongrelerin, böyle fuarların, ülkemizin maden üretimlerinin daha iyi tanınmasını ihracat ve döviz girdisinin artmasını,  yeni teknolojilerin Türkiye'ye girmesini sağlar. Maden ihracatının artışı istihdamı da arttırır. Bunların yanında ülkemizin, turistik, tarihi ve manevi zenginliklerinin tanıtımı için büyük fırsatlar sağlar.

OTELİMİZLE GÜLLÜK'TE TURİZMİN GELİŞMESİNE KATKIDA BULUNDUK

Biz kalabalık bir aileyiz. Benim kardeşlerimin çoğu Avrupa’ya yerleştiler, birisi Almanya'da turizmle ilgileniyor, otelleri var. İki kardeşim, Alman Üniversitelerinde öğretim üyesi. Onlar iktisatçı ve sosyolog. Bir kardeşim Sağlık Bakanlığında görevli. Eczacılık tahsil etmişti Almanya'da. Bir kız kardeşim Hollanda'ya yerleşti. Bu otelin arsasını 1970 yılında almıştım. Buraya otel yapmayı, Almanya'daki kardeşim önermişti. IKONT oteli altı kardeş ve iki Alman’ın ortaklığı ile kuruldu. Ben arsa sahibi olarak otele ortak oldum. Bir aile şirketi ama iki de Alman var aramızda. 36 Odalı, 72 yataklı küçük ama temizlikte iddialı bir otel. Otel işi başlangıçta epey iyi gitmişti. Yaz-kış çalışıyordu, daha sonra Güllük turizm listelerinden çıkarıldığı için, Turizm Acentaları da Güllük’ü listelerinden sildiler, bu nedenle sadece yazları çalışmaya başladık. Burada işi olan iş sahipleri veya iş adamları gelip burada kalıyorlar. Bu nedenle yazın açıyoruz, kışın da kapatıyoruz.

Güllüğün ilk turistik oteliydi, bu otel. Güllüğe organize turistleri getiren ilk oteldir. Atık Arıtma tesisine sahip olan tek ve ilk oteldi. Bu otelin Güllüğü tanıtan önemli faaliyetleri oldu, Ikont Otel’de Almanya’da sonradan Parti Genel Başkanlığı ve Bakanlık yapan Josef La Fonten ve birçok büyük şehrin Belediye Başkanları ve önemli kişiler misafir oldular. Bu bizim ailecek bu yönde Güllük’e bir hizmetimizdir ve devam edecektir. Ben Ankara’da idim, ama kardeşlerim ve oğlum burada çalıştılar, oğlum Y. Sami Kont, Milas ve Güllük’e yerleşti ve hala da burada çalışmaya devam ediyor.

KARDEŞ ŞEHİR İLİŞKİLERİ

Milas ve Güllük'le Almanya'daki bazı şehirlerarasında kardeş şehir ilişkileri kuruldu. Onları benim Almanya'daki kardeşlerimle oğlum Yusuf Sami Kont sağladı. Kardeş şehir ilişkileri, kültürler arası diyalogları sağlayan, kültürleri karşılıklı olarak zenginleştiren, tarihi ve kültürel zenginlikleri tanıma fırsatı veren, yardımlaşmayı, karşılıklı bilgi alışverişini sağlayan, dostlukları pekiştiren sosyal faaliyetlerdir. Eskiden beri Almanlar Türkleri, Türkler Almanları sever. Geçmiş zamanlarda, Osmanlı ile Almanya arasında önemli bağlar vardı. Bu hep devam etti. Almanya'dan Güllüğe gelip giden insanlarda bir Güllük sevgisi olduğunu fark ettik. Biz bunu kardeş şehir ilişkilerine dönüştürmek istedik. Benzer öneriler de Almanlardan geldi. Onlar da kardeş şehir olalım dediler. Bunların içinde önemli isimler vardı.

Bundan 2-3 dönem önce Almanya'da iktidar olan partinin genel başkanı gelip bizim bu otelde kaldı. Alman Sosyal Demokrat Partinin genel başkanıydı o ve aynı zamanda Almanya'daki kardeşimin de yakın dostuydu. Alman bakanlar geldi ve bu otelde kaldılar. Bu bakan, Schröder'in kabinesinde Maliye Bakanıydı. Güllüğün Almanya’daki kardeş şehirlerden birisinin ismi Nurtingen. Oğlum Sami Kont'un aracılığıyla, geçtiğimiz yılarda, Güllük Belediye Başkanı, Milas Kaymakamı ve Güllükspor futbol takımı Nurtingen’e gittiler. Orada bir hafta kaldılar. Gezi ve incelemelerde bulundular orada. Sonra onlar Güllüğe geldiler bir hafta kaldılar. Çevreyi gezdiler. Ikont Otelde misafir ettik onları. Böylece kardeş şehir ilişkilerinin gerçekleşmesine katkıda bulunduk. Tabi bunun devam ettirilmesinde yarar var. Zannedersem bu sene de bu ziyaretler karşılıklı olarak yaşanacak.

AHŞAP TEKNE VE YAT YAPIMI YAŞATILMALIDIR

Güllük'te “ahşap tekne ve yat yapımı” yaşatılmalıdır. Bunun Güllüğün tanıtılmasında çok önemli bir rolü olacaktır. Bu faaliyetin geliştirilmesi gerektiğini düşünürüm ve hatta tavsiye ederim. Gönülden arzu ediyorum. Ben bir madenciyim, maden mühendisiyim. Ama Güllüğün bir maden şehri, bir sanayi kenti özelliğinden daha ziyade bir “Turizm Beldesi” olarak tanınmasını isterim. Gulet yapımını da zaten bu turizmin içinde değerlendirmek gerekiyor. Bu nedenle, Güllük Limanının Güllük dışına çıkarılmasını destekledim. Limanın Güllük dışına çıkarılması iyi oldu. Güllüğün içi kamyon garajı gibiydi. Maden taşıyan kamyonların tozundan geçilmiyordu. Güllüklü tozdan ve gürültüden kurtuldu. Bu iyi bir adım, iyi bir aşama. Bence, bu Limanın daha ileriye, açık denize götürülmesi lazım. Şu harika güzelliği olan koydan, limanın çıkarılması lazım. Burasının tamamen marina ve turizm bölgesi haline getirilmesi lazım. Ender güzellikte olan bu yerlerin kıymetinin bilinmesi lazım. Liman yapılacak daha başka yerler bulunabilir. Güllüğün bu Turizm değerlerini, bazı şeyler uğruna heba etmemek gerekir.

ETİBANK'IN BİNALARI ÜNİVERSİTE VE KONGRE MERKEZİ HALİNE GETİRİLMELİDİR

Etibank'ın şu andaki yeri, atıldır yani boş durmaktadır. 30 bin metrekarelik bir yer. İçinde 29 tane bina var. Eskiden misafirhane ve lojman olarak kullanılan çok büyük bir yer.  Burası Üniversite olmak için biçilmiş kaftan. Çok uygun bir yer, bu iş için. Bu Binaları, turizm, tekne yapımcılığı, su ürünleri dalları olmak üzere, 3 ana dalda Üniversitenin hizmetine vermek gerekiyor. Yetkililerin burayı mutlaka Etibank'tan bağış yoluyla almaları topluma, gençliğe ve eğitime kazandırmaları gerekiyor. Bu husus, bana göre topluma ve Güllük’e hizmet açısından Güllük tarihinde önemli bir olay olacaktır. Güllük için önemli bir atılım ve gelişme olacaktır. Uygun yatırımlar yapılır ise, Güllük bir “Kongre Merkezi” için başlangıç olarak ideal bir yer. Kongre merkezi, Güllüğün gelişmesini çok büyük oranda pozitif olarak etkiler. “Kongre turizmi” için gelen insanlar, iş adamları, varlıklı turistler, bilim adamları ve uzmanlardan oluşan, ekonomik olarak önemli katkı sağlayan insanlardır. Buraya gelecek insanlar elit insanlardır, yetişmiş insanlardır, bilim insanlarıdır. Bu tür faaliyetler Güllüğe her yönden çok büyük kazanç sağlar.

GÜLLÜK BUNDAN SONRA NASIL GELİŞMELİ?

Güllük, kesinlikle bir “Sanayi Beldesi” haline getirilmemelidir. Liman da, buradan kaldırılmalıdır. Limanın bu körfezin dışında açıkta bir yere taşınması lazım. Balıkçıların taşınmasını sağladılar, limanın da taşınması gerekir diye düşünüyorum. Liman burada oldukça, bu gemiler buraya geldikçe, Güllük körfezi bu kirlilikten kurtulamaz ve buraya turist de gelmez. Güllük yolundaki maden stok sahalarının, çevreye parça, mıcır ve toz yönünden zarar vermeyecek şekilde ve yönetmeliklere uygun depolama yapmalarının sağlanması şarttır. Güllük körfezinin kirliliğinde gemilerin de payının olduğu unutulmamalıdır. Bunları düşünmek, göz önünde bulundurmak ve uzun vadede çözüm bulmak gerekiyor diye düşünüyorum. Benim gönlüm, Güllük gibi güzel bir yerin, harika bir doğa zenginliğinin, Sanayi için heba edilmemesi, bu tür faaliyetlerden dolayı zarar görmemesi ve kaybedilmemesi yönündedir.

Güllük için sonuç olarak şunu söyleyebilirim; Güllük sahip olduğu doğal güzellikleri korumalı, Körfezin temiz kalması sağlanmalı, haliç değerindeki bu körfezin güzelliklerinden yararlanılmalıdır; Etibank tesislerinin de, Güllüğün doğal ortamına ve kültürel kimliğine uygun düşen bazı mesleki eğitim bölümleri için, Muğla Üniversitesi bünyesinde hayata geçirilmelidir; İlave inşaatlarla Etibank tesislerinde “Kongre Merkezi Projesi” hayata geçirilmelidir. Benim hayalimdeki Güllük bu...

Kaynak: GÜLLÜK Güneybatı Ege’nin Dışa Açılan Kapısı, İnceleme-Araştırma, Nevzat Çağlar Tüfekçi, Güllük Belediyesi Yayınları: 1, 2010, Baskı: Anıl Ofset

 

 




Bu haber 6046 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SÖYLEŞİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI