![]() |
Tweet |
GÜLÇİN GRANİT / ÖYKÜ
Hızlandım… Hızlanmalıydım… Saatte 300 kilometreye kadar çıkmalıydım. Adralin tutkum bana; “Arkandan gelen motorları geçmelisin” diyordu. Gaza daha bir yüklendim, süratim iki katı artmıştı. Başımda kask olmasına rağmen rüzgâr yanımdan vınlayarak gelip geçiyor bense, rüzgârı yırtarak parçalıyordum. Sağımda solumda yük kamyonları vardı, kamyonların arasından sıyrılıp onları arkam sıra bırakıyordum. Diğer motorlarda aynı hızla arkamdan geliyorlardı, E5 üzerinde divit atıyorduk. Bir ara hızımı düşürüp görsel, bir şölen için motorun önünü kaldırıp, arka tekerle ilerledim. Büyük bir tırın bana yaklaşmasıyla ön tekerleri gerisin geri yere indirdim. Kasasındaki mallar haddinden fazla doluydu, yanlara sarkan yükler bir an gözlerimin önünden geldi geçti. Dikkatim dağılmıştı, bu tırı geçmeli ve arkamda bırakmalıydım Diğer motosikletli arkadaşlardan bir tanesi bana yaklaşmak üzereydi, hemen arkamda olduğu hissediyordum. Sık sık otomobilleri ve tırları solluyor makaslar atıyordum. Yoldaki araçlar kornaya basıp beni uyarıyorlardı. Ardım sıra kuyruklu küfürlerde işitmedim değil hani. Benimse onlara hiç aldırdığım yoktu. Böyle bir duyguyu hayatım boyunca hiçbir yerde yaşayamazdım. Ne paraşüt ile metrelerce aşağı atlarken, ne de Everest dağına tırmanırken. Hiçbir şey ama hiçbir şey beni bu kadar mutlu edemezdi. Hayattan ancak böyle zevk alabilirdim. Ölümle yüz yüze gelerek; ölümle ölümsüzmüşüm gibi danslar ederek. Bu duygu benim yaşama sebebimdi.
Annem motoru almamı hiç onaylamasa da, yemin billah ettirmişti divit atmamam için. Bu yarış tutkusu bütün duygulardan daha üstün bir duygudur. İnsanı zehirli bir yılanın dili gibi içine çekiverir, bir girdap gibi seni kendinde yok eder, sanki duyguların türbülansa girer. Noterde motor satışını yapan abla bile, “Aman evlat, motoru dikkatli kullan, ben hiç motor satışı yapmak istemiyorum, çok korkuyorum” demişti, nasılda gülmüştüm ablaya. Ne çok sevinmiştim motoru alınca, bir servet hatta birkaç otomobil parası ödedim, bu kız gibi motoruma ey maşallah! Önümde başka bir otomobil taşıyan tırla yan yana geliyoruz. Tır çok hızlı beni görmüyor, hiç göresi de yok. Hızımı kesemiyorum, tır üstüme üstüme geliyor, kaçmaya çalışıyorum, birkaç araç daha sollayıp Ê5 kenarındaki korkuluklara son sürat çarpıyorum. Havada motorla birlikte taklalar atarak, ters istikametteki karşı yola şiddetle çakılıyorum. Havada acı acı çalan korna sesleri var duyuyorum ama hiçbir acı hissetmiyorum. Her şey bıçak kesiği gibi bir anda olup bitiveriyor.
Ruhumun, bedenimden sıyrılıp, yukarıya doğru yükseldiğini hissediyorum. Görüyorum, şu gözlerimle görüyorum. Aşağıda ne var ne yoksa hepsini. Araçlar bir birine girmiş, zincirleme kazalar var. Bir tır, beş otomobil iç içe gömülmüş, ortalık savaş meydanına dönmüş. Trafik birden sıkışıyor. Bense kanlar içinde yerde öylece hiç kıpırdamadan yatıyorum. Kaskım başımdan ötelere fırlamış. Her yer kan revan içinde, vücut bütünlüğüm bozulmuş. Uzun bir müddet sonra, trafik polisleri ve ambulans siren sesleri arasında geliyor. Sağlık memurları benim için “ ex’ olmuş diyorlar. Cesedimi fermuarlı torbaya koyarlarken, iki melek omuzlarıma konuyor. Ellerinde ışık saçan koça defterleriyle. Sağ tarafımdaki melek, “Kaderin buraya kadardı” diyor. Sol tarafımdaki melek, “Seni götürmeye geldik, ama önce sevap ve günahlarına bakalım!” diyorlar. Ben yukarıdan ışığı saçılan ahiret defterine kaçamak gözlerle bakmaya çalışıyorum. Melekler başlarını gökyüzüne çevirip, işaret parmağını bana doğru salıyorlar. “Olmaz! Bu bizim işimiz. Senin bu defteri görmemen lazım,” diyorlar.
Kendimi kan ter içinde buluyorum. Kulaklarımda ise çığlık çığlığa “Hayır!” sesleri… Sıçrayarak uyanıyorum. Bir müddet yatağın içinde oturup, yanımda bulunan sürahiden bir bardak su içiyorum. Annem koşturarak yanıma geliyor. “Evlat! Ne oldu sana böyle, kan ter içinde kalmışsın, kâbus mu gördün yoksa?” diyor. Bense başıma sallayıp, terlerimi silmeye çalışarak; “Yok, meleğim yalnızca geleceğimi gördüm; dün aldığım motosikleti bugün satılığa çıkaracağım,” diyorum