Tweet |
Yüksel Işık
Bu aralar, Hacı Bektaş Veli hakkında yazılan ne varsa okuyorum.
Bugün milyonlarca taraftarı olan biri Hacı Bektaş.
Halka sevimli görünmek isteyen neredeyse her cenahtan politikacı Ona atfedilen sözleri kullanıp, puan toplamak istiyor.
İktidarda bulunanların sık başvurduğu, “bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözü Ona ait; daha çok muhaliflerin kullandığı “eline, diline beline sahip ol” sözü de…
Hakkındaki bütün bilgiler menakıblardan oluşuyor ama iki konuda herkes hem fikir gibi; bunlardan biri kadınlara ilişkin pozitif yaklaşımı; diğeriyse “ilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır” sözüyle bugün için bile çok ileride olan bilime ilişkin vurgusu.
KERAMET NARDADIR SACDA DEĞİLDİR…
Rivayet edilir ki Horasan’dan yola çıkıp güvercin olarak geldiği Anadolu’da meydanda cem eden erenlere verdiği selamı, yalnızca Kadıncık Ana görüp alıyor.
Hepimizin bildiği ve neredeyse imkânsız olduğuna ilişkin mutabık kaldığımız bir posteri var; o posterde Hacı Bektaş’ın kucağının bir yanına aslan, diğerinde ceylan var.
Öyle anlaşılıyor ki o poster, imkânsızın mümkün olduğuna ilişkin bir mesaj içeriyor.
Buna bir çeşit “gerçekçi ol, imkânsızı iste” çağrısı da denebilir.
Bu girişi, bilineni tekrar etmek için değil; bugüne dek üzerinde hiç durulmayan bir özelliğine dikkat çekmek için yapıyorum.
Hacı Bektaş Veli’nin çabası, insanı özüne döndürmektir ancak yaşarken, her ne derse desin, her ne yaparsa yapsın; kimseyi öyle kolay kolay inandıramadığını biliyoruz.
Attığı her adımda kanıt istenir kendisinden.
Gittiği her yerde, katıldığı her mecliste, öncelikle oradakilerin kendisini dinlemesini sağlamak, söylediği sözün derinliğini kavratmak için herkesten daha fazla çaba göstermek zorunda kalır.
Hiç kuşkusuz, Onun gerçek hayatına ilişkin bilgiler, menkıbelerin arasında silikleşip kaybolmuş durumdadır. Menakıblarla yoğrulmuş öyküsünün derinliğine inildiğinde, Onun, her seferinde, kendisini kanıtlamak için “keramet göstermek” zorunda kaldığını görüyoruz.
Bir diğer önemli nokta da, yaşadığı sürece bugün ulaştığı itibarlı konuma sahip değildir. Ne zaman ki bu dünyadan göçüp gitmiş, o zaman taraftarı da artmış, itibarı da…
HER NE ARAR İSEN…
Nedense Kılıçdaroğlu ile ilgili herhangi bir gelişme olduğu vakit aklıma hep Hacı Bektaş Veli geliyor.
“Teşbihte hata olmaz”; Hacı Bektaş Veli, nasıl “insan odaklı” bir inanç alanı oluşturmak için faaliyet yürütürken, verdiği mesajdan önce kendisini kanıtlamak zorunda kalmışsa Kılıçdaroğlu da, CHP Genel Başkanı seçildiği andan itibaren, partisinin politikasından bağımsız olarak, kendisini kanıtlamak zorunda bırakılmış görünüyor.
Siyasetin aktörlerine bakın; Erdoğan’dan Akşener’e, Babacan’dan Demirtaş’a kadar kimse onlardan bir “keramet” beklemiyor; çünkü onların “kerameti kendinden menkul” liderler.
Kılıçdaroğlu ise her seferinde “sigaya çekiliyor”.
Denilebilir ki “sonuçta kurtuluşa ve kuruluşa önderlik etmiş bir partinin genel başkanı olmak, başlı başına ateşten gömlek giymeye benzer”. Bununla birlikte o görevde kendisinden önce de bulunanlar olmuştu; ancak onların aynı “imtihana” tabi tutulmadığını biliyoruz.
Bu toplum, siyasetçilerin yaptıkları kaba hareketlere yahut söyledikleri amiyane sözlere yabancı değil. Hatta iktidardakiler söylediği vakit, “helal olsun, adam halkın dilini biliyor” diyenler, söz Kılıçdaroğlu’na gelince “ahret sorgusu”ndan geri durmuyorlar.
Neden?
Kılıçdaroğlu’ndan neden daha fazlası isteniyor?
Çünkü O aslında adı konulmamış da olsa “ötekileştirilmiş” bir cenahtan geliyor. Cumhuriyet, ötekini, berikini ayırmadan herkese “eşit yurttaşlık” hakkı tanımış olsa da, “öteki olmanın”, hele hele son yirmi yılda, fiilen ayrımcılığa tabi tutulmak anlamına geldiği inkâr edilemez.
İşte böyle bir ortamda gidiyoruz, “hayat-memat meselesi” haline dönüştürülen Cumhurbaşkanlığı seçimine…
MÜSTERİH OLSUNLAR…
Kılıçdaroğlu aday olur mu?
Olsa ne olur?
Gösterdiği çaba dikkate alınırsa herkesten daha fazla hak etmiyor mu?
Olsa iyi olur ve herkesten daha fazla hak ediyor ancak kanaatim o ki Kılıçdaroğlu, kendisinin adaylığını hiç düşünmüyor.
Peki ne düşünüyor?
2. Yüzyıla girilirken yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimini, Cumhuriyet’in ruhuna uygun bir adayın kazanmasını…
Kimdir o aday?
Şimdilik Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanma olasılığı yüksek ABB Başkanı Mansur Yavaş ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu gibi iki isim revaçta görünüyor.
Bu iki ismin üç yıl önce adları dahi anılmazken, bugün kamuoyu araştırmalarında önde çıkmalarını sağlayan şey, Kılıçdaroğlu’nun gösterdiği liderlik maharetidir.
Aynı mahareti, bu kez de Yavaş ve İmamoğlu başta olmak üzere Millet İttifakının muhtemel adaylarına yönelik baskıları azaltmak için kendi adının konuşulmasına sessiz kalarak gösteriyor.
Hal böyle olunca özellikle iktidar çevreleri, Kılıçdaroğlu’nun aday olmak istediğini ısrarla yazıp, heveslileri kışkırtmak, Millet İttifakının arasına nifak tohumları ekmek istiyor.
Bu tuzağa da çoğunlukla güya “kazanacak aday”dan yana olduklarını söyleyen İYİ Parti yöneticileri düşüyor.
Bilinçaltlarına sinmiş “öteki”yi çağrıştıran bu “kazanacak aday” vurgusu, tümüyle subjektif bir tanımlama olmakla birlikte müsterih olmalarını öneririm.
Çünkü Kılıçdaroğlu, Cumhuriyet’in kuruluş felsefesini ikinci yüzyılda da başat kılabilmek için sürece damga vuracak bir siyasal aktör olarak tarihe geçmeyi, Cumhurbaşkanlığı gibi nihayetinde “kişisel ikbalden ibaret” olacak olan Cumhurbaşkanı seçilmekten çok daha önemli görüyor.
Buraya yazıyorum; Kılıçdaroğlu, “dünyevi” bir makam olan Cumhurbaşkanlığından çok “onursal” bir konumlanmayı tercih edecektir.