Bugun...



Öykü / Doğanın Çığlığı

Mevsim kış olmasına rağmen dışarıda ılık bir hava hâkimdi. Nicedir boşladığım sabah yürüyüşü için çarçabuk hazırlanıp önce yavaş sonra hızlı adımlarla sahile indim. Oltacılar birer ikişer gelmeye, kediler de balık kovalarının yanında kümelenmeye başlamıştı.

facebook-paylas
Güncelleme: 02-10-2024 00:55:25 Tarih: 02-10-2024 00:53

Öykü / Doğanın Çığlığı

Fatma TÜRKDOĞAN / ÖYKÜ

Mevsim kış olmasına rağmen dışarıda ılık bir hava hâkimdi. Nicedir boşladığım sabah yürüyüşü için çarçabuk hazırlanıp önce yavaş sonra hızlı adımlarla sahile indim. Oltacılar birer ikişer gelmeye, kediler de balık kovalarının yanında kümelenmeye başlamıştı.

İyot ve yosun kokulu deniz havasını ciğerlerime boca ede ede sahil boyunca yürüyüp bol köpüklü dibek kahvesiyle meşhur çay bahçesine ulaştım.

Deniz, atlas yorgan gibi ışıldıyordu. Martılar pike yaparak denize bir iniyor, bir yükseliyor kendilerine atılan ekmek parçacıklarını birbirleriyle yarış hâlinde kapışıyorlardı. Hemcinsleriyle çılgınca oynaşan karabatakları takip ettim bir süre.

Kahvemi içerken bir yandan da gazeteye göz gezdiriyordum. Körfez vapuru ilk turunu tamamlamıştı. Neşeli, telaşlı ve aceleci yeni yolcularını bindiriyordu.

Vapurun kalkış düdüğüyle gazeteden başımı kaldırıp doyumsuz manzarayı seyretmeye başladım. Vapur; tüllerinin üzerine damla inciler işlemeli kuyruklu gelinliğini giyip salınan taze gelinler gibi arkasında beyaz öpücükler bırakarak işveli işveli süzülüyordu. Kıyıyı döven mavi beyaz öfkenin durulup sakinleşmesini hayranlık ve zevkle izliyordum ki, nereden geldiğini anlayamadığım gök gürültüsüne benzer hiddetli bir ses çalındı kulağıma:

“Ey, Âdemoğlu! Sesime cevap ver!”

Gayriihtiyari sağıma soluma bakıp kulak kabarttım. Garson o sırada içerideydi. Etrafta benden başka da kimse gözükmüyordu. Sesini biraz daha yükselterek sözlerini yineledi. Bunun üzerine ben de,

“Kimsiniz? Bana sesleniyorsanız Âdemkızı demeniz gerekmez mi?” diyerek takılacak oldum. Aynı hiddetle yanıt verdi:

“Sözümü kesmeyin lütfen! Söyleyeceklerimi not alıp bunları insanlara duyurunuz!”

“Sesinizi çıkartamadım,” dedim. “Üstelik sizi de göremiyorum. Lütfen kendinizi tanıtınız. Yoksa bu bir kamera şakası mı sabah sabah…” diyerek şaşkınlığımı dile getirdim.

“Beni görmek için etrafına bak! Havaya, kuşa, toprağa, ağaca… Ben doğayım; bitkiyim, yelim, karım, şebnemim, asumanım, deryayım...” dedi.

Sersemleyip aptallaştım. Çantamdaki bloknot ve kalemimi çıkartıp beklemeye başladım.

Aynı hiddetle konuşmaya başladı.

“Âdemoğullarından şikâyetçiyim! Uyarılarıma rağmen yine önlem almayacağınızı sezinleyerek bir an önce son kez uyarmayı münasip gördüm şöyle ki:

Hiroşima ve Nagazaki’ye attığınız atom bombalarıyla bana ve insanlığa verdiğiniz zararı unutmadım daha.

Üstelik Çernobil Nükleer Santrali’nin patlamasıyla oluşan çevre felaketini, yediğiniz fındık ve içtiğiniz çaylardan kansere yakalanıp toprak olduğunuzu da unutmadım.

Siyanürle altın aramak da neyin nesi? Kazmayı ha bire bağrıma vuruyor, delik deşik ettiğiniz dağların o muhteşem görüntüsünü ve florasını tahrip ediyorsunuz.

En verimli ovaları, patates ve pamuk tarlalarını, deltaları imara açıp betonlaştırdınız. Fay hatlarımın üzerine, azıcık çimentoyla kardığınız harç ile düşük profilli demir kullanarak çok katlı binalar diktiniz. Sizleri biraz silkeleyince de kaderinize razı oldunuz, kusurlarınızı görmemezlikten gelerek...

Kloroflorokarbon gazları içeren deodorantları, parfümleri, spreyleri bol bol kullandınız. Taşıtlarınızın egzoz ölçümlerini zamanında yaptırmayı ihmal edip havamı berbat ettiniz.

Ozon tabakasındaki kapatılması mümkün olmayan deliği görmezden geldiniz. Sera etkisiyle mevsim dönüşümlerinin zamanlamasını değiştirdiniz. Hastalıkların çoğalmasını ve çeşitlenmesini hızlandırdınız.

Isındım! Milyarlarca yıldır kutuplarımı kaplayan buzulların erimesine sebep olup orada yaşayan penguenlerimin, ayı ve fok balıklarımın yaşam alanlarını daralttınız.

Yakın zamanda tropik adaların, ada devletlerinin, denize kıyısı olan ülke ve şehirlerin kaybolmasına, sular altında kalmasına ve mahvolmasına sebep olacaksınız.

Biyolojik ve kimyasal silahlar kullanarak; suyumu, toprağımı, canlılarımı, bitki örtümü zehirlediniz.

Hâlâ fabrikalarınızın bacalarına filtre taktırmadınız, atıklarını denize verip sularımı kirletiyorsunuz. Gemiler zehirli varilleri kimseye çaktırmadan deryalara boşaltıyor, sintinelerini usulca suya salıp bitki ve canlılarımı yok ediyorsunuz.

Ormanlarımı tarla açmak bahanesiyle veya dikkatsiz piknikçilerin yaktığı ateşi iyice söndürmediği, içtiği sigarayı iyice çiğnemediği için yakıp zarar verdiğini unutmadan söyleyeyim.

Arada hiddetlenip içimden gelen alevleri, ifrazatı dışarı püskürtüyorum ‘yanardağ’ diyorsunuz. Kesilen, yakılan ormanlık alanlarımdan toprakla birlikte sel olup hırsla akıyorum ‘erozyon’ diyorsunuz. Arada bir silkelenip kıpraşıyorum ‘zelzele’ deyip geçiyorsunuz. Fırtına, boran, lodos, keşişleme, karayel olarak ıslık çalıyorum “deli yel” diyorsunuz, hâlâ akıllanmıyorsunuz...

Düğün, nişan, cenaze törenlerinde çelenk yerine hatıra ormanına ağaç dikin diyorlar bildiğinizi okuyorsunuz.

Yapılan kaldırımları her dört beş senede bir bozup tekrar yapıyorsunuz, etrafımı kirletiyor rahatsızlık veriyorsunuz.

Belediyelerin bedava dağıttığı düşük kalorili kömürle havamı berbat ediyor, solunum yolları hastalıklarına davetiye çıkartıyorsunuz.

Çöpleri öğütüp değerlendirecek fabrika kuracağınıza şehir merkezlerine yakın yerlerde çöp dağları oluşturuyorsunuz. Hırsımdan patlayınca da ‘metan gazı patladı!’ diyorsunuz pişkince.

Kullanılmış plastikleri, pilleri, gazeteleri geri dönüşüm konteynırına atın diyorlar çöp muamelesi yapıyorsunuz.

Toprağımın yüzüne baka baka tükürüyor, sümkürüyor, çitlediğiniz çekirdeklerin kabuklarını yere atıyorsunuz.

Başıboş sokak hayvanlarını kısırlaştırıp hayvan barınağında yaşatacağınıza itlaf edip benim dengemi altüst ediyorsunuz.

Dip trolüyle balık avlayıp deniz canlılarının kökünü kazıyorsunuz.

Suyun yeryüzü ile gökyüzü arasındaki dolaşımı sayenizde olması gerektiği gibi olamadığı için yeraltı suları iyi beslenemiyor. Pınarlar, dere ve akarsular, göller kuruyor, toprak hızla çölleşiyor...

Caretta Caretta dev deniz kaplumbağaları kıyılarınıza, kelaynaklar Birecik’e niye daha fazla gelmiyor, hiç düşündünüz mü?

Toprak Dede Hayrettin Karaca, söylediklerine itibar etmiyorsunuz diye uzun süre suskunluğa gömülüp en sonunda da terki diyar eyledi.

Bu Dünya’yı siz atalarınızdan emanet aldınız, torunlarınıza miras bırakacaksınız ama...”

Birden sesi kesildi. Nefeslenmek için durmuştu sanırım. Fırsatı ganimet bilip tüm Âdemoğulları adına binlerce özür dilemek için ağzımı açtım fakat...

***

Boğazım demir bir pençeyle sıkılıyormuş gibi debelenerek uyandım. Ter içinde kalmıştım. Etrafıma baktım şüpheli gözlerle… Tüm duyularım körelmiş, hipnotize olmuş gibi şapşallaşmıştım. Yüksek sesle “Oh! Çok şükür, rüyaymış!” dedim.

Eşim de uyanmış beni teskine çalışıyordu. Çok utanmıştım insanlığımdan… İşlemekten imtina ettiğim suçlarla itham edilmiştim. Kendimi çok aciz hissedip savunamamıştım bile…

Yağmurda sırılsıklam ıslanmış kedi eniği gibi titriyordum. Öğlen olmuş hâlâ rüyanın etkisinden kurtulamamıştım. Yanaklarımın al al olan kızarıklığı geçmemişti. Bir gayretle bana söylenenleri kaleme almak için hamle yaptım.

Ben elçiyim, sürçülisan ettim ise affola…




Bu haber 3148 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÜLTÜR-SANAT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI