Bugun...



“Evim, Evim”: Bir Dolandırılma Öyküsü

2010 yılından beri Datça'da yaşıyor; 20-25 yıllık bir esnaf. Esnaf arkadaşlarının hepsi ve hatta müşterileri bile onun AKP'li olduğunu biliyor; bu siyasi kimliğini, şu veya bu nedenle, hiç saklama gereği duymadı; biraz fazlaca açık sözlüdür. Yıllardır tanıdığım bu esnaf arkadaş, bir gün, dolandırıldığını ve bu nedenle artık AKP'li olmadığını söyleyince, duyduklarıma inanamadım. Şaka yapıyor, sandım. Onu tanıyan bazı arkadaşlar da dolandırılma öyküsünü doğrulayınca, anlatırsan yazarım, dedim; kabul etti.

facebook-paylas
Tarih: 13-06-2022 23:27

“Evim, Evim”: Bir Dolandırılma Öyküsü

MEHMET ERDAL /  DATÇA

     2010 yılından beri Datça'da yaşıyor; 20-25 yıllık bir esnaf. Esnaf arkadaşlarının hepsi ve hatta müşterileri bile onun AKP'li olduğunu biliyor; bu siyasi kimliğini, şu veya bu nedenle, hiç saklama gereği duymadı; biraz fazlaca açık sözlüdür.

     Yıllardır tanıdığım bu esnaf arkadaş, bir gün, dolandırıldığını ve bu nedenle artık AKP'li olmadığını söyleyince, duyduklarıma inanamadım. Şaka yapıyor, sandım. Onu tanıyan bazı arkadaşlar da dolandırılma öyküsünü doğrulayınca, anlatırsan yazarım, dedim; kabul etti.

     *

     Anadan, babadan ya da eşinden gelen bir evi yoktu; yıllardır kiracı idi. 2020 yılı başlarında, TV'lerde gördüğü reklamlardan, çevredeki bir-iki esnafın, faizsiz, çok fazla para ödemeden ev alımına yardım ediliyor, muhabbetinden de etkilenerek, ev sahibi olmaya karar vermiş.

     2020 Mart ayı öncesi, yani, pandemi nedeniyle büyük şehirlerden sahillere doğru yoğun bir göç başlamadan öncesi Datça'da 2+1 (60-65 m2) evlerin fiyatlarının 400.000 TL. civarında olduğundan yola çıkarak, 2 yıl sonra, demiş, bu evlerin fiyatları olsa olsa 800.000 TL., hadi bilemedin 1.000.000 TL. olur. Bu iki yıl içerisinde 400.000 TL. biriktirebilirim. Bu durumda, 2 yıl sonra bana gerekli olan, artı 400.000 TL. dir. Böyle hesap ederek, iki yıl sonra bu parayı kendisine verebilecek yeri araştırmaya başlıyor.  Reklamların ve çevresindeki muhabbetlerin etkisiyle, “Evim” finans kuruluşları konusuna yoğunlaşıyor; bir gün, tamamen tesadüfen, bir arkadaşıyla, Muğla'da şubesi olan “Hedefevim”in kapısından içeriye adım atıyor. Yanındaki arkadaşı da bir esnafmış, araba almak istiyormuş ama sonradan vaz geçmiş. O vazgeçmiyor. Ev sahibi olmak istediğini söylüyor; dolandırılma öyküsü başlıyor.

     *

     Düşündüğü evi almak için kendilerinden kaç TL. istediğini soruyorlar; 400.000TL. diyor. Tamam, diyorlar, sen bize 30.000 TL.  katılım ücreti ödeyeceksin, ilk giriş masrafları için. Sana 78 ay üzerinden bir ödeme listesi çıkaracağız; aylık 2.000 TL. civarında. Bu ödeme başladıktan sonra 42 ayda biz sana istediğin parayı vereceğiz; sen ondan sonra da şu limitlerle ödemeye devam edeceksin. Eğer, sen, arada bir bize toplu ödeme yaparsan, bu ödemeyi öne çekeriz. Esnaf arkadaş, bir süre sonra topluca 20.000 TL. veriyor; tamam, sana istediğin parayı 36. ayda, vereceğiz, diyorlar. 3 ay sonra, 2020 Eylül-Ekim gibi bir 20.000 TL. daha veriyor; tamam,  istediğin parayı 28. ayda teslim ederiz, diyorlar. Esnaf arkadaş, böyle böyle, 30.000+20.000+20.000= 70.000TL ve aylık taksitler halinde de toplam 25.000 TL, yani tastamam 95.000 TL. ödüyor.

     Anlatımından öğreniyorum ki, bu “Evim” isimli kuruluşlar yalnızca ev sahibi değil, aynı zamanda araba sahibi yapacağız diye de müşteri topluyorlar; dahası, gerçekte, ev/araç alıp vermiyorlar, ev/araç almak için onlardan talep ettiğin parayı veriyorlar.

     “Hedefevim” ile ilişkiye geçmesi, 2020 yılı Mayıs ayı içinde olmuş. Ödemelerine başladığının 13. ayında, Kurban Bayramı haftasında, arefe günü, telefonundan, İnternet bankacılığı üzerinden 2150 TL. yatırıyor; aylık ödemelerde ayın 20'sini geçersek, diyor, ödemeyi gelecek aya sayıyorlar, o nedenle arefe marefe demedim, saat 11.00'de yatırdım. Bayramdan sonrasına kalsaymış, ayın 20'sini geçiyormuş; o nedenle, arefe günü, öğle öncesi, İş Bankası üzerinden, “Hedefevim”in hesabına parayı yatırmış. Gerçekte, diyor, bu kuruluş, 6-7 banka ile çalışıyordu; biz İş Bankasıyla çalıştığımız için o banka üzerinden ödeme yapıyorduk.

     2021 yılı Temmuz ayında bu ödeme yapıldıktan sonra kendisine bir dönüş olmamış. Merak etmiş, aramış. Telefonları açan yokmuş. Meğer, para ödedikleri kuruluşa TMSF tarafından el konulmuş.

     Bu konuyu biraz açmasını istiyorum: Anlattığına göre, siyasi iktidar, TMSF üzerinden, benzeri konumdaki 21 şirkete el koymadan 3-4 ay önce bir karar alıyor ve diyor ki, bu yolla vatandaşı ev-araç sahibi yapacağız diyen her kuruluş, 100 milyon civarında parayı teminat olarak verecek; bunun için size 6 ay süre veriyorum. Bu ödemeyi yapamayanları faaliyetten men edeceğim. Ama ne oluyorsa oluyor, 3. ayda, devlet 21 kuruluşa el koyuyor; 1 Temmuz 2021. Bu son gelişmeden haberlerinin olmadığını, öyle ki, para yatırdığı kuruluşa el konulduktan sonra bile para yatırılmaya devam edildiğini, söylüyor. ( 1 Temmuz 2021'de TMSF tarafından el konulmadan sonra sehven yatırdığı 2150 TL'yi, müracaatı üzerine iade etmiş TMSF. Başkaları da almışlar.)

     Devletin 21 kuruluşa el koyup 6 kuruluşa dokunmamasını, bu 6 kuruluşa “kıyak geçme” olarak değerlendiriyor. Tamam, 21 kuruluşun 3-5 tanesi çürük olabilir, ama kurunun yanında yaşın yanması kabul edilebilir mi, diye soruyor. Yani, ona göre, 21 kuruluşun bir kısmı sorunsuzdu ama siyasal iktidar, çürükler gibi onları da faaliyetten men etme yoluna gitmişti. Örn: diyor, benim para yatırdığım “Hedefevim”, halihazırda faaliyet yürüten “Eminevim”den sonra gelen, müşteri potansiyeli en yüksek 2. ya da 3. büyüklükte kuruluştu. Siyasal iktidarın bu operasyonunun nedenini, pastadaki payı daha da küçültmemek olarak, yorumluyor. Yani, diyor, bu 21 kuruluşa el konulmasında, ayakta kalan 6 kuruluşun % 100 payı var. Bizim pasta payımız küçülüyor, iş yapamıyoruz, diyerek, Cumhurbaşkanına, devlete, AKP'ye, hükumete sözlerini geçirmeleridir. Ali Şan dahi “Fuzulevim” için reklamlara çıkıyordu  A Haber'de, ATV'de, TGRT'de, TRT'de... Bu kuruluşların, yerli ve milli kanallarda reklamları çıkıyordu... Bu “Hedefevim” açılalı belki 5 yıl olmuş, belki 10 yıl olmuş. Muğla'da, en yakında sadece “Hedefevim”in şubesi vardı. “Eminevim”, en büyük firma, Denizli'de, İzmir'de şubesi var; ona nasıl gidelim? “Eminevim”in 25-30 yıllık bir kuruluş olabileceğini, söylüyor. AKP'nin kuruluşundan da önce kurulmuş olduğunu, sanıyor. Diğerleri, diyor, müşterilerle irtibat kuruyorlar; belli günlerde toplanıyorlar; bir cafede, bir restoranda.

     Datça'da böyle bir toplantı olduğunu, hiç duymamış.

     Bu kuruluşların ve haliyle para yatırdığı “Hedefevim”in arkasında kimlerin olduğunu, sahiplerini filan bilmiyormuş; onları incelemeye zamanım olmadı, diyor.

     Datça'da, “Hedefevim”e para yatıran başka bir kişi olmadığını, ama Muğla genelinde 198-200 civarında kişi olduğunu, söylüyor; bunlar, genelde, ev sahibi olmak isteyenlermiş. İçlerinde emlakçı da, hemşire de ... varmış.

     2021 Aralık ayında, bir akşam vakti, telefonundan, WhatsApp'tan “eklendiniz, eklendiniz” diye mesajlar gelmeye başlamış; “Evim mağdurları grubu”, diye. Şaşırmış. Kim kurmuş? Ne istiyorlar? Bilmiyormuş. Telefon numaralarını, para yatırdıkları kuruluşlardan, muhtemelen müşteri temsilciliklerinden bir şekilde almış olduklarını, düşünüyor. El konulan 21 kuruluşun mağdur ettiği müşterileri içerecek şekilde bir platform kurulmuş... Mardin'den, Edirne'den... her yerden mağdurlar varmış. Mağdurların sayısı konusunda net bir şey söyleyemiyor; yaklaşık 54.000 kişi olduğu söyleniyor ama normalde 49-50.000 kişi civarındayız, diyor.

     Platformu kuranların, İstanbul'da benzeri mağduriyet yaşayanlar olduğunu söylüyor; bazı isimler sayıyor. TMSF'nin merkezi İstanbul/Şişli olduğu için, böyle olduğunu, söylüyor. Kurucu kişiler de, esnaf arkadaşlarmış. 8-10 kişilermiş. Mağduriyetlerini gidermek için öncülük ediyorlarmış...

     Bu platform, 21 kuruluşa el konulduktan sonra Ağustos, Eylül... gibi 2-3 kez TMSF önünde eylem yapmış; bunların hiç birisinden haberi olmamış. Temmuz ayı ile Aralık 20'ye kadar, ne devletten ne de devletin resmi herhangi bir kurumundan kendilerine bir kez bile açıklayıcı, mağduriyetinizi gidermek için şöyle yapacağız, böyle yapacağız, gibi herhangi bir bilgi gelmemiş. Arayan, soran olmamış. Sadece, 444'lü bir numara bulmuşlar, aramışlar, orada da, kuruluşunuz tasfiye oldu, en kısa sürede size bilgi verilecek, diyen bir sekreterler ile muhatap olmuşlar; o kadar.

     Devletimiz, diyor, bu kuruluşlara çalışma izni verirken, ne iş yapacaklarını mutlaka biliyordu; öyle rastgele ruhsat verilmiş olamaz... Sen kalkacaksın, “Evim” adı altında bir kuruluş kuracaksın, her yere şube açacaksın, en şatafatlı bir biçimde, vatandaşın gözüne sokacak şekilde donatacaksın, TV'lerde ünlü sanatçılar ile reklam yapacaksın, bu reklam paraları da bizden çıkacak, öyle ya kim cebinden para vererek reklam yapar, üstelik bütün bunlar devletin resmi, yerli ve milli dediğimiz, sevdiğimiz, inandığımız kanallarında yapılacak; ne bileyim CNN'de, NTV'de, HALK TV'de olsa tamam, diyeceğim, ama bizim inandığımız, güvendiğimiz kanallarda sen kendi vatandaşına, kendi seçmenine veya sana destek veren halkına, sağduyulu dediğin halkına, %60-70-80'i deniliyor, o insanlara yalan söyleyecek, yalancılık, dolandırıcılık yapacak adamların reklamını yaptırırsan, ben senin güvenirliliğini sorgularım. Mağdur olmamıza göz yumuyorsun. Acaba, burada, bir güven suistimali mi söz konusuydu? Yani, bu vatandaşların güven duyduğu kanallarda güven duydukları kişiler ile reklam yapılarak, o vatandaşın bu güven duygusu suistimal ediliyor ve dolandırılma mı gerçekleştiriliyordu? Evet, diyor. Eğer, diyor, sen buna göz yumuyorsan, o zaman, ben bu kanalları silerim... Mağduriyet yaşatacak bir habere, bir reklama yer verilemezdi. Eğer, diyordu, devlete seslenerek, sen benim devletim isen, benim malımı da, canımı da, paramı da korumakla mükellefsin. Ben zaaf içerisine düşebilirim, telefon dolandırıcılığı bile oluyor, avukatı, hakimi bile dolandırıyorlar, doktoru bile dolandırıyorlar, her şey yapılıyor. Eğer sen devlet isen benim emek vererek kazandığım paramın da birilerine peşkeş çekilmesine izin vermeyeceksin. Varsa bir yanlışlık, düzelteceksin. Devletten beklediğim, benim, bu. 

     Platform kurulduktan sonra, TMSF önünde eylemlerimiz oldu, diye, bilgilendirmeler yapılıyor. 24 Ocak 2022'de, eylem yapmak için gittiği TMSF önünde kendilerine yalan söylendiğini, söylüyor. Ben, devletin kurumuna inanmak istiyorum. Benim devletim, Adalet Bakanım, İçişleri Bakanım, Dışişleri bakanım, Savunma Bakanım, hepsine nasıl itimat ediyorsam ve güven duyuyorsam, devletimin bakanı ve kurumu olarak, artık hangi bakan yetkiliyse bu konuda, hepsine itimat edip güven duymak istiyorum... Adalet varsa, nerede adalet? Biz mağdur değilsek, ispatlayın o zaman; siz mağdur değilsiniz, deyin. Milletvekili olarak geliyorsunuz, size torba yasa çıkaracağız, diyorsunuz, sözde, 2022 Şubatında torba yasa çıkaracağız, sizin mağduriyetinizi gidereceğiz, diyerek, bize güzel açıklamalarda bulundular. Torba yasa çıktı Nisan ayının ilk haftasında mı ne, şu an iki ay oluyor; biz ne kanun biliyoruz ne şu ne de bu. Milletvekilleri gibi öyle güzel, usturuplu da konuşamıyoruz, biz vatandaşız...

     Platform, eğer hakkımızı aramazsak, bütün mağdurlara ulaşamazsak, TMSF, alacaklı olduğumuz paraları, hani geçmişte banka batıklarında olduğu gibi, ancak 5 yılda, 10 yılda öder; bu nedenle sesimizi çıkarmalıyız, eylem yapmalıyız, diyor. 24 Ocak 2022'de, aralarında görüşmeler, konuşmalar yapıldıktan sonra eylem kararı alınıyor.

     Devletten, mağduriyetimizin bir an önce giderilmesini istiyoruz. Sorunumuza çözüm bulmasını, istiyoruz. Bizler, paralarımızın iade edilmesini istiyoruz, diyerek, anlatmaya devam ediyor. Paralarımız, derken, kastedilen nedir, diye soruyorum. Paralarımız derken, diyor, hiç bir kesinti yapılmadan, hatta TL'deki değer kaybı düşünülerek, altın, döviz üzerinden hesap yapılarak paramızın iadesini, istiyoruz.

      24 Ocak 2022 günü İstanbul'da TMSF önünde yapılan eylemde ki diyor, o gün, İstanbul'un kabusuydu; her yer kar altındaydı. Çok soğuk bir gündü. Saat 15.30'da TMSF önünden ayrılmak zorunda kaldık. Kötü hava geliyordu. Hatta TMSF önünde 20 Kasım 2021'de de eylem yapılmış. 40-50 gün içinde sizin sorunlar çözülecek, diye açıklama yapıyor, TMSF'den yetkili bir kişi. Peki, devletin bir kurumunun müdür yalan söyler miydi? Evet, yalan söylemişti. 24 Ocak'taki eylemde, bir hafta 10 gün içinde sizin sorunlar çözülecek; bakanlıklarla görüşülecek, torba yasa çıkacak, sizin mağduriyetiniz giderilecek, diye açıklama yapmışlardı. Her seferinde oyalamışlardı. Hep, çözümü ileri bir tarihe atmışlardı.

     Kendisi, yalnızca 24 Ocak'taki eyleme katılabilmişti. O eylemde 300-400 kişi vardı. Ülkenin pek çok yerinden yola çıkan mağdurları getiren araçlar hava koşulları nedeniyle yollarda kalmışlar, uzun süreler bekledikten sonra geriye dönmüşlerdi.

     Geçtiğimiz Mayıs ayında da bir eylem yapılmıştı, TMSF'nin önünde. Kendisi gidememişti. Çünkü Datça'dan İstanbul'a gidip gelmek, 1500 TL.'ye mal oluyordu. Yakın bir yer olsa, hiç durmaz giderdi. Şimdi 27 Haziran'da yine eylemleri vardı; karar alınmıştı.

     Torba yasanın içinde kendileriyle ilgili çıkan yasanın bir yararını görmemişlerdi. Çıkan yasa çok uzundu. Aklında kalan, yasa resmi gazetede yayınlandıktan bir ay sonra paralarını alacakları doğrultusunda bir şeydi. Şu an, para verdiği “Hedefevim” mağdurlarına ki sayıları 9-10.000 civarındaydı, hepsine değil, bir kısmına, 2-3.000 civarındakilere mesaj geliyor; burada bir şeyi daha paylaşmak istiyordu, kendileri, halihazırda faaliyetine devam eden “Fuzulevim”e devredilmişlerdi. 21  kuruluşun mağdur ettiği 50.000 civarındaki kişi geride kalan 6 kuruluşa devredilmişti. İşte, TMSF'nin mesaj attığı kişi, mesajı aldıktan sonra bu “Fuzulevim”i arayacak, randevu alacak ki en yakın şube Aydın'da idi, oraya gidecek ve düşüncesini söyleyecekti; orası ile devam mı etmek istiyordu, yoksa TMSF tarafından el konulan kuruluşlara kaptırdığı paraları geri mi istiyordu?

     Duyduklarıma inanamıyordum. Anlatmaya devam etti: Mesajı alan, Aydın'a gittikten sonra, ne düşünüyorsa, o doğrultuda, “Fuzulevim” ile yeni bir sözleşme yapacaktı. Devam etmek istemiyorsa, bir ay içinde kaptırdığı paralar geri verilecekti, sözde.  2 aydan beri, diyor, hala bana mesaj gelecek. Devlet, eğer, onların mağduriyetinin gidermeyi düşünseydi, çok hızlı bir biçimde hareket ederdi. Onları, yetkili organlardan arayıp halini hatırını soran bile yoktu. Kendileri en düşük, en vasıfsız insanlar oldukları için, devlet kendilerine değer de vermiyor, yüzlerine bile bakmıyordu. Yani böylesi bir durumdaydılar. Değer vermiş olsaydı, 11 ay bekletmezdi. TMSF, eğer düzgün çalışan bir kurum olsaydı, kendilerine en kısa süre içerisinde bir çözüm sunardı. Paralarının erimesine göz yummazdı. Dolar geçen yıl kaç TL., bu yıl kaç TL. idi. Kendilerine, şu an, ilk anda verdikleri katılım payının %80'ini keserek %20'sini veriyorlardı. Yani 30.000TL.nin 24.000TL. yi kesiyor ve yalnızca 6.000TL. veriyordu. 95.000 TL. vermişti, üzerinden bunca zaman geçmişti, kendisine 71.000 TL. verilecekti, onun da ne zaman verileceği belli değildi. Devlet, gece, bir köpek bir çocuğu ısırdığında, anında, bütün ülkeye genelge yayınlıyordu. Kendilerinin, 50.000 mağdurun, o çocuğu ısıran köpek kadar değeri yok muydu? Genelge yayınlayarak, köpekler aşılansın diyordu ya da Pitbull cinsi köpekler bağlansın; ama ya kendilerine? Yahu, kendileri bu ülkenin vatandaşıydı. Hakları vardı. Mağduriyetleri söz konusuydu. Seslerini duyan yoktu.

     Kendisi, bu platformun dışında, Datça AKP İlçe Örgütü Başkanına, WhatsApp'tan, bir akşam vakti, saat 20.30 gibi bir mesaj atmıştı; Aralık ayının (2021) 20-25'i gibi. Platformdan haberdar olduktan sonra... Gece vakti olduğu için, bu saatte rahatsız edilir mi insan, dedi, beni arayarak. Özeli vardır, dedi. Fırça kaydı. Başkanım, dedim, bundan sonra sizi mesai saatleri içinde ararım, dedim. Yahu, sen ilçe başkanı isen, senin mesain olmaz. Benim bir sıkıntım var ki, sana mesaj atmışım; açarsın bakarsın. Önemli görürsen, dönüş yaparsın. O tavrı gördükten sonra bir daha kendisini rahatsız etmedim... O ara rahatsızlığı da vardı sanırım, bir daha mağduriyetim konusunda görüşmedik.

     Sonra, AKP Muğla İl Başkanı Kadem Mete'yi arıyor. O da, “Evim” firmalarını mahkemeye verin, diyerek, salladı geçti. Biz mahkemeye verecekmişiz. Biz o konuda çok bilgi sahibi olmadığımız için, o günkü şartlarda, sonradan şunu da öğrendik ki, “Evim” firmalarına, TMSF'ye, BDDK'ya dava açacak yollar kapalıymış; avukatlar söyledi bunları bize. Dava açılamazmış. Bunu il başkanı olarak sen araştırıp, sorup biliyor olacaksın. Hatta beni Çalışma Bakanlığının il müdürlüğüne yönlendirmişti, orasının avukatı vardı, ona gittim sordum, yapılacak bir şey bulamadılar.

     Devletin, olaya, yalnızca müdahale etmekle yetindiğini, 27 kuruluşa teminat paralarını yatırın dedikten 3 ay sonra 21 kuruluşa el koyduğunu ama ortadaki mağdurların yararına yönelik nokta düzeyinde bile hiç bir şey yapmadığını, düşünüyordu.

     Kadem Mete'den sonra Muğla AKP Milletvekili Yelda hanımefendiyi aramış ve onunla, 5-10 dakika konuşmuştu. Kendisine, bu konuda bir çalışma olacağını ve çıkarılacak torba yasa içerisinde bu sorunla ilgili de bir düzenlemenin yer alacağını, söylemişti. Bu çıkarılacak yasa ile mağduriyetimiz giderilecekti. O kadar. Diğer Muğla AKP Milletvekili Mehmet Yavuz'u da aramış, Ocak 2022 gibi. Onunla, daha çok yazışmıştı, WhatsApp üzerinden. Kendisi 10 tane mesaj atıyorsa, milletvekili anca bir mesaj ile dönüş yapmış. Milletvekillerinin danışmanlarını da aramış; onların da milletvekillerinden farkı olmadığını, söylüyor. Ulaşılamaz konumdaymışlar. Kendilerini firavun gibi tepede görüyorlarmış. İnsanlara tepeden bakıyorlarmış. Diğerlerinden farkınız ne dedim, o mesajları da yolladım. Siz benim vekilimsiniz, ben size oy verdiysem, seçmeninizsem, bize siz sahip çıkmayacaksınız da Meral Akşener mi sahip çıkacak? Kılıçdaroğlu mu sahip çıkacak? Hükumette olan onlar değil ki; hükumette olan sizlersiniz. Sizin çoğunluğunuz var. Siz çözüm bulacaksınız. Mağduriyetimize göz yuman, şu an sizsiniz. Eğer düzenleme, denetleme, kontrol olsaydı, şu an biz bu mağduriyeti yaşamayacaktık. Kimin hatası varsa, o düzeltsin. Ya da bu tür kuruluşların kurulmasına ve vatandaşı mağdur etmesine izin verilmesin. Para yatırmaya başladığımızda dolar 6-6,5 TL idi, şimdilerde 16.5 TL civarında. Şu an, Datça'da bir ev 2-2-5 milyon TL. Aradaki zararımızı kim ödeyecek?

     Milletvekilleriyle kurulan ilişkilerden de olumlu bir sonuç alınamamış. Milletvekili Yelda hanımefendi, geçtiğimiz bayramın ikinci günü AKP İlçe Örgütü binasına gelmiş. Karşılaşmışlar. Tepkisini ifade etmek için tokalaşmamış. Oturmuşlar. 5-10 dakika sonra söz almış ve 5 dakika kadar derdini anlatmış; Yelda hanımefendi, biz, demiş, sizin mağduriyetinizi gidermek için yasa çıkardık, sorunu çözdük, demiş. İnsanların halini, diyor, ne güzel biliyorlar. Milletvekili olunca, bir bakışta, iki kelime ile insanların sorunlarını çözüveriyorlar. Bizim mağduriyetimiz giderilmiş olsa, ben oraya neden gideyim? Niye derdimi anlatayım? Sanki ben boş bir insanım da sizlerle vakit geçirmek için mi mesajlar atıyorum, sorup soruşturuyorum? Tepki gösteriyorum? Bir kez bile telefonlarıma cevap vermiyorsunuz? Beni muhatap almıyorsunuz? Benim derdim var ve bu derdimi siz çözeceksiniz. Başkaları çözecek olsa, oraya gideceğim. Siz bizimle dalga geçiyorsunuz. Neymiş? Torba yasa ile bizim mağduriyetimizi gidermişler. İki ay geçti torba yasanın üzerinden, ortada hiç bir gelişme yok. Arayan ve soran bile yok. Bir Afrika ülkesinde miydik ki, iletişim sıkıntısı çekiliyordu? Hani biz büyük bir devlettik? 50.000 mağdur insanın telefonuna, onların mağduriyetini giderecek şekildeki bilgi ulaştırılamıyor mu? O kadar geri bir ülke miyiz?.. TMSF'de çalışanlar 3-5 gününü kendilerine ayıramayacaklar mıydı? Cumhurbaşkanı öyle bir talimat veremiyor muydu? İsteseydi, verirdi.

     Ankara'nın bu konudaki kayıtsızlığının nedeni olarak 50.000 sayısının az görülmesine ya da şu an faaliyette bulunan 6 “Evim” firmasının çalışan sayısının, nüfuzunun, AKP'ye katkılarının daha fazla olmasına bağlıyordu; öyle olmasa, bize değer verirlerdi, diyor.  Kendilerini görmemişler, duymamışlar ve değer vermemişlerdi. Kendisi, 15 Temmuz'da Datça Emniyet Müdürlüğü'nün önünde nöbet tutmuştu, her gün 3-4 saat. Bir ay boyunca nöbet tutmuştu. Ne diye? Süs olsun diye mi? Bayrağı taşımıştı; bayrak, bir taneydi. Devletine laf ettirmezdi. Bayrağına laf ettirmezdi. Ben, senin arkandan geldim, duymuyor musun, beni, diyordu. Sağır mısın? Kulaklarını aç, beni dinle. Bana bak. Bu benim adamım, de. Bana, hadi, dediğinde, ben yola çıkmışım. Millet benimle dalga geçerken, ben bayrağımı alıp, nöbet tutmuşum.

     Kendisi, 2010-12 yıllarında AKP'ye üye olmuştu. Aşağı yukarı 10 yıldır AKP üyesiydi. Konuştuğu ilçe yöneticisi, il başkanı ve milletvekilleri kendisinin 10 yıldır parti üyesi olduğunu biliyorlardı. Sandık görevlisi bile olmuştu, Yılmazlar Ortaokulunda. Şimdi parti üyesi değildi. Mayıs ayı içinde E-Devlet üzerinden istifasını vermişti. Eşi de istifa etmişti... İlçe örgütü yönetimi istifasını ve neden istifa ettiğini biliyordu ama kendisine hiç bir şey diyemiyorlardı. Haklısın, mağduriyetini gidereceğiz vb. vb... hiç bir şey söyleyemiyorlardı.

     24 Ocak 2022 günü İstanbul'da TMSF önünde yapılan etkinlikte CHP Milletvekili Gürsel Tekin, o soğuğa rağmen, kafası üşümesin diye başına bir şeyleri sararak yanlarına gelmiş ve yarım saat, bir saat kendilerini dinlemişti. Ne AKP milletvekilleri, il başkanı ne de MHP'den hiç bir yetkili yanlarına gelmemişti; hiç mi haberleri yoktu, diyor. Oraya, belki 500 tane Çevik Kuvvet Polisi gelmişti. İstanbul Emniyet Müdürü'nün haberi vardı. Vali'nin haberi vardı. Milletvekillerinin haberi mi yoktu?

     HDP'ye karşı, sıcak duygular beslemiyordu, doğruya doğru, ama Garo Paylan, ki Diyarbakır Milletvekili Ermeni kökenli bir yurttaş idi, ona da soğuktu; elbette, kendisine karşı bir tavrı olmadıktan sonra ona bir tepki göstermezdi, işte o Garo Paylan, “Evim Mağdurları Platformu”na gelmiş ve en azından bir saat konuşmuştu. Platform sözcülerinin anlatımından, meclis içinde, bizim sözcülerimizin elinden tutup, bu arkadaşlar “Evim” mağdurlarıdır, diyerek, meclis içinde her partiden milletvekilleriyle tanıştırdığını, öğrenmişti. Bu milletvekili kendilerinin mağduriyetini çözmek için kendilerine öncülük ediyor ve koşturuyordu, Engin Altay adında CHP milletvekili 17 dakikalık bir video konuşmasının 7-11 dakikası arasında, 4 dakika, kendi sorunlarına değiniyordu. Yahu, kendisi, bunu CHP'den, HDP'den beklemiyordu, İYİ PARTİ'den beklemiyordu; kendi seslerini AKP duyuracaktı. Ama kendilerini görmemiş ve duymamışlardı. Körleri ve sağırları oynamışlardı. Neden? Onlar için seçmen olarak bir değerleri yoktu demek. Artık kendilerinden umudu kesmiş olmalıydılar. Demek ki faaliyetlerine devam eden o 6 “Evim” firmasının sahiplerinin yeri, onların nazarında kendilerinden daha fazlaydı. Onlara peşkeş çekmişlerdi, kendilerini. Devam etmez isek, %80'ini yakacaklardı katılım payının, devam edersek, 2-3 yıl daha para verdirecekler, taksit yatırmaya devam ettirecekler; diyelim ki 500.000TL. daha para yatırdık, ama şimdi 2-2,5 milyon olan evin değeri olacaktı 4-5 milyon. Bu durumda, ev sahibi nasıl olacaklardı? Bu sistem, çürük bir sistemdi.

     Yakınlarda, kendisini, “Eminevim” firmasından bir kadın çalışan aramış, mağduriyetlerinin giderilip giderilmediğini, sormuştu. Onlara, bizim bu mağduriyet durumumuzun devam ediyor oluşu, sizin için iyi bir reklam değil, demişti.

     Peki, bu sistem, yani bu “Evim” şirketlerinin, ev ya da araba sahibi olmak hayali içerisindeki sıradan, yoksul insanların bu hayallerini gerçekleştirmek için, gelin, ne kadar paraya ihtiyacınız varsa bize söyleyin, size bir hesap çıkaralım; şu kadar katılım payı öderseniz şu kadar aylık taksiti şu kadar ay ödedikten sonra sizin istediğiniz parayı size ödeyelim, siz ondan sonra da şu miktarlarda aylık ödemeye devam edin, demeleri ne kadar mantıklı idi? Bu şirketler, sizin istediğiniz paranın yarısı civarındakini ödedikten sonra aldığınız paranın gerisini hangi paradan size ödeme yapıyorlar ki bu kadar para dağıtabiliyorlar?

     Yeni yeni başvuran müşterilerin ödedikleri katılım paralarından ve aylık taksitlerden, diyor. İyi de bu durumda, bu firmalar, size ödeme yaptıkları ana kadar sizden topladıkları paraları kullanıyorlar ve başkalarının paralarından da takviye yaparak size ödeme yapıyorlar. Bu sistemde, bu çarkın ebediyen, 50 yıl, 100 yıl, 1000 yıl dönmeye devam edeceği varsayımının yanı sıra gizlenmiş bir faiz de var; yani bu sistem faizsiz bir sistem değil. Diyelim ki, yeni müşteriler kesildi, bu sistem ne olur? Biter, diyor. Peki, diyelim ki, bu 21 şirkete el konulmasa ve sen 28 ayın sonunda, yani bundan 3-4 ay sonra o istediğin 400.000 tl. yi alabilseydin, şimdiki Datça'da, ilk başta yaptığın hesaba uygun olarak 800.000 TL. ya da 1.000.000TL.ye bir ev alabilecek miydin? Mümkün mü, şu an evlerin fiyatı 2-2,5 milyon TL. diyor.

     Öyleyse, bu yolla ev sahibi olmak mümkün değil? Evet, diyor. Bırak 2-3 yıl sonrasını, bugün, 6 ay sonrasını bile göremiyorsun.

     Peki, devredildiğinizi söylediğin “Fuzulevim” ile devam etmeyi düşünüyor musun? Hayır, diyor. Kendisi gibi mağdur konumda olanların %90-95'inin de kaptırdıkları paraları kurtarmanın derdinde olduğunu, söylüyor. Paramızı alalım, çıkalım; lanet olsun, diye düşünüyorlarmış.

     Konuyu bir başka boyutuyla tartışmaya çalışıyoruz: O bu yola, konut ihtiyacı nedeniyle girmişti. Gelinen noktada, bu ihtiyaç giderilmemiş, aksine sorun biraz daha karmaşıklaşmıştı. Böyle devam edemezdi. Konut sorunu, çözülmeli miydi? Evet. Vatandaşın, en azından yoksul vatandaşın konut sorununu çözmek devletin görevi miydi? Evet. Peki bu sorununu çözmek için devletten ne bekliyordu? Ona göre, devlet, bu konuya el atmalıydı. Devlet sosyalliğini göstermeliydi. Bu “Evim” firmalarına,  insanlar peşkeş çekilmemeliydi. Bu her alanda böyleydi. Yoksa, kendisi gibi küçük bir esnafın, Datça'da ev sahibi olması artık bir hayaldi...

     CHP'li Milletvekillerinin kendi sorunları için koşuşturmasını, oy için koşuşturuyorlar, şeklinde değerlendiriyordu AKP'liler; demek ki, diyordu, onların bizim oylarımıza ihtiyacı yok ya da onlar da bize sahip çıkmalılar. Kendileri, onlara oy veriyorlardı. Onların seçmeniydiler. Daha çok sahip çıkılmayı bekliyorlardı. Kendilerini, onların ağzına bile düşürmemeliydiler. Onların haberi olmasın, onlar duymasın, hemen çözelim, evin içinde olan evin içinde kalsın, demeleri gerekiyordu. Kendi aramızda halledelim, demeleri gerekiyordu. Ama kendileri feryat figan ederken, kendilerini duymuyorlar ve görmüyorlardı.

     “Evim, Evim”e oy verenler, genelde AKP'ye oy veren seçmenler miydi? “Evim” firmalarını, siyasi olarak çok bildiğini, söyleyemezdi ama devlet, eğer bu firmaları kendisine tezat bir kuruluş olarak değerlendirseydi, onlara bu kadar destek vermezdi. Bu firmalardan ev ve araç sahibi olmak için başvuranlar genelde AKP'li, MHP'li ya da daha doğrusu, faize karşı fazla hassasiyeti olan ya da örn: bir bankadan para çekiyordun, diyelim ki 1.000.000 TL., o parayı geriye öderken misliyle ödüyordun. O da etkendi. “Evim” firmalarında ise, örn: 400.000TL. yi 7 yılda yine 400.000 TL. olarak ödüyordun. Vatandaş, bunu duyduğu zaman, haa bak, diyordu, bu da bizim gibi düşünüyor. Allah razı olsun, diyor.

     Şimdilerde, yani geriye 6 kuruluş kaldıktan sonra, 6 ay içinde ev sahibi yapacağız, diye reklam yapıyormuş bazılar; 6 ay içinde ev sahibi olunacağına inanır mısın, diyor. Mümkün değil, diyorum. Şimdi devletten lisans da aldıklarını, söylüyor. Bu yalan ile üstelik devletin TV'lerinde boy gösteriyorlarmış. İsterlerse 3 ay içinde ev sahibi yapsınlardı; kendisi açısından bu olay bitmişti. Ağızları yanmıştı. “Evim” mağdurları olarak “inanmayın, güvenmeyin, kapılmayın” diye Twitter'de paylaşımlar yapıyorlardı.

     Son 3 gündür, paylaşımları, “AKP'ye oy yok” şeklindeydi.

 




Bu haber 1189 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER TOPLUM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI