Bugun...


GÜLDEN SÖKELİOĞLU

facebook-paylas
Menekşe Kokulu Hikâyeler
Tarih: 17-11-2023 21:53:00 Güncelleme: 17-11-2023 21:53:00


          İnsanları bunaltan ülke ve dünya gündeminden, İsrail- Filistin çatışmasının acı sonuçlarından sizleri bir parça olsun alıkoymak için, 'Menekşe Kokulu Hikâyeler' Kitabı'ndan seçtiğim küçük hikâyeleri sunmak istedim.

          *

       Bir Bardak Sütün Hatırı

       "Bir kimseye edilecek iyiliğin en mükemmeli o kimseyi minnet altında bırakmayanıdır."

                  Balzac

       Howard, yoksul bir ailenin çocuğuydu ve okul giderlerini karşılamak için kapı kapı dolaşarak eşyalar satıyordu.

       O gün, hiçbir şey satamamıştı ve karnı da çok açtı. Bundan sonra çalacağı ilk kapıdan yiyecek bir şeyler istemeye karar verdi. Kapıyı açan sevimli genç kadını görünce utandı. Yiyecek bir şeyler yerine,

 "Affedersiniz, bir bardak su rica edebilir miyim?" diyebildi yalnızca.

       Genç kadın, çocuğun aç olabileceğini düşünerek kocaman bir bardak süt getirdi ona. Çocuk, sütü yavaş yavaş içine sindirerek içtikten sonra, "Çok teşekkür ederim, borcum ne kadar?" diye sordu genç kadına.

       Genç kadın, "Borcunuz yok," diyerek yüzünde sıcak bir gülümsemeyle devam etti. "Annem, gösterdiğimiz şefkat ve nezaket karşılığı olarak asla bir bedel ödenmesini beklemememizi öğretti bize," dedi.

       Çocuk, "O halde çok teşekkürler, yürekten teşekkür ederim size," dedi.

       Howard Kelly, evin önünden ayrıldığında kendisini yalnızca beden olarak değil, ruhsal olarak da güçlü hissediyordu.

       Yıllar sonra genç kadın çok ender rastlanan bir hastalığa yakalanmıştı. Yöredeki doktorlar çaresiz kalınca hastalığıyla ilgili araştırmalar yapılması için onu büyük şehre gönderdiler.

       Dr. Howard Kelly, konsültasyon yapması için çağrıldığı hastanın hangi kasabadan geldiğini duyunca heyecanlandı. Artık genç olmasa da yıllar önce kendisine sevgiyle yaklaşan kadını ilk gördüğü anda tanımıştı ve onun yaşamını kurtarmak için elinden geleni yaptı.

       Uzun süren tedaviden sonra kadın sağlığına kavuştu. Dr. Kelly, denetlemesi için önüne getirilen faturaya söyle bir baktı ve üstüne bir şeyler yazarak zarfın içine koydu ve hasta kadının odasına gönderdi.

       Kadın elleri titreyerek aldı zarfı eline. Açmaya korkuyordu. Hastane faturasını asla ödeyemeyeceğini ve geri kalan yaşamı boyunca bu faturayı ödemek için çalışacağını biliyordu.

        Sonunda zarfı açtı ve faturaya iliştirilmiş bir not dikkatini çekti. Kâğıtta şunlar yazılıydı:

       "Hastane giderlerinin tamamı bir bardak süt karşılığı ödenmiştir."

          *

       Affet Beni Baba

       "İnsan, babasına borçlu olduğu saygıyı ancak baba olduğu zaman duyar."

                   Goethe

       Evlendiğinden beri evinde kalan babası yüzünden eşiyle sürekli tartışıyordu. Eşi babasını istemiyor ve onun evde bir fazlalık olduğunu düşünüyordu. Tartışmalar bazen inanılmaz boyutlara ulaşıyordu.

       Yine böyle bir tartışma anında eşi bütün bağları kopardı ve "Ya ben giderim ya da baban bu evde kalmayacak," diyerek rest çekti. Eşini kaybetmeyi göze alamazdı. Babası yüzünden çıkan tartışmalar dışında mutlu bir yuvası, sevdiği ve kendini seven bir eşi ve bir de çocukları vardı. Eşiyle evlenebilmek için çok mücadele etmişti. Ailesini ikna etmek için çok uğraşmış ve çok sorunlarla karşılaşmıştı. Hâlâ onu ölesiye seviyordu.

       Çaresizlik içinde ne yapacağını düşündü ve kendince bir çözüm yolu buldu. Yıllar önce avcılık merakı yüzünden kendisi için yaptırdığı kulübe tipi dağ evine götürecekti babasını. Haftada bir uğrayacak ve ihtiyacı neyse karşılayacaktı.

       Babasının ihtiyaç duyabileceği tüm malzemeleri hazırladıktan sonra yatalak babasını yatağından kaldırdı ve kucakladığı gibi arabanın arka koltuğuna yatırdı. Oğlu Can, "Baba ben de seninle gelmek istiyorum," diye ısrar edince onu da arabaya aldı ve birlikte yola koyuldular.

       Karakışın tam ortalarıydı ve korkunç bir soğuk vardı. Kar ve tipi yüzünden yolu zor seçiyorlardı. Minik Can sürekli babasına, "Baba nereye gidiyoruz?" diye soruyor ama cevap alamıyordu. Öte yandan nereye götürüldüğünü anlayan yaşlı adamsa gizli gizli gözyaşı döküyor, oğlu ve torununa belli etmemeye çalışıyordu.

       Saatler süren zorlu yolculuktan sonra dağ evine ulaştılar. Epeydir buraya gelmemişti. Baraka tipindeki dağ evi artık çürümeye yüz tutmuş, tavan akıyordu. Barakanın bir köşesini temizleyip hazırladı ve arabadan yüklendiği yatağı oraya itinayla serdi. Diğer malzemeleri de taşıdıktan sonra son olarak babasını sırtlayarak yatağa yerleştirdi.

       Tipi ve fırtına barakanın içinde de hissediliyordu. Babasını bu kulübede bırakmak aslında hiç içine sinmiyordu. Çaresizlik içinde babasını izledi. Daha şimdiden üşümeye başlamıştı. Yarın yine gelir bir yorgan ve birkaç battaniye getiririm, diye düşündü.

       Öyle üzgündü ki dünya başına göçüyor gibiydi. O, bu duygular içindeyken babası, yüreğine bıçak saplanmış gibiydi. Yıllarca emek verdiği oğlu tarafından bir barakaya terk ediliyordu. Gururu incinmişti, içi yanıyordu ama belli etmemeye çalışıyordu. Minik Can ise olanlara hiç anlam veremiyordu. Anlamsızca ama dedesinden ayrılacak olmanın vermiş olduğu üzüntüyle sadece seyrediyordu.

       Artık gitme zamanıydı. Babasının yatağına eğildi, yanaklarını ve ellerini öptü. Beni affet der gibi sarıldı, kokladı. Artık ikisi de kendine hâkim olamıyor ve hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Buna mecburum, der gibi baktı babasının yüzüne ve Can'ın elini tutup hızla barakayı terk etti. Arabaya bindiler.

       Can yola çıktıklarında ağlamaya başladı, neden dedemi o soğuk yerde bıraktın diye. Verecek hiçbir cevap bulamıyordu, annen böyle istiyor diyemiyordu. Can, "Baba, sen yaşlandığında ben de seni buraya mı getireceğim?" diye sorunca dünyası başına yıkıldı. O sorunun yöneltilmesiyle birlikte deliler gibi geri çevirdi arabayı.

       Barakaya ulaştığında, " Beni affet baba," diyerek babasının boynuna sarıldı. Baba oğul sıkı sıkı sarılmış çocuklar gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Oğlu, "Baba beni affet! Sana bu muameleyi yaptığım için beni affet!" diye hatasını belli ediyor, babası oğlunun bu sözlerine en anlamlı cevabı veriyordu:

       "Geri geleceğini biliyordum yavrum. Ben babamı dağ başına atmadım ki sen beni atasın... Beni bu dağda bırakamayacağını biliyordum."

          *

          Altın Değerindeki Kutu

       "İnsan hediyesini kalbiyle beraber vermezse onun ne değeri vardır."

             Charles Tschopp

       Adam, üç yaşındaki kızını, pahalı bir hediyelik kaplama kâğıdını ziyan ettiği için azarlamıştı. Küçük kız, koskoca bir paket altın yaldızlı kâğıdı, bir kutuyu eğri büğrü sarmak için kullanmıştı.

       Bayram sabahı küçük kız paketi getirip, "Bu senin babacığım," dediğinde üzüldü. Acaba gereğinden fazla mı tepki göstermişti kızına. Bir gece önce yaptığından utandı.

       Ne var ki paketi açınca yeniden öfkelendi. Kutunun içi boştu... Kızına yine bağırdı:

       " Birisine bir hediye verdiğinde kutunun içinde bir şey olması gerekir. Bunu da mı bilmiyorsun?!"

       Küçük kız gözlerinde yaşlarla babasına baktı.

       " O kutu boş değil ki baba, içini öpücüklerimle doldurmuştum."

       Adam öyle fena oldu ki... Koştu... Kızına sarıldı... Beraberce ağladılar.

       Adam, o altın değerindeki kutuyu ömrünün sonuna kadar yatağının başucunda sakladı. Ne zaman keyfi kaçsa, ne zaman morali bozulsa, ne zaman kendini kötü hissetse, kutuya koşar, içinden minik kızının sevgiyle doldurduğu hayali öpücüklerinden birini çıkarırdı.

          *

       Küçük Evliya

       "Temiz bir kalp, zehirli dillerin bozduğunu düzeltir."

             Homeros

       Yaşlı adamın hastalığına doktorlar çare bulamayınca çok yakın bir dostu kendisine evliya denilen birinin adresini verdi. Dostunun söylediğine göre en ağır hastalar, o zatın duasıyla iyileşebiliyormuş.

       İhtiyar adam verilen adresi çaresizlik içinde cebine atıp yola koyuldu. Adreste yazılı olan mahalleye geldiğinde sokağın köşesinde simit satan altı- yedi yaşlarındaki bir çocuğa rastladı. Çocuk son derece masum gözlerle kendisine bakıyor ve onu tanıyormuş gibi gülümsüyordu.

       Adam, o yaştaki çocukların tamamen günahsız olduğunu düşünerek yoluna devam ederken aniden duruverdi. Simitçinin üzerindeki eski tişörtün üzerinde bir "E" harfi yazılıydı. Ve bu "E" mutlaka evliyanın "E"si olmalıydı.

       Aradığı evliyaya bu kadar çabuk ulaşmanın heyecanıyla yanına gidip bir simit aldıktan sonra, "Doktorlar benim hasta olduğumu söylediler," dedi. "İyileşmem için bana dua eder misin?"

       Çocuk bu teklif karşısında şaşırmışa benziyordu. Kafasını olur der gibi sallarken, " Ben de sık sık hastalanıyorum," diye karşılık verdi. "Ama dedem, Allah'a inananların ölünce yıldızlara uçtuklarını ve oradan cenneti seyrettiklerini söylüyor. Bu yüzden korkmuyorum hastalıklardan."

       Adam, içinin bir anda ferahladığını hissetti. Onun soğuktan moraran yanaklarına bir öpücük kondururken, " Deden çok doğru söylemiş," dedi.

"Ama ben yine de yardım istiyorum senden."

       Çocuk, duasının kıymetini anlamış gibiydi. Karşı kaldırımdan geçmekte olan baloncuyu göstererek, " Size dua edeceğim," diye cevap verdi. "Ama eğer iyileşirseniz, bana on tane balon alacaksınız, tamam mı?"

       Bu sefer adam başını salladı. Fakat çocuk bu kadar büyük bir hazineyi istemekle haksızlık yaptığını düşündü. Utançtan kızaran yanaklarını elleriyle örtmeye çalışırken,

"Uçan balon almanıza gerek yok," diye devam etti. "Normalinden on tane istemiştim."

       Adam elini uzatarak çocukla tokalaştı. Anlaşma nihayet yapılmış, ayrıntılara geçilmişti. Buna göre hastalıktan kurtulursa altı ay sonraki Ramazan Bayramı'nda çocukla buluşacak ve herhangi bir nedenle gelemediği takdirde, önceden hazırlanan balonların ona ulaşmasını veya postalanmasını sağlayacaktı.

       Adam küçük çocuğun adını ve adresini bir kâğıda yazdıktan sonra başını okşayarak onunla vedalaştı.

       Aradan soğuk bir kış geçip Ramazan'a ulaşıldığında adamın hastalığından eser kalmamıştı. Hayata tekrar dönmenin sevinciyle en güzel balonlardan bir paket hazırladı ve bayramın ilk gününü iple çekerek randevu yerine gitti.

       Küçüklerin cıvıl cıvıl kaynaştığı bayram yerindeki diğer simitçiler, çocuğu tanımıyordu. Adam onu biraz ilerdeki bakkala sorduğunda dükkân sahibi, "Ciğerleri hastaydı yavrucağın," dedi. " Geçen hafta aniden ölüverdi."

       Adam bir anda beyninden vurulmuşa döndü. Ve koşar adımlarla orayı terk ederken önüne çıkan ilk baloncuya bir tomar para uzatıp, " Şu uçan balonlardan on tane istiyorum," dedi. " Çabuk ol, gecikmeden ulaşmalı yerine."

       Adam, satıcının aceleyle uzattığı balonların iplerini birbirine düğümledikten sonra onları besmeleyle gökyüzüne bıraktı.

       Bayram yerindeki herkes gibi baloncu da şaşkındı. Sonunda dayanamayıp, "Ne yaptığınızı anlayamadım," dedi. "Neden bıraktınız onları öyle?"

       Adam, nazlı nazlı yükselmekte olan balonları buğulu gözlerle takip ederken, "Onları bekleyen küçücük bir dostum var," diye mırıldandı. "Hem de evliya gibi bir dost. Balonları adresine postaladım sadece."

          *

       Savaş ve hastalıklar nedeniyle çocukluğunu yaşayamadan yıldızlara uçan tüm çocuklara uçan balonların ulaşması ve dünya barışının sağlanması dileğiyle.

Kaynak: 'Menekşe Kokulu Hikâyeler' Kitabı- Yakamoz Yayınları.



Bu yazı 5816 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI