Tweet |
MEHMET ERDAL
Çok uzun zamandır Datça'da yaşayan ve farklı nitelikte inşaat işleri yapan deneyimli mimar Necati Sağır ile olası bir deprem halinde Datça'da “yıkılması” ya da “hasar alması” kaçınılmaz görülen yapılara ilişkin oldukça uzun bir söyleşi yaptım.
“MUĞLA ÇAKILI”NDAN DA İYİ KALİTE BETON ELDE EDİLİR
26.02.2023 günü yaptığım söyleşide Belediye Başkan'ı Gürsel Uçar'a 1999 yılında meydana gelen Gölcük depremi sonrasında çıkarılan “Deprem Yönetmeliği” öncesinde Datça'da yapılan ve “dayanıksız” olduklarına dair bir “ön yargı” bulunan yapıları sormuştum. Başkan, bu soruma yanıt verirken “o dönem yapılan yapılarda temel sorun 'hazır betonun' olmamasıdır” demişti. Anlattığına göre, o dönemdeki yapılar ya denizden çıkarılan kumlar ya da Muğla'dan getirilen “Muğla Çakılı” ile çimentonun belli bir standart olmadan karıştırılmasıyla elde edilen betonla yapılıyordu; haliyle de bu yapılar zaaflı yapılardı. Sen kaç yılından beri Datça'da inşaat yapıyorsun? Bu konuda ne söyleyebilirsin?
“1986 yılından beri. Radar Mevzii Hava Lojmanları İnşaatında Şantiye Şefi olarak çalışmak üzere gelmiştim. O yıllarda hazır beton yoktu. Hava Kuvvetleri'ne resmi bir iş yapıyoruz. Hava Kuvvetleri inşaatlarda kullanılacak beton kalitesinin belli standartlarda olmasını istiyordu. Bu nedenle 'Beton 160' denilen bir beton kalitesini tutturmamız gerekiyordu. Bu da ancak Betoniyer dediğimiz makine ile karıştırılarak elde edilebiliyordu. Bu nedenle büyük Betoniyerlerimizi getirdik. Bir metre küpe 6 torba çimento olacak şekilde 'Muğla Çakılı' kullanarak 'Beton 160'ın üzerindeki kalitelerde beton ürettik. 'Beton 220'yi bile ürettik, aynı yöntemi kullanarak. Yani dikkat edersen, sulamayı iyi yaparsan, çimentodan çalmazsan (gülüyor) ve deniz kumu kullanmazsan 'Muğla Çakılı' fena bir malzeme değildir. İstenen beton mukavemetlerini verir. Onda sorun yok...
Bu çakılı herkes getirtemiyordu. Getirtse de bizim elde ettiğimiz kalitede bir beton elde etmesi çok zordu. Bu konuda eğitim alması, deneyim sahibi olması, mimar-mühendis bulundurması... gerekiyordu. Bu betonu elde etmenin bazı usulleri var, bunun bilinmesi gerekiyor. O usullere, o standartlara uyulur ise elbette elde edilebilir. Öncelikle malzemenin iyi kullanılması gerekiyor. Örn: Ben kendime de bir bina yaptım, sonradan. O da 'Muğla Çakılı' ile yapılmıştır. O binanın yapımında kullandığım beton da aynı kalitedir.”
DENİZ KUMUNDAN YAPILMIŞ BETON SORUNLUDUR
Başkan, bazı vatandaşların, eğer uygun yerleri var ise denizden çıkardıkları kumları bir yıl kadar beklettiklerini söylemişti. Bu deniz kumu ile ister bir yıl bekletildikten ister denizden çıkarıldıktan hemen sonra beton elde edilmiş olsun, bu nitelikteki bir betonun içindeki demirin ve haliyle o malzemeden yapılmış binanın dayanıklılık ömrünü bitirmesinin süresi ne kadardır?
“Evet, deniz kumunu denizden çıkardıktan sonra bir yıl bekletenler vardı. O bir yıl içinde yağan yağmur ile ne kadar yıkanıp tuzdan arınabilir ise o kadar yıkanıp arınabiliyordu. Buna rağmen tuz kalıyordu elbette ama daha az kalıyordu.
Bu beton, içindeki demiri erozyona uğratıyor. Esas problem orada. Bu kumun içindeki tuz, demir metali ile birleşince demir korozyona uğruyor, demirde çap daralması oluyor. Demirin dayanıklılığı bir yerden sonra sıfırlanıyor.
Ben burada tadilat işleri de yaptım. Deniz kumu kullanılarak yapılmış binalarda tadilat yaparken betonun içindeki demirin korozyona uğradığını gördüm. Örn: 12'lik demir 6'lık demir olmuş, neredeyse. Dayanıklılığı bitmiş aslında.”
Baktığın bina kaç yaşındaydı?
“1986'larda yapılmış olsa, biz tadilatı 90'lı yılların sonunda yaptık, demek ki 20-30 yılda bitiyor bu binaların dayanıklılığı. Çok tehlikeli. Bazılarında ki bunların çoğu o dönemde yap-sat mantığı ile yapılmışlar, temel bile yok. Temelsiz. Yani, o dönemde yapılmış binalarda sorun sadece deniz kumu ile hazırlanmış betonun kullanımı değildir. Toprağı şöyle bir düzlemiş, üzerine basıp gitmiş. Bu temel değil ki! Bu binalar 6-6,5 şiddetindeki bir depremde büyük bir ihtimalle giderler. Dahası var: Bazı yerlerde alüvyonlu zemine binalar yapılmış. Orada zemin, dolgudur. Tarım toprağıdır. O topraklara yapılmış binaların da risk altında olduklarını rahatlıkla söyleyebilirim... “
2000'DEN ÖNCE YAPILMIŞ BİNALARIN ÇOĞU SORUNLUDUR
O zaman şöyle söyleyebilir miyiz? 2000 yılından önce, yani “Hazır beton” kullanılmaya başlamadan önce Datça'da yapılmış binaların önemli bir kısmı “problemli” binalardır. Peki bu binaların sahipleri ne yapmalı?
“Evet, söyleyebiliriz. Yapılacak şey, bu binaları kullanmamaya çalışmaktır. Kullanıma kapatmaktır.”
Başkan, bu binaların ne durumda olduğunu öğrenmek için “Karot testi” yaptırılması gerektiğini söyledi.
“'Karot testine' bile gerek yok. Bir mühendis 'jeolog çekici' var ya onunla kirişe, kolona... Şöyle bir değdirse bile binanın ne durumda olduğunu anlayabilir. Benim tek avuntum, buradaki binaların tek ya da iki katlı olması nedeniyle bir deprem anında zayiatın az olma olasılığıdır.”
İyi de bir deprem anında binadan bir kiremit düşse ve bir vatandaşın başına gelse o da kötü...
“Doğru. Burada çatılarda kiremit kullanma zorunluluğu var, plan hükümleri gereği; başka bir malzeme kullanamazsın. Yerel mimarı dokuya, Akdeniz Mimarisine uygun çatı yapmak gerekiyor. Elbette kiremit kullanmanın da bir usuli var; sarsıntılarda düşmemesi için bağlarsın.”
VAR OLAN MEVZUATIMIZ YETERSİZ VE SORUNLUDUR
Deniyor ki, resmi olarak dayanıklılık testi yaptırıldığında bina çürük çıkar ise binayı boşaltma zorunluluğu var. Testi bina sahibi kendi yapar ise bina çürük çıksa bile içinde barınmaya devam edip etmeme kararını vermek tamamen ona kalmıştır. Senin önerin, testi kendisi yaptırmış olsa bile “çürük” çıkan bina içinde kalmaması mıdır?
“Doğrudur, bir bina test sonucu 'çürük' çıkar ise otomatik olarak kullanıma kapatılır,. Bu nedenle 'depreme dayanıklılık' testini yaptırıp yaptırmama hakkının vatandaşa bırakılmaması gerekir. Bu konuda yasal bir mevzuat olmalı.”
İmamoğlu TV'lerde açıklıyor, “bize başvurun, testi parasız biz yapalım” diye. Başvuru olmaz ise test yapılamıyormuş. Belediye Başkanı Gürsel Uçar da “Envanteri çıkarıyoruz. Bilahare vatandaş ile konuşacağız” diyor.
“İlle de vatandaşın başvurusu ile mi yapılacak bu test? Devlet bu testi vatandaşa bırakmadan neden yapmasın? Yaptırması lazım.”
Kiracılar isteseler bile ev sahipleri onay vermez ise test yine yaptırılamıyormuş...
“İstanbul'da kiracılar isterler ise yaptırabiliyorlar diye bir haber okumuştum. Kiracı o binada yaşıyor, onun can güvenliği söz konusu. Mal sahibi o binada yaşamıyor ki...”
Datça'da sitelerde nasıl olabilir bu? Bu konuda bir bilgi var mı? Apartmanlarda sanırım çoğunluğun istemesine bağlı... Sitelerde yüzlerce konut var. Bunlarla ilgili mevzuat ne diyor?
“Onu bilmiyorum. O konuda mevzuatta bir boşluk var ise giderilmeli. Eğer vatandaşa bırakırsan parası olan var, olmayan var. Bu testin bir maliyeti var.”
Datça'da bu testi yapan firma yok, deniyor. Alınan örnek Marmaris'e mi ne gönderiliyormuş.
“Ben, kendime değil, işini yaptığım bir firma için bu testi yaptırdım; işe devam edebilmem için yapılması gerekiyordu. Yaptılar. Sağlam çıktı. Belediye ondan sonra izin verdi. İşe devam ettim.”
Son depremden sonra sahibi olduğu bina için bu testi yaptıran oldu mu hiç?
“Bilgim yok. Olabilir. Levent (Özberk) bunu daha iyi bilebilir. Depremden sonra panik yapan birçok insan var. Datça'nın birinci derecede bir deprem bölgesi olduğu biliniyor.”
ENVANTER ÇIKARMAK YETERLİ DEĞİLDİR
Gürsel Başkan diyor ki ben 2000 öncesi binalar ile ilgili bir envanter çalışması yapacağım. Bu yeterli mi? Belediye bu konuda başkaca ne yapmalı, var olan yasal mevzuata rağmen?
“Bu envanter çalışması, tamam, bir fikir verir; 2000 yılından önce yapılan binalar risk grubuna giriyor ama hepsi girmiyor. Öncelikle, elbette 2000'den önce yapılan binaları araştırmalı ve onların testlerini yapmalı.”
İmamoğlu, İstanbul için, ben yapılacak testlerden para almayacağım diyor. Biz, “Muğla Büyükşehir Belediyesi Muğla genelinde bu Karot testini yaptırsın” diye önermeli miyiz?
“Datça Belediyesi'nin bütçesi bunu kaldıramaz. 'Muğla Büyükşehir Belediyesi yaptırsın' diye önerebiliriz. Bu konuda bir bütçe ayrılmalı. Kaynak bulunmalı. Bina sahiplerinden emlak vergileri toplanıyor. Bu vergilerin bir kısmı belediyelere kalıyor, bir kısmı Ankara'ya gidiyor.”
Diyelim ki binalara test yaptırıldı ve bazı binalar çürük çıktı. Bu binalarda kalınmayacak denildi. İyi de bu binaların bazılarında 7/24, 12 ay yaşamlarını devam ettirenler var. Bu konumda olup da binaları çürük çıkan vatandaşlar ne yapacaklar? Bir inşaatçı olarak önerin ne? Bu konuda ne yapılabilir?
“Ne yapılabilir? Devlete diyeceğiz ki vatandaş bu, bu nedenlerle evinde kalamıyor, bu vatandaşın barınma sorununu çöz. Karavan, konteyner... ne ile çözebilirsen çöz. Problem burada zaten. Bunun net bir cevabı yok. “
DATÇA'DA ÇOĞUNLUKLA “İKİNCİ KONUTLAR” SORUNLUDUR
Sen bu durumda bir vatandaş olsan, evin çürük çıktığında barınma sorunu yaşayacağını bilsen binana test yaptırır mısın?
“Datça'da bu çok fazla sorun olmaz. Nedeni, bu nitelikteki konutların çoğunluğunun 'ikinci konut' olmasıdır. Bu binalar, zamanında yap-satçılar tarafından 'ikinci konut' olarak kullanılması amacıyla yapıldılar. İnsanlar da onları satın aldı ve 'ikinci konut' olarak kullanıyorlar. Bu binaların çoğu şimdilerde boş. Yaz aylarında gelip birkaç ay kullanıyorlar. Kış aylarında birilerine kiraya verenler de oluyor...”
Peki, bu binaları yeniden yaptırmanın maliyetini kim ödeyecek?
“Bu ikinci konutlarda biraz da vatandaş bu maliyeti üstlenecek. Şimdi, müteahhit onları kötü yapmış, kurallara uymamış. O haliyle satmış. Belki o müteahhidi bulup, gel bakalım deyip, hani şimdilerde yıkılan binaların sahiplerini arayıp buluyorlar ya onun gibi onlara da rücu edilebilir. Tabi şimdi ara da bul o binaları yapan müteahhitleri... Bu binaların satışından elde ettiği paraları sağda solda yemiş ise sana ne verecek?”
Bir de şu var: Bu binalar yapılırken Datça ÖÇK (Özel Çevre Koruma) Bölgesi olarak ilan edilmemiş idi. Şimdi, Datça'nın ÖÇK Bölgesi olması hasebiyle aynı binaları bire bir, yani aynı yere aynı sayıda yapma şansı var mı?
“Yok. Yıkılırlar ise yeni mevzuat geçerlidir.”
Bu durumda, binaları çürük çıkıp yıkılan bir kısım vatandaş buralardan başka yerlere taşınmak zorunda kalacak. Bu çok çetrefilli bir sorun...
“Evet! Ama yıkılıp yapılması gereken yerlerde ikinci konut çok olduğu için sabit yaşamın sürdüğü yerlerde olduğu gibi çok sorun yaşanmaz. Peki bu binaları kim yapacak? Devlet, o vatandaşın ikinci konutunu yapmak zorunda mı? Müteahhit her şeyden çalmış. Onu bulabilirsen ona rücu et bu binanın maliyetini ama aradan yıllar geçmiş, nereden bulacaksın o müteahhidi? Biraz zor işler bunlar.
Zor olmasına karşın elbette bir şekilde çözülmesi lazım bu sorunun. Devlet sorumluları bulup, onlardan alacak ya da kendisi sübvanse edecek bunların bedelini. Mal sahibinin de suçu ve sorumluluğu var ise o da biraz katlanacak. Bir şekilde çözeceğiz bu işi. Adil bir şekilde bu sorumluluğun dağıtılması gerekiyor.”
ALIM-SATIM SIRASINDA “DEPREME DAYANIKLILIK” BELGESİ ARANMALI
Son deprem çok ciddi bir deprem idi. “Kaçak, çürük, çarık... binalar” diye bir sorunun olduğu anlaşıldı. Şimdi, bir vatandaş tartışma konumuz olan binaların çürük-çarık binalar olduğundan bihaber geldi ve bu binalardan birisini alımkar oldu. Bu durumda ne olacak? Ne öneriyorsun?
“Yeni mevzuatta, iskan alırken, enerji belgesi dahil ısı yalıtımı, zemin etüt raporları gibi bir sürü belge isteniyor... Tapu’da satıma konu olan o binanın enerji kimlik belgesini, DASK'ı istiyorlar. 2020 yılından itibaren yeni şartlar getirildi.”
Bunlar tamam. Şu son depremden sonra bunlara ek olarak satıma konu olan binadan bir de “depreme dayanıklılık” belgesi istense; böylece, o binayı alımkar olan alıcı aldığı binanın depreme dayanıklı bir bina olup olmadığını bilse? TV'lerde duyduk, vatandaş depremden bir gün önce almış daireyi, 24 saat geçmeden o daire yerle yeksan olmuş.
“Böyle bir mevzuat yok bizde. Aslında bunun olması lazım. Depreme dayanıklılık belgesi olmadan da satışın yapılamaması lazım. Biraz önce saydığım belgeler ise son birkaç yıldır isteniyor. Mimar projesini bunlara göre tasarlıyor. Buna göre tasarlanmış ise enerji kimlik belgesi alınabiliyor...”
Necati Sağır bu noktada bir binanın iç ve dış duvar kalınlıklarının kaç cm olması gerektiği, gerçeklikte bunlara ne kadar uyulduğu, nedenleri, denetimi, her şeyin kitaba nasıl uydurulduğu, inşaatın yapılması sürecinde denetleyicilik görevini yapan yapı denetim firmalarının ne ölçüde bağımsız olduğu vb... konulara dair oldukça ayrıntılı açıklamalar yaptı; ağzım açık dinledim...
Necati Sağır'a göre “Datça'da inşaat sektöründeki kalitesizlik, müteahhitliğe soyunmuş eğitimsiz ve bilgisiz kişilerin sektörde iş yapabiliyor olmasından kaynaklanıyor”du. “Datça'da bir elini sallasan müteahhide diğer elini sallasan emlakçıya değiyor”du. “Hiç bir kural ve denetim yok”tu.
VATANDAŞ GERÇEĞİ BİLSİN
Bu son depremden sonra Datça özgülünde Belediye Başkanıyla, seninle bu içerikte söyleşiler yaparak Datça'daki yapıların ne ölçüde depreme dayanıklı yapılar olduğunu ve bunun nedenlerini, yapılması gerekenleri sorgulamaya çalışıyorum. İstiyorum ki vatandaşlar oturdukları ya da satın almayı düşündükleri binaların ne ölçüde depreme dayanıklı olduğunu bilsinler, o çerçevede hareket etsinler. Bu konuda ne düşünüyorsun?
“Bilsinler. Bunu bilsinler. Bu konuda bir bilinç oluşsun. Biraz şok olsunlar. Sonra her şey durulur.”
Her şey bütün gerçekliğiyle bilinmediği ve konuşulmadığı için herkes birbirine yalan söylüyor; inşaatçı, denetçi, emlakçı, ev sahibi... zincirleme olarak birbirine yalan söylüyor. Bunun sonu yok. Doğrusunu söyleyelim. Datça'da var olan evlerin yarısı çürük. Tamam, iki katlı ve riski az evler ama gerçek bu.
“2000 yılı öncesi bu nitelikte yapılan binalar 'ikinci konut' oldukları için yarısından fazlası, diyebiliriz. Çünkü Datça'daki konutların çoğunluğu 'ikinci konut' konumunda. Yapı envanterine bakıldığı zaman gerçek sayı anlaşılır.”
GÖÇEBE KÜLTÜRÜNDEN GELİYORUZ
Necati sağır, “Toplumlar bu musibetleri yaşayarak eğitiliyorlar. Başka türlü nasıl olacak bu?” diyerek sözlerine devam etti. “Bu toplumun yapı kültürü, göçebe bir kültürden geldiğimiz için yok. Biz fetihçi, fütühatçı bir kültüre sahibiz. Gezginciyiz. Çadırcıyız. Bu kültürden gelen bizler yapı sanatı hakkında bilgisiz isek ne yapacağız? Kötü işler yapacağız. Bizde temel sorun budur. Sana bir örnek vereyim: Kıbrıs'ı da Yunanistan'ı da gezdim. Ne gördüm, biliyor musun? Zengini de fakiri de yapı detaylarını doğru yapıyor. Yanlış yok. Fakir ucuz malzeme kullanıyor ama sağlıksız değil, zengin cafcaflı malzeme kullanıyor; ikisi de doğru yapıyor. Yanlış yapmıyorlar. Bizde bunların hiçbirisi doğru değil. Zenginimiz de fakirimiz de yanlış yapıyor. Çok önemli bir şey bu. Demek ki bu bir kültür meselesi. Onlar yerleşik düzene daha önce geçtikleri için yapı kültürü bizim yapı kültürümüze 2 bin yıl fark atıyor. Sen 1071'de Malazgirt'ten girmişsin Anadolu’ya, 1453'te İstanbul'u fethetmişsin ama hala gezgincisin, göçebesin. Yani 500 yıllık bir yerleşik kültürün var. Onlar senden 3 bin yıl önce yerleşik düzene geçmiş. Bunu özümsemiş. Bu nedenle zengini de fakiri de doğru yapıyor. Senin zenginin de fakirin de yanlış yapıyor yani. Bu ciddi bir sorundur!”