Bugun...



Yaş Ayrımcılığı ve Datça'da Yaş Almak

Datça Yaşam İnisiyatifi, “Datça'da Yaş Almak” konulu söyleşiyi 07.09.2022 günü Özbel Kafe'de gerçekleştirildi. Etkinliğin kolaylaştırıcısı Kadriye Bakşi, saat 19.30'da başlayan söyleşinin açılışını, katılımın yoğunluğuna vurgu yaparak ve tüm konuklara hoş geldiniz diyerek yaptı. Ardından...

facebook-paylas
Tarih: 13-09-2022 15:22

Yaş Ayrımcılığı ve Datça'da Yaş Almak

MEHMET ERDAL / DATÇA


Datça Yaşam İnisiyatifi, “Datça'da Yaş Almak” konulu söyleşiyi 07.09.2022 günü Özbel Kafe'de gerçekleştirildi. Etkinliğin kolaylaştırıcısı Kadriye Bakşi, saat 19.30'da başlayan söyleşinin açılışını, katılımın yoğunluğuna vurgu yaparak ve tüm konuklara hoş geldiniz diyerek yaptı. Ardından, son Gezi davasında tutuklanan arkadaşlarla dayanışmak için her Salı, saat 18’de Berkin Elvan anıtı önünde yapılan Gezi Dayanışması etkinliğini duyurdu. Bakşi, söyleşinin konusuna şu sözlerle geçti: “Bugün 7 Eylül. 6-7 Eylül 1955'te ayrımcılığın kurbanı olan azınlıklara yapılan saldırıları tekrar kınamak ve onlarla dayanışmamızı bildirmek istiyorum; toplantıya böyle başlamak istiyorum.

Toplumsal barışı, toplumsal dayanışmayı ve eşit vatandaşlık hakkını oldukça zedeleyen ayrımcılığın birçok biçimi var. Bugün yaşlılara karşı uygulanan ayrımcılığı konuşmak istiyoruz.”
Tüm ayrımcılık türlerinin birbirleri ile zihniyet ilişkisi olduğunu söyleyen Bakşi, sözlerine şöyle devam etti. “Bir insan grubu toplumda günah keçisi ilan ediliyor, dışlanıyor, değersizleştiriliyor. Değersizleştirilen ve dışlananların, eşit haklara sahip olamayacağından yola çıkılıyor. Bu, topluma kabul ettirilmeye çalışılıyor. Giderek, bu insanların hırpalanmasına, dövülmesine, öldürülmesine bile ses çıkarılmaz oluyor. İnsanlarda konuya dair duyarlılık azalıyor.

Ama burada tuhaf bir şey var; bunu hocamıza da sormak istiyorum. Yaş ayrımcılığı, diğer bütün ayrımcılıklardan farklı olarak her insanın başına gelebilecek bir şey. Yani, dünyaya gelen ve uzun yaşama gibi hedefi olan, ki hepimizin var, her insanın, mutlaka bir gün yaşlanacağı ve yaşlı olduğundan dolayı ayrımcılığa uğrayacağı açık. Buna rağmen, yaşlılara yapılan ayrımcılığa karşı hem bunun çok yaygın olması hem de tavır almakta çok zorlanılması beni çok düşündürüyor. Aslında en fazla karşı çıkılması gereken bir ayrımcılık türü olması gerekirken çok yaygın bir ayrımcılık türü olması ve çok az bir tepkiyle karşılaşması, gerçekten düşündürücü.”

Yaş ayrımcılığının kökeninde ne var? Neden yaşlı hayatlar daha değersiz? Neden yaş almış insanlar keyifli yaşamın, sosyal hayatın, üretimin, bilimin, kültürün, eğitimin dışına itiliyor? Sorularına cevap aramak toplantının ilk bölümünü oluşturdu.

İkinci bölümünde ise Datça'ya bu bağlamda bir göz atmak vardı. Datça'da yaşam kime göre ayarlanmış? Kentteki ve köylerdeki yaşlıların ekonomik durumları nasıl? Sokakta rahat gezebiliyor muyuz? Sağlık hizmetlerine ulaşım durumu nasıl? Kaldırımları kullanabiliyor muyuz? Toplu ulaşımı nasıl kullanıyoruz? Bankada, resmi dairelerde işlerimizi görürken zorluklarla karşılaşıyor muyuz? Sosyal ilişkilerimiz ne durumda? Kısacası, yaşlı insanlar Datça'da kendilerini nasıl hissediyor? Neyin eksikliğini duyuyorlar?

Bakşi, Özgür Arun’u tanıtmak için aşağıdaki bilgileri vererek sözü Arun Hocaya bıraktı: Arun, 2013 yılından beri Akdeniz Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Gerontoloji Bölümünde Doçent Dr. olarak görev yapıyor. Öğrenimini Ortadoğu Teknik Üniversitesinde tamamladı. Daha sonra araştırmalar yapmak için bir süre Berlin'de yaşadı. Döndüğünde, 2004-2011 yılları arasında ODTÜ Sosyoloji Bölümünde tekrar araştırmalarına devam etti. Özgür Arun, 2017 yılında, Gerontoloji Yüksek Akademisi tarafından yükseköğretimde etkili ve yenilikçi bilim insanlarına verilen Rising Star ödülüne layık görüldü. Kendisi, aynı zamanda, SENEX Yaşlanma Çalışmaları Derneği yönetiminde ve sahada yürütülen araştırmaların içerisinde aktif yer almakta.

SÖZ ÖZGÜR ARUN’DA

Merhaba. Bugüne kadar çok sayıda bilimsel toplantıya katıldım ama bugünkü kadar heyecan verici değildi. Böyle bir konuyu birlikte tartışabilme, üzerinde düşünebilme imkânı, mutluluk veriyor, gurur veriyor. Sizlerle, bugüne kadar edindiğim bilgileri, yaşlanma meselesiyle ilgili deneyimleri ve araştırma bulgularımın bir kısmını paylaşmak ve tartışmak isterim.

Yaşlı haklarından söz etmeye başladığımızda, aslında ihmali, ihlali, hak ihlalini, ayrımcılığı da konuşmaya başlayacağız. Yaşlı haklarını konuşmaya başladığımızda, aslında geleceği konuşmaya başlayacağız. Çünkü biz yaşlanma çalışmaları dediğimizde sadece toplumun bir kesimi hakkında konuşmuyoruz. Sadece yaşlılar hakkında konuşmuyoruz. Belki, ilk önce bu kavramları biraz açmak gerekecek; kime yaşlı denilir? Yaşlılık çalışmaları nedir? Yaşlanma çalışmaları nedir? Bunların arasında farklar var.

YAŞLANMA ÇALIŞMASI

Yaşlanma çalışması dediğimizde, doğumla başlayıp devam eden bir süreçten söz ediyoruz. Dolayısıyla yaşlanma çalışmaları dediğimizde, bütün kuşakları konuşmaya başlıyoruz. Yaşlı hakları dediğimizde de aslında bütün kuşakların haklarına vurgu yapan, onların geleceğine yatırım yapan bir takım meseleleri gündeme getirmemiz gerekiyor. Çünkü hepimiz, haklarımız ile yaşlanıyoruz. Yani, her geçen yıl, haklarımızı yitirerek yaşlanmıyoruz, haklarımız ile yaşlanıyoruz.

Bugün dünyada, ne yazık ki küresel düzeyde yaşlı haklarının güvence altına alınmadığını biliyoruz. Çocuk hakları, engelli hakları, çalışanların hakları, kadınların haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeler var; ne yazık ki, yaşlı insanların haklarına ilişkin bir uluslararası sözleşmemiz yok. Dünyada yok. Birleşmiş Milletlere yaşlı haklarına ilişkin küresel bir sözleşmenin hayata geçirilmesi için baskı yapan bir grup var, yaşlanma meselesini çalışan bir grup var. Biz de, Türkiye'de böylesi bir grubun temsilcisiyiz. Yaşlanma Çalışmaları Derneği SENEX'in kurucularından birisiyim. Bu anlamda, daha çok, sahada edindiğimiz bilgileri, araştırmalardan edindiğimiz bilgileri, pratik olarak uygulamaya dönüştürmek istiyoruz.
Bugün, belki bunları örneklerle, sizlerin de soracağınız sorular çerçevesinde açabiliriz. Özellikle, sizlere, iki araştırmadan bahsedeceğim, yaşlanma çalışmalarıyla ilgili. Bunlardan birisi, izleme çalışması; SENEX izleme adını verdiğimiz bir çalışmamız var. Bu çalışmadan bahsettiğimde de yaş ayrımcılığını biraz konuşmak istiyoruz.

YAŞ AYRIMCILIĞI

Dikkatinizi çekmek isterim: Yaşlı ayrımcılığı, demiyoruz, yaş ayrımcılığı, diyoruz. Bunun bir sebebi var. Yaş ayrımcılığı, çocuklara, gençlere, yaşlı insanlara karşı da yapılabilir. Yaşından dolayı, kronolojik yaşından dolayı insanları dışlamak, insanların haksızlığa uğraması, damgalanması yaş ayrımcılığı anlamına geliyor. Sen daha dünkü çocuksun, ağzın süt kokuyor, demek de birisine karşı yaş ayrımcılığının bir boyutunu oluşturuyor. Kocamış öküzle çift sürülmez, demek de yaş ayrımcılığının bir başka boyutunu oluşturuyor.

Yaş ayrımcılığı, dünyada üç tür ayrımcılıktan birisidir; ırkçılık, cinsiyetçilik ve yaş ayrımcılığından söz ediyoruz. Ancak, diğer ikisinden çok daha sinsi bir ayrımcılık türü, yaş ayrımcılığı. Çünkü yaş ayrımcılığı, kendi içine de dönebiliyor. Yani, yaşlı insanlar da yaş ayrımcılığı yapabiliyorlar. Yaşından dolayı bir başkasını suçlayabiliyorlar. Genç insanlar da ayrımcılığı yapabiliyorlar. Yaşından dolayı bir başkasını hor görebiliyorlar ya da damgalayabiliyorlar.
Bir hekim arkadaşım, hastasını kabul ediyor, diyor ki, siz artık yaşlanmışsınız. Hastası odayı terk ediyor. Kızıyor doktora, kendisine yaşlı dediği için. Ya da bir müşteri bankaya gidiyor, bankadaki görevli ile konuşurken, yahu artık biz yaşlandık, bizden geçti, diyor, bankadaki görevli, estağfurullah efendim, diyor. Yani “yaşlı” belirlemesi bir aşağılama olarak algılanıyor. Bütün bunların tamamı gündelik yaşamımızda da çok sık karşılaştığımız yaş ayrımcılığıdır. Biz bunu en çok pandemi döneminde deneyimledik.

BÜYÜK KAPATILMA DÖNEMİ

Bir hatırlayalım mı ne olduğunu?
2020 yılı Mart ayında, biliyorsunuz, Türkiye'de ilk vaka görüldü ve hemen arkasından Dünya Sağlık Örgütü başkanı küresel düzeyde pandemi, salgın olduğunu ilan etti. Hatırlayacaksınız, bundan bir kaç hafta sonra Türkiye'de büyük bir yasak ilan edildi; büyük bir kapatılma, dönemi diyorum ben buna. İçişleri Bakanlığı insanları kronolojik yaşlarına göre sınıflayarak, sokağa çıkmalarını yasakladı.

Yanlış hatırlamıyorsam 21 Mart 2020 günü bir genelge ile 65 yaşın üzerindeki insanların sokağa çıkmaları yasaklandı. Bu, çok büyük bir ayrımcılıktı. Türkiye'de insan hakları meselesini çalışan sivil toplum örgütlerinden, siyasi partilerden, sendikalardan, inisiyatiflerden hiç bir ses çıkmadı; hatırlayın. Hatta bir çoğu, sivil toplum alanında da çalışan bir çok dernek, vakıf, inisiyatif bu yasağı desteklediler ve yaşlı insanlara, 65 yaşın üzerindeki insanlara evlerinde kalmalarının önemini, ellerini yıkamalarının önemini, hijyene dikkat etmelerinin öneminden bahsettiler.

Biz, bu yasak ilan edildikten hemen sonra, SENEX dernek olarak, bir kamuoyu bildirisi yayınladık ve şunları söyledik: İnsanların sokağa çıkması yasaklanamaz. Yaşlarından dolayı, kronolojik yaşlarından dolayı yasaklanamaz. Elbette acil durumlar karşısında hükumetler tedbir alabilirler. Ancak, çok önemli bir nokta var: Tüm bu tedbirler, geçici olmak zorunda, süreli olmak zorunda, sınırlı olmak zorunda ve denetime açık olmak zorunda. Yani eğer, bu yasaktan etkilenecek insanlar var ise bu yasağın, yasal denetime açık olması gerekiyor. Ne var ki bizim sesimiz yeterince duyulmadı ya da duyuldu ama belki de birçok sivil toplum örgütü, siyasi parti, sendika yanıt vermedi. Çünkü bu yapılan şeyi çok meşru görüyorlardı. Öyle ya, işte yaşlıları koruyoruz. Çünkü virüsten en çok etkilenen insanlar, yaşlılar. İşte İtalya'daki verilere baktık, oradan gelen verilerde yaşlı insanların hayatlarını daha fazla kaybettiklerine ilişkin bilgiler aktarıldı. Oysa bugün biliyoruz ki, İtalya'da yöneticilerin aldığı kötü kararlar nedeniyle yaşlı insanlar yaşamlarını yitirmişler; yaşlı oldukları için değil.

TÜRKİYE'DE YAŞ AYRIMCILIĞI

Yine de Türkiye'de, ne yazık ki 2020 yılının bu pandemi ile başlayan döneminde sesimiz duyulmaya başladı. Yaşlı insanlar, kendilerine karşı ayrımcılık yapıldığını fark etmeye başladılar. Biz, 2011 yılından bu yana yaş ayrımcılığı ile ilgili çalışmalar yapıyoruz.

Türkiye'de yaş ayrımcılığının ne düzeyde olduğunu ölçüyoruz; Türkiye'de yaş ayrımcılığı %3,5'tan %11'e kadar yükselmiş. Ancak, bugüne kadar bu bulguları paylaştığımızda insanlar bize biraz müstehzi, alaycı bir şekilde gülümsüyorlardı. Çünkü Türkler yaşlısını sever, Türkler yaşlısını korur, Türkiye'de yaş ayrımcılığı diye bir şey yok ki, diyorlardı. Oysa pandemi döneminde, ne zamanki yaşlı insanların kenti kullanmaları yasaklandı, adalete erişimleri yasaklandı, sağlık haklarını kullanmaları yasaklandı. İşte o zaman, sadece yaşlı insanlar değil, onların yakınları da Türkiye'de yaş ayrımcılığının insanları ne denli yıkıcı bir şekilde etkilediğini görmeye başladılar.

Biz yaptığımız çalışmalarda çok enteresan örneklere rastladık; izninizle bir tanesini burada paylaşayım. Vakalardan bir tanesi; Antalya'da, Manavgat'ta bir yaşlı çift evlenmek istiyor, belediye yasak, diyor. Çünkü sizin sokağa çıkmanız yasak. Siz nasıl olur da belediyeye başvurup, evlenmek isteyebilirsiniz, medeni nikâh kıyabilirsiniz? Evlerine geri gönderiyorlar, bu yaşlı çifti. Oysa insanların evlenmeleri ve aile kurmaları uluslararası sözleşmeler ile güvence altına alınmış durumda; yani yalnızca bizim yasalarımız açısından değil, devletin imza koyduğu uluslararası sözleşmeler tarafından da medeni hakları güvenceye alınmış durumdadır. Ancak, izlediğimiz vakalarda, pandemi döneminde, ne yazık ki yaşlı insanların haklarının nasıl ihlal edildiğini hep birlikte izledik.

Hatırlayacaksınız, bu vakaların bir kısmında, yaşlı insanlara karşı şiddet gösteriliyordu. Sokakta, yaşlı avına çıkılmıştı adeta. Birçok yaşlı insan durdurulup, evine geri götürülüyordu. Hem güvenlik güçleri hem de sokakta bulunan diğer yurttaşlar evlerine gitmeleri ve bu saatte sokakta olmamaları gerektiği yönünde telkinde bulunuyorlardı.

Bu sırada çok enteresan bir şey daha oldu; bir büyük şehir belediyesi, yaşlı ihbar hattı kurdu. Şöyle bir çağrı yaptı: Sokakta yaşlı görürseniz, şu numarayı arayın, diye, yurttaşlara çağrı yaptı. Bu büyük şehir belediyesinin sosyal medyada paylaştığı bu çağrıyı binlerce kişi beğendi, binlerce kişi retweetledi. Yani toplumda bir karşılığı vardı bu çağrının.

KİME YAŞLI DENİR?

Peki, biz, sokaktaki insanların yaşlı olduğunu nasıl anlayacaktık? Öyle ya yaşlı insanları görürseniz ihbar edin diyordu ya nasıl anlayacaktık yaşlı insanları? Gerçekten nasıl anlıyoruz insanların yaşlı olduğunu? Neyine bakıyoruz insanların? Beyazlayan saçlarına, kırışan ciltlerine, bükülen bellerine, işte baston kullanıp kullanmadıklarına, kıyafetlerine belki… Yoksa birisinin 65 yaşın üstünde olduğunu nasıl anlayabiliriz? Nasıl anlayıp da ihbar edebiliriz?

İşte, yaşlı insanlara yönelik damgalama, bu bahsettiğim özellikleriyle, dış görünüşleriyle insanların damgalanması yaş ayrımcılığının bir başka boyutunu oluşturuyor.
Vakalardan birisinde, İstanbul'da şöyle bir olay yaşanıyor: Bir yaşlı erkek otobüsten zorla indiriliyor, yaşlı olduğu için, otobüse binmemesi gerekiyor çünkü sokağa çıkmaması gerekiyor. Otobüs şoförü diyor ki, yaşlısın sen. Güvenlik güçleri geliyor. Adam kimliğini göstererek yaşlı olmadığını ispatlamaya çalışıyor polise ve orada bulunan yolculara. Bu sırada bu haberi yapan gazeteciler, haberin içeriğini şöyle yazıyorlar: Yaşlı adam otobüsten indirildi ve evine gönderildi.

İnsanlar birbirlerini dış görünüşüne bakarak, damgalamaya başladılar. Çünkü dış görünüşü yaşlı ise kimliğinin bir önemi yok artık. Değil mi? Saçları beyazlamış, beli bükülmüş, kıyafetleri biraz eskimiş ise artık kimlikte ne yazdığının da önemi yok.

YAŞ AYRIMCILIĞI DEDİĞİMİZDE HER ŞEYİ KONUŞMALIYIZ

İşte, biz yaş ayrımcılığından söz etmeye başladığımızda, tüm bunları konuşmalıyız. T Çünkü elimizdeki bulgular, aslında insanların toplumsal alanda nasıl dışarı itildiğini gösteriyor. İnsanların kenti kullanması engelleniyor. Yani kent hakkı engelleniyor.
Bakın, yaşlanma meselesini konuşmaya başladığımızda, neleri konuşuyoruz? Ayrımcılığı konuşuyoruz. Hakları konuşuyoruz. Sadece yaşlı insanların haklarını değil, yaşlanan tüm insanların haklarını konuşuyoruz. Çocukların, gençlerin, yetişkinlerin haklarını konuşuyoruz. Yaşlanma meselesini konuşmaya başladığımızda kent hakkını konuşuyoruz, seyahat hakkını konuşuyoruz. Eğitim hakkını konuşuyoruz. Yaşlanma meselesini konuşmaya başladığımızda, sağlık, bakım ve barınma hakkını konuşuyoruz. O nedenle, yaşlanma meselesi sadece yaşlılar ile ilgili bir mesele değildir. Yaşlanma politikalarından söz ettiğimizde, sadece yaşlı insanların haklarından söz etmiyoruz. Toplumda her gün yaşlanan tüm insanların haklarından söz ediyoruz. Yaş dostu çevreleri konuşmaya başladığımızda, sadece yaşlı insanların haklarından söz etmiyoruz, o çevreyi kullanan tüm insanların haklarından söz ediyoruz. O nedenle yaşlanma çalışmaları dediğimizde tüm kuşakları kapsayan, daha kapsayıcı bir meseleden söz ediyoruz. Onun için toplumda, yaşlanma konusu bizi ilgilendirmiyor diyebilecek hiç kimse yoktur. Yaşlanma meselesi, hepimizin gündemi olması gerekiyor.

TÜRKİYE ÇOK HIZLI YAŞLANIYOR

Bugün Türkiye dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden birisidir. Bakın, en yaşlı ülkesi demiyorum, dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden birisidir. Türkiye'nin nüfusunun %10'u 65 yaşın üzerindeki insanlardan oluşuyor. Ama 2050 yılına geldiğimizde, bunun iki katından daha fazla artmasını bekliyoruz. Her 4 kişiden birisinin sokakta, umarım sokağa çıkabilirse yaşlı insanlar, yaşlı olmasını bekliyoruz. Türkiye çok hızlı yaşlanıyor. Dünyanın en hızlı yaşlanan ülkelerinden birisiyiz.

Ancak endişeye gerek yok; yaşlanmak kötü bir şey değil. Toplumsal yaşlanma olumsuz bir şey değil. Eğer toplumsal yaşlanma bu kadar olumsuz, değersiz, önemsiz, ya da bu kadar kötü bir şey olsaydı, bugün dünyadaki refah toplumu olarak adlandırılan toplumlar herhalde en yaşlı toplumlar olmazdı. Japonya, dünyanın en yaşlı toplumu, nüfusunun üçte biri yaşlılardan oluşuyor. Ama dünyanın refah düzeyi en yüksek toplumlarından birisidir. İskandinav ülkeleri, dünyanın en yaşlı nüfusunu oluşturan toplumlar. Aynı zamanda milli gelirin en yüksek olduğu, insan haklarının en fazla değer gördüğü toplumlar, bu ülkeler. Yaşlanmak neden kötü olsun? Toplumsal yaşlanma neden olumsuz bir şey olsun? Türkiye bunu fark edemedi. Türkiye'nin sorunu, yaşlanması ya da hızla yaşlanması değildir. Türkiye'nin sorunu, zenginleşemeden hızla yaşlanmasıdır. O nedenle, yaşlanma meselesini konuştuğumuzda, tüm bunların yanında toplumsal refahı da konuşmamız gerekiyor.

YAŞLANMA-İKLİM KRİZİ İLİŞKİSİ

Yaşlanma meselesini konuştuğumuzda, mutlaka iklim krizini de konuşmamız gerekiyor. Bir kaç yıl evvel Birleşmiş Milletler, tüm üye ülkelere bir çağrı yaptı; toplumunuzda, iklim krizi nedeniyle yaşlı insanların hakları nasıl etkilenecek? Olumlu ya da olumsuz, ne tür etkiler yaşayacaklar?

Bu çağrıyı duyduğumda, 2020 yılının Temmuz ayında, şöyle düşündüm: Türkiye'de iklim krizini çalışan çok kuvvetli sivil toplum örgütleri var, değil mi? Birçok köklü iklim çalışan, çevre çalışan örgütler, sivil toplum örgütleri var. Mutlaka, dedim, onlar bu yaşlanma meselesi, yaşlanma hakları ile ilgili bir şeyler yazacaktır, bu çağrıya yanıt vereceklerdir. Ya da bakanlıklar düzeyinde, öyle ya Aile Bakanlığı var, Çevre Bakanlığımız var, hatta şimdi İklim Krizi Bakanlığı da eklendi Çevre Bakanlığının başına, mutlaka bu çağrıya yanıt vereceklerdir ve iklim krizi yaşlı insanların haklarını nasıl etkiliyor, bunlara ilişkin bir şeyler yazacaklardır.
Bu çağrıya yanıt vermenin süresi 2020 yılı Aralık ayına kadardı, Ekim ayı geldiğinde bir arkadaşıma sordum, bir büyük sivil toplum örgütünde çalışıyordu, siz dedim ne yapıyorsunuz bu yaşlı hakları ile ilgili, iklim krizi nasıl etkiliyor yaşlı haklarını? Birleşmiş Milletlerin bu çağrısına karşılık ne yazıyorsunuz? Ne tür bir rapor yazıyorsunuz? Döndü bana, ya Özgür, dedi, sen yaşlanma çalışıyorsun ya, getiriyorsun, her şeyi yaşlanmaya bağlıyorsun. İklim krizinin yaşlılar ile ne ilişkisi olabilir? Haydi, zorlasak en fazla çocukları ilgilendirir bu mesele.
Bunu duyduğumda, o kadar sarsıldım ki, çünkü iklim krizi meselesini çalışan insanlar, iklim krizinin yaşlanan insanları ve hâlihazırda yaşlı olan insanların haklarını nasıl etkilediğinin farkında değillerdi. İnsanları da nasıl etkilediğinin farkında değillerdi. Biz o gün ekip olarak toplandık. Bu çağrıya bir yanıt vermemiz gerektiğini düşündük. Araştırmalarımızı tamamladık. Birleşmiş Milletlere raporumuzu gönderdik. 2021 yılının Ocak ayında, 5 Ocak'ta Birleşmiş Milletler bizim raporu kabul etti. Türkiye raporu olarak web sayfalarında yayınladı. Bu, Türkiye'den giden tek rapordu. Hem sivil toplum alanından, hem kamu kurumlarından giden, bu çağrıya yanıt olarak giden herhangi bir başka rapor yoktu.
Peki, iklim krizi yaşlı insanların haklarını nasıl etkiliyor? Türkiye'nin kalkınmasını düşündüğümüzde, mutlaka bu soruya yanıt vermemiz gerekiyor.

TÜRKİYE'DEKİ KALKINMA YIKICIDIR

Eğer Türkiye zenginleşemeden hızla yaşlanıyorsa ve eğer Türkiye'nin asıl sorunu zenginleşememesi ise o zaman mutlaka kalkınma meselesini düşünmemiz gerekecek. Sadece sosyal ve iktisadi anlamda kalkınmayı değil, çevreyi de düşünmemiz gerekecek. Çünkü Türkiye'nin bugün izlediği kalkınma yolu yıkıcı bir kalkınmadır. Çevre üzerinde büyük bir baskı oluşturuyor. Toplumların bu kadar hızlı yaşlanması ve buna hazırlanmamaları, hukuki olarak, alt yapı olarak, insan kaynağını yetiştirme, eğitim olarak hazırlanmamaları önemli bir baskı oluşturuyor. Türkiye, önümüzdeki dönemde bu yaşlanma meselesini kalkınma planlarına dâhil edemez ise çok ciddi çevresel sorunlar yaşamaya da devam edecektir.

Bakın, bugün kırda, kırsal alanda kamu arazilerine hava limanı yapılıyor, baraj yapılıyor, hidroelektrik santralleri yapılıyor. Şöyle düşünüyor insanlar: Kamu malına, kamu üzerine bir hava limanı inşa ettiğimizde o kamunun malı oluyor, buna niye itiraz ediyorsunuz, diyorlar. Hayır, efendim. Kamunun malı üzerine bir baraj yaptığınızda o baraj kamunun malı olmuyor. Orman alanlarını talan ettiğinizde, akarsuyu, kıyı sistemlerini talan ettiğinizde ve ekolojik dengeyi bozduğunuzda, oraya yaptığınız o bina kamunun malı olmuyor. Bugün kırsal alanda tüm bu yıkıcı kalkınmaya karşı direnenler, dikkatinizi çekmek isterim, direnenler, yaşlılar. Özellikle de yaşlı kadınlar. Karadeniz kırsalını lütfen gözünüzün önüne getirin; yaşlı kadınlar derelerini vermemek için direniyorlar. Bu direnişleri nedeniyle de damgalanıyorlar. Marjinalleştiriliyorlar. Devlete karşı gelen insanlar olarak damgalanıyorlar. Bu şekilde yerini yurdunu kaybeden insanlar kente geldiklerinde, yani yoksullaşarak ve mülksüzleşerek kente geldiklerinde ne yapacaklar? Bu soru çok önemli. Bu sorunun yanıtını aramamız gerekiyor. Kırdan kente yoksullaşarak ve mülksüzleşerek gelen insanlar kentte nasıl yaşlanacaklar? Kent hakkını nasıl kullanacaklar? Bakım hizmetlerine nasıl erişecekler? Düşünmemiz gerekiyor.

HAK İHLALLERİ HER YERDE VAR

Yaşlanma meselesini konuştuğumuzda, mutlaka, yaşlıların dışında, özellikle, gezici-geçici işlerde çalışan çocukları, çocuk işçileri düşünmemiz gerekiyor. Özellikle mevsimsel işlerde ve tarım sektöründe çalışan çocuk işçileri düşünmemiz gerekiyor. Bu çocuklar nasıl yaş alıyor, yaşlandıklarında ne yapacaklar? Eğitimden mahrum kalan ve bugün çok ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kalan çocuklar, yaşlandıklarında neyle karşılaşacaklar? Bugün geçici işlerde çalışan, ajanslarda çalışan gençler elde ettikleri gelirle belki bugün orta sınıfların gelirlerine sahip görünüyorlar ancak bu esnek istihdam koşulları ne yazık ki yaşlılıklarını garanti altına almalarına yetmiyor. Bugün esnek istihdamda çalışan gençler yaşlandıklarında ne yapacaklar? Onları ne bekliyor? Bunu konuşmamız gerekiyor.
Yaşlanma meselesini konuşmaya başladığımızda, aslında çocukları, gençleri, yetişkinleri, kadınları konuşuyoruz.
Bugün Türkiye'de, bizim SENEX izleme çalışmasını 22 aydır sürdürüyoruz, 22 aydır bu izleme çalışması ile birlikte yaşlı insanlara yönelik şiddeti, ihmali, istismarı ve hak ihlallerini izliyoruz. SENEX izleme diye yazdığınızda Google, karşınıza çıkacak. 22 aydır elimizde veri var. Bu veriyi rapor olarak kamuoyu ile paylaşıyoruz. Kurumlar ile paylaşıyoruz. Devletin kurumları ile paylaşıyoruz. Sivil toplum örgütleriyle, sendikalarla, barolarla, inisiyatiflerle ve hak savunucuları ile paylaşıyoruz. 22 aydır Türkiye'de kaç tane yaşlı insana yönelik hak ihlali yapıldığını, şiddet uygulandığını, ayrımcılık yapıldığını biliyoruz. Kent bazında biliyoruz. Hangi kentte ne kadar şiddet olduğunu biliyoruz. Bu şiddetin ne kadarı kadınlara, yaşlı kadınlara, ne kadarı yaşlı erkeklere yönelik olduğunu biliyoruz. Yaşlı kadınlar yanarak hayatlarını kaybediyorlar. Yaşlı erkekler kayboluyorlar. Cesetleri bulunuyor, kaybolduktan sonra. Karşılaştığımız vakaların yarısından fazlası ölümle sonuçlanmış oluyor. O şiddet, hak ihlali ve ayrımcılıkların yarısından fazlası ölümle sonuçlanıyor. Birçoğunda adli inceleme devam ediyor, yaşlılara yönelik bu şiddete ilişkin.

HAK İHLALLERİNİN YARISI YAŞLI KADINLARA YÖNELİK

Çok çarpıcı, yaşlı kadınlar, neredeyse karşılaştığımız vakaların yarısı, şiddetin, hak ihlallerinin yarısı yaşlı kadınlara yönelik, gerçekleşiyor.

Bir kaç örnek vermeme izin verin: Beni çok sarsan örneklerden birisi bu. 82 yaşında bir kadın, çocukları, torunları ve yakınları bu yaşlı kadının kimliği olmadığını yeni fark ediyorlar. Kimliği yok. Bakın, bu ne demek biliyor musunuz? 82 yıldır hak ihlaline uğruyor demektir. Bakın o anda değil, bu olayın yakınları tarafından fark edildiği anda değil, o kadın bütün yaşamını kimliksiz geçirdi. Kimliği olmamanın kendisine kattığı dezavantajlarla yaşadı. Yani sağlık hakkını kullanamadı, eğitim hakkını kullanamadı, bakım hakkını kullanamadı, vatandaşlık haklarından en temel olan oy verme hakkını kullanamadı. Ailesi, bunu, yeni fark ediyor. Çocukları ve torunları... Yani, sadece kamu ihmali değil ailenin ihmalini de görüyoruz. Aile dediğimiz şey, her zaman güvenli bir yer değil. Aile, özellikle yaşlı kadınlar söz konusu olduğunda şiddetin, ihmalin, hak ihlalinin ve istismarın bolca yaşandığı bir yerdir. İşte bu örnek, onlardan birisidir.

Bir başka çarpıcı örnek, yaşlı bir erkeğe yönelikti. 20 yaşında kimliğini kaybediyor, bir şekilde. Bir süre sonra tebligat geliyor evine, yaşamını yitirdiğine ilişkin. 80 yaşına kadar yaşadığını ispat etmeye çalışıyor. Hukuki mücadele veriyor, olmuyor. Yaşamını gerçekten yitirdiğinde, resmi kayıtlarda zaten ölü olduğu için çocukları ölüm belgesi bile çıkartamıyor. Bu sefer çocukları babalarının öldüğünü ispatlamaya çalışıyorlar.

Yani, öyle trajik bir vaka ki neresinden tutsanız dökülüyor. Öldükten sonra da yaşlanma çalışmaları bitmiyor. Bakın, yaşlıların hakları, öldükten sonra da tamamlanmıyor, devam ediyor. Yani, öldü artık, hakları da bitti diyemiyoruz. Çocukları babalarının öldüğünü ispatlamaya çalışıyorlar. Bunun gibi ve daha fazlası, ki, bunlar rastladığımız en marjinal vakalardı, biraz zihnimizde canlansın neyle uğraştığımız, bunu anlatmaya çalışıyoruz.

TÜRKİYE YAŞLI İNSANLARININ SORUNLARINI BİLMİYOR

Türkiye'de bir yılda, yalnızca 2021 yılında, 2033 yaşlı insana yönelik hak ihlali, şiddet, istismar ve ihlal yaşandı. Bakın, bunlar basına yansıyanlar, medya izlemesi. Bu rakamı biz tespit ediyoruz, her yıl. Şimdi 24 aya ulaşacak bu izleme çalışmamız, Aralık ayında. 2 yıldır çalışıyoruz. Türkiye'deki tek veri, elimizdeki tek veri, şu anda, bu izleme çalışmasındaki veri.
Şimdi 7 Temmuz'da, geçtiğimiz Temmuz ayında mecliste bir komisyon kuruldu; yaşlıların yaşam koşullarının araştırıldığı bir meclis komisyonu kuruldu. Kimler duydu bunu, görebilir miyim? Evet, bir kişi… Başka? Bakın, mecliste yaşlıların sorunlarını araştırmak için bir komisyon kuruluyor, bundan yurttaşların haberi yok. Bu meclis komisyonu, dikkatinizi çekerim, bir siyasi partinin değil. Parlamento bu. En yetkili organ olması gereken yer.
Şimdi, davet ediyorlar, kurumları davet ediyorlar, işte Türkiye İstatistik Kurumunu davet ediyorlar, soru soruyorlar ama tatminkâr bir yanıt alamıyorlar. Yaşlı insanların verilerini soruyorlar. Kaç tane yaşlı insan hak ihlaline uğruyor? Kaç tanesi şiddet görüyor? Kaç yaşlı bakım ihmaline uğruyor? TÜİK bilmiyor. Çünkü araştırması yok. TÜİK'in, resmi araştırma kurumu ama içerisinde bir yaşlanma araştırması planı yok. Bir yerde veri yoksa orada hak ihlali var, demektir, çok açık ve net yani. Türkiye bugün yaşlı insanların sorunlarını bilmiyor. Çünkü buna ilişkin veri toplama yok. Sağlık Bakanlığını çağırıyorlar, onlara soruyorlar, orada da veriler yok. Oradan da tatminkâr bir yanıt alamıyorlar. Sivil toplumu çağırıyorlar. Bugüne kadar davet ettikleri sivil toplum örgütlerinden de tatminkâr bir yanıt alamıyorlar. Çünkü ellerinde veri yok. Ne yazık ki veriye dayalı konuşmayla ilgili ya da araştırmayla ilgili kapasitemiz çok yüksek değil Türkiye'de. Yaşlı insanların neyle karşı karşıya olduklarını, kanıta dayalı bir şekilde bilmiyoruz. Bu nedenle de politika üretemiyoruz.

İşte, SENEX olarak bizim yapmaya çalıştığımız veri toplamak, bu topladığımız veriyi kamuoyu ile paylaşmak ve buradan yola çıkarak sosyal politikaları, ekonomi politikaları geliştirmek, çevreye ilişkin politikalar geliştirmek. Ne yazık ki bu meclis komisyonunun davet etmediği tek sivil toplum örgütü de biziz. Hakkımız var; şimdi dilekçe verdik, dilekçe verme hakkımızı kullandık, umuyorum önümüzdeki günlerde bizi davet etmek zorunda kalacaklar, dinleyecekler. Elimizdeki bu veriyi onlarla paylaşmak istiyoruz. Umuyorum, tüm bu konuları meclisle de paylaşma fırsatı buluruz ve resmi kayıtlara dönüştürebiliriz. Ama bitirmeden, Datça ile ilgili de bir kaç şey söylemek isterim.

DATÇA'DA YAŞLI, KADIN, ÇOCUK MECLİSLERİ KURULABİLİR

Burada şu an, umuyorum belediyeden görevliler, yetkililer ya da ilgili insanlar varsa onlara da bir şeyler söyleyeyim. Yerel yönetimlerin çok önemli bir rolü var.

Bakın, dünyada önemli bir eğilim var. Yereldeki eşitsizliklerle ilgili mücadele edebilmek için merkezi hükumetler yetkilerini yerele devrediyorlar, küresel eğilim bu. Çünkü eşitsizlikler yereldeki koşullara göre çeşitlenebiliyor. Artık merkezi hükumetin bu kadar çeşitlenmiş eşitsizliklerle merkezden mücadele etmesi mümkün değil. Onun için yerele yetki devri söz konusu. Bizim de belediye kanunumuz bir kaç kez değişti, bu yetki devrini yapmak üzere. Yerel yönetimlerin sorumluluğu altında yaşlanma çalışmaları yapmakla yükümlüler; 4 incinebilir kesime hizmet götürmekle yükümlüler. Bunlardan birisi de yaşlılar. O nedenle yaşlanma çalışması yapmakla yükümlüler. Yerel yönetimlerin çok acil bir şekilde yaşlanma çalışması yapabilmek için kapasite geliştirmeleri gerekiyor. İlk önce kendi personellerini hazırlamaları gerek. Türkiye'de yerele yetki devri sonucunda başarılı olmuş bir yerel yönetim yok. Henüz yok. Umuyorum, Datça bunu yapabilir. Bunu yapabilecek hale gelebilir. Elbette bunu tek başına yapması mümkün değil. Mutlaka sizlerin, yaşlı insanların, yaşlanan insanların mutlaka orda söz sahibi olması gerekiyor. Onun için bir yaşlı meclisinin çok acil kurulması lazım. Yani bana, bir belediye başkanı ya da yetkilisi dese ki yarın sabah kalktığımızda ilk ne yapalım? İlk önce şunu düşünün derim; hak temelinde hizmetleri nasıl sunabiliriz? İhtiyaç temelli hizmet sunmaktan vazgeçin. Hak temelli hizmetleri nasıl sunabiliriz, bunu düşünün. Çünkü ihtiyaç temelli hizmet vermeye başladığınızda birisi o ihtiyacın ne olduğuna karar veriyor. Birisi, kimin ihtiyacı olduğuna karar veriyor. Haliyle, başka bir gün sabah uyandığında da artık ihtiyacınızın olmadığına karar verebilir. Tıpkı pandemide uygulanan yasaklarda yapıldığı gibi...

Burada şunu hatırlatmak isterim: Belediye başkanı ne yapacak, yarın sabah uyandığında? Mutlaka bir yaşlılar meclisi kurulması gerekiyor. Mutlaka bir çocuk meclisi, bir genç meclisi, bir kadın meclisi kurulması gerekiyor. Bunu çoğaltabiliriz elbette. Özellikle toplumun belli bir

kesiminin hakları ile ilgili çalışma yapılacaksa hak temelli hizmetler sunulmak isteniyorsa, mutlaka bu tür meclislerin kurulması gerekiyor. Bu meclisler, tavsiyede bulunabilir, buradaki insanları temsilen, seçilen meclis üyeleri, çalışmalar yapabilir, özellikle iklim krizi ile ilgili, özellikle yaş dostu çevreler ile ilgili konutlardan başlayarak kentin bütün alanlarını yaş dostu mekânlar haline dönüştürmek gerekiyor.

DATÇA YAŞ DOSTU BİR ÇEVREYE SAHİP DEĞİL

Benim buradaki gözlemim, Datça yaş dostu bir çevreye sahip değil. Çocuklar, yaşlı insanlar, gençler, yetişkinler sokakta güvenle yürüyemiyorlar ise yaş dostu çevreden söz edemeyiz. Düşme kazaları yaşıyorlar ise ve bu düşme kazaları sonrasında yaşamlarını yitiriyorlar ise insanlar, yaş dostu çevreden söz edemeyiz. Mutlaka yaş dostu çevreyi inşa edecek bir şekilde çalışmalara başlamak gerekiyor. Bunu yapabilecek kapasitesi var, bu kadar inşaat sektöründe uzmanlaşmış bir millet, yaş dostu çevreyi isterse yapabilir. Belediyeler de, yerel yönetimler de bunu yapabilecek kapasiteye sahiplerdir, diye düşünüyorum. Hak temelli hizmetleri inşa etmek ve meclisleri kurmak, yaşlı meclisleri de dâhil olmak üzere meclisleri kurmak ve çalıştırmak, bu çok önemli.

DİJİTAL HAKLARIMIZ

Son olarak, dijital haklarımızdan bahsetmek istiyorum. Dijitalde de haklarımız var. Tıpkı gündelik yaşamdaki haklarımız gibi dijital haklarımızı da kullanmamız gerekiyor. Dijital haklarını kullanamayan önemli bir kesim, yaşlı kadınlardır. Yaşlı kadınlar ne yazık ki nitelikli bilgiye erişemiyorlar, erkeklere göre daha fazla dijital haklarını kullanmakta zorluk yaşıyorlar. Mutlaka dijital haklarını kullanacakları bir şekilde, yaşlı insanlara yönelik çalışmaların yapılması gerekir. Eğitim programları bunlardan birisi olabilir elbette. Dijital hakları nasıl kullanacaklarıyla ilgili önceden bir çalışma yapmak, bir fizibilite çalışması yapmak ve kentin aslında sadece sağlıklı genç insanlardan oluşmadığını bilmek, kentte yaşlıların, engellilerin, çocukların, Demans ve Alzheimer hastalarının, onlara bakım verenlerin olduğunu bilmek, kenti kullanan insanları tanımak, kenti tanımak ancak bu meclisler ile gerçekleşebilir. Mutlaka kadınların ve erkeklerin oluşturduğu bu meclislerle gerçekleşebilir.
Tüm bunların yanı sıra mutlaka LGBT haklarını düşünmemiz gerekiyor, kentlerde. Farklı cinsel yönelimi, tercihleri olan insanları düşünmemiz gerekiyor. Kadınların yaşlandığını ve LGBT'lilerin yaşlandığını düşünmemiz gerekiyor. Yaşlanmaktan korkmamak gerekiyor.


İKİNCİ BÖLÜM

Katılımcıların soruları ve katkıları ile ilerleyen ikinci bölüm, kolaylaştırıcı Kadriye Bakşi’nin Özgür hocaya sorduğu iki soruyla başladı.

Acaba insanlık tarihi boyunca yaş ayrımcılığı hep var mıydı, ya da yaşlıların gerçekten eşit vatandaşlar olarak yaşadıkları, hatta tecrübelerinden dolayı belki değer, kıymet gördükleri toplumlar da olmuş muydu? Yaş ayrımcılığını kapitalist sömürü sistemiyle ilişkin bir davranış biçimi olarak görmek de mümkün. Çünkü biz çocuklara da farklı davranmıyoruz. At gibi okullarda, sınavlarda yarıştırıyoruz, çocukluklarını yaşamalarına müsaade etmiyoruz. İleride emeğinin sömürüleceği zamana, daha fazla ücret alabileceği bir işe hazırlamaya çalışıyoruz. Çocukluk döneminin yetişkinliğe hazırlık değil, hayatının özgün bir parçası olduğunu, onu kendi ihtiyaçlarına göre yaşaması gerektiğini unutuyoruz.

Yaşlılıkta üretimden alındığımız zaman, emeğimizi kimseler sömüremediği ve kullanamadığı zaman, en ucuz bir şekilde ölüme bırakılıyoruz. Değersizleşiyoruz, hem çirkin oluyoruz, hem huysuz oluyoruz, ondan sonra, başka ne diyorlar bize, işte düşkün, aciz oluyoruz, bunak oluyoruz, her şey oluyoruz. Kimse de bizim için ne kılını kıpırdatmak istiyor, ne şehirde bir şey yapmak istiyor, ne bize değer vermek istiyor, çünkü emeğimizi artık sömüremiyorlar. Kapitalizmle yaş ayrımcılığı arasında böyle bir bağlantı kurabilir miyiz?

Yaş ayrımcılığından kadınlar, erkeklere göre çok daha fazla etkileniyor gibi geliyor, bana. Çünkü 35 yaşını geçmiş, en fazla 40 yaşında bir kadının bir iş görüşmesinde işe alınması giderek zorlaşıyor. Kadınların genç olanlarını, kendilerine ölçülerine göre güzel olanlarını seçip işe alıyorlar. Erkeklerde bu biraz daha uzayabiliyor, 50 yaşına kadar filan iş bulabiliyorlar. Ama bir süre sonra onlarda da başlıyor. Kadın ile erkek arasında, yaş ayrımcılığı açısından farkı nasıl görüyorsunuz? Özgür Arun cevaplamaya, “bu sorularla aslında, konuşmayı, söylemeyi unuttuğum bir şeyi de hatırlamış oldum,” diyerek başladı.

YAŞLILAR TARİHİN HİÇ BİR DÖNEMİNDE EL ÜSTÜNDE TUTULMADILAR

Yaş ayrımcılığı, 1960'lı yıllarda tanımlanıyor. ABD'de bir hekim olan Baker tarafından. Dolayısıyla da daha modern zamanlara ait bir tanım. O nedenle, yaş ayrımcılığı dediğimizde modern zamanı düşünmek lazım. Ancak şunu unutmayalım, bizim elimizdeki kanıtlar, tarihsel kanıtlar, şunu gösteriyor; yaşlılar tarihin hiç bir döneminde el üstünde tutulmadılar. Öyle bir şey yok. Böyle bir dönem yok. Antik çağda çok değerlilerdi, ne bileyim, Orta çağa geldiğimizde değersizleştiler, diye bir şey yok. Tarihin hiç bir döneminde yaşlı insanlar, elimizdeki bilgiler onu gösteriyor, el üstünde tutulmadılar. Ama şu var, şunu söylememe izin verin, yaşlılar nasıl tanımlanıyor biliyor musunuz, elimizdeki kanıtlara göre? Bir kere beyaz saçları ile tanımlanıyorlar, kırışık ciltleriyle, dökülen dişleriyle, bükülen belleriyle tanımlanıyorlar. Onun için yaşlı denildiğinde zihnimize hep olumsuz imajlar geliyor. Onun için yaşlı denildiğinde hep düşkün, bitkin, işte işe yaramaz insanlar düşünülüyor. Oysa böyle değil. Burada çok önemli bir sorumluluğumuz var, hepimizin. Yaşlı kimliğimizle de konuşmaya başladığımız da o imajları yıkacağız. Bu tanımları, işte dökülen dişler, bükülen bel, kırışıklıklar, beyazlayan saçlara, bu kanıtlara baktığımızda, yaşlı kadınların böyle tanımlandığını görüyoruz. Orada, iki mesele var; sınıfsal mesele ve toplumsal cinsiyet, meselesi. İktidarın bakan gözü ki, erkek gözü, kadınlardan hep güzellik bekliyor. Güzellik ama gençlikle özdeşleştiriliyor. Sınıfsal tarafı şu bu meselenin, yaş ayrımcılığına, bizim araştırmalarımızın bulgusu, yaş ayrımcılığına en çok kadınlar maruz kalıyor. Neden? Peki neden?

YOKSUL İNSANLAR DAHA ÇOK YAŞ AYRIMCILIĞINA UĞRUYORLAR

Türkiye'de yaşlı kadınlar daha yoksullar. Yoksul insanlar daha fazla yaş ayrımcılığının tarafı oluyorlar. Demek ki, sınıfsal ve toplumsal cinsiyet temelli bir ayrımcılık var orada, aynı zamanda. Çünkü yaşlı insanlar ne zamanki servet üretemez konuma geliyorlar, daha fazla yaş ayrımcılığına maruz kalıyorlar. Peki, kim onlar, diye baktığımızda da yaşlı kadınları hemen ayırt ediyoruz. Daha yoksullar. Tek başına yaşıyorlar. Yani, kadınlara müjdem var, daha uzun yaşıyorsunuz, diyemiyorum, Türkiye için. Çünkü Türkiye'de daha uzun bir yaşam demek kadınlar için, daha yoksul geçirilen bir zaman demek. Eşini yitirmiş, yıllarca eşine bağımlı kılınmış. Eğitimde geri bırakılmış, çünkü. Daha sonra, eşini yitirdiğinde bir başka kişiye ya da kuruma bağımlı kılınıyor.

Hatırlayacak mısınız, yıllar önce, Radikal Gazetesi vardı, Radikal-2'de bir yazı yazmıştım. Şöyle bir yazı yazmıştı bakanlık: Dul yaşlı kadınlara 250 TL. Para veriyordu. Ama onu bir şarta bağlamıştı. Sevgilisi olmayacak. Yani dul yaşlı kadınlar, eşini yitirmiş yaşlı kadınlar evlenirler ise o parayı kesiyorlar. Yani yoksulluk nasıl sürdürülüyor. Yani, diyor ki, sen tekrar evlenmezsen, sevgilin olmazsa, bir gönül ilişkin olmadığı sürece sana o parayı vereceğiz. Elbette, ben bunu biraz ajite ederek söylüyorum ama bu şarta bağlanmıştı; evlenmeme şartına bağlanmıştı. Biz yaşlı kadınların evlenmesini politik olarak, sosyopolitik düzeyde istemiyoruz. Ama kültürel olarak baktığımızda, yaşlı erkekler eşlerini yitirdiğinde pekâlâ evlenebiliyorlar, evlendiriliyorlar. Yaşlı kadınların evlenmeleri, bir gönül ilişkisi kurmaları ilk önce belki de çocukları, yakınları tarafından engelleniyor.

Biz, bir kaç yıl önce bir araştırma yaptık; yaşlı bir kadının ve yaşlı bir erkeğin neyi yapması uygun değildir? Bu soruları, Türkiye’de, 18 yaşının üstündeki yetişkinlere sorduk. Çok enteresan, toplumun üçte biri, %30'u yaşlı insanların flört etmesini doğru bulmuyor. Ama yaşlı kadınlar söz konusu olduğunda bu oran %40'lara çıkıyor. Yani yaşlı bir kadının sevgilisi olamaz, flört yapamaz, gece yaşantısına çıkamaz. Türkiye toplumunun üçte birinden fazlası yaşlı kadınların bu işleri yapmasını doğru bulmuyor. Böyle bir yaşam tarzını doğru bulmuyor. Üçte birinden fazlası eğitim almasını doğru bulmuyor. Çalışmasını doğru bulmuyor. Çok çarpıcı. Bakın, yaş ayrımcılığı, gündelik yaşamda nasıl yeniden ve yeniden üretiliyor. Bir öğrencim geldi, geçen yıllarda, iki gözü iki çeşme ağlıyor; tekrar üniversiteye dönüyor okumak için, çocukları diyor ki, sen artık bu yaştan sonra okuyup ne yapacaksın? Bir kadın öğrencim evet, bir öğrencim diye başlayınca, herkesin zihninde genç bir insan canlanıyor, bu öğrencim yaşlı bir kadındı ve tekrar eğitim hakkını kazanıyor, üniversiteye dönüyor, çocukları engelliyor.

AYRIMCILIĞI KİMLER YAPIYOR?

Peki, kim bu ayrımcılığı yapanlar? Bunlar, keşke, Türkiye'nin %5'i, %10'u filan olsa biz onların hakkından geliriz, hep birlikte. Yani, şöyle değil, Türkiye'nin %10'u ayrımcılığa hiç uğramıyor, bütün ayrımcılıkları da bu %10 yapıyor; böyle bir şey yok. Ben, yaş ayrımcılığı söz konusu olduğunda 3 tür ayrımcıyı birbirinden ayırt ediyorum:

1-Yardım sever ayrımcılar. Pandemide gördük. İşte yaşlı insanların alış verişini yapıyorlar. Onlara destek olmaya çalışıyorlar. Çünkü şöyle düşünüyor, yaşlılar yapamaz, beceremez. Dolayısıyla, aslında orada ayrımcı bir tutum var ama iyi niyetli. Yardım sever ayrımcılar, çok kolay dönüştürülebilirler. Yaş dostu insanlar olabilirler.

2- Anaç ayrımcılar. Onların da aslında yaşlılara karşı korkuları var. Yaşlı insanlara karşı korumacı bir tutumları var. Çok anaç davranıyorlar. Nasıl tanırız anaç ayrımcıları? Yaşlı insanlarla bebeklermiş gibi konuşurlar. Çünkü şöyle düşünürler; “normal” konuşsam, tırnak içinde söylüyorum, normal bir insanla konuşur gibi konuşsam anlamaz o. Çünkü yaşlı, yani zihinsel olarak sorunu var. Karşıdaki insanın statüsünü bir anda ortadan kaldıran bir tutum, yaş ayrımcısı bir tutum. Ama çok kolay dönüştürülebilirler. Onlarla biraz konuşmak yeterli olabilir.

3- En tehlikeli olanlar, kibirli ayrımcılar. Yaşlı insanları dışlıyorlar, yaşlı insanlarla temas ettiklerinde onların tavırlarını, tutumlarını, dış görünüşlerini, fikirlerini ayıplıyorlar, küçümsüyorlar. Onları kınıyorlar. Çoğunlukla konuşmayı kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Kibirli ayrımcılar ile mücadele etmek çok çok zor.

Bu üç ayrımcı türüne dikkat edelim. İlk ikisi çok kolay dönüştürülebilecek, birisi ile mücadele etmemiz gerekecek. Bununla hep birlikte mücadele etmemiz gerekecek. Çünkü onlar çocuklara, gençlere, yetişkinlere ve kadınlara da ayrımcılık yapıyorlar. Yani bu toplumda üç insana ne yapacağını söylüyor; çocuklara, kadınlara ve yaşlılara ne yiyeceğini, ne giyeceğini, nasıl davranacağını ve ne zaman sokağa çıkacağını.

Bu üç tür insana mütemadiyen ne yapacağını, ne zaman yapacağını ve nasıl yapacağını anlatmaya çalışıyoruz. Zaten mücadele ediyoruz, eminim sizler de gündelik yaşamınızda bütün bunlarla mücadele ediyorsunuzdur. Artık daha güçlüyüz, yalnız değiliz yaş ayrımcılığı konusunda da. Daha donanımlıyız, en azından bugün için söyleyeyim. Bugün evlerinize gittiğinizde bir ev ödevi olsun, bir komşunuz, bir tanıdığınız varsa ona, sen ne güzel yaşlandın, falan deyin. Çok yaşlanmışsın deyin. Bakın, arıza çıkabilir, onun için biraz yakın tanıdığınız birisi olsun, sonra yaş ayrımcılığını konuşmak için fırsat doğacak. Size fırsat doğacak. Yaşlı haklarını savunmak için fırsat doğacak.

Çok sayıda soru ve katkı ile tartışmaya katılan konuklar sözü hep Datça’ya getirdiler. Datça’nın bir mübadele kenti, bir emekliler kenti ve göç kenti olduğunu söylediler. Göçle gelen orta ve zengin kesim ile yoksul yerlilerin arasındaki makasın açıldığından söz edildi. Toplumsal cinsiyet ve yaş ayrımcılığı üzerine konuşanlar oldu.

55 yıldır Komünist olduğunu söyleyen 79 yaşındaki bir erkek izleyici, sistem bizim gölgemizden artık yararlanamıyor, yararlanamadığı için de salgınlarda eve kapatmak veya emekli aylıklarını çok ciddi şekilde tartışıyorlarmış gibi görünüp bizi utandırmak istiyor, dedikten sonra çözüm önerisini dile getirdi:

Sistemi değiştirmeden, ufak tefek değişikliklerle, reformlarla, şunlarla bunlarla biz refaha erişemeyiz. Sorun, sistemin kendisi. Siz hiç bir zengini gördünüz mü yaşlılık üzerine bizim konuştuklarımızı konuşuyorlar? Hayır, konuşmuyorlar. Biz, hepimiz, çok iyi eminim ki ya memurluktan ya da işçilikten geliyoruz. Aldığımız üç-beş kuruş emekli maaşına bağlıyız. Ben de aynı durumdayım. Onun için sistemi alaşağı etmeye uğraşalım, lütfen.

GERONTOLOJİ YAŞLANMA ÇALIŞMALARINI KARŞILAYAMAZ

“Ben, yaşlanma çalışan bir sosyoloğum,” Diyen Doç. Arun. Gerontolojinin Türkiye'de yaşlanma çalışmalarını artık aşamayacağını düşündüğünü söyledi. Çünkü Gerontoloji bakım alanına hapsolmuştu. Onun için yaşlanma çalışmaları, farklı meslek gruplarıyla, farklı disiplinlerle bir arada çalışmayı sağlayacak bir platformdu. Dünyada da zaten bu şekilde ilerliyordu. Yaşlanma çalışmalarında, mimarlarla, mühendislerle, hekimlerle, hukukçularla, sosyologlarla, psikologlarla yani farklı disiplinlerden insanlarla buluşmak gerektiğini söyledi.

YAŞLI DEMEKTEN ÇEKİNMEYELİM

Yaşlı demekten çekinmeyelim. Çok göreceli bir kavram, çoğunlukla takvim yaşı ile tanımlanıyor. Dünya Sağlık Örgütüne göre 65 yaşın üstünün üzerindeki insanlar yaşlılar. Birleşmiş Milletlere göre 60 yaşın üzerindeki insanlar yaşlılar. Basitçe, bir sınıflama yapmak için işte bir takım istatistik hesaplar için yapılıyor, bu. Bunun arkasında herhangi bir bilimsel bir temel yok. Basitçe sınıflama, 64 de olabilirdi. Bunun pek önemi yok. Onun için biz, örn: yaşlı mahpusları çalışıyorsak eğer, cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüleri çalışıyorsak eğer, 50 yaşına kadar indiriyoruz yaşlanma çalışmalarını. O nedenle, çok göreceli bir şeyden söz ediyoruz, yaşlı dediğimizde. Ama yaşlı demekten kaçınmayın, kaçınmayalım.

Yaşlılığın ve yaşlanmanın üstünü örten tüm kelimeler yaş ayrımcısıdır. Büyüklerimiz, ulu çınarlarımız, bilgelerimiz, yaş alanlar, kıdemli yurttaşlar... Geçen gün bir vaka var; yaşlı bir adam, eşini öldürdü. Nerede ulu çınar? Ne ulu çınarı? Ne bilgesi? 70 yaşının üzerindeki bir erkek, eşi kadını öldürüyor, 70 yaşın üzerindeki bir kadını öldürüyor.

Homojen bir gruptan söz etmiyoruz. Tıpkı çocuklar gibi, tıpkı gençler ve yetişkinler gibi. Çok çeşitli, birbirine benzemeyen insanların oluşturduğu bir kesimden söz ediyoruz, yaşlı dediğimizde. Ancak yaşlılığın ve yaşlanmanın üstünü örten tüm kelimeler, yaş ayrımcılığına kapı açan, damgalayan kelimelerdir. Onun için bu hususa dikkat edelim, uyanık olalım.
Yaşlı demekten ya da yaşlı olmaktan niye korkuyoruz? Biliyorum, o korkunun sebeplerini, çünkü yaşlı denildiğinde, değersiz insanlar, düşkün, artık ölümü bekleyen insanlar olduğu, hasta insanlar olduğu düşünülüyor. Bu imaj, bu imajlar zihnimize kazınan bu imgeler bizi rahatsız ediyor; bunu anlıyorum. Bunlarla mücadele etmeliyiz.

HASTALIKLAR YOKSUL İNSANLAR ARASINDA YAYGIN

Bakın, hastalıklar, ölüm ve engellilik yaşlı insanlar arasında yaygın değil. Yoksul insanlar arasında yaygın. Yoksul insanlar daha fazla yaşamını yitiriyorlar. Yoksul insanlar daha fazla hastalanıyorlar. Yoksul insanlar daha fazla engellilikle karşı karşıya kalıyorlar. Onun için, tekrar edelim, sınıf meselesini dikkate almadan nereye bakarsak bakalım, toplumun hangi kesimine bakarsak bakalım, yamuk bir bakış olacaktır. Mutlaka, bu iki boyutu düşünmek gerekecek ve insan haklarını odağa alarak yaklaşacağız. Araştırmalarda da biz yine ayrımcılıkları üretmeden, nasıl ayrımcılıkla mücadele edeceğiz? Bunun yollarını aramamız lazım.

YAŞLI İNSANLAR TOPLUMA YÜK DEĞİLDİR

Bakın, yaşlı insanlar sağlık sisteminde yüktür, deniliyor. Sosyal güvenlik içinde yüktür deniliyor. Öyle bir şey yok. Nedenini söyleyeyim: Türkiye'nin sorunu, zenginleşemeden yaşlanmasıdır. Bakın, Türkiye nüfusunun %10'u yaşlı. 2050'ye geldiğimizde, 2040'lar gibi şu anki projeksiyonlara göre, yaşlı oranı çocuk oranını geçecek. Şimdi toplumun bu iktisadi sözleşmeyi, bir sözleşme var toplumda; 15-64 yaş aralığındakiler çalışacak, 15 altı ile 64 yaş üstü iki kuşağa bakım verecek. Kapitalist sistem bunun üzerine kurulmuş. Bizim bu sosyal güvenlik sistemi falan dediğimiz şey, aslında böyle sağlanıyor. Üretim böyle sağlanıyor. Oradaki denge şu: 7 çalışan bir kişiye bakım verecek. Ancak böyle olursa, bu rakam gerçekleşirse bir denge oluyor, sosyal güvenlik sistemi içerisinde. İşte eğitim, çocuklar eğitim alacaklar, yaşlı insanlar da hastalanırlar ise ona da destek sunacak, sosyal güvenlik emeklilik desteği sunacak falan. Türkiye'de, ne yazık ki, bu rakam, ikiye birdir, ½.

KADIN İSTİHDAMININ EN DÜŞÜK OLDUĞU ÜLKEYİZ

Toplumumuzdaki kadınların ancak %30'unu istihdam edebiliyoruz. Kadın istihdamının en düşük olduğu ülkeyiz. Yani yetişkin nüfusumuzun yarısı kadınlardan oluşuyor, onları istihdam etmiyoruz. Ettiğimiz zaman da daha az ücret veriyoruz. Yani sosyal güvenlikle ilgili nasıl bu dengeyi kuracağız, bu durumda? Bu toplum sözleşmesi sürdürülebilir değil, Türkiye'de. Onun için o algı yanlış; yaşlılar topluma yük olmuyor. Türkiye toplumu, yetişkin insanları istihdam edemediği için, üretime katamadığı için bu denge bozulmuş durumda. Bu sürdürülebilir değil. Çok üzgünüm, bunu söylediğim için ama bugün doğan çocuklar emekli olamayacaklar. Bizim anladığımız anlamda bir emeklilik olmayacak, onların hayatı. Onun için yaşlanma çalışmaları, yaşlanma politikaları sadece yaşlılarla ilgili bir şey değil.

Geçtiğimiz yıl Amerika'daki meslektaşlarımız bir çalışma yaptılar. Sağlık bakım hakkı ile ilgili bir çalışmaydı. Bakın yaşlıların ne kadar yük olduğunu değil, yaş ayrımcılığının ne kadar yük olduğunu sağlık sisteminde tespit ettiler. Bir yılda Amerika'daki sağlık sistemi üzerindeki yükü, yaş ayrımcılığının yükü 62 milyar dolar. Yaş ayrımcılığı nedeniyle ortaya çıkan kayıp, 62 milyar dolar. Bilim insanları tarafından hesaplanıyor ve makale olarak konuyor ortaya. Hekimlerin koyduğu yanlış teşhisler, sağlık sistemindeki yanlış ve hatalı uygulamalar, yaş ayrımcılığına ilişkin uygulamalar. Yaşlandığın için böyle diyor, mesela.

Size, sol bacağın hikâyesini söyleyeyim. Bir yaşlı kadın hekime gidiyor ve diyor ki sağ bacağım çok ağrıyor; sağ dizim çok çok ağrıyor. Çok fena. Hekim de diyor ki ona, teyzeciğim, yani sizin yaşınızda bu çok normal, kaç yaşına geldiniz, artık dizinizin çalışmaması, çok normal. İyi de diyor, hekime giden yaşlı kadın, evladım sol dizim de aynı yaşta ama o ağrımıyor.
Yanlış teşhis, sağlık sistemi içinde hatalı uygulamalar, sistemin yanlış kurgulanması nedeniyle ortaya çıkan kayıp 62 milyar dolar. Yaşlılar niye sisteme yük olsun? Yaş ayrımcılığı nedeniyle ortaya çıkan kayıptan söz ediyoruz. O nedenle, bu sadece yaş ayrımcılığı dediğimiz mesele, böyle boynumuzu büken bir mesele değil sadece. İktisadi açıdan çok büyük kayıpların olduğu uygulamalar.

SENEX, YAŞLANMA ÇALIŞMALARI DERNEĞİDİR

SENEX dernek ekibi 2019 yılında kuruldu, bir grup genç ve yaşlı araştırmacı tarafından. Şimdi, yaşlanma çalışmaları derneğiyiz. SENEX bizim kısa ismimiz. Latince bir kısaltmamız olsun istedik, bilimin dili. SENEX, yaşlı bilge insan demek. SENEX org tr diye girdiğinizde, bizim derneğin web sitesinin sayfası çıkacak. Ellinin üzerinde yayınımız var. Açık erişim. İndirip okuyabilirsiniz. Tamamı araştırmaların bulgularıdır. Bugün sizinle burada paylaştığım tüm görüşlerim bu araştırmalardan gelen bulgulardan oluşuyor. Biz aynı zamanda Antalya yaşlılık araştırmasını sürdürüyoruz. Ülkedeki tek boylamsal yaşlılık araştırmasıdır. Her üç yılda bir tekrar eder. Şimdi Cumhuriyetin 100. yıl dönümünde 4. dalgasını gerçekleştireceğiz.

YAŞLANMA ARAŞTIRMALARINI DEVLET KURUMLARI YAPAR

Aslında yaşlanma araştırmalarını bizim gibi sivil toplum örgütleri yapmazlar. Kurumlar yaparlar. Büyük devlet kurumları yaparlar. Avrupa'nın tamamında ulusal yaşlanma araştırmaları vardır. Boylamsal. Her iki yılda bir, üç yılda bir, her beş yılda bir tekrar ederler. Hepsinin bir resmi istatistik programı vardır. Bizde TÜİK'in de resmi bir istatistik programı var. Ne yazık ki Avrupa'da bir tek Türkiye'nin yaşlanma araştırması yoktur. Bu bir derneğin, bir üniversitenin yapacağı bir iş değil. Boylamsal, ulusal düzeyde bilgi toplanması gereken bir alandır, yaşlanma çalışmalar. TÜİK gelir ve yaşam koşulları araştırması yapıyor. Oradan çıkartıyoruz, bilgileri. Hane halkı bütçe araştırmaları yapıyor, biz oradan çıkartıyoruz yaşlanma ile ilgili bilgileri. Böyle olmaz. Avrupa'daki bütün ülkelerde yaşlanma araştırmaları var. Yaşlanan nüfusun gelecekte ne ile uğraşacağını bilmemiz gerekiyor. Ne ile karşılaşacağını bilmemiz gerekiyor. Bunu ancak özerk bir kurum yapabilir. Bir devlet kurumu yapabilir. Onun için mutlaka bunu da TÜİK'in yapması gerekiyor. Elbette bizim gibi sivil toplum örgütleri bağımsız araştırmalar yapıyorlar. Az önce size verdiğim rakamların tamamı bu araştırmalardan geliyor. Daha fazlasını da derneğimizin yayınlarından bulabilirsiniz. Çok sayıda Avrupa Birliği çalışması, Avrupa Birliği destekli araştırmalar da var veya Birleşmiş Milletlerin az önce saydığım rapor gibi araştırmaları var, onlar rahatça elde edilebilir.

GERİATRİ İLE GERONTOLOJİ ARASINDAKİ İLİŞKİ

Bir izleyici, Geriatri ile Gerontoloji arasındaki ilişkinin toplumsal bilinç açısından açıklanmasının iyi olacağını söyledi. Özgür Arun, Geriatri bir TIP disiplinidir. Hasta yaşlılar ile ilgili çalışıyor. Onun hedef kitlesi, bütün TIP alanlarında olduğu gibi hastalardır.

Gerontoloji ise daha geniş bir kavram, yaşlılıkla ilgili çalışmalar yapıyor. Sadece hasta yaşlılar ile değil, tüm yaşlı insanlarla ilgili çalışmalar yapıyor. Fakat Türkiye'de ne yazık ki Gerontoloji disiplini Sağlık Bilimleri Fakültesi altına alındı şu anda. Birkaç senedir. Gerontologlar bakım alanına hapsedildi. Bakım dışında herhangi bir konuda yetkin bir eğitim almıyorlar ne yazık ki. Sağlık Bilimleri Fakülteleri de biliyorsunuz, son 10 yılın icadı olan fakültelerdir. Arada bir fakülte. Yani TIP Fakültesi değil, Sosyal Bilimler değil, arada kalmış bir fakülte. Gerontolojinin oraya hapsedilmesi büyük haksızlık. Çünkü Gerontologlar aslında yaşlılıkla çalışmayı, araştırmayı yapabilecek yetkinlikte insanlar olmalı, dünyadaki yönelimi de bu. Türkiye'nin yaptığı, YÖK'ün aldığı bu karar dünyada emsali olmayan bir karar. Dünyada örneği yok. Gerontolojinin sağlık bilimleri adı altında olmasının bir örneği yok.

TÜİK'TE ÇOK YETKİN, ÇOK DEĞERLİ UZMANLAR ÇALIŞIYOR

TÜİK'in yöntemi meselesine geleyim: o bambaşka bir şey. TÜİK gerçekten çok değerli uzmanlardan oluşan bir kurum. Bir çoğunu tanıyorum. Araştırmaları bizler de kullanıyoruz. Ancak son zamanlarda biliyorsunuz, hepimizin üzerinde yarattığı güvensizlik, ne yazık ki o uzmanların da emeğinin daha da değersizleşmesine yol açıyor. Tek tek uzmanlar çok iyi, ama bizler tabi kuruma ilişkin güveni kurumsal olarak yitirildiğinden bahsediyoruz burada. O nedenle hani şu anda işin içinden çıkılmaz bir durumda, araştırmalara ilişkin çok büyük güvensizlik var toplumda. Bilmiyorum TÜİK bunu nasıl çözecek? Kurum olarak nasıl bunun üstesinden gelecek?

ÜLKELERİN YAŞLANMA HIZI NASIL ÖLÇÜLÜYOR?

Bir izleyici, “konuşmanızın bölümlerinde ara ara söylediğiniz Türkiye'nin hızla yaşlanması deyimini, neden yaşlandığını, merak ediyorum,” dedi.
Özgür Arun, yaşlanma hızını şöyle ölçüyoruz, diyerek, soruyu yanıtlamaya başladı: Bir toplumda, yaşlı insanların sayısının iki katına çıkması için geçen süreye bakıyoruz. Örn: yaşlı insanların oranı, nüfus içindeki oranı %4'ten %8'e çıkması için kaç yıl geçmiş, buna bakıyoruz. Buna yaşlanma hızı diyoruz. Bu soru için teşekkürler.

Birkaç çarpıcı rakam vereceğim. Fransa bu süreci 115 yılda geçiriyor. Yani yaşlı nüfusunun iki katına çıkması için geçen süre 115 yıl. Almanya'nın 80 yıl. İsviçre'nin 85 yıl. Türkiye'nin kaç yıl acaba? 15-20 yıl arasında. Bakın, Türkiye'nin yaşlanma hızından söz ediyoruz. Dünya'da bunun bir eşi daha yok. Endonezya bize çok benziyor, Güney Kore bize çok benziyor, Japonya bu arada 25 yılda geçirdi ki, dünyanın en yaşlı toplumudur. Çok hızlı yaşlanıyoruz. Bu kadar hızlı yaşlanmak, sorun değil ama şimdi bakın, bütün bu toplumlar zenginleşerek yaşlandılar. Hele hele Avrupa dünyayı sömürerek yaşlandı. O zenginliği böyle oluşturdular. Bugün genç denilen toplumları sömürerek oluşturdular zenginliği. Türkiye'nin ya da Türkiye gibi ülkelerin, Şili'nin, Brezilya'nın, Arjantin'in, bu tarafta İran'ın, Azarbeycan'ın, bunlar bize benzeyen ülkeler yaşlanma hızı açısından, böyle bir zenginleşme olasılıkları yok. Güney Afrika'nın böyle bir şansı yok. Endonezya'nın böyle bir şansı yok. Yani sömürecekleri, daha uzun yıllar dünyanın bir kısım kaynaklarını sömürecekleri yüzyılları yok. Çok hızlı yaşlanıyorlar.

TOPLUMSAL YAŞLANMA SORUN DEĞİLDİR

Hızla yaşlanmanın nedenleri var. Toplumsal hijyenin, toplum sağlığının çok yaygınlaşması, sağlık alanında önemli gelişmeler yaşlanma hızını çok etkilediler. Gıda, gıdaya ulaşım, temiz suya ulaşım gibi... Bu toplumların bu kadar uzun süre ile refahını da artırarak bir yaşlanma dönemi geçirmelerini beklemiyoruz, ne yazık ki. Buradaki sorun şu: hem kalkınmaları gerekiyor ama bir yandan da çok hızlı yaşlanıyorlar. Bu ikisi arasında bir denge kuramıyor, bu toplumlar. O nedenle sorun yaşıyorlar. Yoksa yaşlanmak sorun değil. Toplumsal yaşlanma bir sorun değil. Keşke bizim de böyle uzunca yüzyıllarımız olsaydı da yaşlanabilseydik. Ama öyle bir şey yok. Daha da çarpıcı olanı, bugün burada bu konuşmayı dinleyen hepimiz bu dönemin tanığıyız. Türkiye bu dönemi geçiriyor, şu anda. Şu anda içindeyiz. Yani 15-20 yıl sonra değil şu anda tanıklık ediyoruz. Bir toplumun tarihinde bir defa yaşayacağı bir dönüşümün tanığıyız bizler. Bu kadar hızlı yaşlanmak bir defa başa gelir. 2023'e kadar devam ediyor. 2040'da artık yetişkin nüfusun oranı azalıyor TÜİK'in projeksiyonlarına göre, yaşlı insanların sayısı artıyor.

BİYOPOLİTİKALAR RİSKLİDİR

Bir toplumun, nüfus açısından söylüyorum, genç kalabilmesi için de demograflar bir sınır koymuşlar. Demograflar diyorlar ki bir toplumun nüfusunun yenilenebilmesi için, hani böyle hızla yaşlanmaması için bir tek kriter var, çocuk. Çocuk sayısı ikinin üstünde olacak, diyorlar. Aksi takdirde nüfus yenilenemiyor.

Şimdi, biliyorsunuz, bu tip politikalara biyopolitikalar diyoruz. Çocuk sayısını artırmaya çalışmak aslında ne demek? Kadınlara doğum yapın demek. Yetişkin ve doğum yapma çağında olan kadınlara doğum yapın demek. Doğum planlaması aslında, bir nüfus planlamasıdır. Ama doğurun demekle de kadınlar doğurmuyor. Böyle bir dünya yokBütün dünyada bu tür politikları yapan hükumetler bir takım destekler açıklıyorlar. Nedir bu destekler? Akılcı olanlardan söz ediyorum. Maddi destek sunarlar, hak sunarlar. Bir takım hakları verirler, anneler için.

Birincisi daha az çalışıp daha fazla sosyal güvence sistemine katkı payı yatırırlar. Örn: Hollanda bunu yapıyor. Yarım gün çalıştırıyor, tam gün çalışmış gibi sosyal güvenliğine pirim ödemesi yapıyor. Bir başkası, doğan çocukların bakımıdır. O noktada sağlık koşullarını iyileştiriyorlar. Çocukların eğitimleri, okul öncesi eğitimlerinin sağlanmasıdır. Neredeyse her mahalleye kreş, anaokulu açılır. Bu durumda insanlar ancak akılcı davranarak, rasyonel davranarak çocuk sahibi olabilirler veya çocuk sayısı artırılabilir. Yo




Bu haber 4113 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER TAZELENME Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI