Bugun...



Yatağan-Bencik’te Aile Hekiminin, Okçulukta Yarattığı Bir Başarı Öyküsü

Bir süre önce Yatağan-Bencik Aile Hekimi Dr. Ejder Sözen ile yaklaşık 4 saat süren bir sohbet gerçekleştirdim. Yatağan ilçemizin bir dağ köyünün, Bencik’in Okçuluk alanında sadece ulusal değil, dünya çapında önemli bir merkez haline nasıl geldiğini konuştuk. Hiç bilmediğim gazetecilik kurallarını dikkate almaksızın, dostça yaptığımız bu sohbeti, yazılı hale getirip herkesle paylaşmanın bir zorunluluk olduğunu düşündüm.

facebook-paylas
Güncelleme: 07-12-2021 21:46:21 Tarih: 07-12-2021 21:29

Yatağan-Bencik’te Aile Hekiminin, Okçulukta Yarattığı Bir Başarı Öyküsü

SÖYLEŞİ: DR. NAKİ BULUT

Ben bir gazeteci değilim ve bu bir gazetecilik faaliyeti değildir. Bir süre önce Dr. Ejder Sözen ile yaklaşık 4 saat süren bir sohbet gerçekleştirdim. Yatağan ilçemizin bir dağ köyünün, Bencik’in Okçuluk alanında sadece ulusal değil, dünya çapında önemli bir merkez haline nasıl geldiğini konuştuk. Hiç bilmediğim gazetecilik kurallarını dikkate almaksızın, dostça yaptığımız bu sohbeti, yazılı hale getirip herkesle paylaşmanın bir zorunluluk olduğunu düşündüm. Birçoğumuzun bölük pörçük bilgi sahibi olduğu bu öyküyü, olabildiğince eksiksiz ve bütünlüklü olarak -ya da parçaları birleştirerek- sizlerle paylaşıyorum.  Her gün birçok olumsuzluk,  başarısızlık öyküsüne tanık olduğumuz bugünlerde, hepimizin susadığı güzelliklerle dolu bir süreci öğrenmek, herkese iyi gelecektir.  Yazı biraz uzun olsa da, okuduktan sonra büyük ve önemli bir başarı öyküsünün hemen yanıbaşımızda yaşandığını görünce şaşıracak ve Bencik’in şampiyon gençlerine hayran kalacaksınız. Hekimlere, öğretmenlere, öğrencilere kısacası tüm topluma örnek olabilecek bir başarı öyküsü, bu…

xxx

Naki BULUT (NB): Yatağan ilçesi Bencik köyündeyiz.  Birçoğumuz bu köyün genç okçularının ulusal ve uluslararası başarıları hakkında kısmen bilgi sahibiyiz. Ancak hepimiz bu başarının ayrıntılarını merak ediyor ve bu köyde yaşananların hikâyesini öğrenmek istiyoruz. Bu başarının mimarı sevgili arkadaşım, meslektaşım Dr. Ejder Sözen. Yanında genç okçular da var. Öncelikle, sevgili Ejder okuyucularımıza kendini kısaca tanıtır mısın?

Ejder SÖZEN (ES): 48 yaşındayım. 1996 Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunuyum. Meslekte 25 yılındayım. 10 yıldan beri Bencik köyünde aile hekimliği yapıyorum. Mezun olduktan sonra 4-5 yıl Sivas Kangal’da çalıştım. Daha sonra askerlik bitiminde Muğla'ya tayin oldum. 7 yıl Muğla merkezde çalıştıktan sonra da Bencik köyüne aile hekimi olarak atandım.  2010-2012 yılları arasında Muğla Tabip Odası Yönetim Kurulu üyeliği yaptım.

OKÇULUKLA TANIŞMA

NB: Okçuluk ile nasıl tanıştığını anlatır mısın?

ES: 2007 yılında bir Pratisyen Hekimlik Kongresinde düzenlenen Okçuluk etkinliğine katılarak tanıştım. Ok atmak isteyenleri topladılar bir yere,  fazla katılım da yoktu, hatta ben tek başıma gitmiştim hekim olarak. Oradaki animatör yayı verdi elime, çok kabaca ok atmayı gösterdi, “bunu böyle atacaksın” dedi. Aldım yayı, oku attım. Animatör yayı hemen geri aldı: “Abi neden söylemedin” dedi. “Neyi?” dedim. “Senin okçuluk eğitimini var”  dedi. “Yok, vallahi yok” dedim. “Elinde bu kadar düzgün tutup ok atan kimse olmadı daha burada” dedi.  Animatörün verdiği bu gazla 2 gün, 3 gün üst üste tahta bir yayla oradaki animatör (canlandırıcı) ile beraber ok attık.  Şimdi düşünüyorum aslında bu feci bir gazmış. Aslında söylediği gibi öyle matah bir şey yok, yani teknikten tamamıyla uzak kara düzen bir şeyler yapmışım ama o çocuğun sanırım bilerek bana verdiği o heyecan ile Muğla'ya döner dönmez, Muğla'daki Okçuluk kulübüne kayıt olayım istedim. Döndüğümde gördüm ki Muğla’da bir okçuluk kulübü yok, Okçuluk altyapısı yok, Okçuluk çalışması yok. Yani her şey benimle beraber 2007’de başladı. 

İlk başladığımız dönemde işten artakalan her fırsatta kaçıp Düğerek Ovasında bir çayırda, tarlada ok atıyorduk. Engelli birkaç arkadaşımla birlikte çalışıyorduk.  O dönem kulaktan dolma ya da başka antrenörlere danışarak ya da internet ve YouTube veya kitap bilgisi kullanarak öğrenmeye çalıştık.  Okçuluk Federasyonu ile iletişim içerisindeydik. Okçuluk Federasyonu başkanına verdiğim bir söz üzerine bana destek verebileceklerini söylediler. Bütün yarışmalara katılmaya söz vermemi istediler. Kabul ettim. İlk yarışmaya tek başıma gittim, 2008'in hemen başında. Daha sonra bir makine mühendisi, bir inşaat işçisi, bir şantiye teknikeri ve genç bir delikanlı ile beş kişi bir okçuluk takımı kurduk. Ben onlara önderlik ediyordum,  O dönemde Muğla Belediye Spor Kulübü, kendi lisansı altında beşimizi büyükler okçuluk takımı olarak 3 yıl boyunca himaye etti.

Aile Hekimliği başlaması ile ben bu köye geldim,  benim okçuluk hayatım, sporculuk hayatım Bencik’e gelmemle bitti. O ekip de dağıldı zaten. Yani toplamda 3 yıllık bir sporculuk hayatım oldu.

NB: Senin katıldığın yarışmalarda bir derecen var mıydı?

ES: Evet en iyi 25’incilik. (Gülüşmeler)

NB: Demek kötü bir sporcuydun. Hiç madalyan olmamış. Gülmeyin gençler. Ejder sizin kadar şanslı değildi. Her şeyden önce sizin sahip olduğunuz gibi iyi bir hocası yoktu. Ayrıca okçuluğa başlamakta biraz geç kalmıştı. Elbette bu tür sporlarda erken yaşta başlamak önemli gibi düşünüyorum. Ne dersin Ejder?

ES: Okçuluk gibi bireysel sporlarda, teknik sporlarda işin teoriğini ne kadar iyi öğrensende uygulama aşaması çok zor. Tek başına atış yapan bütün okçular kendilerini dünyanın en iyi okçusu zanneder. Ama öyle değil. Seni birinin izlemesi lazım, hatalarını göstermesi lazım, objektif bir şekilde o hataları söylemesi ve düzeltmesi lazım. Bizde bu yoktu. Sporculuk hayatımın üç yılında nasıl yapılması gerektiğini çok öğrenemesem de nasıl yapılmaması gerektiğini iyi öğrendim. Bu nedenle antrenörlük hayatıma sıfırdan başlayabildim.

NB: Demek senden iyi bir sporcu olamayacağını anladığın(!) için yeni ve iyi sporcular yetiştirmeye karar verdin. Nasıl oldu bu iş?

ES: Bir hekim arkadaşım 13 yaşındaki kızını getirdi. “Ben kızımın olimpiyatlara gitmesini istiyorum” dedi.  “Ben antrenör değilim” dedim. Ancak abimiz ısrar etti. Her türlü desteği vereceğini söyledi. İlk sporcumdu. Birkaç ay çok amatörce çalıştık. Hiçbir yarışmaya katılmadık. Ama bu süreçte neleri yapmam gerektiği konusunda birçok ışık çaktı kafamda. “Ejder” dedim, “ 9-10 yaşında bir çocuk olsa,  o çocuğa her şeyi sıfırdan vermeye başlasan,  Vallahi da bir yere gelir billahi da bir yere gelir”. Benim buna inancım yerleşti.  Zaten ben aile hekimi olunca da bu çalışmayı tamamı ile bıraktım.  Bencik’e aile hekimi olarak geldikten sonra sadece bir yarışmaya katıldım. En kötü yarışmam oydu.  Yarışmayı yarıda bırakıp dönmek istedim, yani atamıyorum artık, hedefe bile gitmiyor oklar. Nefret ettim orada yaptığım işten. Dedim ki “Ejder sporculuk burada bitiyor. Burada bitiyor ama sen bunu bu köyde daha farklı bir boyuta taşıyabilirsin, bu nedenle hemen başla.”

Bencik’e ilk başladığım dönemde böyle bir hayalim yoktu,  2010 Aralık da yoktu ama 2011 Ocak'ta vardı. Yerim çok müsaitti, mekân da çok müsaitti, ortam da çok müsaitti, sağlık ocağı bahçesi ok atmaya çok elverişliydi.

BENCİK KÖYÜ

NB: Peki hedefini nasıl olgunlaştırdın? Neden Muğla merkezde değil de bu köyde yaptın bunları?

ES: Muğla merkezde her şeyden önce yer problemimiz vardı. Biz, okçuluğun ilk döneminde hedefi arabanın bagajına koyuyoruz, Düğerek çayırına gidiyoruz, ok atıyoruz, tarla sahibi gelip bizi kovalıyor. Belediye başkanına söylüyoruz, O  “bize Kültür Merkezi'nin bahçesine gidin,” diyor. Gidiyoruz orada ok atıyoruz, birileri polise şikâyet ediyor, polis geliyor “kardeşim burada belgeniz yok bir şeyiniz yok” diyor bizi gönderiyor.  Ondan sonra Gençlik Spor İl Müdürlüğüne gidiyoruz bize geçici bir yer gösteriyorlar ama kalıcı olmuyor. Yani yerleşik olamıyoruz, bir şeye tam olarak başlayamıyoruz. Bir de şehirdeki hekimlik tipi ile köydeki aynı değil. Yani şehirdeki hekimlik çalışma tarzında benim ok atacak ya da attıracak fırsat bulma imkânım olamazdı.  Fakat burası bir köy. Aile sağlığı merkezinin bahçesi Poligon gibi,  o zaman burası beldeydi. Belediyesi vardı. Belde de muhatap olduğum tek bir kişi var belediye başkanı. Göreve başladıktan sonra başkan her öğle arası yanıma geliyordu, burada çay içiyorduk, beraber oturuyorduk. Ben ok atıyordum. Başkan “Ya doktor gel buraya, bırak böyle boş işleri” diyordu. Bir gün ona dedim ki “ Başkanım, Allah aşkına bana bir tane çocuk bul, ne yapıyoruz görüşürüz”. Öyle bir iddialaşma demeyeyim ama sohbet esnasında bunu söyledim.  Belediye Başkanı yeğeni Emircan'ı alıp bana getirdi.

NB: Emircan o günü bize sen anlatır mısın?

Emircan Haney: 9-10 yaşındaydım. Amcam akşam bize misafirliğe gelmişti. “Köye bir doktor gelmiş. Okçuluk yapıyor. Bir sporcu arıyor,” dedi. Ben daha öncesinden ağaçtan yay yapıyordum ve kendime göre ok fırlatıyordum. İçimde bir şeyleri hedef alarak vurma, isabet ettirme hevesi vardı hep.  Amcam bir gün beni Ejder abiye getirdi. Ejder abi ok atıyordu, saatlerce izledim, çok hoşuma gitti. Buraya gel dedi, birkaç tane ok attırdı.

ES: Burada ben araya gireceğim, gerçekleri anlatıyoruz artık. Emircan büyüdü. 20 yaşını geçti ve artık bir milli sporcu. O dönemde Emircan’ın benim de tam olarak bilmediğim bir sıkıntısı oluyor. Hangi hekime gidiyor bilmiyorum ama diyorlar ki “ Bu çocuk çok yalnız kalmasın, siz çocuğa bir meşgale bulun” . Psikolojik bir şey olabilir. Yani ben o dönemde Emircan’ın ailesinin arayıp bulduğu bir meşgaleyim aslında. İşin gerçeği bu… Başkan da bu konudan haberdar, çünkü babası ile Başkan konuşuyor. Ben de “birini bul” deyince Başkan diyor ki “ya bu köyde hangi çocuğu getirip oraya bağlayacaksın, durmaz yani olmaz, aile izin vermez”. Sonuçta Emircan’ı, “al sana sporcu” diye bana getirdi, ona da meşgale olmuş oldu. Bunları ben sonradan öğrendim. Bu hikâyeyi Emircan’a çok uzun süre anlatmadım. O dönemde bizim mobil hizmetlerimiz var. Her gün öğleden sonra mobile çıkıyoruz.  Şimdi bu çocuk okul çıkışı geliyor,  ilk geldiklerinde çok hoşnut olmuyordum yalan değil. Çünkü doluyum, çok meşgulüm. Ona bir tane tahta yay ayarladım. “Bak bu oku takıyorsun, şöyle atacaksın”  diyerek bir iki temel kuralı anlattım.  “Atacağımız yer burası, ben şu saate geleceğim ” deyip mobile gidiyordum. Mobile saat birde gidiyordum. Mobil bazen uzuyor üçte üç buçukta geliyorum. Bakıyorum çocuk hala ok atıyor, “Ne yaptın?” diyorum “Attım Ejder abiciğim”, “ara verdin mi” diyorum, “vermedim” diyor,  “Yoruldun mu diyorum” “yok” diyor,  “iki buçuk saattir ok mu atıyorsun” , “Evet atıyorum” diyor, “Ya tamam, yeter” diyorum “biraz daha atayım” diyor. “Allah Allah! Peki, sen atmaya devam et” diyorum. Bizim mutfaktan bakınca hedef minderini görebiliyorsun. Mutfağa giriyorum bir şeyler atıştırırken gözüm hedefte bahçeye bakıyorum. Emircan atıyor ama oklar böyle derli toplu gidiyor. Sadece bir iki kere kabaca göstermiştim, üstüne bir şey de çalışmadık. Çünkü elinde kullandığı yay tamamıyla kara düzen bir yay,  benim Muğla'dan getirdiğim hani asla ayar tutmayacak, ayar tutma ihtimali olmayan bir yay. Sonra dedim ki “Sana bir makaralı yay alsak atabilir misin?”  “Atarım Ejder abi”  dedi. O dönem Emircan’ın yaşına uygun bir makaralı yay aldık. Yayın İngiltere’den gelmesi 45 gün sürdü. Türkiye'de satışı yok. Üçte birini amcası, üçte birini babası üçte birini ben karşıladım. Emircan tahta yayla ha bire atıyor. Makaralı yay geldi. O kadar heyecanlıyım ki… Hedefi kurduk, nasıl atılacağını gösterdim. “Hedef bu at bakayım” dedim.  Emircan atıyor, oklar merkeze yerleşiyor. Girdim internete baktım Okçuluk Federasyonu Minikler Türkiye şampiyonasında son atılmış puanlara,  Emircan antremanda attığını kabaca atarsa Türkiye birincisi oluyor, o kadar net.  

İLK MADALYA

NB: Ne kadarlık bir çalışma sonrası?

ES: Bizim ilk başlangıcımız Ocak. Şubat, Mart yay bekleme dönemimiz. İngiltere’den gelen yayla Nisan-Mayıs 2 ay çalıştıktan sonra 2011 yılının Haziran ayında Emircan Türkiye sıralamasında açık ara birinci oldu. 

NB: Kaç kişi katılmıştı?

ES: Tam hatırlamıyorum ama 30 kişiden fazla idi. O arada da benim başka şehirlerde antrenör arkadaşlarım var. “Bak Ejder, tek sporcu ile bu iş gitmez” diyorlar. “Çocuğu hazırladın yarışmaya götürdün, 10 yaşında çocuk bu, yarışma sabah Ejder Abi ben ishal oldum dese ne yapacaksın? Bütün emekler sadece bir sporcuya bağlanmaz, sen bunun gerisini bul” diyorlar.

Muğla'daki son dönemimde ben Okçuluk Federasyonunu sıkıştırıyorum: “Muğla'ya yarışma istiyorum… Yarışma istiyorum… Yarışma istiyorum…” diye. Benim talebim üzerine Türkiye Minikler Şampiyonası'nı o yıl Muğla’ya verdiler. Yarışmalar Muğla merkezde yapıldı. Bizim için iyi bir şanstı.  Biz o yarışmanın ilanını öğrendikten sonra Emircan ile beraber 2 ay boyunca çok sağlam hazırlandık. Bir günde 3 saat attığı da olmuştur, 4 saat attığı da… Aylardan Mayıs, günler uzamaya başlamış, okuldan saat üçte çıkıyordu, benim gideceğim saate kadar -ben saat altıya kadar kalıyordum- aralıksız ok atıyor, yoruldum demiyordu,  acıktım demiyordu, susadım demiyordu. Hani “bu neden böyle olumsuz” demiyordu. Teknik anlamda soruyordu “Ejder Abi şunu şöyle yapınca daha iyi gidiyor”.  Yavaş yavaş şunu fark ettim, müthiş bir okçuluk muhakemesi var,  o yüzden zaten bu noktalara geldi. Biz o yarışmaya iyi bir şekilde hazırlandık. En zor kısmı şuydu: okçuluğa hazırlamak değil, bir yarışmaya hazırlamak, bir yere götürmeye hazırlamak. Emircan köyden nerdeyse hiç çıkmamış,  Yatağan’ a da çok nadir gitmiş, Muğla'ya hiç gitmemiş. Ben ona çok uzun süre Muğla stadyumunun nasıl bir yer olduğunu anlattım. Bak dedim burada küçücük bir yerde ok atıyorsun, hayatında başka bir okçu görmedin, bir tek beni gördün. Ama orada başka çocuklar olacak, senin gibi giyinmiş, hepsinin elinde yay olacak, aksesuarları olacak, çocuklar başka şehirlerden gelecekler ve orası çok donanımlı bir alan olacak,  bir sürü hedef olacak, çadırlar olacak, hakemler olacak, antrenörler olacak. Onları kafasında oturtmakta çok zorlanıyordu.  Şimdi “Ejder abi bu stadyum nasıl bir yer? Stadyuma nereden gireceğiz?” “Hakem bana şunu derse ben ne yapacağım? Hedefte ne yapacağım?”  diye sorular soruyordu. Yarışma provası çalışıyorduk, çünkü hedefe gittin, yanlışlıkla oklara dokunursan oklar atılmamış sayılıyor. Böyle basit bir hatayı yapmaması lazım sporcunun.  Muğla da katıldığımız ilk yarışmada sıralamada birinci oldu. Finalde ikinci olarak gümüş madalya aldı.

NB: Emircan ilk yarışmada neler hissettin sen anlatır mısın?

Emircan:  Herkes o ara benden daha çok heyecanlı. Ben neyin ne olduğunu tam olarak anlamıyordum. Ancak ilk yarışmadan sonra olanları anlamaya başladım. Ailem izlemeye gelmişti, çok heyecanlılardı. Sanki okları onlar atıyordu.  Her ok attığımda dönüp onlara bakıyordum. Hiç oturmuyorlardı, babamın hep bağırdığını hatırlıyorum.

ES: Tabi başarıyla köye döndükten sonra bu başarıyı ilgililere göstermem gerekiyordu. Ben 25 yarışmaya katılmışım, böyle bir madalyaya hiç yaklaşamamışım, genellikle erkenden elenip dönmüşüm. Şimdi elimizde bir madalya var. Diyoruz ki: “Bu madalyayı ne yapmalıyız. Çerçeveletip duvara mı assak, kadifeye sarıp saklasak mı?” Ki şu anda o madalyalardan 216 tane var elimizde.

Emircan ile birlikte Kaymakamdan randevu aldık. Kaymakama, “Bakın elimizde böyle bir madalya var” dedik. Kaymakam bey bana, “aferin doktor aferin, çok tebrik ederim sizi ama bu iş tek sporcuyla olmaz, hemen 3 tane de kız başlat” dedi. Ben öyle kalakaldım. “Nasıl olacak peki?” diye sordum. “Ben seni destekleyeceğim,  tek sporcu ile olmaz, sen bu işi takıma dönüştür” dedi. “Peki ama çok para tutuyor”, “Ben destekleyeceğim” dedi. Kırılma noktası bu oldu.  Şimdi ben bu köyde nereden sporcu bulabilirim diye düşünmeye başladım.  Tabi garanti havuz neresi,  Emircan'ın sınıf arkadaşları. Emircan’dan isim soruyorum. Bir isim veriyor. Hemen öğretmenine gittim. Hocam 3 kız lazım, Emircan bir isim veriyor, ismi Tuğba. “Aa o sınıfın en zeki kızıdır” dedi. Neden 3 kız? Çünkü bir kız başlarsa kaçması kolay olur. Üç kişi olursa istikrarlı olur diye düşündüm. Daha sonraları da hep üçer üçer öğrenci aldım.

Milli sporcumuz,  bir ay önce dünya rekoru kıran ekibin içinde yer alan Songül’ün katılımını da anlatmak istiyorum.  Bir gün Songül’ün babası beni aradı, “Doktor bey aile hekimimiz değilsiniz, biz Kozağaç köyünde oturuyoruz, benim kız ameliyat oldu, pansuman yapılması gerekiyor, yardımcı olur musunuz?”  “Tamam, gelelim yapalım” diyorum. Gidiyoruz pansuman yapıyorum, Songül ortalıkta dolanıyor. Ben Songül’e bakıyorum. Hemen “sen ok atmak ister misin” dedim “o ne ki “ dedi. Songül’ü de beşi tamamlamak için aldım. Şu anda elinde tescilli dünya rekoru var.

NB: Çalışmalarınızı Aile Sağlık Merkezinin bahçesinde yapıyorsunuz değil mi?

ES: Evet burada bahçede yapıyoruz. Okuldan çıkıyorlar, koştura koştura ama nefes almadan buraya geliyorlar, önce biraz şamata sonra çalışmaya başlıyorlar.

NB: Herkesin yayı var mı?

ES: Pat diye olmadı bir tahta yayımız var, onu en çömeze veriyoruz. Öğrensin diye. Emircan’a yeni bir yay aldık. Onunki Tuğba’ya geçti. Bizim öyle fotoğraflarımız var bakıyorum şimdi 2011'e ait,  ikisi tahta yayla atıyor, üçü makaralı yayla atıyor. Zaman içinde biz yayları tamamladık.  O dönem dilekçe verebileceğim her yere dilekçe vererek, destek talep ettim. Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü, Muğla Spor, Muğla Ticaret Borsası, Muğla Eczacılar Odası,  Muğla Ticaret Odası, Muğla Tabip Odası… Yapılan küçük katkılarla biz 5 takım yayı tamamladık. Bir sporcu bin liraya mal oluyordu, 5000 liralık bir bütçe toparlayıp malzemeleri tamamladık. O dönemde Muğla Spor Kulübü'nün başkanı Eminer İçten bizi lisansladı ama hiç bütçe veremedi. Bütçemize katkı sunamadı, malzeme alamadı.

Sürekli çalıştık. Kış geldi Tekel deposuna girdik orda çalıştık. Bazen masa abur cuburla donatılıyor, abur cubur yiyoruz. Bazen kitap okuma yarışması yapıyoruz.  1 dakikada en çok kelimeyi kim okuyacak,  en az Emircan okuyordu herhalde.

 Yıl 2012 aylarca süren bir Antalya yarışmasına hazırlık dönemini bitirdik. Arabayla 5 kişi gidiyoruz. Zaten avuç kadarlar, rahatça gideceğiz.  İlk defa Antalya'ya gideceğiz ama bir saat ok atıyorsak üç saat mental olarak Antalya hazırlığı yapıyoruz.  “Otel nasıl bir şey olacak,  otel odası nasıl oluyor, biz orada karnımızı nasıl duyuracağız,  nerede yiyeceğiz,  ne yiyeceğiz, otel odasında televizyon olacak mı, kim nerede yatacak,  seyahat sırasında ön koltukta kim oturacak” . Ön koltuklar çok önemli. Yolculukta ben 30 dakikada bir arabayı sağa çekiyordum öndeki arkaya geçiyordu. Dakika tutuyorlardı, arkadan bir kişi öne geliyordu. Antalya ya 6 saatte vardık. En önemli şey de biz bu yarışmada amacımıza ulaşırsak ne yapacağız?  Hamburgerciye gideceğiz ve hamburger yiyeceğiz. Bu hepimize ödül. Bu hazırlık ve hikâyesi hikâyemizin en önemli olayıdır.

Yarışma o kadar uzak ki onların kafasında. Gittiğimiz otel çok büyük onların gözünde ama Antalya'nın sıradan bir oteli. Bütçemiz çok düşük. Ancak bir yarışmayı çorba içerek çıkartacak kadar…

Öyle bir şey oldu ki o yarışmada;  Emircan birinci oldu, altın madalya aldı ve Türkiye rekoru kırdı. Tuğba sıralamada Türkiye rekoru kırdı, birinci oldu ama elemede üçüncülüğe düştü. Sıralamayı üçüncü bitirmiş olan Ayşenur birinci oldu. Sonradan aldığımız Songül de Türkiye dördüncüsü oldu. Biz oraya 5 kişi gittik, 3 madalya, iki Türkiye rekoru ile döndük. Bu da en büyük kırılma noktasıdır.

“BİR; HAYATIMDA İLK DEFA OTELDE KALDIM, İKİ; HAYATIMDA İLK DEFA HAMBURGER YEDİM, ÜÇ; TÜRKİYE REKORU KIRDIM”

Antalya dönüşümüzü mutlaka anlatmam lazım. O günden beridir geleneksel bir tutumumuz var. Dönüş yolunda yarışmada elde edilen madalyaları biz arabanın aynasına asıyoruz, fotoğraf çekiyoruz.  Şimdi ise aynada sallanan madalyaların videosunu da çekiyoruz. Sosyal medya hesaplarımızda çok sayıda bu videoları görebilirisiniz. Aldığımız 3 Madalya aynada sallanırken ben herkese soruyorum: “Bu yarışma ile ilgili aklınızda kalan üç şey nedir?” . Tuğba’nın cevabını söylemeliyim: “ Bir; hayatımda ilk defa otelde kaldım, iki; hayatımda ilk defa hamburger yedim, üç; Türkiye rekoru kırdım”.  Bu bana öyle bir ışık tuttu ki… Ben aslında işin bu kısmından daha çok haz almaya başladım. Küçücük bıcır bıcır çocuklarla arabaya doluşuyorsun, Antalya'ya gidiyorsun aile sana yetki vermiş sorumluluk vermiş, onların yaşamının ilk deneyimlerine tanık oluyorsun. Gittiğimiz yerlerde zamanı asla boş geçirmiyoruz. Antalya’da Düden’e gidilecek, ondan sonra akvaryum gezilecek, Bursa'ya gittiysek Uludağ'a çıkılacak, Bolu'ya gittiysek Gölcüğe çıkılacak… İlk yıllarda bir yarışma bizim için çok şey ifade ediyordu. Yarışmadan önce 1 ay mental hazırlık, yarışmadan sonra 1 ay onun muhakemesi yapılırdı. Anlat anlat bitmiyor. Bizim anlatacak çok şeyimiz var, bu bir sosyal hikâye, bu bir madalya hikâyesi değil, herkes bunu böyle anlamalı... 

NB: 2 yıllık bir çalışma sonrası madalya ve rekorlarla köye dönüşünüz nasıl oldu?

ES: Köylü ne olduğunu anlamadı, herhangi bir tepkileri olmadı. Ama biz köye ziyaretler aldık. O dikkat çekti.

NB: Nasıl?

ES: Kaymakam köye geldi. Çocukları ziyaret etti.

NB: Peki çocukları aileleri nasıl karşıladı?

ES: Çocukların hepsinin babası genelde bu işi zaman kaybı gördüler. Ben daha çok anneler üzerinden işi götürmeye çalışıyorum. Ben Ceyda’nın babası ile çok uğraştım. Hele Tuğba’nın babasıyla çok daha fazla uğraştım. Ben şunu yapıyorum; okuldan çıkar çıkmaz yanıma geliyorlar, ok atıyoruz sonra tek tek arabaya doluşuyoruz, hepsinin evi o kadar dağınık yerde ki ben kapı kapı evlere bırakıyorum. Köyün içinde ev ev dağıtım, sadece 45 dakika sürüyor.  Birisinde Tuğba’yla bir 10 dakika geciktik diye babası aradı, “saat kaç oldu, bu kız daha gelmedi” dedi, saat en fazla 5.45 veya 6.00 olmuştur.  İlk iki yıl o dönemki velilerden destek aldığımı söyleyemem. Ben sadece hekim olmanın verdiği sosyal gücü kullanarak ikna edebildim. “Karışmayın” diyordum, “sizden para çıkmayacak, hiçbir masrafınız olmayacak, çocuklar mutlu mu ona bakın” diyordum.  “Ya bu madalya ne olacak?” diye soruyor. “Ya” diyorum,“ bir şey olmayacak, çocuk mutlu mu sen ona bak”.  O dönem Tuğba’nın babasının direncini şöyle kırdık. 2012'de Muğla Ticaret Odası Muğla Üniversitesi ile beraber Muğla'da yüzyıla damgasını vurmuş 100 kadın diye bir proje başlattı. O kitaba Tuğba Muğla'nın en küçük kız rekortmeni olarak girdi. Kitabın yayınlanma-sunuş töreninde, babası Tuğba ile beraber bulundu, Tuğba anons edilip kürsüye çağrıldı, babası orada direncini kırdı. O da ağladı,  “ben böyle bir şey beklemiyordum” dedi. Yani bu çok bambaşka bir şey.

NB:  Peki Sevda bize önce kendini tanıt sonra da okçuluktan nasıl haberin oldu bunu anlat. Sevda Yaka (SY) : 18 yaşındayım, ilk başladığımda 10 yaşındaydım.  Benim hiç haberim yoktu. Burada ne olduğunu da bilmiyordum. Eve giderken görüyordum ama hiç te merak etmiyordum.

ES: Düşünün 2009 yılında,   9 ve 10 yaşındaki çocuk bu köyde okuldan eve giderken servisin camından bakmıyor. Evden kurulup okula gidiyor, okuldan kurulup eve geliyor. Ben o ara her öğle arası okula gidiyordum, okulun bahçesinde sondaj yapıyordum.

NB: Neye bakıyorsun, kollarına mı?

ES: Hayır, ifade gücü… Konuşma becerisi, kendini anlatabilme gücüne bakıyordum. Soru sorduğun zaman cümle kurup kendisini ifade edebilme gücü. Halâ da aynı şeyi söylüyorum. Okçulukta yetenek diye bir şey yoktur. Özgüveni olan ve kendisinin farkında olan herkes okçulukta başarılı olabilir. 

SY: Ejder abi okulda Tuğçe'yi buluyor. Tuğçe benim yakın arkadaşım,  Tuğçe’ye “yanına iki kişi almanız gerekir” diyor. İşte Tuğçe, Gülçin ve ben gidiyoruz. Ejder abi bana “ok atmak ister misin?”  diye sordu, ben istiyorum ama çekincem var.  Ailem ne der bilmiyorum,  karşı çıkacaklarını da düşünüyorum,  hem hayatımda hiçbir sosyal aktivitem olmamış. Anneme söyleyince ilk başta karşı çıktılar, Ejder abi bir şekilde onları ikna etti. Hatırlıyorum bir Perşembe günüydü, buraya 3 kişi geldik, hiçbir şeyden habersiz, bilmiyoruz. Hiçbir şey bilmiyoruz, yabancıyız,  öyle köşede bekliyoruz, yani onları izliyoruz. Ama izlemek de o kadar keyifli ki... İlk birkaç gün sadece izledik onları. Sonra elimize bir tahta yay verdiler. “Hadi size ok attıracağım” dedi Ejder abi. O kadar heyecanlıyım ki elime aldım attım, iyi attım herhalde Ejder abi dönüp bana “ senden de çok iyi bir okçu olacak” dedi.  Orada artık gaz mı verdi, düşüncelerinde gerçek miydi değil miydi bilmiyorum ama o gaz beni buralara kadar getirdi.

ES: Benim çağırdım kişi gözüme kestirdiğim kişi Tuğçe. Tuğçe den beklentim çok büyük.  Tuğçe yayı çekti olmadı, yay ona oturmadı. Arkasından 2 numara Gülçin. Gülçin zaten çok kısa boylu biraz da kol yapısı farklı, “Hadi ya” dedim, “Bu da olmadı” . Sevda boşluk doldurmak için gelmiş, hadi seni görelim dedim.  Sevda öyle bir çekti ve yerleşti ki yaya, işte bu dedim. 2013 yılında böylece sayı 5 ten 8 e çıktı.

NB: Neden hep kız alıyorsun?

ES: Hep kız çocuğum olsun istemiştim. Kızlara karşı çok özel bir sevgim var.  O zaman çocuğum yok, eşim hamile, isim düşünüyoruz. Kızım olursa ne isim koyayım şunu koyayım, erkek olursa ne isim koyayım? Yok! Hatta oğlum Toprak Ata’nın hamileliği sırasında doktor “ultrasonda erkek gözüküyor” dedi. Biz Rukiye ile birbirimize baktık, kaldık. Hiç konuşmamıştık ama o da kız bekliyormuş, ben de kız bekliyorum. Sonra eve gittik bunun ismi ne olacak dedik. En az 15 tane kız ismi kafada belirlemişiz ama erkek ismi yok. Kız öğrenci seçmemede birinci sebep benim kız çocuğuna düşkünlüğüm.  İkinci sebep köydeki erkeklerde o yaşta haytalık, küfür… Oldukça fazla. Demiştim ya ben konuşmaya baktım,  ifade gücüne baktım. 10 yaşında erkek çocuklarda bozulma başlıyor böyle yerlerde. Birkaç girişimim var aslında ama olmuyor çağırıyorum deniyorum, birinci gün vazgeçiyorum. Artı okuldaki öğretmenlere sürekli soruyorum. Ne yapalım kimi başlatalım diye. Tavsiyeler hep kızlar üzerineydi.

SPORCULAR KONUŞUYOR

NB: Bu anda sporculara söz vermek istiyorum. Bize kendini tanıtır mısın?

Ceyda Kömür(CK) : Ben Ceyda 16 yaşındayım. 11 yaşında okçuluğa başladım, ben ilk Caner sayesinde başladım,  benimle yaşıt sınıf arkadaşım Meltem Hazal ve Caner. Biz 9 yıldır hep beraberiz hiç ayrılmadık.

ES: Şimdi bu jenerasyon okçu olmak istiyor ama yaşları çok küçük, elimde yay yok, büyükler de baskı yapıyor, “yeni birini almayacaksın, takımı büyütmeyeceksin, sadece biz olacağız” diyorlar. Ben onları ikna etmeye çalışırken alttan sporcu rezerve ediyorum elimde de yay yok ama diyorum ki bir sene sonra bu ekip büyüdüğü zaman onların yerine monte edeceğim, kişileri biliyor olmam lazım. Başlamasalar da aday sporcuları belirlemiş olmam lazım. Hazal, Ceyda ve Meltem'e dedim ki “kızlar şu an üçünüz de çok zayıfsınız, alın size bir beslenme programı, 1 yıl sonra eğer şu kiloya gelirseniz sizi okçuluk takımına alacağım.” 1 yıl doldu. Bunlar geliyorlar “bizi ne zaman takıma alacaksın” diye soruyorlar, ama takımda yay yok ve büyükler izin vermiyorlar.

CK: İlk geldiğimde, buraya geldik atmak istedik ama tabii ki büyüklerden de çekiniyorum. Çünkü gerçekten çok hakimler atışlarında, biz de denedik

ES: Tabi büyüklerin kalbini kırmamak için “sizden şu an bir şey olmaz” dedim bunları tekrar gönderdim. Aslında içim sızlıyor. “Ben size şu kiloya gelin demiştim, hala gelmemişsiniz” dedim. Sonra Caner'in babası ona yay alınca ilk onu aldık. Bir süre sonra öğlen arası okullarına gittim, bunları arıyorum, üçü kol kola girmiş,  tam benim önüme geliyorlar ama hemen yön değiştiriyorlar, bana küsmüşler, bana trip atıyorlar, bana tavır almışlar… “ Neden sen bizi 1 yıl önce kandırdın? 1 yıl önce söz verdin bir buçuk yıl oldu neden hala alınmadık?”. Baktım olacak gibi değil, her şeyi göze aldım, “çocuklar yarın okul çıkışı gelin” dedim. Üçü birden antrenmana geldi. Büyüklerde surat beş karış… Mobile gitmiştim, mobilden dönünce gördüğüm manzara şu: büyükler içerde oturmuş cips yiyorlar, küçükler dışardaki masada oturuyorlar. Atmışlar bunları dışarı, içeri sokmuyorlar. “Biz bu takıma yeni sporcu istemiyoruz” diyorlar büyükler. Bunlara “siz niye dışarıdasınız”  diyorum “ Yo, yo biz kendi isteğimizle buradayız” diyorlar ama yalan tabi. Sonra aynısını onlar bir sonraki jenerasyona yaptılar.

 İLK YURTDIŞI YARIŞMA

NB: Emircan bize ilk yurtdışı deneyimini anlatmanı istiyorum.

Emircan: 2017'nin Ekim ayıydı, Arjantin’e tek başıma gittim, benim hayatımın dönüm noktalarından biriydi, ilk defa yurtdışına çıkacağım, ilk defa uçağa bineceğim, bunları hayalimde bile canlandıramıyordum. Ejder abi yanımda yoktu, ben milli takım kafilesi ile gitmiştim. Yarışma öncesi bir kamp süreci vardı, orada yarışma ile ilgili büyükler bize bilgi veriyorlardı, hakemlerle nasıl konuşulacağını yarışmanın nasıl olacağını anlatıyorlardı.

Yarışma günü Ejder abi yanımdaydı, tabi seyirci olarak gelmişti, resmi görevli değildi. Ben ok attıktan sonra arkamı dönüyordum, Ejder abi ile göz göze geliyorduk. Ejder abi gülümsüyordu, mutluydu, bu da benim motivasyonumu artırıyordu. O yarışmada bir altın bir de gümüş madalya aldım.

Şu an MSKÜ Spor Bilimleri Fakültesi antrenörlük bölümünde 3. Sınıf öğrencisiyim. Okula nasıl girdiğimi anlatmalıyım.  2019'da İspanya'dan bir yarışmadan döndüm günün ertesinde okulun parkur sınavına girmiştim, çok ümitsizim, kötü sınav verdiğimi düşünüyorum, çok stresliydim ama milli sporcu kontenjanından kabul edildim.

NB: Emircan 11 yıldır okçulukla ilgileniyorsun, bu spor sana ne kattı, nerden alıp nereye getirdi?

Emircan: Ben de zaman zaman düşünüyorum, okçu olmasaydım ne yapardım ne olurdum diye. Muhtemelen herhangi bir yerde çalışıyor olurdum, hiçbir sosyal aktivitem olmazdı. Okçuluk hayatıma girmemiş olsaydı kesin olarak söyleyebilirim Muğla’dan dışarı çıkamazdım, ama şu anda tek başıma bilmediğim bir ülkeye rahatlıkla gidebilirim. Bu benim için çok önemli bir şey.

NB: Peki 10 yıl sonra kendini nerede görüyorsun?

Emircan: 10 yıl sonra kendimi Ejder abinin yerinde görüyorum. Yerinde derken şunu kastediyorum. Onun başardığı şeyleri ben farklı bir yerde başkalarında gerçekleştirmeyi hedefliyorum.

Meltem Yaka: Bir ay sonra 17 yaşıma gireceğim. 6 yıldır okçuluk yapıyorum ben dördüncü jenerasyondayım. Ben çok zayıftım diğerlerinin yanında, hala da en zayıflarından biriyim. Ejder Abi beslenme programı verdi, çok dikkat etmeye çalışıyordum ama bir türlü kilo alamıyordum. 1 yıl sonra geldik hala takıma alınamayınca zayıf olduğum için almadığını düşünerek çok sinirleniyordum. Eve gidip ağlıyordum.  Hasta olduğumda muayeneye geldiğimde Ejder abi hep kollarıma bakıyordu. Kiloma bakıyordu. Okçulukla ilgili hiç bilgim yoktu, yoldan geçerken de fark etmemiştim buradaki çalışmaları ama bir şekilde kendimi içinde buldum.

NB: Okçuluk sana ne kattı. Bu köyde okçu olmayan bir kızdan farkın nedir?

MY: Sosyal olarak daha aktifim, köy dışına hiç çıkmayan arkadaşlarım var ama ben birçok kez farklı illere gittim. Kendime özgüvenim arkadaşlarıma göre daha fazla. İşime kolaylıkla odaklanabiliyorum.

NB Senin 10 yıl sonraki hedefin nedir? Sen de mi okçuluğa devam edeceksin?

MY: Hayır ben mimar olacağım. Tabi ki okçuluğu da sürdüreceğim. Okçuluk hep hayatımda olacak. Henüz yurt dışına çıkmadım, takım halinde kazanılmış Türkiye birinciliğim var.

Hazal; Adım Hazal,17 yaşındayım.  Ceyda bizden önce başlamıştı,  O Bursa yarışmasını bize devamlı anlatıyordu, yarışma böyle oldu şöyle oldu, çok güzeldi bunu yaptım şunu yaptım diye anlatıyordu.  O da ilk defa şehir dışına çıkmıştı. Ceyda’yı dinleyince ben onu kıskandım, ben de yapacağım bu işi dedim. Bir gün rahatsızlandım, buraya muayene olmaya geldim, “Ejder abi, ben ne zaman başlayacağım?” dedim Ejder abi “ Hadi bugün gel sen başla dedi” çok sevindim, aileme haber verdim, “tamam git” dediler böyle başladım. İlk tahta yayla başladım, sonra makaralı yayla çalıştım. İlk Makaralı Yay yarışmasında Türkiye üçüncüsü oldum, O bana aşırı bir motivasyon verdi. 1 yıl çalışma sonucunda bu dereceyi aldım. Takım olarak da Sevda ve Gülçin ile birlikte Türkiye Birincisi olduk. Bu beni aşırı motive etti,  “yapabilirsin Hazal, Hedeflerinin peşinden koşabilirsin” dedim kendime. Çok hırslı bir insanım, tuttuğumu koparırım, “yapacağım “ dedim ve o an hedef koydum önüme. “Bir sonraki yarışmada birinci olacaksın” dedim kendime. Ki bir sonraki yarışmada birinci oldum. Takım olarak Türkiye Birincisi olduk. Çok fazla çalıştım, emek verdim ve bu yaz o emeklerimin karşılığını aldım. Milli takıma girdim, artık milli sporcuyum, çok gurur verici bir şey bu. İki defa yurt dışına çıktım, çok güzel ortamlar gördüm. Romanya ve Polonya’ya gittim. Romanya'da Avrupa birincisi oldum, aşırı gurur duydum kendimle. Herkes bana “çok güzeldin” diyor, bugün okula gittim herkes tebrik ediyor, “şampiyonsun” diyorlar, çok mutlu oldum, ailem yurtdışı yarışmalarımı izlemiş, onlar da benimle gurur duyuyorlar, bu ayrı bir şey, bu beni daha çok sevindiriyor, öz güvenim arttı,” işte başardın artık daha büyük hedefler koyabilirsin önüne” diyorum. Polonya'da dünya ikincisi olduk takım arkadaşlarımla. Ayrıca miks takımda da üçüncü olduk.

Gelecekte Okçuluğa devam etmek istiyorum. Beden Eğitimi öğretmeni olmak istiyorum. Emircan kulüp kurmak istiyor, belki onlarla birlikte olurum.

NB: Sevda sen takımın ablalarındansın, gelecek vaat eden 10 yaşındaki bir kıza Ejder abin okçu olmayı teklif etti, ama çocuk kabul etmedi diyelim. Ejder abin senin o kızla konuşmanı istedi. Onu ikna edebilmek için neler söylersin?

Sevda: Ben önce bu köydeki olanaksızlıkları anlatırdım, burada bir şey olamayacağını söylerdim. Burası da tüm diğer köyler gibi, imkânları kısıtlı, kız çocuklarının durumu belli, okuyanlar üniversiteye gidiyorlar ama okumayanlar 18 yaşında evlendiriliyor. Ona şunu sorarım: “18 yaşında evlenmek mi istiyorsun yoksa ileride özgür yaşayabileceğin bir hayatın mı olsun istiyorsun?”. Ona bu gerçekleri anlatmaya çalışırım. Bir başkasını burada kötülemek istemiyorum ama kendi sınıf arkadaşım bir hafta önce evlendi. Bu benim için çok üzücü bir durum,  öyle olmasını istemezdim, çok daha farklı bir hayatı olabilirdi.  Hayallerini gerçekleştirebileceği bir hayatı olabilirdi.  Ama artık olamayacak, ama kendime bakıyorum benim önüm açık, bir meslek sahibi olacağım ve kendimi ilerletebileceğim bir hayatım olacak.  Ona bunlardan bahsederdim.  Bu durumda onun benim yanımda olacağına, kendisini geliştirmek için çabalayacağına eminim. Onun bu olanaksızlıklardan imkân yaratmasını isterdim ki bunun işe yarayacağını düşünüyorum. Ben 18 yaşındayım, liseyi bitirdim, üniversiteye yerleştim, ebe olacağım, Osmangazi Üniversitesi'ne gidiyorum, ebe olduğumda bir köye yerleşeceğim büyük ihtimalle ve o köyde olmayan bir şeyi ben yaratmak istiyorum. O köydeki kızlara birçok şey başarabileceğini göstermek istiyorum, Belki de ebeliğin seçmemin bir sebebi de budur.

NB: Neden okçuluğu düşünmedin?

Sevda: Evet olabilirdi, milli sporcuydum, rahatlıkla BESYO ya gidebilirdim ama bu kolaylığa kaçmak olurdu. İki alanda da ilerlemek mümkün.  Ben antrenörlük de yapabilirim, ebelik te yapabilirim, yani ben istediğim şeyi yapabilirim, bunu göstermek istedim kendime. Ki başardım da bu konuda da kendimle gurur duyuyorum.

İlk Madalyamı Gelibolu’da aldım. 2018'de Yunanistan'a Emircan la birlikte gittik. Milli takım olarak Avrupa Şampiyonu olduk. Ondan sonra da benim için çok şey değişti. Birçok şeyin farkına vardım, ilk başlarda özgüven eksikliğim vardı, bunu hissediyordum. Milli takım sürecini geçirdikten sonra “bir şeyleri kendin yapabilirsin Sevda, bir şeyleri aşabilirsin, tek başına istediğin her şeyi yapabilirsin” düşüncesini kendime-hafızama kazıdım. Ondan sonra da zaten gerisi geldi, başarılarım arttı, özgüvenim de arttı. Ben liseyi de Muğla’da yatılı okudum, ailemden uzaktaydım, çok erken yaşta evden ayrıldım, ama tek başıma bir şeyler yapabileceğimin özgüveni vardı bende, o yüzden de uzakta okumayı tercih ettim.

Gazi Anadolu Lisesindeyken de sağ olsun Ejder abi her imkânı bize yarattı. Çok güzel bir sistemimiz vardı,  kışın okulun alt katında ok atıyorduk. Saat 3.50 de sınıftan çıkıyorduk, dörde kadar üstümüzü değiştirip koştura koştura okulun bodrum katına gidiyorduk, konferans salonunda ok atıyorduk. Saat 6.30 a kadar. Sonra koştura koştura yemeğe, oradan da ders çalışmaya geçiyorduk. Muğla Spor binasının arkasında olan kullanılmayan bir yer vardı.  50 metreyi kurtarıyordu. Okulumuza mesafesi 3 kilometre idi. O 3 kilometreyi Songül ile birlikte yürüyerek gidiyorduk, yürüyerek geliyorduk. Çok iyi hatırlıyorum 3.50 de okuldan çıkıp, dörde kadar hızlı bir şekilde hazırlanıp, o yolu 3 kilometre yürüyüp,  orada saat 6.30 7.00 7.30 a kadar çalışıyorduk, yürüyerek tekrar yurda geliyorduk. Benim bütün günlerim bu şekilde geçti, çok yoruluyordum. O günler çok zor geçiyordu ama sonucunu aldıktan sonra her şeye değer olduğunu görüyorum.

Başarı çok kolay gelmiyor,  burada 3 gün antrenman yaptık, gidip altın madalya olacağız diye bir şey yok. Biz ilk başladığımızda çok kötü derecelerle geldiğimiz de oldu, benim çok kötü yarışmalar geçirip ardından gittiğim yarışmada çok iyi dereceler elde ettiğim de oldu. Biz bir takımız, ama hep başarılı değiliz, hepimizin içinde çok başarısız olmuş kişiler de var, inişler çıkışlar her zaman olacak. Şunu demek istiyorum; hiçbir başarı kolay gelmiyor, hemen gelmiyor, sabretmek çok önemli, istikrarlı olmak, kararlı olmak çok önemli ve bir de hedef koymak çok önemli. Biz hep derdik ki bir gün, o madalyayı alacağız, milli sporcu olacağız, şimdi hepimiz o kurduğumuz hayalleri teker teker gerçekleştiriyoruz. Mesela benim takım olarak altın madalyam var ama bireyselde de altın madalya almak istiyorum. Sonra dünya rekoru kırmak istiyorum. Her şeyin madalya olmadığını da biliyorum.

OKÇULUK SPORU

NB: Okçuluk sana ne kazandırdı Sevda?

Sevda: En başta şu an çok rahat konuşabiliyorum. Mesela sınıf ortamında bir şeyin öncüsü olabilirim. Bir şeyleri başlatan ben olabilirim. Bu konularda bana özgüven kazandırdı. Bir takım kurabilirim kendimce. Hatırlıyorum okulda güvensiz, böyle hani geride kalmış biriydim. Evet bir başarım vardı, sınıfın da iyileri arasındaydım ama bir görünürlüğüm yoktu. Okçulukla görünürlüğüm arttı, popülerliğim arttı. Arkadaşlarım bana gelip tavsiye almaya başladılar, bu da beni çok mutlu ediyor. Ayrıca hayatıma disiplin kattı. Planlı programlı olmamı sağladı. 

NB: Emircan takım kaptanı olarak sana sormak istiyorum…

Emircan: Bizde takım kaptanı yok.

NB: Ne demek bu, bir takım varsa kaptanı da vardır. Neyse o zaman ben senden kıdemli sporcu olarak sorumu cevaplandırmanı istiyorum. Şunu fark ettim. Hepiniz “Ejder abi” diyorsunuz, 15 yaşında ki de 20 yaşındaki de. Neden Hocam değil, Ejder Bey değil de Abi. Bir de şunu sormak istiyorum. Ejder senin için kimdir?

Emircan:  Küçüklüğümden beri ilklerimin birçoğunu Ejder abiyle yaşadım. Yaşadığım bir şeyi ya da bir sorunu Ejder abiye anlatmak beni rahatlatıyor. O hep bize doğru yolu gösteriyor. Yakın gördüğüm için abi diyoruz.

Sevda: İlk geldiğimde hocam demek istemiştim. Ama Ejder abi “ben hoca değilim, sadece bir doktorum, siz bana abi deyin” dedi.  Bu çok güzel, bu samimiyeti kurabilmek çok güzel, çünkü aramızda hoca sporcu ilişkisinden ziyade abi sporcu hissi, abi kardeş hissi daha farklı, daha samimi bir ortam sağlıyor. Yarışmalara gittiğimizde biz “abi” derken diğerleri hep “Hoca” derdi. “Niye onlar hoca diyorlar ki?” derdik küçükken. Ejder abiye ben hiçbir zaman hoca gözüyle bakmadım. Benim için ailemden birisi, hatta ikinci babam olarak bile görüyorum.

Emircan: İlk yarışmalarda Sevdanın da söylediği gibi başka illerdeki sporcuların hocam demesi bize çok garip geliyordu. Yakın zamanda fark ettik, diğer kulüp sporcuları da antrenörlerine, “abi” diyorlar. Yani ilk biz başlattık.

Meltem: Ben mesela babama anlatmadığım bir şeyi ona anlatıyorum. Ejder abi çok farklı, Baba yerine koyabilirim, yani o derece çok yakın. Hep bir ağabey olarak çok fazla şey de destek oldu. Çok farklı bir duygu bu.

Sevda: 10 yıldır ne yapıyorsam yapayım en çok Ejder abiyle zamanım geçiyor. Yazım, kışım hep onunlaydı. Okula gidiyorum ama Ejder abiyi arıyorum. Akrabalarımı ben bu kadar görmüyorum, akrabalarımla bu kadar şey paylaşmıyorum, hepsini Ejder abi ile yaşadım. Onun için onun yeri ben de çok ayrıdır,

ES: Bunları ben de yazıyorum, aldığım notlar var. Bir edebiyatçı bunu kendine göre roman olarak yazdı, bekliyor. Önce anılarımın yayınlanmasını daha doğru buluyor. Bu kişi aynı zamanda Kişisel Gelişim uzmanı. Seminerler veriyor ve seminerlerinde bizi anlatıyor. Bir bakıyorum bir gün 25 takipçim olmuş. Bakınca hepsinin Adıyaman’dan olduğunu görüyorum. “Haa” diyorum “Hoca Adıyaman’da bizi anlattı”. Geçen Hafta ilkokul öğrencilerine yönelik Somatik Deyimler kitabında Emircan ile birlikte çizgi kahraman olduk. Bu kitapta 400 deyim çizgilerle anlatılıyor. Emircan ile Arjantin yarışmasında yaşadıklarımız ve hikâyelerimiz karikatürleştirilerek basıldı. Şu an bir çizgi hikâye kahramanıyız aynı zamanda, “Emircan ile Ejder Abi göz göze geldi”, “Emircanın gözleri faltaşı gibi açıldı.” Bu deyimler Emircan ve benim karikatürleştirilmiş resimlerimizle bu kitapta anlatılıyor.

 SON REKORUN ÖYKÜSÜ

ES: Emircan son yarışmada kırdığın Türkiye rekorunu anlatır mısın?

Emircan: Sezonun başında ben 710 atarım ve rekoru kırarım demiştim. Sürekli yarışmalara gittik ama hep ucundan döndük. Şunun bilincinde idim. Bu yarışma benim genç kategorisinde katılacağım son yarışma idi. Kırdım kırdım… Başka da şansım olmayacaktı. Akşamdan kendimi psikolojik olarak hazırladım.  Sabah kalktığımda çok iyi hissediyordum. Sahaya girdiğimde kendime şunu söyledim “Ben bugün bu rekoru kıracağım”.  Yarışmaya başladık, ilk peryot bitti. 355 puan yapmıştım. 360 üzerinden. Rekor için yeterli bir puandı. İkinci turun ilk serisine tam puanla başladım. Kendi kendime geliyor dedim. O seride de 355 attım. Son seride tam puan atmam gerekiyordu. Tam puan atarsam rekor olacaktı. Ejder abiye döndüm “arkamda dur dedim” geldi arkamda durdu. Her atışımda beni rahatlatacak şekilde konuştu. Son oka kadar da eksiksiz gittik. Artık son oka gelmiştik. Onu da tam atarsam rekor gelecekti. Sürem de vardı, ben çizgide, Ejder abi arkamda sürekli benimle konuşuyor, rahatlatmaya çalışıyordu. Son okumu çektim, Ejder abi arkamda, rüzgârı hatırlatıyor, tekniğimi hatırlatıyor,  Artık atmalıyım dediğimde, kendimi iyi hissettiğim de çektim, attım ve arkamı döndüm. Ejder abi, “işte gençler Türkiye rekoru kırdın” dedi. O sırada sarıldık bayağı eğlendik.

ES: Şimdi o esnada ha bire yüksek puanlar geliyor ya, tabi rakiplerin antrenörleri de takip ediyorlar, bir sürü dürbün kurulu sahada,  dürbünlerin çoğu da Emircan’ın hedefine döndürülmüş, kendi sporcusundan ümidini kesen dürbününü Emircan a döndürmüş, rekor gelecek mi diye? O sırada kızlar da atıyor, Hazal'ın yarışmasını daha da önemsiyoruz çünkü onu finallere sokmamız gerekiyor, Emircan zaten finali garantilemiş,  finalleri almak istediğimiz için Hazal’dayım, ama çapraz yapıyorum; dürbünle bir Emircan’a bir Hazal’a bakıyorum. 5. seri bittiğinde son 6 oka 2 ok kala Emircan üst üste iki tane 9 attı. Bir tane olsa bu tolere edilir ama üst üste iki tane atınca arkadaki antrenör arkadaşlar benimle göz teması kurdu “gel istersen yanına” dediler. İki kayıp opsiyonunu birden 5.  seride tükettiği için son seride 60 tam puanı atarsa rekor olacaktı, atmazsa olamayacaktı. Rekor o ana kadar 709 bizim bunu 710 a taşımamız gerekiyor, bunun rakamı bir ileri taşımak olarak ta anlamı vardı,  700'ü geçmek bizde bir psikolojik kritik eşiktir,  çok ciddi bir puandır, 710 da ikinci bir kritik eşiktir, bunun üzerine kendisine yaklaştım, söylediklerimi yapacaktı ama bu sefer talep ondan geldi: “Ejder abi bu sefer arkamda dur,” dedi. Onun her şeyin hesabını yaptığını biliyorum, ama ben bunu düşünmemesini sağlamaya çalışıyorum, “rüzgâr sağda, şimdi tekniğine dikkat et, hazır olduğunda bas” diyorum, “ayarlarına dikkat et” diyerek önerilerde bulunuyorum. “hazır olduğun zaman hissettiğin yerde bas “ diyorum, tık tık atıyor, bir ok kaldı. Kaldırdı, dürbünü kaldırdım baktım ok yok. Dürbünü indirdim. Baktım oku atmamış indirmiş, dönmüş bana sırıtıyor. “Şimdi atıyorsun” dedim. Tekrar kaldırdı, bastı çok güzel bir noktaya, tabi rekoru kırdık.

 Songül:  Ben Songül,19 yaşındayım. Ejder abi ile yaklaşık 10 yıl önce tanıştım. Bizim eve ablamın pansumanı için gelmişti.  Beni orada fark etmiş ve Emircan’dan sonra beni düşündüğünü sonradan öğreniyorum. Ailemle konuştu, ama ben tabii neyle karşılaşacağımı bilmiyorum buraya geliyorum. Emircan ok atıyor, ama ne yapıyor bilmiyorum. Hatta ilk ok atışımı hatırlıyorum acaba kiriş burnumu alıp götürür mü diye korkmuştum. 10 yıldır devam ediyorum. Şu ana kadar en iyi derecem takım halinde Avrupa şampiyonluğu. Geçen ay Polonya’da takım halinde Dünya rekoru kırdık. 

NB: Songül okçuluk senin hayatında neler değiştirdi?

Songül: Okçuluktan daha fazla Ejder abiyi tanımak beni değiştirdi. Onun bizden istediği iyi bir sporcu olmak yanında iyi bir insan olmak, takımda uyum içinde olmak. Şu an Muğla Üniversitesi’nde Beden Eğitimi öğretmenliği okuyorum.

NB: Peki Ejder okçuluk için ne tür kişisel özellikler gereklidir?

ES:  Bence okçulukta yeteneğin çok küçük bir payı vardır. Okçuluk öğretilebilir bir spor, eğitimle pekiştirilebilir bir spor, biraz satranç gibi görüyorum. Ekipman, antreman, kondisyon vesaire bunlar da önemli ama mental gücü kullanabilmek en önemlisi. Mental gücü kullanabilmenin birinci şartı da zekâ.  Okçu zeki olacak. Ben neden adayların kendilerini ifade gücüne baktım, 10 yaşında bir çocuk için zekâ göstergesi budur, benim bir zekâ testi yapacak imkânım yok. Çocuğun benden bir şey alabilmesi için iletişim gücünün kuvvetli olması gerektiğine inandım, iletişim gücü olmayan ya da iletişim kuramayan birisine ben ne verebilirim ki. Mesela Songül okçuluğa çok yatkın bir çocuk değildi, Songül'ü fiziksel yapısını toparlamakta epey zorlandık. Ama dünya rekoru kırmış bir sporcu ortaya çıktı. Hani belki jimnastikte ya da bir yüzme de hoca çıkıp “şu fiziksel kriterleri taşımalı” diyebilir, ama bence fiziksel kriterlerden ziyade karakter ve zekâ okçulukta çok daha önemli.

 HEKİM OLMANIN AVANTAJLARI

NB: Yakalanan bu başarıda senin hekim olmanın bir katkısı var mı? Yani sen bu köye atanmış bir öğretmen olsaydın yine aynı süreci yaşayıp aynı başarıyı yakalayabilir miydin?

ES: Biz saygın bir meslek sahibiyiz. Bu özelliğimiz ile adımızın önündeki unvan ile birçok kişinin açamadığı kapıları açabiliyoruz. Her şeye rağmen, hala halkın gözünde biz saygın bir meslek icra ediyoruz. “hocam sen bilirsin” diyebildi veliler. Bir okul öğretmenine bu derecede güvenmeyebilirlerdi. Şöyle düşünelim dünyanın en iyi okçuluk antrenörü gelip bu köyde bu öğrencileri bulup çalıştırsaydı, bence başarılı olamazdı. Çünkü çocukları antrenmanda tutamazdı. Benim bu köyün hekimi olmuş olmam, öncelikle velileri ikna yönünde çok ciddi işe yaradı tartışmasız. İkinci olarak; her ne kadar çok derin olmasa da psikoloji eğitimi aldık. İnsanlarla sürekli iç içe olduğumuz için iletişim kurmayı iyi biliyoruz. Bunu da kullandığımı söyleyebilirim. Ben hekim olmasaydım bu noktaya gelemezdik. Okçuluk teknik bilgisi benden daha iyi olan, daha iyi donanıma ulaşan ve antrenman yapabilme fırsatı çok daha iyi olan arkadaşların bizim kadar başarı elde edememiş olması, bence benim Hekim olmamın bize verdiği avantajların da bir göstergesi.

NB: Hedeflerine ulaştığını söyleyebilir misin?

ES: Benim hedefim çok küçüktü. Sadece çocuklardan kurulu bir Okçuluk takımım olmasını hedeflemiştim en başta.  Başarıyı kendime hedef olarak koymadım hiçbir zaman. Hedefime çok çabuk ulaştım burada.  Çocuklarla bir şeyler yapmak olağanüstü bir şeydi. Toplanıyorduk burada burası çocuk parkı gibi oluyordu ve ben çok keyif alıyordum çok mutlu oluyordum. Başarı çok çabuk gelince çocukların getirdiği başarı beni hedef koyma ve yeni hedefler belirleme zorunda bıraktı. Benim “Türkiye derecesi yapacağım, Türkiye rekoru kıracağım, milli sporcu yetiştireceğim” diye bir hedefim yoktu. Ama bunlar hayalimdi. O hayalin gerçekleştiği zaman Songül 14 yaşındaydı, milli takıma seçilip Fransa'ya gittiğinde. Hedeflerime ulaştım ama şimdi yeni hedef koyuyor muyum elbet koyuyorum ama bu hedefler artık sporun içindeki nesnel hedefler. Bunlara ulaşamazsam ben hedefime ulaşamadım diyemeyeceğim. Emircan 710 attı, ben 715 atsın istiyorum. Songül de o puanı atsın istiyorum. Biz hep onlarla şunu yaptık; kısa vadeli,  orta vadeli ve uzun vadeli hedefler belirledik. Şu an bizim kısa vadeli hedefimiz Songül ve Emircan için bir ay sonra gideceğimiz Türkiye finalleri, orta vadeli hedefimizde biz 2022'de tekrar milli olmak istiyoruz, bizim uzun vadeli hedefimiz de biz dünya derecesi yapmak istiyoruz ve yapacağız. Biz bunu istiyoruz, bu hedefi koyduk. Ama bu gerçekleşmezse benim hayallerime ulaşamadığım anlamına gelmez. Ben hayallerimi aşalı çok oldu, bunu çok samimi söyleyebilirim. Elbet şu an elimdeki malzemeyi, elimdeki ekibimi ve onların inancını gücünü görünce diyorum ki sporcularım bireysel dünya derecesi almalı ve bir marka olmalı. Niye olmasın ki olacaklar tabi. 

NB: Büyük bir özveri, büyük bir çaba gösterdin ve büyük bir başarı elde ettin. Türkiye’de bu emek ve başarı gerek yerelde ve gerekse ulusal düzeyde takdir ediliyor mu? Kıymeti biliniyor mu? 

ES: Türkiye de bir başarının somut bir karşılığı yok, maddi olarak da yok, manevi olarak da yok. İşin içine siyaset giriyor. Mesela biz şu an Muğla Büyükşehir Belediyesi’ni kulüp olarak temsil ettiğimiz için elde ettiğimiz başarılarda ilin spor resmi kuruluşları tarafından takdir görmüyoruz. Çünkü bu başarıyı belediyenin bir başarısı olarak görüyorlar. Bunu aşamıyoruz. Aşabilme ihtimali de yok. Tam tersi olsa emin ol yine aynı olur, yani zihniyet aslında çok farklı değil. Keşke siyasi bir yapılanmayı temsil etmeyen bir kulübümüz olsaydı. Sadece sporu spor için yapan bir kulübümüz olsaydı.  Ama yine de her şeye rağmen bizim Yatağanda, Muğla'da, Türkiye'de hatta az da olsa dünyada çok sıkı takipçilerimiz var. Onların yürekten desteği bize fazlasıyla yetiyor. Bizi görmek isteyen görüyor. Spordan anlayan, ülkesini seven, gençleri seven, geleceği bu gençlerin inşa edeceğini inanan birçok dernekten Türkiye’deki bazı spor yazarlarından çok düzenli destek alıyorum. Manevi destek alıyorum. Bir tweet atıldığında bir anda bana 3 ay sonrası için büyük bir güç veriyor.

NB: Devletin bildiğim kadarıyla uluslararası başarı gösteren sporculara desteği oluyor. Bu yeterli oluyor mu?

ES: Yeterli mi değil, ama var. Eskiden beş dilim alıyorlarsa şimdi bir.  Vermemenin her türlü formülünü denedikten sonra kalanı veriyor. Mesela dünya rekoru kırmışsın, diyor ki “dur bakalım, senin katıldığın yarışmada kaç ülke vardı? Eğer 20 ülke varsa sana 10 lira vereceğim, 15 ülke ile yarıştıysan 5 lira vereceğim. Sadece 10 ülke arasında birinci olduysan para yok”. Şimdi Covid’ten dolayı kimse gelmediyse, biz ne yapabiliriz? Kazanılan puan ortada, puanın kalitesi ortada,  bunun adı dünya şampiyonluğu ama bu yine bir süzgeçten geçiriliyor. Son Avrupa birinciliği ile ilgili beklenilen destek 3000 lira.

NB: Bize Türkiye’de genelde spor ve özelde okçuluk alanının bir değerlendirmesini yapar mısın?

ES: Öncelikle biz ülke olarak gençlerin sporda başarılı olmasını kesinlikle desteklemiyoruz. Mesela benim Spor Bilimleri Fakültesindeki sporcularım milli takım seçme kampına gittikleri zaman, fakültedeki öğretmenleri “sen devamsızlıktan kalırsın, ben seni yok sayarım, senin nereye gittiğin beni bağlamaz” diyor. Hani spor ile ilgili olmayan bir branş olsa yine anlayacağım, ama bu çocuk zaten spor bilimleri fakültesinde okuyor. Onun haricinde şimdi yavaş yavaş sporcularımın ekonomik kaygıları başlayacak. Aile bütçesine katkı sunmaları beklenecek, en azından artık yük olmamaları istenecek. Birçok ülke başarılı sporcularına düzenli bir maddi destek veriyor, şu an Emircan sadece 650 TL millilik bursu alıyor, bu nedenle birçok kulüp ayakta kalabilmek için çırpınıyor.  O yüzden de ileri gidemiyorlar. Bu Türkiye'de çok önemli bir sorun. Her zaman Türkiye Yıldızlar Şampiyonası'nda atılan puanlar Türkiye Gençler Şampiyonası'nda atılan puanların çok üstünde gerçekleşiyor. Yani yaşı 15-18 olan yaş gurubu 18-21yaş gurubunu sollayıp geçiyor.  Neden o çocuk 15-18 de iyi atıyor da 18-21 olunca atamıyor. Çünkü o çocuk 18 yaşını geçtikten sonra ekonomik ve eğitim kaygıları yaşamaya başlıyor, ya öğrenci olacak ya garsonluk yapacak, bunları da sporla birlikte yürütmesi gerekecek. Ama devlet “ben senin garsonluktan kazanacağın parayı vereceğim, sen sadece yaptığın işe odaklan ve sürdür” demeli. Bu sistem oturmadığı için biz 21 yaşını geçen sporcuları kaybediyoruz. 

NB: Kamuoyunda bilinen Okçular Vakfı ile ilgili ne söyleyeceksin?

ES: Okçular vakfının hocalarını ve sporcularını çok seviyoruz. Arka tarafında neler var, ben bilmiyorum. Kesin olan bir şey var; teknik donanım olarak, altyapı olarak, tesis olarak, Türkiye'nin çok ilerisindeler. Ama başarı için başka kriterler de gerekiyor. İyi sporcuları transfer edebilen bir kulüp, kendi yetiştirdikleri sporcular da var. Transfer edilmiş sporcularla başarı sürmez. Bana da çok teklif geliyor: “ Bizi de alsana takımına” Kayseri'den, İstanbul'dan, başka yerlerden… Ben şundan eminim ben Türkiye’nin en iyi sporcularını transfer edip ekibime monte ettiğim zaman ben bu ruhu bozacağım ve bu iş bitecek. Ben hiçbir zaman için sporcu transfer etmeyeceğim. Çok para, çok tesis, çok altyapı, neden yeterli değil… En başta söylediğim cümleye geliyoruz. Çünkü bu işin %50 den fazlası; mental. Yani ruh, yürek ve ahenk… Özellikle de ruh ve ahenk. Türkiye kadın voleybol takımı da o yüzden çok başarılı, müthiş bir ahenk içinde oynuyorlar. Türkiye futbol takımı da o yüzden bence çok başarısız… Çünkü bir ahenk ve ruh yok içlerinde. Sadece alacakları primi düşünüyorlar, o kadar belli oluyor ki…

OKÇULUK SONRASI BENCİK

NB: Okçuluk bu köyün sosyolojisini, psikolojisini, sosyal yapısını etkiledi mi? Nasıl?

ES: Ben bu köyün daha öncesini bilmediğim için kıyaslama şansım yok. Ama bu köyün daha öncesini bilenlerden “Hocam köyün kaderini değiştirdin” cümlesini çok duydum. Çok basit bir örnek vereyim. Köydeki okulun bir öğretmen kontenjanı var. Yüzde 40, %50’lik doluluk oranı varmış, dersler boş geçiyormuş. Öğretmen geliyor, kaçıyor, geliyor, kaçıyor… Biz bütün valilerimizi bu köye getirdik, bu çocuklarla ok arttırdık,  gelmişken okulu da ziyaret ettik. Okul okçuluk başladığından beri bütün fiziksel ihtiyaçlarını kolayca karşıladı. Artık öğretmenler prestijli kabul ettikleri bu okulda uzun süre kalıyorlar. Öğretmen kadroları hep dolu. Bu bir kazanım elbette. Diğer taraftan bu köye bizim tesislerimiz yapılırken, Büyükşehir ekipleri sürekli burada, buranın yolu sürekli bakım görüyor. İçme suyu altyapısı sürekli bakım görüyor.

Bakın dünya şampiyonu olup, dünya rekoru kırıp, dünya Okçuluk Federasyonu sayfasına ismini yazdırabilirsiniz, ama bu köyün okulunun logosunda artık ok ve yay var. Bir çocuk bir okulun logosunu değiştirebilmişse bence çok büyük bir iş başarmıştır. Şu an bu okulun armasında ok ve yay figürünün bulunması beni en çok mutlu eden şeylerden birisidir.  Emircan'ın mezun olduğu Yatağan Gazi Anadolu Lisesi'ne girdiğiniz zaman, içeri girer girmez Emircan büyüklüğünde dev bir pano sizi karşılıyor ve orada Emircan var. Bu pano Emircan’ın dünya şampiyonluğu hikâyesini anlatıyor. Bence dünya rekoru kırmaktan daha önemli şeyler bunlar.

Şu an toplamda 216 madalyamız var, bunların 14 tanesi uluslararası yarışmalarda kazanılmış madalya. Bunlar yarı yarıya Avrupa Şampiyonası'ndan ve Dünya Şampiyonasından… 202 tanesinin hepsi de Türkiye şampiyonası adını taşıyan yarışmalarda elde edilmiş madalyalar. Geçen ay kırılan Türkiye rekorumuz var. 2015 yılında Tuğçe'nin kırdığı rekor hala duruyor.  Songül’ün minikler rekoru hala kırılamıyor.  Takım halinde de birçok rekorumuz var. Ayrıca takım halinde dünya rekorumuz var en önemlisi… Songül Dünya rekortmeni milli takımın bir üyesi.

NB: Yeni koyduğun hayallerinden bahseder misin?

ES:  Türkçe yazılmış ciddi bir Okçuluk kitabı yok. İki sporcum da Üniversiteyi bitirme aşamasında. Okulu bitirirken tez olarak ya da sonrasında akademik olarak Türkiye'ye bir Türkçe Okçuluk kitabı hediye etmeleri gerektiğini düşünüyorum. Bu işin içinde ben de olacağım, bunu kafamda yavaş yavaş kuruyorum. Gençler de zaten spor eğitimlerini bitirdikten sonra akademik olarak yazabilecek seviyede olacaklar.  Baştan aşağı bu hikâyemi roman tadında yazımını bitirmeyi planlıyorum. Son olarak da bunun bir sinema filmi ya da belgeseli çekilecek. TRT çekecekti, randevu bile alındı, biz Büyükşehir’e geçince vazgeçtiler nedense.

 




Bu haber 2145 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SÖYLEŞİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI