Bugun...


EBRU KILIÇ

facebook-paylas
Çığ ve Gerçekler
Tarih: 20-11-2024 16:49:00 Güncelleme: 20-11-2024 16:49:00


Muazzez İlmiye Çığ’ın ölümünden sonra başlayan ve sosyal medya platformlarında, Whatsup sohbet gruplarında yaşanan tartışmalar düşündürücü. Bu tartışmalara bakarak düşünce ve mantık silsilesinde bazı sorunlar da tespit etmek mümkün. En iyisi gerçeklerin ipine tutunmak. O ipe tutunduğumuzda da iki gerçeğin tek bir bünyede birleşmesinin, bununla karşı karşıya kalanlarda (kendimi de rahatlıkla bu gruba dahil ederim) acı bir burukluk yarattığını görüyoruz.

Birinci gerçek, Çığ’ın bundan yetmiş-seksen yıl öncesine uzanan, öğrencilik yılları da dahil edildiğinde, daha da geriye giden kariyeri. Çığ, İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde Çivi Yazılı Tabletler Koleksiyonu Konservatörü olarak görev yapmıştır. Görev yaptığı süre zarfında, koleksiyondaki belge grupları hakkında makaleler ve bildiriler yayımladı. Arkeoloji ve Sanat Yayınları Genel Yayın Yönetmeni Nezih Başgelen’in kendisinde bulunan bibliyografik fişlere dayanarak hazırladığı bir seçki, Çığ’ın gerek kendisiyle birlikte konservatör olarak görev yapan Hatice Kızılyay’la birlikte, gerek tek başına kaleme aldığı ve akademik dergilerde, konferanslarda yayınlanan birçok çalışması olduğunu ortaya koyuyor. (Başgelen’in Facebook sayfasında bu yayınların genel görünümüne dair bir fikir sahibi olmak mümkün.) Ayrıca Antik Yakın Doğu Çalışmaları alanının önde gelen isimlerinden, Sümer tarihi ve dili uzmanı Samuel Noah Kramer’ın da ilk baskısı 1956’da yapılan History Begins at Sumer’in teşekkürler bölümünde Çığ’a çalışmalarından ötürü teşekkür ettiğini de hatırlatmak gerekir. Bazı kişiler arşivciliğin önemini küçümseyebilir, ama herhangi bir arşivin tasnif edilmesi, belge bütünleriyle ilgili yayınlar yapılması, tarihçinin daha geniş çaplı çıkarımlar yapmasına zemin hazırlayan ve bence önemli ölçüde analitik beceri isteyen bir iştir. Çığ daha sonra Kramer’ın bu kitabını Türkçeye kazandırmıştır.   

İkinci gerçek, Çığ’ın yönetim kurulu başkanı olduğu HZİ Nöropsikiyatri Vakfı’nın 1980 darbesi sonrasında cezaevlerindeki siyasi mahkumlar üstünde yaptığı çeşitli deneyler. Çığ bu gerçeği, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları’ndan Nehir Söyleşiler dizisinde çıkan, Serhat Öztürk’ün kendisiyle yaptığı nehir söyleşinin bulunduğu Çivi Çiviyi Söker başlıklı kitabın 55, 56 ve 57’inci sayfalarında kabul ediyor ve savunuyor.  

Bugün yaşanan tartışmalarda bu iki gerçek etrafında bir kutuplaşma görülüyor. Bir taraf bu ikinci gerçeği reddederken bazı çevreler tarafından pompalandığını, çeşitli siyasi gerekçelerle bir itibar suikastı yapıldığını ileri sürüyor. Çığ’ın özellikle son dönemdeki yayınlarının ve duruşunun (laiklik savunucusu Atatürkçü cumhuriyet kadını) hedef alındığı söyleniyor. Öbür tarafsa birinci gerçeğin düzmece olduğu iddiasında. Çığ’ın akademik yeterliliği sorgulanıyor. Aslında tartışmanın koyulaşmasının bu iki gerçeği birlikte sindirmekte güçlük çekilmesinden kaynaklandığı çok açık. Çığ’ın akademik çalışmalarının uyandırdığı saygı, HZİ Vakfı’nın yaptıkları düşünülünce acı bir ürpertinin gölgesinde kalıp buruklaşıyor. Ya da diğer tarafın gözünden bakınca, HZİ Vakfı’nın yaptıklarını bilmek, hatta bizzat bunları yaşamış olmak Çığ’ın akademik çalışmaları değersizleştiriyor, önemini hiçleştiriyor.

Bu tartışmanın siyasal/sosyal kaygılarımızı yansıttığını söylemek de mümkün. HZİ vakasının yeniden gündeme getirilmesine öfkeli kesim Çığ’ın Sümerler ile Türklerin akrabalığını ve Türkçenin Sümerceden türediğini, Anadolu’nun binlerce yıldır Türk yurdu olduğunu, Sümer inanışlarının tek tanrılı dinlerin kökeninde olduğunu kanıtlayıp anlattığını ileri sürüyor örneğin. Zaman zaman Sümerlerin yıkılışının Akad göçleriyle olduğu vurgulanıp bugün Türkiye’ye yönelen göç dalgasıyla paralellikler kuruluyor. Burada bir elinde Sümer tabletleri bir elinde Türk bayrağı Anadolu’nun üstüne kol kanat germiş bir Çığ imgesiyle karşılaşıyoruz ve anlaşılan genel olarak ülkemizde gidişattan duyulan kaygı bu imgeye zarar gelmesini istemiyor. Öte yandan HZİ sayfasını hatırlatan kesim en başta bu imgenin sorunlu olduğunu ileri sürüyor.

Çığ’ın etrafında örülen imgeye zarar getirilmesini istemeyen kişileri anlamakla birlikte, ister istemez bu anlayışın bende bazı sorular yarattığını gördüm. Bunları sizinle paylaşmak istiyorum:

1-Bilim ve teknolojinin son derece hızlı ilerlediği ve yeniliklerin çok hızlı yayıldığı, toplumsal dönüşümün ve tabii toplumsal parçalanmanın çok hızlı olduğu bir çağda ülkesel sınırlara, toplumsal bütünlüğe siper olmanın yolu gerçekten de binlerce yıl önce Anadolu’nun tümüyle Türk olduğunu ileri sürmekten mi geçiyor?

2-Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sonrası başlattığı kültür ve tarih projesinin önemli bir ayağı olan Sümer araştırmalarının başlıca hedeflerinden biri Batı’nın Yunan medeniyetini sahiplenen başat kültür projesinin uydurukluğunu işaret etmekti. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında sömürgecilik sonrası araştırmalar alanında yapılan çalışmalarla Batı-Yunan merkezli bu anlatı çok ciddi darbeler aldı. Bu doğru, ama aynı zamanda ABD ve Avrupa merkezli bilim ve teknoloji devrimleriyle yepyeni bir çağa girdik. Her gün her dakika kullandığımız bu yeni teknolojilerin bazen farklı yönlerde ilerleyen gücü karşısında tıpkı İslamcıların “Batı medeniyetinin kaynağı aslında İslam alimleridir” tepkisini vermesi gibi, “Batı medeniyetinin kaynağı aslında Türklerin atası olan Sümerlerdir,” tepkisini vermekte bir acziyet yok mu? Bu acizliğin bugünkü kaynaklarına inmeden muasır medeniyet seviyesine erişmek nasıl mümkün olabilir?

3-Tarih bilinci elbette ki bugünü anlamak, yorumlamak, hareket tarzımızı ona göre belirlemek için çok önemli. Bizler kadar siyasal iktidarın da sahip olması gereken bir şey. Ama özellikle son yirmi yıldır tanık olduğumuz gibi, siyasal iktidarın ve ona taraftar kesimlerin sözde resmi tarih eleştirisi adı altında tarihsel gerçekleri çarpıttığı, başkalaştırdığı, hatta (en basitinden “Tek parti döneminde camiler ahır yapıldı” iddiası benzeri) düpedüz yalanlarla bezediği bir ortamdan şikayetçiyken, bu durumu kıyasıya eleştiriyorken gerçekleştiği apaçık olan bir olayı, HZİ Vakfı’nın siyasi mahkumlar üstünde kendi iradeleri hilafına deneyler yapmasını reddetmek tarih bilincine katkıda bulunabilir mi? Bu olayın yeniden gündeme getirilmesi tarih bilincine yapılmış bir saldırı mıdır? Bu tartışmada tarih bilincini temsil edenler yalnızca Çığ ve akademik başarılarına sahip çıkanlar mı?

Bu sorularla ve tabii ki bu tartışmanın bize düşündürdüğü bazı sorularla hemhal olurken, bir kitap çevirmeni olarak okurlara önerebileceğim şeylerden biri hem Çığ’ın kitaplarına hem HZİ vakfıyla ilgili yayınlara dönmek; gerek Sümer tarihiyle gerek yakın tarihimizle ve tabii yaşadığımız çağla ilgili daha çok okumak, okur-yazarlığımızı sosyal medya platformlarının ötesine taşımak.  

Bu tartışma da birkaç gün sonra unutulup gidecek, ama bu sorular baki kalacak. Çünkü siyasal ve toplumsal kaygılarımız dinmeyecek. Çığ’ın ölümünden sonra yapabileceğimiz en iyi şeyse buruk bir tat vermesine rağmen bu iki gerçeği birden sindirmeye çalışmak olabilir.

Acı ama gerçek!  

xxx

Ebru Kılıç, Kitap Çevirmeni

Milas doğumlu Olan Ebru Kılıç, 1995’te Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü, 2007’de Bilgi Üniversitesi İnsan Hakları Hukuku Yüksek Lisans programını tamamladı. Kılıç, 1994-2003 arası çeşitli gazetelerin dış haberler servislerinde çalıştı. 1999’dan bu yana yayımlanmış 120’ye yakın kitap çevirisi bulunan Kılıç, 2005’ten beri kurucuları arasında yer aldığı Çevirmenler Meslek Birliği’ne üye. 



Bu yazı 561 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI