Bugun...


Erdal KARA

facebook-paylas
KÜL RENGİ
Tarih: 17-08-2021 23:47:00 Güncelleme: 18-08-2021 21:44:00


                           Alevden gömlek giymiş gibiyiz.

                          Mazı, Çökertme, Turunç, Kıyıkışlacık, Orhaniye, Selimiye, Manavgat,

                          Fesleğen, Bozalan… Alevden gömlek gibi…
Bu ormanlar yanarken…
Aynı zamanda çocukluk arkadaşlarımız,
gölgelerde saklı anılarımız,
çocukluğumuzun kuzey ve güneyini öğrendiğimiz karınca yuvalarımız,
karanlığımızı aydınlatan ateş böceklerimiz,
alın terlerimizi döktüğümüz toprağın kokusu,
Apollo’nun zulmünden kaçan mitolojik kahraman Dafne (Defne ağacına dönüşen kız) de
yandı.
Yanan Dafne’nin etrafında kahraman Efeler, Kerimoğlu oynayamayacaklar…
Zeybekleri küstürdük…
Ay tanrıçası Selene’nin feneri artık Bafa’yı aydınlatamayacak.
Halbuki o, insanoğlu (Endymyon)’na aşık olduğu için Zeus’u kızdırmış ve sırf bunun için
yargılanmıştı. İnsanoğlunun ay yüzlü aşkı da küle döndü.
Zeytinin sekiz bin yıllık bereketi, denizin mint yeşilli bakışı, gri örtüyü serdi Gökova
Körfezine…
Pandeminin kasıp kavuran ateşi bile bu kadar acımasız yakmadı, güzelim doğaya bir kez bile
dokunmak gelmedi aklına…
Ne istediniz ağaçlarımızdan… Ardınızda sızılı birkaç fotoğraf bıraktınız, yangınlar.
Alevler içinde çatırdayan ağaçlarına ağlayan anneler ve çocuklar; annesini kaybetmenin
şaşkınlığı içinde köpekler, kediler, koyunlar ve buzağılar…
Yangından arta kalan dramatik görüntüleri izlerken, atölye eğitmenliğini ve editörlüğünü
yaptığım, Ünye’yi Çocuk Gözünden Tanımak öykülerinden bir öykü düştü aklıma. Hikâye bu
günü özetler gibi… Anlatayım, can kulağıyla dinleyin:
Bir zamanlar Kuzey Anadolu’da, Kurçakö lakaplı bir adam yaşarmış. Adam bu ismi kafasına
ikide bir çakan kötülük şimşeklerinden dolayı almış. Adam bir gün, evinin arkasındaki

ormanlığa doğru yürümüş. Kesilmiş bir ağacın üstüne oturmuş, şöyle bir etrafına bakınmış.
Ormandaki kuşlar, böcekler, çakallar dört bir yandan farklı farkı sesler çıkarıyormuş. Doğanın
bu ahengi adamı oldukça rahatsız etmiş. Adamın ormana geldiğini gören çakallar, sessizce
onu izlemeye başlamışlamışlar. Çakalların lideri Bilgin, arkadaşlarına dönerek;
“Arkadaşlar, galiba Kurçakö’nün ormanımız ile ilgili ilginç bir planı var.”
Arkadaşları,
“Bunu nereden uydurdun?” diye sormuşlar.
Bilgin;
“Baksanıza, ormanı keşfe çıkmış.” demiş ve sessizce Kurçakö’nün ardından süzülerek ona
kulak kabartmış.
“Bu ormanı yakıp yerine fındık ağaçları dikersem beş sene sonra burada genişçe bir fındık
bahçesi kurarım. Sonra, gelsin paralar!’” diyerek avuçlarını ovuşturup duruyormuş.
Bilgin, bunları duyunca dehşete kapılmış; hemen arkadaşlarının yanında soluğu almış.
“Arkadaşlar, durum çok vahim!” demiş.
Kurçukö’nün planını duyan hayvanlar paniğe kapılmış, bir oraya bir buraya koşuşturmaya
başlamışlar.
Bilgin,
“Sakin olun arkadaşlar! Birazdan Kaledere’ye inip köpeklerden yardım isteyeceğim.
Kurçakö, köpeklerin sözüne kulak verir.” demiş.
Bilgin ve üç arkadaşı köpeklerin yaşamlarını sürdürdüğü Kaledere Mahallesi’ne inmişler.
Köpekler, mahallelerine çakalların geldiğini gördüklerinde gözleri kamyon farları parıldamış.
“Hayırdır, çakal kardeşler! Sizi buraya nerenin rüzgârı attı?” diyerek kıkırdamaya başlamışlar.
Bilgin onlara dönerek;
“Arkadaşlar, durum çok vahim… Gülmeyi bırakın da biraz olsun anlattıklarıma kulak verin.”
Bunu söylerken Bilgin’in gözleri dolmuş, boğazı düğümlenmiş, ağlamaklı olmuş.
“Kurçakö, yuvalarımızı yakmayı planlıyor. Yüzlerce çakal evsiz, yurtsuz kalacak; yaşlılarımız
ve yavrularımız canlarını kurtaramadan ormanda yanıp kül olacak.”
Bu sırada yanlarına köpeklerin lideri Paşa gelmiş,
“Eee… Bizden ne istiyorsunuz?” demiş.
Çakalların Lideri Bilgin:

“Yardımını istiyorum, Paşa kardeş. Sen Kurçakö’ yü daha iyi tanırsın. Onu ancak sen ikna
edebilirsin.”
Paşa, ormanın yanmasına bir an üzülse de çakallarla rekabeti nedeniyle bu krizi avantaja
çevirmeye karar vermiş.
Paşa, uzun kulaklarını kaşıyarak;
“Sizin için yapabileceğim bir şey olduğunu sanmıyorum. Kurçakö, kafasına koyduğunu
mutlaka yapar. Bu sayede biz de sizden kurtulmuş oluruz.” demiş ve ardından eklemiş:
“Bir zamanlar, ormanın gölgesini bize çok görüyordunuz.” diyerek göz kırpmış.
Bilgin’in kulakları yerlerdeki tozları süpürürken, Paşa’nın kuyruğu mutluluktan
gökyüzündeki bulutlara değiyormuş. Yani, çakalların mutsuzluğu, köpekleri fevkalade mutlu
etmişti.
“Size geçmiş olsun, kendinize başka orman bulun. Şimdi bir an önce mahallemizi terk edin.
Başınıza geleceklerden sorumlu değiliz.” diyerek parmağını Bilgin’in burnunun üzerinde
sallamış. Ardından,
“Hıh hıh hıh!”
deyip alaylı alaylı kahkahalar patlatmış. Diğer köpekler de liderleri Paşa ile birlikte çakalların
ardından kahkahalar atıp bir güzel eğlenmişler.
Çakallar, köpeklere dil dökmenin nafile olduğunu anlamışlar. Ormanlarına gerisin geri
dönmeye karar vermişler. Kaledere bataklığından bata çıka yol alırken bataklıktaki kurbağalar
vraklayarak;
“Artık sizin dağdaki ulumalarınızdan kurtuluyoruz, oh bee..!” demişler.
Ardından,
“Vrahahhag… Vrahahhag” deyip dans etmişler.
Çakallar, kulaklarını asıp ormanın yolunu tutmuşlar. Yolda Kurçakö’ye denk gelmişler.
Onunla konuşma cesaretini toplamışlar.
“Duyduk ki ormanımızı yakmak istiyormuşsun. Yakmayı düşündüğün orman, bizim evimiz.
Sadece orada biz değil, sesini soluğunu çıkaramadığı için size itiraz edemeyen binlerce canlı
var. Sana son defa yalvarıyoruz… Bizi yuvamızdan etme!” demişler.
Kurçakö şaşkınmış. Şaşkınlığı geçtikten bir müddet sonra hiddetlenmiş:
“Benim para kazanmam için fındık bahçesine ihtiyacım var. Canınızı seviyorsanız tez gine,
ormanı terk edin!” demiş.
Bilgin ve arkadaşları üzgün bezgin bir şekilde ormana dönmüşler. O günkü çaresiz çabalarını
arkadaşları ile paylaşmışlar.

Çakallar pılını pırtını toplayıp bir an önce ormanı terk etmek için hazırlığa başlamışlar. Ertesi
sabah ormanda çığlık sesleri yükselmiş. Hayvanlar bir oraya bir buraya koşuşturuyormuş.
Bilgin ve arkadaşları telaşla, ormanı terk etmişler. Kaçamayan birkaç yaşlı çakal oracıkta
yanarak can vermiş. Ormanın yandığını gören köpekler, çakallardan; kurbağalar da
yılanlardan kurtuldukları için dans edip şarkılar söylemişler.
Günler ayları, aylar yılları kovalamış fakat koskoca ormanın fındık bahçesine dönmesi,
Kurçakö’nın gözünü doyurmamıştı. Gözünü şimdi, ormanın alt tarafındaki Kaledere
bataklığına dikmişti. Bataklığı uzun uzun inceleyip avuçlarını ovuşturmuş.
“Bataklığı kurutup buraya gökdelenler dikip satmalıyım.” diye söylenmiş.
“Ama öncelikle, buralı kurbağalardan da biraz gelir elde etmenin yolunu bulmalıyım.”
diyerek ticari planlar kurmaya başlamış.
Bir gece yine, kafasında kötülük şimşekleri çakıvermiş.
“Hah! Tamam! Buldum… Onları Kaledere Mahallesi’nin bataklığından toplayıp Fransızların
işlettiği lokantalara satarsam paraya para demem.” diyerek sevinçten havaya hoplamış.
Bu düşüncesini, farkında olmadan yüksek sesle dillendirmişti. Onun bu konuşmalarını
dinleyen kurbağalar dehşete kapılmışlar. Pahalı ve lüks yemekler için Fransızlara satıldıkları
daha önce kulaklarına gelmişti. Ancak başlarına böyle bir şeyin geleceğini hiç tahmin
etmemişlerdi.
Kurçakö’yü artık çok iyi tanıyorlardı. Para hırsı için başlarına çorap öreceklerinden adları
gibi emindiler. Hemen derlenip toparlanıp bataklığı terk etmeye karar verirler. Yılanlara ve
yırtıcı hayvanlara yem olmamak için o gece, gizlice bataklığı terk ederler. Orayı terk ederken,
günler öncesinde çakallara söyledikleri sözler, kulaklarında yankılanıp durur. Çok pişman
olmuşlardı. Ancak iş işten geçmişti bir kere. Uzun bir yolculuğun ardından kendilerine yeni
bir bataklık bulmayı başardılar. Ama kervanda, arkadaşlarını kaybetmenin vermiş olduğu
acıyı bir ömür boyu yüreklerinde yaşayacaklardı.
Kurçakö, bir sabah kurbağa avlamak için bataklığa inmişti. Fakat bir de ne görsün?
Bataklıkta bir tek kurbağa bile kalmamıştı. Önce çok şaşırdı. Şaşkınlığı geçtikten sonra
bataklığı kurutmak için kolları sıvadı. İş makineleri ile bataklığın suyunu bir güzel çektirdi.
Sonra dolgu toprak ile bataklığı arsa haline getirdi.
Göz açıp kapayıncaya dek şimdiki Kaledere mahallesini oluşturan binaların temelini atmaya
başlamıştı. Bataklık beton yığınına dönmüştü. Kısa süre içerisinde dört, beş ve hatta altı katlı
beton binalar ortaya çıkmaya başladı. Kurçakö vakit kaybetmeden binaları, şehirli olmak
isteyen köylülere sattı. Böbürlenmekten hoşlanan Kurçakö, Ünye’de bir sokağa da kendi
adını verdi. Yıllardır kurbağalara ev sahipliği yapan bataklık artık Kurçakö’nün satarak veya
kiraya vererek cebini parayla doldurduğu mahalleye dönüşmüştü.

Kurbağaların da mahalleyi terk etmesi üzerine köpeklerin keyfine diyecek yoktu. Kurçakö,
artık sadece köpeklere sevgisini gösterecekti. Köpekler bir süre mahallede krallar gibi
kuyrukları havada dik dolaştılar.
Yeni evlerin yapılması, mahallelerin kurulması nedeniyle çevre iyice betonlaşmaya, yeşil
alanlar azalmaya başlamıştı. Köpekler ise karınlarını doğal yollardan doyurma imkânları
azalınca çareyi, mahalledeki çöp bidonlarını etrafa döküp saçmakta buluyorlardı. Köpeklerin
çöp dağıtma alışkanlıkları modern mahallinin kötü kokularla savaşması demekti.
Bu pis kokulara tahammülleri kalmayan mahalleli en sonunda çareyi köpekleri, Kurçakö’ye
şikayet etmekte bulurlar. Çünkü o sadece Kurçakö değil, aynı zamanda mahalliye kendini
muhtar olarak seçtirmişti. Kurçakö mahalle sakinlerine,
“Sizleri köpeklerin boğuşma ve havlama seslerinden dolayısıyla pis kokulardan
kurtaracağım.” diye söz vermiş.
Gece sabahlara kadar düşünmüş, taşınmış… En sonunda kafasında yine kötülük şimşekleri
çakmaya başlamış.
Ertesi gün mahalledeki köpeklerin lideri Paşa’yı yanına çağırmış,
“Sana ve arkadaşlarına öyle bir ziyafet vereceğim, öyle bir ziyafet vereceğim ki ömür boyu
cenneti boylayacaksınız. Mahallede ne kadar kangal, tazı, çoban köpeği, dalmaçyalı,
doberman varsa topla, yanıma getir.” demiş. Ziyafet sözünü duyan Paşa ve mahalle
arkadaşlarının ağzından salyalar akmış. Ne kadar köpek varsa Kurçakö’nün etrafında çember
olmuş.
Kurçakö, kocaman bakır bir kazanın içinde dana kemiklerini kaynatmış. Köpeklere
tabildotlarla servis etmiş . Köpekler büyük bir iştahla kemikleri yalamışlar.
Ancak çok geçmeden köpeklerin başında kelebekler uçuşmuş, bol kemikli, rengarenk hayaller
görmeye başlamışlar. Oysa gözlerini açtıklarında kendilerini loş bir ormanın içinde
bulmuşlar. Kafalarını kaldırdıklarında tepelerinde çakalları görmüşler. Köpekler baygın
gözlerle birbirlerine bakarak,
“Ne oldu bize böyle, neden buradayız?” diye sormaya başlamışlar. Ancak hiçbirinin bu
soruya verebilecek cevabı yokmuş.
Bu sorunun cevabını çakalların lideri Bilgin vermiş:
“Nerede olacak? Ormanımızdasınız. Neden buradayız? Hmmm… Bu sorunun cevabı çok
basit… Kurçakö bizden nasıl kurtulduysa, belli ki sizden de öyle kurtulmuş. Aramıza hoş
geldiniz.” der demez çakallar hep birlikte gülüşüp eğlenmişler.
Köpekler, utanç içinde başları önlerine eğilmiş. Her Allah’ın günü kendileriyle alay eden
çakallarla aynı ormanda yaşayamayacaklarını anlayınca kendilerine yeni bir yurt edinmek
için sonu bilinmez yolculuğa çıkmışlar… Başka bir deyişle yurtsuzluk serüvenleri başlamış.

 



Bu yazı 6781 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI