Bugun...


YÜKSEL IŞIK

facebook-paylas
Kör Çocuğun Açılsın Gözleri
Tarih: 19-10-2022 23:33:00 Güncelleme: 19-10-2022 23:33:00


Nazım Hikmet, bir şiirinde şöyle sesleniyor.
“Kardeşim
sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
uçak sağ salim inebilsin meydana
doktor gülerek çıksın ameliyattan
kör çocuğun açılsın gözleri…”
Kim istemez ama olmuyor.
Bütün bir ülke Cumhurbaşkanlığı seçimine odaklanmışken, iktidar olası bir seçimde, elini rahatlatmak
için adına “Dezenformasyon Yasası” dedikleri yeni bir düzenleme yaptı ve yasa resmi gazetede
yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Yasalaşmadan önce medya mensuplarının, “Sansür Yasası” diyerek hançerelerini yırtması, işe
yaramadı.
Muhalefet ise “iktidara geldiğimizde çözeriz” rahatlığı içinde davrandı.
Görünen o ki iktidar, hegemonik söylemini tahkim etmek için her yolu deniyor. Bu nedenledir ki
kendisine yönelik her eleştiriyi, “manipülasyon sepeti”ne atıp, çıkan farklı sesleri kısmak için gözünü
karartmış bulunuyor.
Şaşırtıcı mı?
Değil ama muhalefetin “dostlar alışverişte görsün” yaklaşımı şaşırtıcı geliyor.
HAKİKİ BİR RAHATSIZLIK HİSSİ
Bin bir meşakkatle ve sözcüğün tam anlamıyla damlata damlata biriktirdiğimiz ifade ve basın
özgürlüğü tarihimizin bütünlüklü fotoğrafının üzerine koskoca bir ‘leke’ düşmüşken, muhalefetin bu
yaklaşımından “hakiki bir rahatsızlık hissi” duyuyorum.
Bu lekenin temizlenmesi, elbette Türkiye’nin geleceğine ilişkin kaygı duyanların sorumluluk alanına
giriyor.
Tarihimize baktığımızda, benzer girişimlerin olduğunu; dönemin sorumluluk sahiplerinin, tıpkı İsmet
İnönü’nün yaptığı gibi tarihi sorumluluklarını yerine getirmekten kaçınmadıklarını görüyoruz.
İnönü, 1956’da, benzer bir yasa teklifi Meclise getirildiğinde, “bunlar basında ve toplantılarda,
milletin dertlerini ve iktidarın hatalarını söylemeyi imkansız kılmak isteyen vesikalardır” diyerek
tarihe not düşmüştü.
Çok mu önemli?

Yasaları parlamentolar yapar ve parlamentolar kaldırır; bu açıdan “büyütülecek bir şey yok” denebilir
ama tarihe not düşmek ve “zihinleri fethedilmiş” koskoca bir toplumu sarsmak, elbette çok önemli!
Bu açıdan bakıldığında, üstelik yalnızca sektörün profesyonelleriyle sınırlı olmayıp bütün yurttaşların
düşünce, ifade ve basın özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren bir yasa görüşülürken Kılıçdaroğlu’nun
ABD programına katılması, nasıl bir stratejik dehadır, anlamış değilim.
Anlaşılan o ki CHP Genel Merkezi de, düşünce ve ifade özgürlüğünün temel argümanlarından biri olan
basın özgürlüğünün bir cendereye sıkıştırılacağı açıkça belli olan böyle bir yasanın görüşülmesini ve
temel hak ve özgürlüklerin alanının sınırlanmasını, ortalama yurttaş gibi kanıksamış görünüyor.
Öyle olmasa iktidar potansiyeli yüksek olan CHP’nin, Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, bazı
“entelektüel faaliyetlerde bulunmak” dışında hiçbir olumlu etkisi olmayan ABD’ne gidişi ertelenirdi.
MIZRAK ÇUVALA SIĞAR MI?
Öyle ya da böyle artık iktidar tarafından, “dezenformasyon”; medya mensuplarınca da “sansür”
biçiminde özetlenen ve “Damoklesin kılıcı” işlevini görecek bir yasamız var. Görünen o ki bundan
böyle “ikinci bir adım”a kadar bu “yasa”nın el verdiği ölçüde gerçeğe ulaşabileceğiz yahut gerçeğe
ulaşabilmek için pek çok bedel ödeyeceğiz.
Biliyorum; “mızrak çuvala sığmaz” ama ne yazık ki yorum ve analizlerimizi bu “yasa”nın sınırları içine
sığdırmak için “bin dereden su getireceğiz”.
Muhalif tv kanalları, belgeselliği tartışmalı içerikleri yayınlamak yerine ekranlarına kilit vurmaktan
başka seçenekleri olmayacak.
Yazılı basın ve internet medyası, herhangi basit bir gerçeği dahi haber haline getirirken yahut analiz
ederken sözcüklere yeni içerikler kazandımak, yeni anlamlar yüklemek zorunda kalacaklar.
Zira gücü elinde tutan kurum yetkilisi, çoğu zaman, “kraldan çok kralcı” olacak ve her haberi, her
yorumu yahut analizi, acı bir rastlantı oldu ama örneğin Amasra’daki maden faciası hakkında yazılan
haber ve yapılan yorumlar gibi, rahatlıkla, “dezenformasyon” kategorisinde değerlendirebilecek.
“Bu kadarı fazla değil mi?” denilebilir.
Yasanın, “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği,
kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli
şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır” maddesine
bakılırsa az bile…
Nasıl mı?
İktidar, Amasra’daki maden faciasına, “kaza” ve bu “kazaya kurban gidenler” için de, dini bir çağrışım
yapacak şekilde “kader” diyor.
Ne demek kader?
KAÇINILMASI OLANAKSIZ KÖTÜ TALİHTEN KURTULMAK…

“Kaçınılması olanaksız kötü talih” demek.
Bunun bir de dini literatürdeki karşılığı var; “ezelden başlayıp ebede kadar olan ve olacak şeylerin
zamanının, yerinin ve nasıl olacağının yaradanca bilinmesi…” demek.
Eldeki bilgilere bakarak, Amasra faciasının, “kaza” olmadığını; yaşamını yitiren madencilerin,
“kaderlerine kurban” gitmediklerine ve henüz açığa çıkartılmamış olsa da ihmaller zinciri olduğuna
işaret ettiğiniz an gerçekleşeni konuşamıyor; gerçekleşme biçimini dile getirdiğiniz için rahatlıkla
“yanıltıcı ifadeler” kullanma suçlamasıyla karşı karşıya kalabiliyorsunuz.
Nereden biliyoruz bunları?
Yakınlarını yitirenlerin, bir süredir, maden ocağında, gaz kokusunun arttığının konuşulduğunu;
yetkililerin ise “bize kömür lazım, sizin keyfiniz değil” dediklerini anlattıklarından…
Anlıyoruz ki Amasra’da yitirdiğimiz 41 canımızın müsebbibi alelade bir “kaza”nın ötesine taşıyor ve
esas olarak ihmaller zincirine ulaşıyor.
Bununla birlikte hegemonik söylemin “kaza” belirlemesine karşılık herkes gibi toplumsal vicdanın
“ihmal” söyleminde ısrar ederseniz, rahatlıkla “dezenformasyon” statüsüne sokulabilirsiniz.
Siz, kömür ocakları tarihine bakıp, bu tarz “kazalar”ın dünyanın başka coğrafyalarında neredeyse hiç
kalmadığını ama Türkiye’de hiç azalmadığını söylediğiniz an başınıza bela almış oluyorsunuz.
Çok mu karamsar bir tablo çizdim?
Gene de “kaçınılması mümkün olmayan kötü talih”ten kaçınabileceğimizi biliyorum.
Ben umutlu bir insanım; gönlüm el vermez karamsarlığa. Bu nedenle yeniden başa dönelim.
“…
birbirine kavuşsun yavuklular
düğün dernek yapılsın hem de
susuzluk da suya kavuşsun,
ekmek de hürriyete…
kardeşim,
sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana.
onların dedikleri çıkacak,
eninde de sonunda da…”



Bu yazı 2490 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI