Bugun...


YÜKSEL IŞIK

facebook-paylas
Ankara, Öncü Olabilir mi?
Tarih: 06-10-2023 01:21:00 Güncelleme: 06-10-2023 01:21:00


Biliyorsunuz; Cumhuriyet’in yüzüncü yılı, aynı zamanda, Ankara’nın resmen Başkent oluşunun da yüzüncü yılıdır. Ankara, 27 Aralık 1919’dan itibaren fiili başkenttir.

Bu fiili durumun tek nedeni, Atatürk’ün ve Kuvayi Milliye Heyetinin Sivas Kongresi’nden sonra Ankara’yı yurt tutmaları değildir; Ankara, buna çok isteklidir.

Mustafa Kemal’i yakından izler Ankara.

Havza’ya vardığı gün, İzmir’in Yunan askerlerince işgal edilmesine yönelik protestolar düzenlenmesi çağrısına ilk yanıt veren merkezlerin başında gelir. İstanbul’un atadığı valinin kenti girmesini de engellerler; Vahdettin ile görüşme girişimleri sonuçsuz kalınca kendi valilerini kendileri seçip atarlar.

Ankara’nın ve hatta Türkiye’nin ilk ve tek seçilmiş valisi Yahya Galip’tir. Yahya Galip’in seçilmesine ön ayak olan görünmez kahramanların başında ise Müdafai Hukuk Cemiyeti Reisliğini de üstlenen Börekçizade Rıfat gelir.

ÖNCÜLÜK BİR GELENEKTİR ANKARA İÇİN…

Ankara’nın en temel özelliği, her şey yolundayken geri çekilmesi; işler sarpa sarınca öne çıkmasıdır. Kurtuluş ve kuruluş yıllarının Ankara’sı böyledir.

O Ankara’yı şöyle resmeder Falih Rıfkı Atay:

“Ankara bizim için yalnız merkez değil, Anadolu’nun bütün bakımlardan inşasını, imkânlarını ve usullerini öğreten bir mekteb oldu. Ankara’da başardığımız her şey, Ankara’nın dışındaki bütün Türkiye topraklarında daha kolay gerçekleşebilir... Ankara hakikaten semboldür.”

Mustafa Kemal de, Ankara’nın simgesel önemine dikkat çeker. Atatürk’e göre Ankara’nın “Başkent” oluşuyla İstanbul’ın “payitaht” olması arasındaki fark çok büyüktür. O fark, “her şeyi yukarıdan dikte eden” bir “idare şekli” ile halkın egemenliği arasındaki fark kadar büyüktür.

Henüz işin başındayken, “Milletin egemenliğini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” denilmesi boşuna değil yani…

Bitlisli Şeyh Müştak da, zamanı geldiğinde, Ankara’nın İstanbul ile “eş” olduğunu belirtir şairane bir kehanetle. Ebced hesabıyla kullandığı ifadelere bakılırsa kastettiği tarihler, kurtuluş ve kuruluş yıllarına rastlar ve o tarihlerde Ankara’nın üstlendiği rol, Atatürk’ün ifadesiyle “cidden fevkalade, hakikaten milli bir merkez” niteliğindedir.

Öte yandan içinde bulunduğumuz günlerde yüzüncü yılını kutlayan ve Atatürk’ün “benim iki büyük eserim” diyerek övündüğü Cumhuriyet’in ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin, ikinci yüzyıllarına pek de rahat bir ortamda giremediklerini görüyoruz.

SİYASETİN PROFESYONELLERİNİ TASFİYE ETMEK İÇİN…

İkinci yüzyılında demokrasi ile taçlanması öngörülen Cumhuriyet rejimi başkanlık sistemine evrilmiş; bu süreçte öncü rol oynaması gereken Cumhuriyet Halk Partisi ise 14-28 Mayıs seçimlerinde izlediği geniş cephe politikasından istediği sonucu alamamış durumdadır.

Başarısızlığın nedeni, “ittifak stratejisi” mi; iktidarın bu stratejinin olumlu sonuçlanmaması için kamunun bütün olanaklarını kullanarak geliştirdiği çok yönlü dezenformasyon politikası mıdır, elbette tartışılabilir ama sonuç olarak ikinci yüzyıla beklentilere yanıt bulamamış bir ülke olarak giriyoruz.

Beklediği sonuca ulaşamadığını gören yüzde 48’in hayal kırıklığı yaşadığını, hayal kırıklığının da öfkeye dönüştüğünü görüyoruz. Öfkenin CHP üzerinde odaklanmasında şaşılacak bir şey yok; çünkü muhalefetin “amiral gemisi” konumuna sahipti.

Bu öfkenin, yalnızca sıradan yurttaşlar ve bölük pörçük de olsa muhalif unsurlarla sınırlı olmadığına da tanık oluyoruz. CHP örgütlerinin de hem hayal kırıklığı hem de öfkelendiği ve bu öfkesini de, CHP yönetiminden ama esas olarak Kemal Kılıçdaroğlu’ndan çıkartmak istiyor.

Tepki doğal ve değişimin önünde durulamaz. Bununla birlikte siyasetin “profesyonelleri”, hayal kırıklığının yarattığı öfkenin Kılıçdaroğlu üzerinde toplanması için özel ve örgütlü bir çalışmanın içine girmiş durumdalar.

En azı beş dönemdir vekillik yapan isimlerin İmamoğlu gibi toplumda heyecan yaratan görece daha genç bir ismin açtığı değişim şemsiyesinin altına girerek, “günah keçisi” olarak göstermek istedikleri Kılıçdaroğlu’na salvolar gerçekleştirmeleri, esasen, kendilerini dikkatten kaçırma girişimleridir. O girişimler, olumlu sonuçlanamaz; zira gerçeklerin er ya da geç açığa çıkma gibi bir huyu vardır.

DİNAMİK BİR ÖRGÜTSEL YAPI İÇİN…

Öte yandan tartışmanın geliştirici bir tarafı vardır; siyasetin doğal sonucudur bu. Tartışma olmaz ise gelişme olmaz. Bu nedenle bırakın sol bir partiyi, kendisini geleceğe hazırlamak isteyen her örgütlü yapı, ufkunun genişlemesi için her an tartışabilmeli, herkesin konuşmasından yararlanabilmek için zeminler oluşturabilmelidir. Tartışma, insanın ufkunu açar, örgütsel yapıların da yenilenmesine vesile olur.

Bu durum CHP için de geçerlidir.

Tarihi nitelikte fırsatın heba olmasının pek çok müsebbibi vardır ve müsebbipler başta olmak üzere herkes sorumluluğu kadar hesap verebilirse sürecin daha dinamik bir hal alacağı açıktır.

Kasım başı gibi yapılması öngörülen CHP Büyük Kurultayı, eleştiri ve özeleştiri yapabilmek için güzel bir fırsattır ve en az bir hafta sürecek, herkesin içini dökebileceği ve ürettiği çözümleri önerebileceği bir kurultay olması, Türkiye’nin geleceği açısından da temel bir ihtiyaçtır.

O sürece doğru gidilirken CHP’nin Ankara İl Kongresi yapıldı. Kongre sönüktü ve ne yazık ki bir günlük takvime sıkıştırılmıştı. Oysa Ankara gibi bir ilin kongresi, yalnızca il yönetimini seçmek ve kurultaya gidecek delegeleri belirlemekle sınırlanamazdı.

Olan oldu.

Derler ki “her olumsuzluk, kendi içinde bir olumluluğun doğuşuna da yataklık eder”.

Nitekim öyle oldu.

İl Başkanı seçilen Dr. Ümit Erkol, bundan böyle CHP Ankara İl Örgütünün, siyasette öncü örgüt işlevi göreceğini, siyaset üretmek ve o üretilen siyasetin ülkenin sorunlarının çözümüne manivela görevi görebilmesi için farklı toplumsal güç ve katmanlarla birlikte hareket edeceğini belirtti.

DAHA GÜZEL BİR MEMLEKET İÇİN…

Erkol’un kongre konuşması sırasında en çok alkış alan vurgularından biri, “katılımcı, şeffaf ve hesap verebilir öncü örgüt oluşturmak” cümlesi olmuştu.

Siyaset, yalnız başına yapılmaz çünkü…

Diğeriyse kongre günüyle katledilişinin yıldönümü aynı güne denk gelen Taylan Özgür’ü anması ve onun adıyla birlikte telaffuz ettiği “Tam Bağımsız Türkiye” vurgusu oldu.

Tam bağımsızlık, kurtuluş ve kuruluşun da simgelerinden biridir ve ’68 ve ‘78 kuşağının simgesel sloganıdır. Mücadelenin içinden gelen Dr. Erkol’un bu duruşu, geleneği geleceğe taşımak açısından kıymetli bir duruştur.

Erkol sokağın nabzını tutmasını bilen biri ve konuşması sırasında özellikle Gezi’nin mücadele geleneğine vurgu yapması da gösteriyor ki muhalefetin dinamik bir içeriğe kavuşması, Ankara’nın “öncülük” görevini üstlenmesiyle mümkün olacaktır.

Yapabilir mi?

CHP gibi pek çok refleksi muhafazakârlaşmış bir partide zor ama neden olmasın? Bu durum, aynı zamanda, yüzyıllık geleneğin yeni bir formata kavuşmasının da önünü açar.

Neden mi ihtiyaç var buna?

Cevabı Nazım ile verelim:

“…insan insanı sömürmesin diye

ve daha adil bir dünya

daha güzel bir memleket için…

 



Bu yazı 13944 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI