Bugun...


YÜKSEL IŞIK

facebook-paylas
Bu da Benim Manifestom
Tarih: 30-11-2023 14:52:00 Güncelleme: 30-11-2023 14:52:00


Seçim sürecinin başlaması, bilindik yöntemler devreye sokularak zihnimize aday isimleri şırınga edilmesini de başlattı. Yerel seçim için başvuruları alan partiler, kendi meşreplerince belirledikleri yöntemler üzerinden, “kerameti kendinden menkul” bazı isimleri ilan ediveriyorlar; sonra o isimleri kamuoyuna sorar gibi yapıp,  sonra da “siz istediniz, biz açıkladık” demokratlığı(!) ile servis ediyorlar.

Sahi bir insan niye belediye başkan adayı olmak ister?

Tanınırlığı nedeniyle mi; bilgisi, görgüsü ve tecrübesi o kentin ihtiyaçlarını karşılama potansiyeline sahip olduğu için mi?

Konu tanınırlıksa “yapsatçı müteahhit”ten daha iyisi, popüler olduğu için yazıyorum, Dilan Polat’tır.

Bu tarz isimlere “belediyeyi biliyor musun?” sorusu sorarsanız; hiç tereddütsüz “evet” cevabı alabilirsiniz.

Şaşırmayın!

O tarz isimlerin “biliyorum” dedikleri şey, kaçak inşaatlarını legalleştirmek için koridorlarını dolaştıkları belediye binalarıdır.

Gülmeyin; henüz dijital olanak yokken sahibi olduğu konut vergisini yatırmak için belediye giden de “belediyeyi biliyorum” diyebilir.

Bu açıdan bakılırsa belediye denilen kurumu en iyi bilenlerin başında Sinan Aygün gibi isimler bilebilir; onlar da ellerine geçen en küçük fırsatta neler yapabileceklerini “Togo Kuleleri” örneğiyle gösterebilirler.

Oysa burası bizim kentimiz ve kent, bizim evimizdir. Kim kendi evinin nobranca kullanılmasına izin verir ki?

HALKIN BEREKETLE YARATTIĞI MADDİ VE MANEVİ ZENGİNLİKLERİ TİTİZLİKLE KORUMAKTIR BELEDİYECİLİK

Bakın kent alanında sayısız çalışmalara imza atmış Tarık Demirkan Cogito’daki makalesinde ne diyor?

“Kent sınırları son derece net çizilen özgürlükler sistemi demektir. Özgürlük ise farklı olabilme iznidir. Birbirinden farklı koşullar içinde, farklı değerler siteminde, farklı amaca yönelik faaliyetlerin sürebilmesi için kaçınılmaz olan özerkleşme, tarihte ilk defa kentlerle ortaya çıkmıştır. Bu özerkleşmeyi, gerekli hak ve görevlerle düzenlemeyi ve yaşamayı bilen kent halkının bereketle yarattığı maddi ve manevi zenginlikler her zaman için bu adacıkların dışında kalan kesimlerin göz diktiği ve ilk fırsatta ele geçirmek (tüketmek) istediği değerler olmuştur.”

Şimdi soralım; örneğin şimdilerde adına “kent rantı” denilen Ankara “halkının bereketle yarattığı maddi ve manevi zenginlikler” kimin elinde toplanmış?

Yere tükürmeyi yahut kırmızı ışıkta geçmeyi özgürlük alanı olarak önümüze çıkartan ne idüğü belirsiz kişilerin elinde...

Kim onlar?

“Kıroyum ama para bende” diyerek, önce renkli cam ve boyalı basın aracılığıyla oturma odalarımıza kadar sızan kifayetsiz muhterisler.

Biz ne yaptık?

Bu gölün suyu nereden geliyor” diye sorduk mu?

Sormadık ve hatta onların, “janti” görünümleri, “kitchs” ama pahalı takılarıyla ve kaynağı belirsiz paralarıyla gelip toplumun “göğüs kafesi”nin üstüne oturup, istediği gibi çekip çevirmesine sessiz kaldık.

Onlar durur mu hiç?

Tarihin derinliklerinden getirip bugüne taşıdığımız kentlerimizi yönettiğimiz belediyeleri kendi çıkarlarına alet etmek için partilerin “yetkili” konumundakilerden istiyorlar.

İstiyorlar demem, sözün gelişi; alıp gidiyorlar.

UĞRAK YERİ BİLİM YUVASI OLAN, HERKESE KAPILARINI AÇANLARIN İŞİDİR BELEDİYECİLİK

Peki neden?

Çünkü siyasette köşe başı tutmuş ve bizi kendilerine mecbur bırakmış pek çok isimle oturup kalkmışlıkları var. Hani bazen “son dakika” olarak önümüze, “filanca siyasetçi ile yer altı dünyasından falanca eğlenirken görüntülendi” haberleri görürüz ya, o “yetkili siyasetçiler” ile misal benim gibi insanların hiçbir fotoğrafını görmüşlüğünüz var mı?

Göremezsiniz!

Benim istemediğimden değil; o “yetkili siyasetçiler”i motive eden şeyin bende olmamasından…

Benim yayınlanmış 20 kitabım var ve ara sıra yayınevimin düzenlediği imza günlerim olur; kendilerini doğrudan ilgilendirir kitaplarımın içeriği ama hiç uğramazlar bile… Onların ilgi alanına ise saçlarına “bugidi” yapacak kadar nereden geldiği belirsiz paraları olanlar yahut yaşadıkları kentte kendilerini “alternatif güvenlik sistemi” olarak görenler girer. O konuda, “resmi” sistemle birebir örtüştüklerinden kuşkum yok.

O tiplerin en çok sordukları soru, “ne buluyorsun da, bu kadar yazıyorsun” oluyor. Okumadığı, merak etmediği ve hatta eder gibi görünmek dışında mücadele etmediği için yazdıklarıma dair bu tuhaf sorusunu da normal buluyor.

Nobran yani!

Yalnız bana ya da benim gibilere karşı mı bu nobranlığı?

Biz insanız, gözlerine görünmediğimiz vakit, yol açtıkları zararlı etkilerden doğrudan etkilenmemiş oluyoruz ama dolaylı etkilerini yaşadığımız kente verdikleri tahribatlarda buluyoruz. “tavuklarına kışt” demek için kışkırtmaz isek kendilerini, görmezden de gelebilirler bizim gibileri.

KENTLERİMİZİ NOBRANLARDAN KORUMANIN YOLU, İNSANLIĞIMIZI HATIRLAMAKTAN GEÇER

Peki ya kentler nasıl koruyacak kendini?

İnsanlığın evrensel birikimi, bu sorunun yanıtı olarak karşımıza kent yönetimi mekanizmasını çıkarmış bulunuyor. Kent yönetimlerine de, Türkiye’de biz, belediye diyoruz.

Onu yönetmek üzere beş yılda bir sandık başına gidip, birini seçiyoruz.

Hangi özellikleri aramamız gerekir o seçtiğimiz kişide?

Herkesten bağımsız, herkese eşit mesafede, güçlü ile güçsüz arasında adaletin ince terazisine başvurması gereken, kamusal vicdana sahip, kimsesizin kimsesi, ufku açık yaratıcılıkların ev sahibi, gündelik hayatımızı kolaylaştırmakla görevli ve geleceğimizi güvence altına almakla mükellef bir duruş…

Kimlerde olur bu özellik?

Diğer kentlerdekiler, burada geçen yer adlarına kendi semtlerini koysunlar; ben size Ankara’dan örnek verebilirim.

Yaşanan derin yoksulluk karşısında duygularıyla ütopik hayaller kuran Altındağlıda, sokağındaki çınar ağacının altına oturup ders çalışarak geleceği düşleyen Keçiörenlide, “güneşi kuzeyde” gören Mamaklıda, her yıl 6 Mayıs sabahı kalkıp, kahvaltıdan önce “Karşıyaka’nın üç gülü”nü ziyaret etmeyi bir amentü gibi bellemiş Yenimahallelide, işsiz olduğu, işten atıldığı yahut açlık sınırının altındaki bir gelirle çalışmak zorunda kaldığı için “şöyle bir insan gibi ince belli bardak ile çayın tadını çıkartmak” kadar masum isteği olan Sincanlıda, ürettiği pancarı alacak bir Şeker Fabrikası kurulmasına öncülük ettiği için kurtuluşa ve kuruluşa önderlik edenlere vefa gösteren Etimesgutluda ve Cebeci ya da ODTÜ Kampüsündeki forumda yaptığı konuşmayla hepimizin hislerine tercüman olan ve hepimize yüreğini açacak kadar hoşgörülü üniversite öğrencisinde, Kurtuluş Parkında açıldığı sevgilisinin gülümsemesini evet olarak anladığı için göklere zıplayan Çankayalıda, aldığı maaş kendisine yetmediği için evden sefertasıyla işine geldiği halde kendisine yapılan bütün “ahlaksız teklifleri” reddederek, kamunun çıkarını kendi çıkarının önüne koyan “memur” Teoman’da…

Kenti, kendi evi gibi görende yani…

KENTİYLE İLLİYET BAĞI BİLE KURANLARIN İŞİDİR BELEDİYECİLİK

Evinizi korursunuz, onu güzelleştirmek için varınızı yoğunuzu ortaya koyarsınız. O bazen sırtını döner size, hatta burnunuzu sürtmek için, hapishanesiyle tanıştırır ama siz döner dolanır gene oranın kapısını çalarsınız.

Evin her ayrıntısına hakimsinizdir; tıpkı kentiniz gibi…

Girmediğiniz sokak, merak etmediğiniz mahalle, gezmediğiniz park ve yüreğinizin orta yerine itinayla konuk ettiğiniz canınızın adının baş harfini işlemediğiniz ağaç varsa daha alınacak çok yolunuz var demektir. Hala o kentte sırılsıklam ıslanmamış, gece yarısı araç bulamadığınız için saatlerce yürümemiş, yağan kar ile boy ölçüşmemiş, ırmağında, deresinde balık tutmamış, keşfetmediğiniz semt varsa siz henüz o kentin sakini değilsiniz ve ev sahibi gibi davranmaktan kendinizi alıkorsunuz.

Bu sizin kadim kültürünüzün size kazandırdığı alçakgönüllülüğün gereğidir çünkü.

Kent emek ister.

Emek dedimse “bilmem kaç km yol yaptık, bilmem kaç ton asfalt döktük” diyerek övünenlere prim vermeyin; emin olun, onlar olmasa da belediye emekçileri o işi yapıyor. Siz kaynağını tarihten alıp, geleceğe taşıyacak kadar kentli, o kenti pamuklara saracak kadar sevenlere bakın.

Çünkü emek dediğiniz şey, insanlığın tarihsel mücadelesinin evrensel bir içerik kazandırdığı özgürlük, eşitlik ve kardeşlik için mücadelede somutlaşır… Bakın etrafınıza, ne kadar “işe yarar” insan varsa liseli yıllarda başlamıştır emek vermeye… Amacı, özgür, eşit, adil, hakkaniyetli bir toplumsal ilişki, yaşanabilir bir kent ve elbette bir ülke inşa etmektir.

O kentin ağacı, kurdu, kuşu, sevgi çiçeği, armudu, kedisi, keçisi, güvercini, tavşanını dert etmektir emek vermek.

Geleceğin inşasında rehberlik etsin diye tarihini bilmek için çaba göstermektir. Ahi Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasındaki illiyet bağını; kendi valisini seçecek kadar özgün, özgürlükçü ve iradeyi milliyeci olmanın anlamını bilmektir.

Emeğin hakkının verildiği, sömürünün olmadığı demokratik, laik, özgürlükçü bir Türkiye için mücadele etmenin bedelini ödemeyi bir görev kabul etmektir.

Devrimci olmaktır…

DÜZELMEDEN MEMLEKETİN HALİ GÖZÜNE UYKU GİRMEYENLERİN İŞİDİR BELEDİYECİLİK

Nedir ihtiyacımız?

Gündelik hayatı kolaylaştırılmış, geleceği güvence altına alınmış kentleri inşa edebilecek, her bir kentliyi mutlu-mesut edecek projeleri uygulamak için yeni tarz bir belediyeciliği görev bilen başkanlar…

Ama öyle şartsız şurtsuz değil.

Yani “verin bana, gerisine karışmayın” diyenlere prim vermeyin.

Her düzeyde demokratik katılımcı, tamamen şeffaf ve her an hesap verebilir bir belediyecilik modeli mümkün ve de gereklidir.

Uyanın ve birleşin ey kentliler; “siz kurtaracak olan kendinizsiniz”…

Kapatalım bu babı ama 21 yıl önce bugün sonsuzluğa göçen Melih Cevdet Anday’ı, bu yazıyı özetler nitelikteki “telgraf” şiiriyle analım:

”Uyuyamayacaksın
memleketinin hali
seni seslerle uyandıracak
oturup yazacaksın.
Çünkü sen artık o sen değilsin
Sen şimdi ıssız bir telgrafhane gibisin.
Durmadan sesler alacak
sesler vereceksin
uyuyamayacaksın.
Düzelmeden memleketin hali,
düzelmeden dünyanın hali, gözüne uyku girmez ki…”



Bu yazı 11099 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI