Bugun...



Milas’ın Çiftçileri, Şirketlere Feda Edilmemelidir!

Neoliberalizm, özel mülkiyet kavramını esas alan, serbest piyasa ekonomisini gerekirse kamu kaynaklarıyla hayata geçirmeyi hedefleyen bunu yaparken de kamunun özellikle üretim ve ticaret alanlarındaki denetim ve düzenleme faaliyetlerinden çekilmesini hedefleyen bir sömürü düzeni.

facebook-paylas
Tarih: 07-10-2024 14:44

Milas’ın Çiftçileri, Şirketlere Feda Edilmemelidir!

Yusuf Ziya KESKEN / Veteriner Hekim

Bu ekonomik modelde üretimin yerini finansal sermaye almıştır. Ancak özü itibarıyla bir değerlendirme yapıldığında neoliberalizm, ekonomik ve siyasi gücü tek elde tutmayı amaçlayan merkezileşme ve otoriterleşme gayesini hedefe koyuyor. Özellikle içerisinden geçmiş olduğumuz dönemde ülkemiz adına bunu rahatlıkla söyleyebiliyoruz.

12 Eylül darbesi ile kendine alan yaratılan neoliberal uygulamalarla birlikte çiftçiler ve özelde küçük üreticilerin yeni muhatabı uluslararası tekellerin yereldeki taşeronluğunu yapan özel şirketler oldu. Kalkınmacı politikanın terkedilmesi ile birlikte tarımsal üretimdeki planlamalardan vaz geçilerek üretici kendi kaderi ile baş başa bırakıldı.

Kırsalda tarımla geçinen kesimin istihdamdaki payını düşürmeyi planlayan yeni anlayış ve tarımsal üretimdeki eksen kayması ile birlikte tarımsal alandaki istihdam da yıldan yıla düşüş gösterdi. 2002 yılında tarımsal istihdamdaki kişilerin oranı %34,9 iken son açıklanan veri olan 2020 yılı şubat dönemindeki oran %15,5 olarak gerçekleşti.

TARIMA DAYALI İHTİSAS ORGANİZE SANAYİ BÖLGELERİ

            Tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgeleri (TDİOSB), belirli bir tarımsal üretim alanına odaklanan ve bu sektörde faaliyet gösteren firmaların bir arada bulunduğu organize sanayi bölgeleridir. Bu basit tanımdan da anlaşılacağı üzere bu bölgelerde küçük aile tipi işletmelerin finansal sebeplere dayalı olarak ne bağımsız finansmanlarıyla yatırım yapabilmeleri de bu yapının idaresinde söz sahibi olabilmeleri pek mümkün görünmüyor.

Tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinin (TDİOSB) küçük çiftçilere etkilerini değerlendirirken birkaç önemli noktayı göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bu değerlendirmeyi yaparken elbette ki tavrımız şirketlere karşı üretimi var eden çiftçilerden yana olacaktır. Sermayenin belirli sermaye gruplarının ellerinde toplanıp oluşturulması planlanan oligopol düzeni yerine emeğin kolektif örgütlenmesini ve adil paylaşımı mümkün olduğu sürece Milas’ın çiftçileri için eşit ve adil çözümler üretilebilir.  

Tarıma dayalı organize sanayi bölgelerinin küçük üreticilere olası etkilerini birkaç başlıkta değerlendirmek mümkün:

1. Sermaye Yoğunluğu ve Küçük Çiftçilerin Geçimlerinin Zorlaşması: TDİOSB’ler, modern teknolojiler ve büyük sermaye yatırımları gerektiren tarımsal üretim biçimlerini teşvik eder Ancak, küçük çiftçiler genellikle bu tür yüksek sermaye gerektiren ortamlarda rekabet etmekte zorlanırlar. Büyük işletmeler, daha geniş kaynaklara sahip oldukları için teknolojik yatırımlar yapabilirken, küçük çiftçiler bu gelişmeleri takip edemeyebilirler. Bu durum, küçük üreticilerin mülksüzleştirilmesi ve tarım sektöründeki gücün daha büyük şirketlerin elinde yoğunlaşması sonucunu doğurur. Bunun sonucunda küçük çiftçiler geçim kaynaklarını kaybedebilirler.  

2. Gıda Egemenliği ve Yerel Kontrolün Zayıflaması: TDİOSB’ler genellikle piyasa odaklı üretimi teşvik eder ve uluslararası ticaret sistemlerine entegrasyonu artırır. Bu durum gıda üretiminin büyük ölçüde dış pazarlara bağımlı hale gelmesiyle sonuçlanabilir. TDİOSB’ler, küçük çiftçilerin kendi yerel toplulukları için üretim yapmaları yerine, küresel pazar taleplerine uygun üretim yapmalarını zorunlu kılabilir. Bu da yerel üreticilerin kendi gıda sistemlerini kontrol edememesi ve toplumsal bağımsızlığın azalması anlamına gelir.

3. Çevresel Sürdürülebilirlik ve Ekolojik Adalet: Sosyalist perspektiften bakıldığında, tarımın sadece ekonomik kazanç için değil, aynı zamanda çevresel sürdürülebilirlik ve toplumsal refah için organize edilmesi gerekir. TDİOSB’ler, büyük ölçekli endüstriyel tarımı teşvik ettiği için, çevresel sürdürülebilirlik açısından sorunlar yaratması kuvvetle muhtemeldir. Yoğun kimyasal kullanımı, monokültür üretim ve doğal kaynakların aşırı kullanımı, uzun vadede küçük çiftçiler ve onların yaşadığı kırsal alanlar üzerinde olumsuz etkiler yaratabilir. Oysa yapılması gereken ekolojik adaleti savunup, küçük çiftçilerin çevreye zarar vermeyen, sürdürülebilir üretim yöntemlerine erişimini verimli bir şekilde artırmaktır.

TDİOSB’ler, küçük çiftçilerin ekonomik olarak marjinalleşmesi ve üretim süreçlerinin sermaye sahiplerinin kontrolüne geçmesi riskini taşımaktadır. Bu durum birazdan Milas örneğinde de bahsedeceğimiz gibi oluşturması planlanan Milas TDİOSB fizibilite raporunda yer aldığı haliyle projenin hiçbir aşamasında küçük aile tipi işletmelerin planlama dışı kalmış olmasıyla daha net bir biçimde anlaşılabilecektir.

KÜÇÜK ÜRETİCİLER İÇİN TOPRAKSIZ TARIM UYGULAMALARI ULAŞILABİLİR VE GERÇEKÇİ Mİ?

Küçük aile tipi ve orta ölçekli üreticiler için topraksız tarım uygulamaları ne mali anlamda ne de altyapı anlamında ulaşılabilir değiller. Bunun belli başlı sebeplerini şu şekilde sıralayabiliriz.

1- Yüksek Başlangıç Maliyetleri: Topraksız tarım, geleneksel tarıma göre başlangıç aşamasında oldukça fazla finansmana ihtiyaç duyar. Ekipmanlar, hidroponik sistemler, özel besin çözeltileri ve kontrol teknolojileri yüksek maliyetlidir. Ülkemizdeki mevcut ekonomik kriz halinde ve mevcut tarımsal desteklemelerin yapısı düşünüldüğünde üçük ölçekli üreticiler veya sınırlı sermayesi olan çiftçiler için bu maliyetler ulaşılamaz niteliktedir.  

2- Yüksek Enerji Maliyetleri: Özellikle kapalı alanlarda yapılan topraksız tarım uygulamalarında suni aydınlatma, ısıtma, soğutma ve havalandırma sistemleri gereklidir. Bu da elektrik tüketiminin yüksek ve enerji maliyetlerinin fazla olması sonucunu doğurur. Topraksız tarım uygulamaları, geleneksel tarıma göre fazlasıyla enerjiye bağımlıdır.

3- Doğal Dayanıklılık Eksikliği: Geleneksel toprak bazlı tarımda bitkiler kendi doğal savunma mekanizmalarını geliştirirler. Ancak topraksız tarımda bitkiler, bu doğal süreçlerden faydalanamadıkları için zararlılara veya hastalıklara karşı daha hassas olabilirler. Topraksız tarımda bir enfeksiyon veya zararlı böcek istilası ortaya çıktığında, bu sorun hızla yayılabilir ve büyük kayıplara yol açabilir.

4- Pazar Riski ve Kârlılık: Topraksız tarım ürünlerinin maliyeti yüksek olduğu için, pazarda satılacak fiyat da geleneksel ürünlere göre daha yüksek olacaktır. Kârlılığın, pazar talebine ve tüketici tercihlerine bağlı olması, üreticiler için risk oluşturabilir.

5- Doğal Kaynak Bağımlılığı: Enerji ve su gibi kaynaklara daha fazla bağımlı olunması, bu kaynakların arzında yaşanabilecek sorunlar nedeniyle üretimi olumsuz etkileyebilir. Örneğin enerji kesintileri veya su kıtlığı, topraksız tarım sistemlerini durma noktasına getirebilir. Bu zorluklar, topraksız tarımın sürdürülebilirliği ve kârlılığı açısından üreticiler için önemli riskler oluşturabilir.

6- Rekabet Baskısı: Projeye katılan büyük ölçekli üreticiler, küçük üreticiler için önemli bir rekabet tehdidi oluşturabilir. Büyük üreticiler, daha fazla kaynak ve teknolojiye erişim sağlayarak üretimlerini daha verimli ve düşük maliyetli yapabilirler. Bu da küçük üreticilerin pazarda rekabet etmesini zorlaştırabilir, fiyat baskısı yaratabilir ve küçük ölçekli üreticileri daha az kârlı hale getirebilir.

TDİOSB’LERİN ÇEVREYE OLASI EKOLOJİK ETKİLERİ

Tarıma dayalı ihtisas organize sanayi bölgelerinde yetersiz çevre yönetimi durumunda su kaynaklarının tükenmesi, toprak kirliliği ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi ciddi ekolojik sorunlar karşımıza çıkacaktır.

1. Su Kaynaklarının Aşırı Kullanımı: TDİOSB’ler yoğun su tüketen tarımsal faaliyetlere ev sahipliği yaparlar. Bu durum, özellikle su kaynaklarının kıt olduğu bölgelerde su kıtlığına ya da yeraltı sularının sondajı ile etrafındaki tarımsal arazilerde toprağın tuzlanmasına yol açabilirler. Bu durum aynı zamanda çevredeki doğal su ekosistemlerine de arar verir.

2. Toprak ve Su Kirliliği: Tarım kimyasallarının bilinçsiz ve yoğun kullanımı, toprak ve yeraltı su kaynaklarının kirlenmesine neden olur.Bu kimyasallar, ekosistemler üzerinde olumsuz etkiler yaratarak biyolojik çeşitliliği tehdit edebilir.

3. Tarımsal Üretimin Tek Tipleşmesi: TDİOSB’ler, şirketlerin mali çıkarlarını daha doğrusu karlılığını düşünerek hareket etmeleri neticesinde tek tip ürün yetiştiriciliğine eğilim göstereceklerdir. Monokültür uygulamaları, biyolojik çeşitliliği azaltır ve toprak verimliliğini olumsuz etkiler. Ayrıca, bu tür tarım sistemleri ile yapılan üretimde ürünler zararlılara karşı daha savunmasız hale gelir.

4. Doğal Habitatların Tahribi: TDİOSB’lerin kurulması için Milas örneğinde görüldüğü gibi büyük tarım arazileri kullanılır hale getirilmek yerine şirketlerin kullanımına sunulmak için vasıfsız bir hale dönüştürülebilir. Bu süreçte doğal ekosistemler ve habitatların zarar görmesi kaçınılmazdır.

5. Hava Kirliliği: Tarımsal üretim süreçlerinde kullanılan makineler ve tarım endüstrisine entegre olan fabrikalar (örneğin, gıda işleme tesisleri) çevreye zararlı gazlar salabilir. Bu da hava kalitesini düşürebilir ve bölgesel iklim değişikliklerine katkıda bulunabilir.

MİLAS’TA PLANLANAN ORGANİZE TARIM BÖLGESİ

Yakın zamanda basın organlarında bir haber yayınlandı. Yayınlanan haberde Muğla İl Tarım ve Orman Müdürlüğü’nün 2021 yılında projesini hazırlayarak GEKA’nın desteğiyle fizibilitesini yaptırdığı, Milas Örtüaltı Topraksız Tarım Organize Tarım Bölgesi’ için bir toplantı yapıldığı bilgisi yer alıyordu.

Yine haberde yer alan bilgiye göre bu proje ile istihdama katkı sağlanacağı, aynı sektördeki yatırımların kümelenmesi ile sosyoekonomik kalkınmanın hızlanacağının amaçlandığı dile getirilmişti. Topraksız tarım teknolojisi ile kurulacak seralarda birim alandan daha fazla ürün alınabileceği ve bu sayede günümüzde tarım alanlarının giderek azalması nedeniyle üretim miktarlarında yaşanan düşüşün bir nebze de olsa önüne geçilebileceği de belirtilmişti.

Yukarıda belirtilen şikayetleri çözmekle görevli bir kamu kurumunun ‘’bunu başaramadık o yüzden Milas’ta tarımsal alanları ve küçük üreticileri şirketlere kurban etmeyi seçiyoruz’’ demesi bir hayli enteresan.

Raporun tamamı üzerine tartışmak mümkün olsa da içerisinde çok derin çelişkiler barındıran ve sanki Milas’ı ve bahsedilen alanı hiç görmemiş kişilerce kopyala-yapıştır bir şekilde yazılmış ve anlaşılan o ki basit literatür taramasıyla elde edilmiş bilgilere dayalı olarak hazırlanmış fizibilite raporunda bazı kısımlara birlikte göz atalım.

1. ‘’Projelerin işletmesi esnasındaki hedef kitlesi; TDİOSB içinde yatırım yapacak üretici müteşebbisler, sera içinde çalışacak kadın istihdamı yoğun olacak şekilde bölge halkı, yurt içi ve yurt dışındaki yaş sebze meyve perakendecileri, satış amaçlı lojistik firmaları, zirai ilaç ve gübre bayiler, inşaat, makine ve ekipman sektöründeki firmalar Milas ilçesindeki üreticiler hedef kitle arasındadır.’’

            Rapordan alıntılanan kısımdan da anlaşılacağı üzere projenin uygulanmasıyla oluşacak ranttan sadece belirli bir meblağ üzerinde sermayeye sahip işletmeler faydalanacak. Cümle sonunda bahsedilip ana tablolarda yer verilmeyen Milas’ın küçük üreticileri ve aile tipi işletmeleri ise bu proje uğruna feda edilecek gibi duruyor.

Lafın kısası projenin hedef kitlesinde sermaye grupları varken, ÇKS sistemine kayıtlı 7500 civarındaki Milaslı küçük üreticiler, üretici birlikleri, sendikalar, ziraat mühendisleri odası, veteriner hekimler odası, çevre mühendisleri odası ne hedef grubunda ne de paydaş olarak yer almıyorlar. Zaten yer almaları da teorik olarak bile mümkün olamaz.

2. ‘’Bu proje ile bölgede yaş sebze meyve ve çiçek yetiştiriciliği ile buna bağlı sanayi gelişimi planlanmaktadır. Proje kapsamında özellikle modern seralarda yetiştirilebilecek katma değeri yüksek yaş sebze ve meyve yetiştirilmesi amaçlanmaktadır.’’

            Bu konuda uzun tespitler yapmaya gerek yok. Özellikle 12 Eylül darbesinden sonra dile getirilen ve tarımsal istihdamı %7’lere çekmeyi planlayan neoliberal anlayışın tarımı şirketlere, küçük üreticileri de hizmet sektörüne yönlendirmeye çalıştığı aşikar.

3. ‘’Milas Topraksız Tarım TDİOSB (Tarıma Dayalı İhtisas Organize Sanayi Bölgesi) alanı 3,888,807.46 m2 olup, alanın 1,545,860.93 m2’lik kısım içerisinde farklı üretim kapasitelerindeki 27 adet sera işletmesi oluşturacaktır. Ayrıca 12 adette sanayi parseli oluşturulacaktır… Projesiz durumda, mevcut proje alanı atıl, güvenlik sorunu oluşturan, bakımsız ve kullanılamaz durumdadır. Milas'ın Avşar mahallesi önündeki 3 bin dönümü aşkın mera arazisi yoğun tuzlanma nedeniyle mera vasfını yitirmiş ve ıslah edilememektedir.’’

Bilindiği gibi hayvan yetiştiriciliğinde maliyetlerin yüzde 70’i yem giderleridir. Ülkemizde yem ham maddesinde dışa bağımlılık sonucu hayvan yetiştiriciliğinde maliyetler çok fazla artmıştır ve bu nedenle üretici süt ineklerini bile kestirmiştir. Buna bağlı olarak süt üretimi azalırken, ineklerden doğacak olan besilik dana sayısı da azalmakta ve kırmızı et açığı da giderek büyümektedir.

Bu sorunların çözülmesi amacıyla ilk yapılması gereken, hayvanların yem ihtiyacının daha nitelikli ve ekonomik olması için mera alanlarının arttırılması ve ıslah edilmesidir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri 44 milyon hektar olan mera alanları, bugün 14 milyon hektarın altına inmiştir.

Durum bu kadar barizken yıllardır üzerinde hiçbir ıslah çalışmasının yapılmadığını herkesin bildiği bir mera alanını, bakanlığın yapması gerekenleri yapmaması neticesinde tuzlanma bahanesiyle halkın elinden alıp şirketlere tahsis etmek yaman bir çelişki olsa gerek. Ancak vahşi madencilik uygulamalarının talan ettiği zeytinlikler ve tarım alanları karşısında sessiz kalanların böyle bir projenin savunuculuğu yapması bir o kadar manidar.

4. ‘’Ülkemiz açısından önemli bir sorun olan işsizliğin önüne geçilmesi ve proje sayesinde binlerce insanın istihdam edilmesiyle birlikte bu sorunun kısmen ortadan kalkacağı öngörülmektedir.’’

            Bu cümleyi okurken bu yazının bütününü de gözden kaçırmamak lazım. Çünkü proje eliyle tarımsal üretim şirketlerin emrine sunulurken oluşacak yeni kırsal işsizliğin, kentsel yoksulluğu da tetikleyeceği sosyolojik gerçeği gözden kaçırılmak isteniyor.

            TÜİK verilerine göre Meyve, içecek ve baharat bitkileri alanı 2004 yılından 2023 yılına kadar az bir azalma göstermiş, sebze dikim alanı 47.500 dekardan 5.943 dekara düşmüş (neredeyse %90 azalma), tahıl ve diğer bitkisel ürünlerin alanı 198.910 dekardan 116.191 dekara (neredeyse yarı yarıya bir azalma) düşmüşken kaybolan tarımsal istihdamı dert etmeyenlerin iş şirketlere gelince gösterdikleri hassasiyeti anlayışla karşılamak gerekir.

5. Proje, özellikle modern teknolojilere ve büyük ölçekli üretime dayalı rekabetçi bir yapı oluşturduğundan küçük üreticilerin ürettikleri ürünleri daha zor satmalarına ve pazar payı kaybetmelerine yol açabilecektir. Yine şirketlerin markala ve pazarlama avantajları, küçük üreticilerin ürünlerini pazarlamada zorlanmasına neden olacaktır.

6. Projede özellikle kadın iş gücüne ve gençlere pozitif ayrımcılık yapıldığı iddia ediliyor. Ancak, küçük üreticiler kendi aile iş gücüyle üretim yaparken bu tür iş gücü politikalarına uyum sağlamakta zorluk yaratacağı gibi insanların kendi tarlalarından uzaklaşması sonucunu da doğuracaktır.

7. Proje, seraların sulama ihtiyaçlarını karşılamak için yeraltı sularının kullanılmasını planlıyor. Fizibilite raporu incelendiğinde organize bölgenin yıllık yaklaşık 2.5 milyon metreküp suya ihtiyacı olduğu ortaya çıkıyor. Bodrumun yıllık 44 milyon metreküp suya ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde, projede harcanacak suyun büyüklüğü ortaya daha net bir biçimde çıkıyor.

Oysa üreticilerin beklentisi termik santrallere barajlardan temin edilen soğutma suyunun kesilmesi, kuraklığa dayanıklı yem bitkilerinin ekilmesinin desteklenmesi, mısır gibi çok fazla su isteyen büyükbaş yemlerinin ekimini azaltmak için meralarda küçükbaş hayvan yetiştiriciliğinin desteklenmesi iken, bir meranın bu proje için feda edilmesi halkın gerçeklerinden uzak kalıyor.

8.  Alanın genişleme için uygun arazisi bulunmadığından bölgede bulunan balık çiftliklerini bölgeden uzaklaştırmak istediği de fizibilite raporunda yer almaktadır.

9. Projede yer aldığı şekliyle de yönetimde belirleyici şirketler olacak.

PEKİ NE YAPMALI?

TDİOSB gibi projelerin küçük üreticiler üzerindeki olumsuz etkilerini en aza indirmek ve sınıf eşitsizliklerini derinleştirmeden kalkınma hedeflerine ulaşmak için yapılması gerekenler, temel olarak üretim araçlarının demokratik kontrolü ve küçük üreticilerin güçlendirilmesi etrafında şekillenmelidir. Bu bağlamda atılabilecek bazı adımlar şu şeklidedir:  

1. Küçük üreticilerin sermaye sahipleri karşısında ezilmesini önlemek için kooperatifler aracılığıyla örgütlenmeleri teşvik edilmelidir. Kooperatifler yoluyla üreticiler, kendi üretim süreçleri üzerinde kontrol sahibi olur ve karar alma süreçlerine doğrudan katılabilirler. Kooperatifleşme, küçük üreticilerin büyük sermaye gruplarıyla daha etkili rekabet etmesini sağlar. Bir araya gelen küçük üreticiler, toplu alım, toplu satış ve ortak teknoloji kullanımı gibi avantajlarla maliyetlerini azaltabilir ve pazar erişimlerini artırabilir. Bu, küçük üreticilerin ekonomik bağımsızlığını ve gücünü artırarak, sermaye birikiminin birkaç büyük üreticinin elinde toplanmasını engelleyebilir.

2. Devlet düzenlemeleriyle büyük üreticilerin piyasa üzerindeki tekelci etkileri sınırlanmalı ve küçük üreticilerin pazar erişimlerini engelleyecek uygulamalara karşı tedbirler alınmalıdır. Bu, devletin üretim ve ticaret süreçlerini denetleyerek küçük üreticilerin adil bir şekilde rekabet edebilmesini sağlayacak mekanizmaları oluşturmasını gerektirir.

3. Yerel üretim ve tüketim süreçlerinin desteklenmesi, kapitalizmin merkeziyetçi ve dışa bağımlı üretim modellerine bir alternatif sunar. TDİOSB gibi büyük ölçekli, merkezi üretim modelleri yerine, küçük üreticilerin yerel tarım pratiklerini destekleyen politikalar geliştirilmelidir. Bu, küçük üreticilerin yerel pazarlarla doğrudan ilişkiler kurmalarını sağlar ve dışa bağımlılığı azaltarak yerel ekonomileri güçlendirir.

Ayrıca, sürdürülebilir tarım pratikleri teşvik edilmelidir. Küçük üreticiler, sürdürülebilir tarım yöntemleriyle daha ekolojik ve toplumsal açıdan faydalı üretim yapabilir. Sürdürülebilir tarım, yerel toprak, su ve diğer kaynakların uzun vadeli korunmasını sağlarken, küçük üreticilere büyük sermaye gruplarıyla aynı rekabet koşullarında olma imkanı sunar.

4. Kapitalizmin merkezsiz ve bireysel çıkarlar üzerine kurulu plansızlığı yerine, üretimin toplumsal ihtiyaçlara göre planlanması önemlidir. Bu, üretim ve dağıtım süreçlerinin küçük üreticiler, işçiler ve yerel toplulukların katılımıyla planlanması anlamına gelir. Demokratik planlama, üretim araçlarının kontrolünü sadece sermaye sahiplerinin elinden alarak topluma yayar. Üretim, yalnızca kar amacı güden sermaye sahiplerinin çıkarları doğrultusunda değil, toplumsal fayda ve ekolojik dengeyi gözeten bir şekilde organize edilir. Bu, aynı zamanda küçük üreticilerin karar alma süreçlerinde söz sahibi olmalarını sağlar ve onların çıkarlarını korur.

5. Dayanışma ekonomisi kapitalist pazara alternatif olarak öne çıkarılmalıdır. Küçük üreticiler dayanışma ekonomisi modelleriyle örgütlenerek ürünlerini doğrudan tüketicilere ulaştırabilirler. Aracısız ticaret ve tüketici kooperatifleri gibi modellerin geliştirilmesi önemlidir. Bu sayede küçük üreticiler, pazarlama maliyetlerini düşürür ve sermaye sahiplerine bağımlı olmadan ekonomik bağımsızlıklarını koruyabilirler.

SON SÖZ YERİNE

TDİOSB gibi projelerin sınıfsal eşitsizlikleri derinleştirmemesi ve küçük üreticilerin korunması için kolektif mülkiyet, demokratik planlama ve dayanışma ekonomisi gibi alternatif üretim ve örgütlenme modelleri benimsenmelidir. Devlet destekleri ve kooperatifleşme gibi mekanizmalarla küçük üreticilerin güçlendirilmesi, sermaye birikiminin yalnızca birkaç büyük işletme tarafından kontrol edilmesini engelleyecek ve toplumsal eşitliği sağlayacak önemli adımlardır.

Temelde yatan gerçek sorunun, neoliberal ekonomik ideoloji çerçevesinde tarımda kurulan yeni sömürü düzeni olduğu ortada. Bu düzeni kırabilmek için üreticiler ve tüketiciler öncelikli olarak neoliberal politikalara alternatif ve uygulanabilir politikalar geliştirmek zorundalar. Bunu sağlayabilmek içinse temel ve vazgeçilmez şart örgütlenmelerini demokratik bir çerçevede yaratılabilmiş olmaları. Güçlü bir örgütlenmenin sağlanamadığı her durumda şirketlerin ve tekellerin uygulamaları daha da pervasızlaşacaktır.

Sadece güçlü üretici örgütleri ile neoliberal tarım politikalarına karşı; tarımsal üretimin devamını, tarımsal alanların korunmasını, doğayı, ekosistemi, yerli tohumu, biyolojik çeşitliliği ve gıda güvenliğini savunabilmek ve koruyabilmek mümkün olacaktır. Ancak bu sayede çiftçi kendi tarlasında ‘’bedel’’ olmaktan kurtulacak, işlediği tarlada ve ürettiği üründe asıl söz sahibi olabilecektir.        

 




Bu haber 1284 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER EKONOMİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI