Bugun...



Muazzez İlmiye Çığ, HZİ Vakfı Ve 1984’de Kobay Olarak Kullanılan Siyasi Tutuklular!

Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, 110 yaşında hayatını kaybetti. Çığ; Sümer, Hitit ve Akad kültürleri üzerine araştırmalarla yapan bir Sümerolog ve geride birçok eser bıraktı.

facebook-paylas
Tarih: 20-11-2024 01:07

Muazzez İlmiye Çığ, HZİ Vakfı Ve 1984’de Kobay Olarak Kullanılan Siyasi Tutuklular!

NEVZAT ÇAĞLAR TÜFEKÇİ

 Muazzez İlmiye Çığ’ın eserleri:

-Kur’an İncil ve Tevrat’ın Sümer’deki Kökeni (1995),

-Sümerli Ludingirra- Zaman Tüneliyle Yolculuk (1996),

-İbrahim Peygamber - Sümer Yazılarına ve Arkeolojik Buluntulara Göre (1997),

-İnanna’nın Aşkı / Sümer’de İnanç ve Kutsal Evlenme (1998),

-Zaman Tüneliyle Sümer’e Yolculuk (1998),

-Hititler ve Hattuşa / İştar’ın Kaleminden(2000),

-Gılgameş / Tarihte İlk Kral Kahraman (2000),

-Ortadoğu Uygarlık Mirası (2002),

-Ortadoğu Uygarlık Mirası 2 (2003),

-Sümer Hayvan Masalları (2003),

-Bereket Kültü ve Mabet Fahişeliği (2004),

-Vatandaşlık Tepkilerim (2004),

-Atatürk Düşünüyor (2005),

-Sümerlilerde Tufan / Tufan’da Türkler (2008) 

Böyle eserler bırakan bir kişinin; HZİ Vakfı’nın kurucusu olması ve bu vakfın 1984 yılında sağ ve sol siyasi tutukluları kobay olarak kullanarak, ilaç tekelleri için sözde bilimsel araştırmalar yapması ise bir çelişki yaratmaktadır. Çalışmalarıyla tarihe ışık tutmaya çalışan bir insan, hiçbir zaman uluslararası ilaç tekellerinin amaçları ve çıkarları doğrultusunda, insanlık aleyhine bir şeye alet olmamalıdır. Bu durum, bilimsel çalışmalar yaptığı söylenilen bir insanın sahip olması gereken ahlak ve etik kurallara uygun düşmemektedir.

Çığ’ın başkanı olduğu HZİ vakfının yaptıklarını ve bu konuyla ilgili yazılanları, sözde bilimsel çalışma adına yapılan çirkinlikleri ve insanlık dışı davranışları; gerçekleri bilenlerin, olayı yaşayanların tanıklığında gözler önüne seriyoruz. Yücelttiğimiz bazı bilim insanlarının, akademik kimliklerinin altında olumsuz yanlarının da bulunduğunun bilinmesi gerekiyor. Amacımız objektif gazetecilik yapmak ve toplumun bu konuda tam ve doğru bilgi sahibi olmasını sağlamaktır.

İŞTE GERÇEKLER:

ERTUĞRUL ÜNLÜTÜRK (EVRENSEL GAZETESİ)

1984 yılında, ülkedeki bütün cezaevleri devrimci tutsaklarla tıka basa dolu durumdayken içeriden birtakım haberler almaya başladık. Metris cezaevinden bazı devrimciler, iradeleri dışında tıbbi muayeneye(!) götürülüyordu. Götürüldükleri yer, HZİ Nöropsikiyatri Vakfının Gayrettepe’deki merkeziydi. Burada, devrimci tutsaklar üzerinde ABD’de piyasaya çıkacak olan bazı ilaçların denemesi yapıldı, devrimciler kobay olarak kullanıldı. Nazi Almanya’sında Dr. Mengele’nin tutuklulara yaptığı tıbbi denek uygulamasının aynısı burada yapıldı. Bu vakıf, (..)devletin cezaevlerinden devrimcileri alıp, ilaç tekellerinin amaçları doğrultusunda kullandı. Bu vakfın yönetim kurulu başkanı Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, kardeşi Dr. Turan İtil de vakfın yöneticisi ve deney yürütücüsü idi.

Bu deneylere ünlü Doktor Ayhan Songar’ın da katıldığı iyi biliniyor. Vakfın ismi, Muazzez İlmiye Çığ ve Turan İtilin anneleri Hafize Zekeriya İtilin ad ve soyadının baş harflerinden oluşmuştu. Dr. Turan İtil, tutukluların kobay gibi kullanıldığını, ABD’de yayınlanan bir tıp bültenine yazdığı makalesinde itiraf etti; zaten şimdi ABD’de yaşıyor ve New York Üniversitesinde öğretim üyeliği yapıyor. Yani sırtında yine cübbe var. Deneylerin sonuçlarını eş-dost sohbetlerinde açıklayan Ayhan Songar birkaç yıl önce yaşamını kaybetti. HZİ vakfı ise 1990’da devrimciler tarafından kullanılmaz hale getirildikten sonra tabelayı indirip dükkânı kapatmak zorunda kaldı ama suçları bakidir.

O dönemde vakfın yönetim kurulu başkanı olan Muazzez İlmiye Çığ’ın vakıfta olan bitenden haberi var mıydı bilemiyorum ama sonradan mutlaka haberdar olmuştur. Bu olayın kamuoyunda epey konuşulduğu fakat yalanlanmadığı ve olayın üzerine cübbe örtüldüğü de ayrı bir gerçektir.

Geçmişimizle yüzleşmekten korkmayacaksak ve yüzleşmekten yanaysak eğer, cübbelerin altındaki yüzleri de kuşkusuz tanıyacağız ve hatırlayacağız. Sapla samanın birbirine karıştığı, cübbelerin altında çağdaşlıktan dem vurulduğu bu dönemde her cübbede bir keramet aranacaksa bizim daha çok işimiz var.
YAZI: https://www.evrensel.net/haber/206217/kusatilan-cevremiz, 18 Nisan 2009

ORHAN GÖKDEMİR (GAZETECİ)

1990 yılına denk gelen bir Haziran gününde dört Dev-Sol militanı Gayrettepe’deki HZİ Vakfı binası Devrimciler tarafından bombalandı. Eylemin ardından bildiride “Amerikan ilaç tekellerinin hizmetinde çalışan ve CIA tarafından finanse edilen HZİ Vakfı, örgütümüz tarafından basıldı ve tahrip edildi” deniyordu.

HZİ Vakfı pek bilinen bir kuruluş değildi. Haberini yapan gazeteciler bile şaşırmıştı vakfın hedef alınmasına. Kurucularından Prof. Dr. Turan İtil de pek tanınmış bir isim değildi. Diğer kurucu Prof. Dr. Muazzez İlmiye Çığ herkesin malumuydu. Malum olmayan iki profesörün kardeş olduğuydu. Yönettikleri vakfın 12 Eylül karanlığında cezaevlerinde üstlendiği uğursuz rol de öyle... 

Küçük kardeş Turan pek hazırlıklı ve donanımlıydı; vakıf adına 12 Eylül’ün en karanlık yıllarında generallerin teşvikiyle Mamak, Metris, Erzurum gibi siyasi tutuklu ve hükümlülerin çoğunlukta olduğu toplama kamplarında solcular üzerinde farmakolojik deneyler yaptı. Hatta seçilen bazı mahkûmlar adı geçen vakfa taşındı, burada da “bilimsel” deneylere tabi tutuldu. Vakfa yakın oturan site sakinleri kafalarında tuhaf başlıklar ve kablolar olan insanlar gördüklerini söylüyorlardı. Vakfın kurbanları deneylerin farmakoloji ile sınırlı olmadığını; hipnoz, beyin fizyolojisi, elektromanyetizma gibi “zihin kontrolü” ile alakalı alanları kapsadığını söylüyorlardı. Belli ki o karanlıkta fizik ile fizikötesi arasındaki sınır kolayca aşılmıştı. 

Milli Güvenlik Konseyi emriyle cezaevlerinde yürütülen bu çalışmalara katılan bir isim daha vardı. 12 Eylül cuntasına yakınlığı ile meşhur Prof. Dr. Ayhan Songar hem bağımsız olarak Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümünde hem de HZİ Vakfı bünyesindeki çalışmalara katılıyordu. Hep birlikte “insanlardaki komünist eğilimlerin tedavi edilebilir bir hastalık olduğunu” ispatlamaya çalışıyorlardı. 

Prof. Turan İtil bombalama eyleminden sonra, biraz da ülkedeki karanlığın dağılmakta olduğunu fark ederek vakfın kapısına kilit vurup ABD’nin yolunu tuttu. O gidince cezaevlerine yönelik çalışmaları Ayhan Songar yürüttü. Amerikan menşeli birtakım ilaçlar solcular üzerinde deneyerek, tutsakları rızası dışında elektro-fizyolojik çalışmalara dahil ederek birtakım deneyler yoluyla beyinde komünistliğe neden olan bir hastalık odağı aradılar. Bulamadıklarını biliyoruz.

HZİ Vakfı’nın kurucusu Turan İtil, o korkunç işlerin tam ortasından Türkiye’ye fırlatılmıştı. Ayhan Songar ise ülkenin yerli ve milli karanlığı “Türk-İslam Sentezi”nin ürünüydü.12 Eylül generallerinin bu ikiliyi teşhis etmesini ve kullanmasını asla rastlantı sayamayız. 

Turan İtil hakkında…

Turan İtil sıradan bir farmakolog, alelade bir akademisyen değildi. Dünya çapında araştırmalara, buluşlara, patentlere imza atmış, ABD’de yabancıların ulaşamayacağı haklar elde etmişti.

Şaşırtıcı bir biyografisi var haliyle. Nazi Almanya’sının şerrinden kaçıp Türkiye’ye sığınan Yahudi kökenli bilim insanlarından Ord. Prof. Dr. Philipp Schwart’ın öğrencisi. Bu ilişki ona 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da çalışma fırsatı verdi. 1960’lı yılların başında Almanya’da Erlangen-Nürnberg Üniversitesi’nde doçent oldu ve Nöropsikiyatri Bölümünde başhekimlik yaptı. O yıllarda St. Louis Missouri Üniversitesine davet edildi. 1974’e kadar araştırmalarını burada sürdürdü. 1975’te davet edildiği New York Tıp Koleji’nde Biyolojik Psikiyatri Başkanı olarak 15 yıl görev yaptı. Amerikan Hava Kuvvetleri ve Missouri Üniversitesi Psikiyatri Enstitüsü bünyesinde LSD üzerine araştırma birimlerine öncülük etti. Amerikan Ordusu ile birlikte çalıştı, NATO ile sıkı iş birliği yaptı. Dahil olduğu ve destek verdiği projeler arasında CIA destekli meşhur “Zihin Kontrol Programları” da var.

Ardından kendi vakfını kurdu, araştırmalarını orada sürdürdü. Fakat Amerika’da ayaklanan gençler vakfına sıkıntı çıkarıyor, protesto ediyor, imkân bulursa yakıp yıkıyordu. Vakfı Türkiye’ye taşımaya karar verdi, burada daha özgür olacaktı. 1971’de Gayrettepe’de kurulan HZİ Nöropsikiyatri Vakfı, New York’taki HZI Research Center’ın bir şubesiydi.

1983’de CIA’nin Uluslararası Dış Politika Enstitüsü ve HZİ Vakfı ortaklığında “Uluslararası Terörün Çağdaş Yönleri” adlı bir seminer düzenlendi. Katılımcılar arasında Turan İtil’in dostu CIA İstasyon Şefi Paul Henze, Orgeneral Necdet Öztorun, Vali Nevzat Ayaz vardı. 1985’te “Türkiye’de Teröristlerin Rehabilitasyonu Uluslararası Sempozyumu”nu düzenledi. Henze yine onur konuğuydu.

Songar ekolünden gelen “Psikiyatrist” Prof. Nevzat Tarhan, sonuçları kamuoyundan gizlenen bu araştırmayla ilgili olarak Prof. Songar’ın dost sohbetlerinde “Araştırmanın sonuçlarına göre sağcılar geri zekâlı, solcularsa anti-sosyal ve psikopat çıktı” dediğini itiraf etti. Büyük keşiftir. Geri zekâlılığın tedavisi yoktur ama anti-sosyallik ve psikopatlık tedavi edilebilir! 

Kurbanı, İtil’i tanıyor

“Ülkücü” Muhsin Yazıcıoğlu ekibinden Recep Küçükizsiz cezaevinden çıkıp uzun yıllar yurtdışında kaçak yaşadıktan sonra 2011 yılında ülkeye döndü. Bir gün unutmak istediği Mamak’ın beyaz önlüklü Mengelesi umulmadık bir yerde karşısına dikildi. Televizyonda bilirkişiydi Dr. Mengele. Aradan geçen onca yıla rağmen Prof. Dr. Turan İtil’i hemen tanıdı ve soluğu mahkemede aldı. Binlerce kurbanı olan Prof. İtil böylece ilk kez resmi soruşturmanın konusu oldu. Bunun dışında hakkında tek bir soruşturma açılmamıştı. Niye açılsın? Turan İtil bu düzenin ta kendisidir.

Beş bin kişi üzerinde araştırma yapıldı

Beş bin kişi üzerinde “araştırma” yapan Prof. Dr. Turan İtil de vaktiyle bir dergide derin bulgularını şöyle anlatmıştı: “Bunların elinde olmayan bir şey var, içgüdüleri var, bunu anlayabilmek için iki tanesini görmeniz kâfi, üç taneye gerek yok. Öyle bir şey ki bunlar, buluttan nem kapan insanlar, kendileri de bilmiyorlar, kontrol edilemeyen bir kızgınlıkları var. Terörist olmasalardı da katil olurlardı… Biz bunların bilgisayar programcısı yapılmasını önerdik. Bir de en iyi ilaç yaştır. Kimse 40 yaşından sonra terörist olmaz. O halde kırka kadar beklemek gerek. 40 yaşına kadar içeride tutulmaları gerekir. Pahalı bir yöntem ama idamdan daha iyi.”

Yazı: https: https://haber.sol.org.tr/yazarlar/orhan-gokdemir/bizim-sevgili-hastaligimiz-266019, 06.07.2019

İBRAHİM AYDIN (BİRGÜN YÖNETİM KURULU BAŞKANI)

Çığ ve kardeşi Turan İtil’in, 12 Eylül 1980 darbesi sonrası Erzurum 3 No’lu Askeri Cezaevi’nde siyasi tutuklulara yönelik gerçekleştirdikleri ‘tıbbi deneyleri’, dönemin siyasi tutuklularından olan BirGün Gazetesi Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Aydın şöyle anlattı:

 “İğne Vurma Furyası”

Zaman zaman üzerinde elbise olmadan sadece küçük bir battaniye vererek hücrelere atarlardı bizi. Ona karşı uzun bir direniş sürdü. Tabii bu arada şöyle bir şey de oldu onu anlatmadan geçmeyeyim. Bize bir ara, özellikle hücrelere götürüp çıkarırken yoğun iğne vurmaya başladılar. Yani ne olduğunu bilmediğimiz tarzda böyle bir anda işte 5 enjektörün, 6 enjektörün doldurulup iğne vurulduğu olaylar olmaya başladı. Hücreye giden arkadaşların hemen hemen hepsine aşağı yukarı bu uygulamayı yapmaya başladılar. Hücreye giriyorsun 1 hafta sonra çıkıyorsun, girerken atıyorum 10 tane iğne yiyorsun çıkarken bir 10 tane daha iğne yiyorsun. Sonra 1 hafta sonra bir daha gidiyorsun yine o iğneyi vuruluyorsun.

Öyle bir yoğun bir iğne vurma furyası başladı. Bir yandan da bizi havalandırmaya çıktığımız zaman bizi kulelerden gözleyen, hiç tanımadığımız tipler ortaya çıkmaya başladı. Birkaç ay sürdü bu uygulama. Saymıştım, 52 tane iğne vurmuşlardı bana. Sonra herhangi bir etkisi olmadı. Herhangi bir şey hissetmedim. Daha sonra bunun ne olduğunu araştırdık, öğrendik.

Yazı: https://www.birgun.net/haber/ibrahim-aydin-hzi-noropsikiyatri-vakfinin-deneylerini-anlatti-52-igne-vurmuslardi-bana-577187, 19.11.2024

KEMAL İNAL (AKADEMİSYEN)

Uluslararası çapta aldığı bir ödülü yok. Aldığı yerli ödüller de burjuvazinin kaymak tabakasının kurduğu çeşitli “cemiyet” örgütlerinin (Lions Kulübü, Rotary Kulübü) ödülleridir. Çığ adına düzenlenmiş bir uluslararası konferans veya kongre/sempozyum yok. Yine yurt dışında bir üniversitede adına kurulmuş bir kürsü de yok.  Onu, canı sıkıldıkça parlatan bir “ulusal kamuoyu” var sadece. Bazı okurları, kitaplarındaki bilgilerin ve dilinin sistematiklikten yoksun ve özensiz olduğunu iddia ederler. Üstelik kitaplarının “sosyalizm” ve “devrimci” düşmanı, eski PDA’cı Perinçek’in Kaynak Yayınlarından yayınlanması da Çığ’ın ideolojik olarak beslendiği ana kaynağı gösteriyor.

Çığ’ın kadın hakları ve laiklik savunucusu olduğu söylenir hep. Sorsanız, Türkiye’nin kadın hakları savunucusu çoğu feministi Çığ’ı bilmez, tanımaz. Hangi kadın hakları eyleminde nerede tavır koymuş, sosyal sorumluluk almış, belli değil. İslam’a dair bazı konularda ileri sürdüğü fikirlerin, örneğin Müslüman kadınların siyah örtüsünün/kara çarşafının/başörtüsünün (beş bin yıl önce) Sümerli rahibeler tarafından genç erkekleri sekse başlatmak için takıldığını ileri sürdü ve bundan dolayı yargılandı ancak aklandı. Öte yandan Kur'an'daki birçok hikâyenin aslında Sümer efsanesi olduğunu iddia etti. Bütün bu iddialar popüler iddialardır ve ciddi araştırmalara dayanmaz. Fakat en fecaat durum şu: Kardeşinin, devrimci tutukluları (ve ülkücüleri de) deneylerinde kobay olarak kullanmasının ardındaki Amerikan ilaç tekellerinin çıkarları çerçevesinde hareket eden uluslararası kalibrede bir anti-komünist olmasıdır.

Komünistliği sapkınlık, aptallık ve gri zekalılıkla eşitleyen bu bakış açısının her şeyden önce darbeci veya darbe destekçisi olarak mahkum edilmesi gerekirken günümüz laik, seküler ve cumhuriyetçi kamuoyu, sanki böylesi bir vahşet (mahpusların iradeleri dışında farmakolojik kobay/denek olarak kullanılması) hiç yaşanmamış gibi berbat bir “Cumhuriyet Kadını” imajı yaratıp klişe deyimle “algı operasyonu”na soyundular. Devrimci olmayı politik bir tercih değil de ruhsal hastalık olarak damgalamak, Amerikan anti-komünist McCarthyci geleneğin iyi becerdiği bir operasyondu. Çığ’ın vakfının amacı, aslında komünistliğin tedavi edilebilir bir hastalık olduğu sayıltısına göre ABD tarafından şekillendirilmişti. Devrimcilerin beyinleri üzerinden yapılan çalışmalar, sözde beynin belli bir bölgesinde komünizm denilen bir hastalık olduğu varsayımına dayanıyordu. O zaman bu bölge saptanırsa, buna yönelik tanı/teşhisin ardından ilaç belirleme aşaması gelebilirdi. Nitekim 12 Eylül sonrası solcu ve sağcıların “karıştır barıştır” uygulaması doğrultusunda aynı koğuşlara tıkılıp resmi ideolojinin tüm vahşetiyle uygulandığı (örneğin İstiklal Marşı’nı ezberleyemeyenlerin dövülmesi) bir ortamda her türlü ekstrem ideoloji, bir tür ruhsal sapkınlık olarak tarif edildi. Öyle olunca da Muazzez İlmiye Çığ’ın kardeşi Turan İtil, tıp profesörü Ayhan Songar gibiler, sözde bilimsel araştırma adına tutukluları kendi ilkel ideolojik tıbbi yaklaşımlarının kurbanı yaptılar. Bu süreçte Amerikan ilaçlarının tutukluların üzerinde denenmesinin ne tür sonuçlara yol açtığı bilinmiyor. Keşke araştırılsa bu konu. 

Son olarak burada beni ilgilendiren bir konudan bahsedeyim: Almanya’nın ünlü vakıflarından olan Alexander von Humboldt-Stiftung’un “Philipp Schwartz-Initiative” programı çerçevesinde burs alıp bir Alman üniversitesinde üç yıl araştırma yapıp dersler verdim. Buradaki kritik figür, adına açılmış Almanya bursu aldığım Yahudi kökenli bilim insanı Philipp Schwartz ki bu kişi Nazi zulmünden kaçıp geldiği Türkiye’de çok sayıda öğrenci yetiştirdi tıp alanında. O öğrencilerden biri de Nazilerin kullandığı yöntemlere benzer bir yöntemi İstanbul’da kurduğu vakıfta deneyen veya kullanan Profesör Turan İtil yani Çığ’ın erkek kardeşi idi. (..)Bu tür programlar çerçevesinde 12 Eylül’den sonra tutuklulara uygulanan askeri disiplinle onları topluma yeniden kazandırma programları, öncelikle tutukluların vahşi şiddetle iradelerinin kırılmasını hedefliyordu. Bu uğurda Atatürkçülük adı altında resmî ideoloji bir sopa gibi kullanıldı. Siyasi tercih yapmış tutukluları bir hasta gibi görüp onları psikopat, geri zekâlı veya aptal olarak kodlamak, tıbbi bir araştırma değil, önyargılara dayalı bir Nazi yöntemidir.

İşte Muazzez İlmiye Çığ, bütün bu olanları biliyordu ama bunların yanlış, insanlık dışı olduğuna dair tek bir kelime etmedi. Çünkü kamuoyunu Sümerler üzerinden tavlamışken beş bin yıldan bugüne, günümüze gelme gereği yoktu ama Çığ’ı nasıl olduysa “çağdaş” ilan ettiler. Çağdaş ama çağdışı.

Yazı: https://www.gazeteduvar.com.tr/muazzez-ilmiye-cigi-nasil-gomelim-haber-1736267#google_vignette, 19.11.2024

İLHAN BOZKURT (EGE DEV-GENÇ BAŞKANI)

Muazzez İlmiye Çığ vefat etmiş. 12 Eylül dönemi. Yıl 1981 sonbahar olmalı. Buca Bölge Cezaevinde yüzlerce devrimci tutuklu. Bizleri spor salonu gibi büyük bir salona topladılar. Önümüze birkaç anket sayfası koydular. Sorulara bir göz attığımızda bizleri mutlak suçlu, yüz kızartıcı suçlar işlemiş, düşük ve düşkün insanlar olarak muhatap alan anketi protesto ettik. Cevap vermeyi reddettik. Bu anketi yapanların cuntayla işbirliği yapan HZİ VAKFI olduğunu öğrendik.

Muazzez İlmiye Çığ, Nokta Dergisi'nde yayımlanan bir yazıda tutsaklara "zihin kontrolü" ve kimyasal ilaçlarla "deney" adı altında yaptıkları işkencelerle ilgili olarak "deneyler"in tutukluların rızası dahilinde olduğu yalanını söylemişti.

DR. SİREN BORA (TARİHÇİ)

Bir ünlü şahsiyet vefat etmiş. Kimilerince eski "sol" cenah; benim için ise, bir zamanlar ülke geleceğinin tek umudu olan "aydın beyinler"in büyük bir bölümü veryansın ediyor... Peki kamuoyu olayın vehametinden neden haberdar değil? Yazıldı da okumadılar mı?
Kamuoyunun tümü magazin takip etmiyor. Siyasi, bilimsel makaleleri de takip eden okuyan var.

Kaç yayın var. Bir bakalım. 1985 yılı Nokta Dergisinde konuyla ilgili bir haber var. Sonra 2010 tarihinde (1980 darbesinin 30. Yılında)  tıp camiasında kendi aralarında konuşulmuş.

Sonra 2019 tarihinde yayınlanan bir Orhan Gökdemir makalesi var. Hepsi bu kadar. Peki konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi olanlar neden şimdiye dek suskun kaldı? Bilgi sahibi olanlar arasında bunca yıldır, alanlarında makale ve kitap yazanlar, ilgili şahsiyet hayattayken neden bu konuyu da kaleme almadı? Yayınlamadı? Neden kamuoyu bilgilendirilmedi?

Neden o şahıs hayattayken açıkça hesap sorulmadı?.. Eğer hakkında yazılanların tümü doğruysa, bunca insanın bir hayale tapmasına neden izin verildi? Eğer hakkında yazılanların tümü doğruysa, sözkonusu vakıfta kobay olarak kullanılıp acı çeken onca gencin hatırasının zedelenmesine neden izin verildi? Bu ülkenin insanının bir özeleştiriye ihtiyacı var...


Not: Eksik bilgim varsa lütfen tamamlayınız. Pek çoğunun aksine eksik, hata ve yanlışlarımın gösterilmesine gocunmam. Mutlu olurum. Yeter ki tek amaç rencide etmek olmasın.
 




Bu haber 1435 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SİYASET Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI