KORONA İLE SAVAŞMAK İYİLİK, KÖTÜLÜK ya da AŞK
“Öldürmeyen dert beni güçlü kılar.” F. Nietzsche
Koronavirüs alarmına karşı evlere çekilip maskeli, kontrollü, sosyal mesafeli, hijyenik, karantinalı, kaçarak savaşmamız 90. gününü de doldurdu. Bu dönem içinde insanlık çok şey kaybederken birçok farkındalık da insanlığın yaşamına girdi: Bitkiler, toprak, güneş, su, oksijen, sağlık, yaşama arzusu, gökyüzü, arkadaşlar, çalışma, yaşamı bölüşme, egolardan uzak yaşam ve narsist dünyamızla yüzleşme…
Aklımın ucunda iki seçenekli bir soru kelebekler gibi bir dolaşıp bir konuyor…
Yirmi dört saatlik ömrü bile olmayan bu kelebeği kanatlarından yakalayıp uçup kaybolmaması için sayfamın en narin köşesine iliştiriyorum:
Şimdiden 3.Dünya savaşı diye adlandırdığımız bu savaştan kim galip çıkacak?
Koronavirüsler mi, insanlık mı?
Daha elzem bir soru: Bu savaştan ve yaşananlardan sonra koronavirüsler tekrar mutasyona uğrayıp güçlü bir şekilde insanların karşısında varlığını sürdürebilecek mi?
İnsanlık, yeni dünyaya ibret almışçasına tebessümle girebilecek mi?
Velev ki bu savaşı insanlık kazansa da “eski tas eski hamam” yaşam biçimiyle şizofrenik galibiyetten ileriye gidemeyeceğimizi hatırlatmak isterim. İşte o gün dünyayı bugünkünden daha güçlü kasırga bekliyor demektir.
Yerküremizin “gürül gürül akan” ivmesini yavaşlatan virüs, lise yıllarımda okuduğum romanlarla yüzleştiriyor beni: Yaşadığımız Koronavirüslü dünyayı John Steinbeck’in “Bitmeyen Kavga” romanındaki köylülerin psiko-travmatik ruh hallerine benzetiyorum. ABD’deki tarım işçilerini konu edinse de; geçinebilmek için topraklarından kopmak zorunda bırakılan, maliyetleri karşılayamadığından borçlanıp toprağını kaybeden insanların çaresizliği, yaşama tutunma kavgaları…
Koronivirüslü dünyada da virüsler insanların işlerini kaybetmesine sebep oluyor. Home homini lupus: İnsan insanın kurdudur ya da virüs insanın kurdudur.
Koronavirüsle insanlık dünyasının kavgası da sürece gibi, “Bitmeyen Kavga” gibi…
Romanda, Jim Nolan’ın neden elma işçilerinden yana savaşmak kararı aldığını sorduklarında arkadaşlarına; “tüm ailem bu düzenin kurbanı oldu…” ve “…Bir amaç uğruna çalışmak istiyorum…” “Ama şunu bilmezler; insanları birleştiren en güçlü bağ ortak kavgalarıdır…”
London isimli işçi önderinin, doğum sancısı çeken kızının doğurmasına yardım eden Mac, doğum esnasında bez olarak kullanılmak üzere, atlet, gömlek ve benzeri gibi eşyalarını işçilerden ister. İşçilerin kimisi üzerinden çıkarır, kimisi de yedeğinde bulunan eşyaları hızlıca Mac’e verir. Mac, doğum için gerekli bezleri kullandıktan sonra geri kalan eşyaların yakılmasını ister. Bu durumu garipseyen Jim, “O kadar ihtiyacın yoktu, London’a yaktıracaktın, neden fazla bez topladık?” diye sorunca, “…eşyasından bir parça veren herkes bu işin kendi işi olduğunu hissetti. O bebek için sorumluluk üstlendi hepsi. O bebek artık onların bebeği, çünkü kendilerinden bir parça gitti ona. O bezleri geri vermek bu olayla bağlarını koparmak anlamına gelecekti. Eğer bir insanı eylemin bir parçası yapmak istiyorsan, bu eylem için bir şeyler vermesini sağla… ” sözleri, Koronavirüs günlerindeki bencilce panik stoklamayla ne kadar tezat geldi size de değil mi?
İYİLİK Mİ, KÖTÜLÜK MÜ? YOKSA AŞK MI KAZANACAK?
İlk göz ağrım diye andığım “Soğuk Bir Kış Güncesi” romanımın ön sözünde, iyilerle kötülerin bitmeyen kavgasından bahseden hikâyeye yer verdim.
Dünyanın ilk tek Tanrılı dininin Zerdüşt’ün bize anlattıklarına bakılırsa;
Ehrimen (kötülük) ve Hürmüz (iyilik) taraftarları bir meydanda toplanır ve meydan muharebesine tutuşurlar. Günbegün her iki taraftan yiğitler çıkar meydana. Bu meydanın ortasında ve yüksek bir tepesinde heybetli bir varlığın elinde dünyamızın temsili; bir yarısı karanlık, diğer yarısı aydınlık bir yerküre vardır. İlk muharebede galip olan taraf Ehrimenlerdir. Heybetli varlığın elindeki yerkürenin aydınlığı azalırken karanlığı çoğalır; ortaya “Nifak” çıkar. İyilikten yana kim varsa, herkesi yere serebileceğini söyler. Onu, Hürmüzlerden “Muhabbet” yener. Muhabbet’i ise “Gazap” yener. “Gazap” ı “Hikmet” adında iyilik temsili yiğit yener.
Sonra, Ehrimenlerden “Nefsi Emare” (kötülüğe sevk eden nefis) ortaya çıkar. Fakat Hikmet’i yenemez, tutsak eder…
“Pat” durumu her iki tarafın da moralini bozar. Her iki taraf da bu pat durumunu bozacak, kendilerinden daha güçlü bir yiğidin çıkmasını bekler.
Gel zaman git zaman “bir yiğit” meydanda belirir.
Önce Hürmüz taraftarlarına döner ve seslenir:
“Siz olmasaydınız kötünün kötü olduğu bilinmezdi.”
Sonra, kötülük tarafı Ehrimenlere döner ve seslenir:
“Siz olmasaydınız iyilik nedir, bilinmezdi.”
En sonunda elinde kararmış temsili yerküre ile muharebe alanının yüksek bir tepesinde dikilen heybetli varlığa döner ve der ki;
“ Ama ben ‘aşkım’ ve yalnızca ona taparım!”
Yiğidin bu sözlerinin üzerine yerküredeki aydınlık ve karanlık dengeye girer; Ehrimen ve Hürmüz taraftarları el ele verip birlikte yürürler; aşka, sevgiye, barışa ve kardeşliğe doğru hep birlikte yürürler.
Günler, saatler ve dakikalar evden şehirlere, tatillere, denizlere ve yaylalara akıyor. Her ev bir odaya, her bir oda bir şehre dönüşedursun. Normal yaşama dönüyoruz. Ancak yeni yaşamda bizleri Ehrimen’ler mi Hürmüz’ler mi, Aşk mı bekliyor bilinmez…
Velev ki Koronovirüsü insanlık yenecek, eski normallerimiz olan savaşlar, göçler, doğa tahribatı, depremler, ozon tabakası, asit yağmurları, ırkçılık, ötekileştirme, adaletsizlik, sağlıksız toplumun mühendisliğini inşa eden Ehrimen dünya değil aşkın egemen olduğu dünya kazansın!
Yazı bitiyor, söz bitmiyor… Nesrin aşkını manzum kıskanıyor… Gönlünü almak istercesine adımlıyorum eski Milas sokaklarını, dize dize… Tılsımını bozmadan şehrin yorgun sırtına kazıyorum dizeleri, bir cam fanusla salıyorum, kuru nehrin kurbağalarını uyandırmadan:
Sokakların kederi var, yolların dilleri… Aşınmış leçelerde nasırların gölgeleri… İzbe sokaklarında Hayıtlı çiçekleri… Yollarına göçebedir avare kervanlar, cumbalı evler, Bey Cin’de balkı dizeler, yüzlerine limon ayaları düşen on bir ayçiçekleri, Antik anılar taşır sırtlarında Haytalar…
ERDAL KARA
17.06.2020