Bir beynin zihin üretebilmesi için en az 383 nörona sahip olması gerekiyor. Bir solucanın bile 383’ten fazla nörona sahip olduğu düşünüldüğünde, veri akışını enformasyona, enformasyonu da düşünceye çevirebildiğini bugünkü bilimle biliyoruz.
Verileri enformasyona, enformasyonu da düşünceye çevirebilmek bir solucan için bile mümkünken, muazzam bir beyne sahip olan insanın –ki ortalama 100 milyar nörona sahiptir– neden düşünmekte ve dolayısıyla düşünce üretmekte bu kadar başarısız olduğunu sorgulamak gereklidir.
Bu sorunun cevabı şudur: Verileri enformasyona, enformasyonu ise inanca dayandıran bir insanın bilimsel ve çağdaş felsefi düşünce üretme yeteneğini kaybetmesinde yatmaktadır. Çünkü düşünce üretmek için sadece nöron, sinaps gibi beynin fiziksel varlıklarına değil, enformasyonu işleyebilen bir zihinsel yapıya da ihtiyaç vardır. Peki, insan aklı bu kadar işlevsiz hale nasıl gelmektedir?
Bir kere insan zihnine giriş yapan verilerin, zihin tarafından enformasyon olarak algılanması ve bu enformasyonun işlenmesi gerektiğini anlamak önemlidir. Enformasyona inanmak yerine, üzerinde çağdaş felsefe ve bilim ışığında düşünmek ve zihni bu şekilde işlemeye öğretmek gerekir.
Nasıl bir zihne sahip olacağımız –inanan ve iman eden mi yoksa düşünce üreten mi– doğduğumuz andan itibaren 12 yaşına kadar ailemiz ve eğitim çevremiz tarafından belirlenmektedir.
Eğer inanmaya meyilli bir kişilik olarak yetiştirildiysek, bilinçli bir çaba göstermediğimiz takdirde ömrümüz boyunca düşünce üreten bir birey değil, yalnızca inanan bir yetişkin olarak yaşar ve ölürüz.