Türkiye haritasında ne kadar yer kaplıyor, Muğla haritasında ne kadar yer kaplıyor, kırmızı bir noktayla gösterilecek kadar bile yok belki Akbelen. Ama dünyanın merkezi oldu şimdi. Bazen bazı olaylar beklerken değil beklemezken cereyan eder gücü büyüklüğünden değil haklılığından yerelliğinden alır.
" Milas'tan çıkıp Ören yoluna hareket ederseniz 20 km sonra bir köyle karşılarsınız, bir tepenin yamacında içe doğru yerleşmiş, küçük evler, çiçek bahçeleri, salkım domatesler, küçük bahçe ağaçları, nar ve ayva ağaçları içinde ama en çok da zeytin ağaçları ile çevrili bir köy. Yukarıdan aşağı aşağıdan yukarı ulu çam ağaçları karşılar sizi.
Küçük evleri, alçak damları ile tam bir doğa sığınağı köy. Oraları korusun, hayata neşe ve canlılık katsın diye kurulmuş bir köy gibi. Elbette daha derin hikâyesi vardır.
Beli bükülmüş yaşlı bir amcanın : 'napiyim oğlum, nere gideyim ömür burada geçti, şu taşın bile bir anısı var, şu derenin, şu yolun, şu ulu çam ağaçlarının gitme der gibi bir bakışı var üstümde '
Sadece orda yaşanmış tarih için bile, o içe içe yapılmış evler, yollar için ama kimsenin yolunu kesmeden, suyunu kesmeden kurulmuş hayatlar için bile bu güzel, küçük evler o doğanın varlığı için korunmalı değil, zaten orası onların yaşamalı."
Haziran 2020 yılında Mucep olarak Akbelen ziyareti zamanlarında yazdığım yazıdan bir bölümdü.
O günden bugüne duyarlı niçin yaşadıklarının orayı yurt edinmenin ne demek olduğunun bilincine varmış artık sadece orda yaşıyor olmaktan değil bu coğrafyada yaşayan birey olarak yaşam savunucusu olmuşlardı. Akbelen ormanın büyüttüğü beslediği bu insanlar şimdi o ağaçların elleri ayakları olmak ve geleceğe taşımak istiyorlardı bütün direniş bunun içindi. Kendilerinden önce de olan kendilerinden sonra da olmalı tüm canlılar için yaşam Akbelen’de sürmeliydi. Çünkü çok çekmişler, ezilmişler, sürülmüşler tarları haraç mezat fiyatına ellerinden alınmış, üstelik zeytin ağaçları kendilerine kestirilmişti. O çam ağaçları altında insanlar ağlaya ağlaya neler anlatmışlardı.
"Tarlarımızı bir oldubittiye getirip istimlak ettiler içindeki zeytinleri siz alın ister sökün isterse odun edin diye size bağışlıyoruz dediler o kadar zeytini biz kendimiz kendi ellerimizle kestik. Çinayeti bize işlettiler. Suçu onlar hazırladı cinayeti bize işlettiler. Çünkü bilmiyorduk, zeytin yasasından hukuki haklarımızdan haberimiz yoktu. Bunları öğrendikten sonra çevre örgütleri gönüllü yaşam savunucusu insanlar ile tanıştıkça yaptığımız yanlışların farkına vardıkça kendimize güvenimiz geldi. Yasal haklarımızı aramaya ve Akbelen ormanı için her şey değer düşüncesinde birleştik ."
Son yıllarda dünyanın en büyük ekoloji ve adalet hareketi orda Akbelen Ormanlarında cereyan ediyor. Orantısız bir güçle saldıran devlet güçleri günlerdir direnişi kırmak orayı dağıtmak ve tümüyle şirket lehine ele geçirmek için çalışıyor. Orayı yurt edinmiş insanların manevi değerlerini anılarını ormanla kurdukları bağları bir çırpıda yok ederek ormanı işgal ederek içindeki ulu çam ağaçlarını 80'li yaşlardaki teyzelerin, amcaların gözleri önünde yere devirdiler. Bu psikolojik bir travmadır. Orman kültüründe orman köylüleri ağaç kesiminden etkilenmesin diye yaşlı insanlar uzak tutulur gerekirse onlara manevi destek sunulurdu, eskiden.
İkide bir anayasa üst metindir herkesi bağlayan üst metindir diyoruz. Cumhurbaşkanı da beni de aynı yasalar bağlasın o zaman. Ünlü bir sözdür yasalar ya iyidir ya kötü. Maalesef bizde uygulama yoluyla kötü. Ormanı, zeytini yerel yaşamı koruyan o kadar yasa var ama uyulmuyor. Sermaye şirketleri devlet imkanlarını kullanan iktidara istediğini yaptırıyor.
Oturmuş bir hukuk sistemimiz, oturmuş bir demokrasi kültürümüz olmadığı için orda herkesin gözü önünde bu yörenin en gür en ulu çam ağaçlarını kestiler. Ormancılar derneğinin açıklamalarına göre 65 bin çam ağacını onca direnişe, tepkiye rağmen devlet desteği ile kestiler. Kalan iki üç bin çam ağacı o da direnişin sürdüğü ana merkez civarında mutlaka yeni gelişmeler olmazsa onları da saldırıp kesecekler.
Herkes yaşayıp gidiyordu, bir şey yoktu aslında köylüler ve orman içiçe yaşayıp gidecekti.
Şu fani dünyada deyip başlayan konuşmaları yapan böyle düşünen mufazakarlık, milliyetçilik gibi konularda ahkâm kesenlerin politika yapanların Türk Töresi'nde ormanın ağacın mezarın geleneğin yerinin ne demek olduğunu bilmediğini düşünmek aptallık olur?
Peki nedir bu Yörük yurdu Akbelen karşısındaki duyarsızlıkları? Ekmeğimi versinler de isterse tüm ormanları kessinler öyle mi? Biz kitabını yazarız. Yörük göçü düzenleriz nasıl olsa bu dünya geçici, değmez kuşu kurdu, ormanı savunmayı, onları solcular, çevreciler yapar zaten öyle mi?
Neitche'nin bir sözüyle yazıyı sonlandıralım. " Herkes köleyken kölelerden biri boynundaki zinciri kırıp atsa ve özgürlük nedir onun farkına varsa diğer köleler hemen ona saldırırlar niye çıkardın boynundaki zinciri tak onu boynun diye inleşirler ."
İşte bu duruma kölelik Ahlakı, diyor Nitche. Herkesin birlikte boynundaki zinciri kırıp atma şansı varken bunu yapmazlar çünkü kaç kuşak boyu hep köle kaldıkları için yaşamın böyle bir şey olduğunu ve böyle gelmiş böyle gideceğini düşünürler. Çünkü onları böyle düşüntürden efendilerin ahlakıdır. Her tür güce sahip olan erişilmez olan her şeyin sahibi olduklarını düşünen efendilerin ahlakı yani burjuva ahlakı... İkizköylüler’in işte bu efendi ahlakının kendi üzerlerindeki baskısını köle ahlakının boyunlarına geçirdiği zinciri kırıp attılar. Ama maalesef büyük çoğunluk bu küçük bir yerde bir avuç köylünün köle ahlakını yerle bir edişini kabul edememiş olacak ki kara propagandaya giriştiler. Yani boyunlarındaki zinciri kırıp atmak yerine efendinin ahlakına boyun eğdiler ve sermaye sınıfının borazanı olmayı tercih ettiler.
Haftaya ' Kara Propaganda ve Lümpen Sendikacılık " üzerine yazmak isterim. Bu şekilde Akbelen dersleri devam edecek.