İnsan, varlığın kıymetini yokluk olduğunda daha iyi anlar.
Aynı şekilde sağlığımızın kıymetini de hasta olunca daha iyi anlarız.
Şirketleri, holdingleri olan, lüks içinde yaşayan nice insan, iflas ettiği zaman yoksulluğu iliklerine kadar hisseder ve kuru ekmeği bile arar hale gelirler.
*
1982 yılı, 26 Şubat'ında ilk görev yerim olan Hakkâri Kız Meslek Lisesi'nde sosyal bilgiler öğretmeni olarak göreve başladım. Benden önce göreve başlayan arkadaşlarımla birlikte bir toprak evde yaşadım. Evin girişindeki koridorun üstünde çökme vardı ve gece yıldızlar görünürdü. (Bazen bu toprak evler, üstteki yolla aynı hizada olunca üstünde büyükbaş hayvanlar gezindiğinden çökme oluyordu)
Türkiye'nin farklı yerlerinden bizleri buluşturan bu evde türlü yokluğa rağmen mutluyduk.
Sonra tayinim Şemdinli'ye çıktı. Önce bir ailenin yanında misafir olarak kaldım. Sonra lojmana taşındım ve iki arkadaşımla birlikte kaldım. Lojmanda su yoktu ve biz pınardan su taşırdık. Lojmanın hemen arkasında mezarlık vardı ve oradaki insanların inancına göre ölüler bekletilmediği için gece bile gömülürdü. Şemdinli halkının ve öğrencilerimizin yardımseverliği sayesinde her türlü zorlukların üstesinden geldik. İdealist öğretmenler olarak hepimiz çok mutluyduk.
*
Yıllar önce izlediğim bir yabancı filmden çok etkilenmiştim. Filmin ismini anımsamıyorum ama Nazi işgaline uğrayan bir şehirde yaşanan dramları anlatıyordu. Çok zengin bir ailenin 10 yaşındaki oğlu ve küçük bir kızı vardı. Oğlan çok iyi bir okula gidiyor, piyano çalıyor ve kardeşiyle mutlu bir çocukluk yaşıyor, evin hizmetçileri etrafında pervane oluyordu.
Şehir Nazi işgaline uğrayınca tüm varlıklı aileler kaçarak şehri terk ederek gemilere binerek gittiler. Bu karmaşa sırasında oğlan çocuğu ailesini kaybeder ve İşgale uğrayan şehirde yalnız başına kalır.
Çocuk, Nazi askerlerine yakalanmamak için sürekli kaçar ve günler sonra şehrin harabeleri ve yıkıntıları arasında yerde bir ekmek parçası bulur, tam yiyecekken yanına kendisi gibi aç olan köpek gelir ve ekmeğini onunla paylaşır. Evinde lüks içinde yaşayan, yemeğini çatal bıçakla yiyen bu çocuk, yolda bulduğu kuru ekmeğe aç bir kurt gibi saldırır.
Nazi askerleri, işgal ettikleri evlerden topladıkları paha biçilmeyen mücevherleri, tabloları, mobilyaları, lüks arabaları, avizeleri, piyanoları ve daha nicelerini bir meydana toplayıp sergilerler.
Günlerce dolaşan çocuk bu meydana gelince evlerindeki tabloları ve piyanosunu görünce bir tuhaf olur ve Nazilere karşı kinlenir.
Ülkesini ve şehrini çok seven çocuk, işgalci Nazi'lere karşı verilen mücadelenin içinde büyür ve direnişin sembolü olur.
Ve... Sonunda Nazi askerleri yenilir, zulüm sona erer ve kurtuluş gerçekleşir. Şehirlerini terk eden aileler geri dönerler.
Oğlunu kaybeden aile, şehirdeki bütün çocuklara bakarlar, yetişkin bir delikanlı olan oğullarını mavi gözlerinden tanırlar ve gözleri yaşararak birbirlerine özlemle sarılırlar.
*
Yukarıda anlattığım filmde savaş nedeniyle yaşanan ailelerin parçalanması, ölümler, acılar; deprem, yangın, sel gibi doğal afetler nedeniyle yaşanmıştır.
Deprem, çoğu aileyi parçaladı, lüks evlerini mezarları haline getirdi ve insanların düzenini alt üst etti...
Evlerinde rahat ve mutlu yaşayan aileler, sevdiklerini kaybettiler, çadırda zor şartlarda yaşamaya ve bir tas çorbaya muhtaç hale geldiler...
İyi eğitim gören çocuklar, eğitimden yoksun hale geldiler...
Öğrenciler ve aileleri, evlerinde her türlü elektronik aletlere sahipken çadırda elektrikten bile yoksun kaldılar...
On binlerce insan, şehirlerini, evlerini terk ederek kendi ülkesinde mülteci durumuna düştüler...
Binlerce insan hayatını kaybetti ve savaşlarda olduğu gibi toplu mezarlara gömüldüler...
Binlerce insanımız, barınma, yiyecek, giyecek, tuvalet ve banyo gibi temel ihtiyaçlardan mahrum kaldılar...
Şehirlerimizin hafızasını oluşturan binlerce yıllık tarihi yapılar yıkıldı...
Bütün bu olumsuzluklar yaşanırken 22 Mart 2023 tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nde okuduğum bir habere hem şaşırdım, hem de üzüldüm: 'önce depremin, ardından sel felaketinin büyük bir yıkım yaptığı Adıyaman'da, insanlarımız depremden 1.5 ay geçmesine rağmen çadırlarda zor koşullarda yaşamaya çalışırken, AFAD ve İl Özel İdaresi işbirliğiyle prefabrik çarşının 5 gün içinde kurulduğundan' bahsediyordu.
Devlet yetkilileri, önce depremzedelerin insan onuruna yakışır bir şekilde yaşamalarını sağlayacak tedbirleri almalı, diğer temel ihtiyaçlarını karşılamalıdır...
Yaralar, birlik ve beraberlik içinde sarılmalıdır...
Binlerce insanımızı varlıktan yokluğa düşüren, huzurlu, mutlu yaşarken mutsuzluğa ve acıya yönelten, aileleri parçalayan böyle felaketlerin bir daha yaşanmaması için gerekli tedbirler akıl ve bilimin ışığında alınmalıdır.
Topluma hizmet konusunda kaplumbağa hızıyla gidenler, para sözkonusu olduğunda tavşan hızıyla koşmamalıdır.
Ailelerin varlığı, toplumun ve devletin varlığıdır.