İstiklal Savaşı'nın dönüm noktası olan Sakarya Savaşı;
22 Ağustos - 13 Eylül 1921 tarihleri arasında,
22 gün, 22 gece süren ve Atatürk tarafından melhame-i kübra
( Kanlı melhem) olarak nitelendirilen bir savaştır.
1. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti, savaşı kazanan İtilaf Devletleri ile imzaladığı Mondros Ateşkes Antlaşması gereğince toprakları İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve İngilizlerin himayesindeki Yunanlılar tarafından işgal edildi. Bu işgallere karşı önce Kuvayi Milliye( Milli Kuvvetler) birlikleri düşman birliklerini durdurmaya çalıştı. Önce 15 Mayıs 1919'da İzmir'işgal eden Yunanlılar kuzey ve güney ve yönündeki şehirleri alarak( Batı Anadolu'yu ve İstanbul'u) Megali İdea'yı( Büyük Ülkü) gerçekleştirmek, eski Bizans İmparatorluğu'nu yeniden canlandırmak istiyordu.
Batı cephesi komutanlığı'na getirilen İsmet Paşa,(İnönü) Yunanlılarla yaptığı 1. ve 2. İnönü Savaşları'nı kazandı. Bu savaşlar sonunda Fransız birlikleri Zonguldak'tan, İtalyanlar ise Antalya'dan çekildi. Yunanlılar işgal ettikleri Adapazarı ve İzmir Türk birliklerinin taarruzu ile geri alındı.
Daha sonra Yunan birliklerine karşı Kütahya-- Eskişehir Muharebeleri yapılır( 8-25 Temmuz 1921) ancak Türk ordusu ağır bir yenilgiye uğrar ve Kütahya, Eskişehir ve Afyonkarahisar Yunanlıların eline geçer ve Türk halkına çok büyük zulüm yapılır.
Yunan birliklerinin Ankara yakınında Polatlı'ya kadar ilerlemesi üzerine Türk Ordusu daha fazla kayıp vermemek için Sakarya Nehri'nin doğusuna geri çekilir. Bu sürede TBMM'de ateşli tartışmalar yaşanır; "Ordu nereye gidiyor, millet nereye götürülüyor? Bu gidişin elbette bir sorumlusu vardır, o nerededir? Onu göremiyoruz!" diyerek Mustafa Kemal'i hedef alıyorlardı. Mustafa Kemal savaşta komutayı ele almak istiyordu ve bütün muhalefete rağmen Mustafa Kemal'e 5 Ağustos 1921'de TBMM tarafından 3 aylık süreyle " Başkomutanlık Yetkisi" verildi. 7 Ağustos 1921'de, " Tekalifi Milliye Emirleri"ni(Milli Yükümlülük Emirleri) yayınladı. Buna göre Mustafa Kemal, milletinden çoraptan muma kadar ordunun ihtiyacını karşılamasını istemiştir. Türk halkı da üzerine düşen sorumluluğu yerine getirecektir.
Cepheye giden Mustafa Kemal, 16 Ağustos'ta atından düşmüş, taşın kaburga kemiğini kırmasıyla yaralanmıştır. Kırılan kaburgası ciğerine battığı için nefes almakta zorlandığındığından doktorlar istirahat etmesini ister, ancak Mustafa Kemal, 1 gecelik dinlenmeden sonra 17 Ağustos 1921'de Ankara'dan tekrar cepheye gider.
(21 Ağustos 1921)
Atına binen Mustafa Kemal, acıyla dişini sıkarak, sadece Mim Kemal'in( Öke) duyacağı şu cümleyi mırıldanır:
"Ey Yunan! Sen benim kaburgalarımı kırdın, ama Sakarya'da ben senin belini kıracağım" Bu anektodu Mim Kemal gizli tutar, sadece Atatürk Anıtkabir'e nakledilirken Cumhurbaşkanı Celal Bayar'ın yazılı sorusu üzerine kayda geçirir.(1)
Sakarya Savaşı, 100 kilometrelik bir hat üzerinde yapılmıştır. Milas-Muğla arası 70 km. 6folduğuna göre cephenin ne kadar büyük olduğunu düşünebiliriz.
Türk tarihine subaylar savaşı olarak da geçen Sakarya Savaşı'nda çok büyük kayıplar verildi. Cephede yaralılar, ölüler, parcalanmış insan bedenleri, boş kovanlar ve yakılan köylerin göge yükselen dumanları...
Toprak, kanla yoğrulduğu için Atatürk tarafından Sakarya Savaşı'na Melhame-i Kübra( Kanlı Melhem) demiştir.
*
Sakarya Savaşı ile ilgili iki ilginç anıyı paylaşmak istiyorum.
*
13 Eylül 1921...
Başkomutanlık Karargâhından Doktor Murat ile Yusuf( Akçora), atlarına atlayıp Karadağ'a çıktılar. Çarpısmaların en kanlı yaşandığı yerleri görmek istiyorlardı.
Atlarını bir yarın kıyısından sürüyorlardı ki, hafifçe bir inilti duyup irkildiler. Aşağı bakınca üc yaralı Türk askerini gördüler.
Doktor Murat atını mahmuzlarken söylenmekten kendini alamadı:
" Bizi Allah buraya gönderdi!"
Yaralıların yanlarına varınca durum snlaşılmıştı. Yaraları öldürücü değildi, fakat üçününde yürümeleri, hareket etmeleri olanaksızdı. Bir Yunanlı doktor yaralarını sarmış, yanlarına ekmek ve su bırakmıştı.
Hemen dolu dizgin sıhhiyecilere haber verildi. Bir gündür ya birinin yakınlarından geçmesini, ya da ölümü bekleyen yaralılar küçük gezici hastaneye kaldırıldılar.
Yunanlı doktorun davranışı insanlık adına sevinç vericiydi.(2)
*
Meclis Muhafız Taburu, iç isyanların belirsiz günlerinde Ankara'da yeni yeşeren Büyük Millet Meclisi'ni isyancıların saldırılarından korumak amacıyla kurulmuştu. Sakarya'dan önce Anadolu'nun tüm olanakları zorlanırken, Muhafız taburu da cepheye gönderilmişti. Yirmi iki gün yirmi iki gece çetin çarpışmalara katılan tabur, oldukça önemli yitikler vermişti.
Meclis Muhafız Taburu Komutanı Yüzbaşı İsmail Hakkı (Tekçe), sabahleyin çarpışmalar durulunca emir verdi:
Yaralılar toplansın, şehitler gömülsün."
Kendisi de savaş alanını dolaşmaya koyuldu. Biraz sonra bir gözenin başında yarlalı bir er buldu.
" Ne zaman yaralandın, oğlum?"
" Üç gün oldu."
Yüzbaşı Hakkı irkildi.
" Ne yaptın bunca zaman?" Ne yedin, ne içtin?"
"Açlık dayanılmaz olunca bu gözeden su içerdim."
Yüzbaşı yaralıyı sedyecilere taşıtırken, sordu:
" Ne istersin, ne yapalım senin için?"
" Hiçbir şey istemem. Birliğime yazın, kaçak olmayayım. Beni kaçtı bilmesinler." (3)
*
14 Eylül 1921... Başkomutanlık karargâhı olarak kullanılan tren Polatlı istasyonunda duruyordu. Onbaşı Halide Edip, (Adıvar) vagonlardan birinin basamaklarına oturmuş, kırmızı damlı evlerden oluşan küçük kasabayı seyrediyordu. Bir ara, bir Türk çavuşu küçük bir grup Yunanlı tutsak getirdi. Hemen oraya çömelmelerinden tutsakların yorgun olduğu anlaşılıyordu. Aralarında on sekizinden fazla göstermeyen, üzgün yüzlü bir genç vardı.
Gencin bakışlarındaki donukluk Halide Edip'e dokunmuştu. Onu yanına çağırdı. Genç sevinmişti, ilgi görmesine. Rumca bilen aydın bir Türk kadınıyla karşılaşmasına şaşırmıştı da. Ülkesini, yaşamını anlatmıştı. Annesi, altı kız kardeşi vardı, kız kardeşlerinin adlarını birer birer söyledi. Savaşa nasıl katıldığını, Yunanistan'dan Anadolu'ya nasıl geldiğini anlattı. Savaşı insanlık dışı buluyordu. Olanların tümüne üzülüyordu.
Bu delikanlı basit bir yasamı olan bir Yunanlıydı. Megalo İdea ile uazktan yakından ilgisi olmadığı ortadaydı. Ne Ankara'nın alınması, ne de İstanbul'un Constantinepolis'e çevrilmesi onun tutkusu olamazdı. Silah altına almışlar, cepheye sürmüşlerdi. Tutsak olmuş, on yedi, on sekiz yıllık yaşamı boyunca bir kez olsun adını bile duymadığı bir Orta Anadolu kasabasında, bir ana sıcaklığı duyduğu Türk kadınına içini dökmüştü. Gördüğü yakınlık onu avundurmuştu.
Delikanlı ayrılırken,
"Adioses Kiria," dedi. Hoşça kal teyze...(4)
*
Sakarya Savaşı sonunda 13 Ekim 1921'de Moskova'nın aracılığıyla Ankara hükümeti ile Güney Kafkasya Cumhuriyeti arasında Kars Antlaşması yapıldı ve doğu sınırları güvence altına alındı.
20 Ekim 1921'de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Böylece Türkiye ile Fransa arasındaki savaş sona ermiş ve Güney Cephesi boşaltılmış, oradaki birliklerle Batı Cephesi'nin desteklenmesi sağlanmıştır.
Sakarya Utkusu, Müttefik Devletler'in Yunanlılara güvenlerini azaltmış, savaş yerine diplomasiyle çıkarlarını korumayı düşünmüşlerdir.
Mustafa Kemal'e bu muharebeden sonra 19 Eylül 1921'de Büyük Millet Meclisi tarafından
" Mareşal" rütbesi ve "Gazi" ünvanını verdi.(5)
İstiklâl Savaşı'nı kazanmak için her cephede savaşan başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere silah arkadaşlarını ve askerlerimizi saygı, rahmet ve minnetle anıyorum... Işıklar içinde uyusunlar.
Bizlere bu güzel vatanı bırakan şehitlerimiz, emanetinizi sonsuza dek koruyacağız.
Sakarya Zafer'ı'nin 102. yılı kutlu olsun.
Kaynak:
(1),(2),(3),(4),(5)- " "Fikrimizin Rehberi" Kitabı-Erol Mütercimler.