![]() |
Tweet |
MEHMET ERDAL
68'Lİ ANILAR (2)
“KİMLİK SİYASETİ” BİLİNÇLİ OLARAK GÜNDEME GETİRİLDİ
Sayfa 19'da diyorsunuz ki “Ne denli duyarlı insanlardı çevremdeki gençler. Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Rum hepsi Türkiyeli idi. Aynı acıyı yaşıyorduk birlikte. 'Haydi, şimdi Gediz'e gidelim' denilse, eksiksiz yola düşerdi oradakilerin tümü.” 68 Kuşağında olduğu gibi 78 Kuşağında da bu anlayış vardı; 1980 sonrası dönemde cezaevinde yatarken TKP/İşçinin Sesi lideri Rıza Yörükoğlu Türkiye'de yayınlanan bir dergide Aleviliği kapak konusu yaptığını görünceye kadar “Arkadaşlarımdan kim Alevi?” diye hiç sorgulama yapmamışımdır. Kürt pek çok arkadaşımız vardı, çünkü İzmir Gültepe, Karabağlar... mücadele yürüttüğümüz semtlerdi ama o arkadaşlarımızın Kürt kimliği bizim yürüttüğümüz mücadele içerisinde asla baskın olmadı. Yani, 68 Kuşağında, daha sonrasında da 78'in bir döneminde mücadele içerisindeki devrimcilerin etnik ya da dinsel kimliği onların tavırlarında asla belirleyici olmamıştır. Daha sonraları ise, örneğin bugün devrimci bir arkadaşımız ile konuştuğumuzda etnik ya da dinsel kimliğini önceleyen, siyasi kimliğini ikinci planda tutan bir yaklaşımı görebiliyoruz. 68 ve 78 Kuşaklarının mücadele yürüttüğü zeminden başka bir zemine dönüldü gibi. Bugün etnik ya da dinsel kimliği önceleyen bir mücadele anlayışı konusunda ne düşünüyorsunuz?
“Ben, bu noktada, bizi buraya doğru evriltmeye çalışan bir politikanın söz konusu olduğuna inanıyorum. Epey de başarılı oldular bu konuda. Alevidir ya da değildir, Kürt'tür, Laz'dır, Çerkez'dir, Ermeni'dir... filan gibi kimlikleri öne çıkartan bir yapının toplumu buraya doğru evrimleştirdiğine inanıyorum. Bunun bilinçli yapıldığına inanıyorum, sağ kesim tarafından. Çok da başarılı olduklarına inanıyorum. Örneğin bizim Reşadiye'de önemli oranda Kürt düşmanlığı var. Çoğu CHP'ye oy veriyor ama 'Kürt' dedin mi adam havaya kalkıyor. Zıplıyor...”
Onu “öcü” gibi görüyor.
“Tabii. Eskiden öyle değildi. Ben 1978'den beri buraya çok sık gelip gidiyorum, 1990'dan itibaren de buradayım. Önceleri burası böyle değildi. Şimdi böyle. 'Bu durum bilinçli olarak oluşturuldu' diye düşünüyorum.”
Yani toplum kimlikler üzerinden bölünmeye mi zorlandı?
“Tabii. Zorlandı. İşte propagandalar ile toplum buna yönlendirildi. Ne bileyim, şuna çok benzer: Mahir (Çayan) çok yiğitti. İyi de tanıdığım bir ağabeyimdi. Çok sağlam görüşleri de olan birisiydi. O dönemde çok büyük yanlışlıklar filan da yapmadı ama ne oldu? Hepimiz 'Anarşit', 'Anarşist' demiyorum, 'Anarşit' olduk. Onu pompaladılar. Biz, genç olarak, solcu gençler olarak toplum tarafından çok beğenilen, sevilen, el üstünde tutulan kişilerken birdenbire 'tu kaka' olduk. Bizi çok seven, bizimle her yerde beraber olmaya çalışan insanlar o dönemki o karşı propaganda bombardımanıyla birden bire saf değiştirdiler. Bizim ufak tefek yanlışlarımız büyük oranda şişirilerek topluma empoze edildiği için o dönemde de yaşadık bunu. Bu dönemde, 90'lı yıllarda veya 80'lerin sonlarından itibaren PKK'nın da bazı eylemlerinden sonra bu çok büyük oranda toplumun üzerinde bir propaganda baskısıyla toplum bu anlayışa yürüdü. Hepimiz, Aleviye 'tu kaka', Kürt'e bilmem ne, Ermeni zaten falanca, Rum zaten kötü filan gibi anlayışların içerisine sokulduk, toplum olarak. Toplum bu bombardımanın sonunda bu hale geldi. Öyle olduk yani. Bugünkü durum 80 öncesinden daha kötü. Bu ayrışmalar daha kötü, ben öyle düşünüyorum. Bunda da tamamen toplum mühendisliğinin rolü var diye düşünüyorum.”
68'LİLER, GÖZÜNÜ BUDAKTAN ESİRGEMEYENLARDİ
Sayfa 22'de bir asker “Ben bu devrimcileri gözünü budaktan esirgemeyen birileri olarak bilirdim. Sizse kedi enikleri gibi birbirinize sokuluyorsunuz.” diyor. Açık söyleyeyim, ben sizin 68 Kuşağını ayırım gözetmeksizin “abi”, “abla” olarak kabul ediyorum. Mesela Necmi (Demir) abiler geldiğinde hep “abimdir”, İlkay (Alptekin Demir) abla da “ablamdır” derim. Tamam, biz Nasuh (Mitap) abi ile Oğuzhan (Müftüoğlu) abilerin peşinden gidenleriz ama 68 Kuşağı olmasaydı biz olmazdık, çok açık ifade edeyim. Bizim kuşağın devrimci olmasında sizin bizdeki algınız önemliydi. Bugün bile geriye baktığımda hala Turhan Selçuk'un bir karikatürü vardır, ikide bir paylaşılır, en çok paylaşılanlardandır, devasa bir DEV-GENÇ vardır ya, öyle. Bu kitabınızda bu durumu bir askerin ağzından ifade ediyorsunuz. DEV-GENÇ'lilerden birisi olarak, size göre biz DEV-GENÇ'lileri nasıl görmeliyiz? DEV-GENÇ denilince ne anımsanmalı? Bizdeki algı gibi mi yoksa bunun ötesinde bir şey mi anlaşılmalı? O kuşaktan gelen birisi olarak siz kendinizin nasıl tanımlanmasını istersiniz?
“Biz farklı kimlikte insanlar değildik. Toplumun içerisinde yaşayan normal insanlardık ama ne vardı? Ülkemiz için ölümü bile göze almış bir yapısı vardı, bütün arkadaşlarımızın. Sizin kuşağın da öyle bir yapısı vardı. Öylesi bir farklılığımız vardı. Onun dışında yanı başımızdaki, okulumuzdaki diğer arkadaşımızdan farklı bir kimliğimiz yoktu. Oradaki, kitaptaki o bölümde anlatılan, askerin geçmişte ne yaptığını da biliyorsun, birazcık daha hanım hanımcık bir görüntü vermek istemiştik. İtiraf edyim, ben onu da o bölümde yazdım. Biz öyle gözünü budaktan esirgeyen insanlar filan değildik. Tabii ki esirgemezdik. Öyleydik yani. ”
Bu halk için her şeyi yapmak farklı, DEV-GENÇ'liler de o zamanki normal insanlardan biri. Bunu anlatıyorsunuz galiba?
“Evet”
Bizde yol açtığı algı boyundan, posundan değil, yol açtıkları etkiden. Şöyle düşünüyorum: Köroğlu, Dadaloğlu denilince onların boyları kısa mıydı, uzun muydu, o yönlerini bilmiyoruz, yaptıklarını biliyoruz. DEV-GENÇ denilince de bizdeki algıya yol açan yaptıklarınızdır. Osmanlı toplumundan doğmuş cumhuriyeti kuran Mustafa Kemal nasıl bir efsane ise bu toplumda, o ilk defa bir şey başarmış ise sizin kuşak da bir şey yaptı ve toplumun “yapılamaz” diye düşündüğü şeyleri yaptığı için sizin de içinde yer aldığınız o kuşak hakkında farklı bir algı oluştu. Biz sizleri normal bir insan gibi görmedik. İşte 31 Mart 1972'de Kızıldere'de çatışan, darağaçlarına gülerek yürüyen bir kuşaktınız. İbrahim gibi ser verip sır vermeyendiniz, bizim gözümüzde. Biz normal insanların değil, normal olmayan insanların bunları yapabileceğine inanıyorduk. Böyle bir algıya sahiptik.
“Biraz bu anlattıklarınız gibiydik, biraz normaldik tabii. Ben kişisel olarak çok aktif bir insandım; gözümü hiçbir şeyden sakınmazdım. Necati'nin (Sağır) 'Biz ona 'bombacı' derdik' dediği gibi gözümü budaktan esirgemeyen bir yapım vardı. Çok arkadaşımız da öyleydi ama dediğim gibi aynı zamanda da normal ve toplumun içerisinde de yaşamını devam ettiren insanlardık. Okulumuzdaki bir arkadaşımız ile sinemaya da giderdik, tiyatroya da giderdik veya bir konsere de giderdik. Öyle bir yapımız vardı. Öte yandan bir çatışma olmuş, bir şey olmuş, bir yerde bir eylem var, oraya da gözümüzü budaktan esirgemez, giderdik. DÖB (Devrimci Öğrenci Birliği) hareketi gözünü budaktan esirgemeyen 150 kişilik bir topluluktu.”
DEV-GENÇ GENİŞ BİR KİTLE ÖRGÜTÜYDÜ
İstanbul'da değil mi?
“İstanbul'da Deniz'in (Gezmiş) ve Cihan'ın (Alptekin) önderliğinde kurulmuştu. O insanlar işin içerisinde ölüm varsa bile o işin içerisine gözü kapalı dalabilen insanlardı. Öyleydi. Bir taraftan öyleydik, bir taraftan da örneğin, Deniz'in (Gezmiş) Grundig teypi önüne koyup Beethoven'den Ay Işığı Sonatını öyle, huşu içerisinde dinlediğini de biliyorum. Bir taraftan böyle bir yapımız vardı ama Deniz sopayı eline aldığında Deniz'i de kimse tutamazdı. Öyle bir yönü de vardı. Dediğim gibi bir taraftan öyle de bir yönümüz vardı. Ne bileyim, 78 Kuşağından tanıdığım çok arkadaşım var, onlar da böyle bir yönden daha çok 'eylemcilik' vardı. Onlar da aynı şekilde gözünü budaktan esirgemeyen, ölümüne işin içerisine girebilen insanlardı ama bu tür bizim kuşağın içerisindeki bu yönler o arkadaşlarımız da pek yoktu, diye düşünüyorum. Olanlar da vardır tabii. Dediğim gibi 'DEV-GENÇ' denildiğinde DEV-GENÇ geniş bir kitle örgütüydü. DEV-GENÇ'in içerisinde sempatizanı da vardı, gözünü budaktan esirgemeyeni de, militanı da, çok sert olanı da vardı. Vardı da vardı yani. 1975'ten sonraki DEV-GENÇ'ten biraz daha farklıydı. Öyle entelektüel yönleri filan da olan, birazcık daha yumuşak diyeyim ben ona...”
Daha “sofistik”...
“Uygun sözü bulamadım. 1975'teki de DEV-GENÇ'ti. Onlardan da çok tanıdığım var.”
Bunlar içinde bulunulan koşullarla alakalı şeylerdir, aslında.
“Tabii. Onlar, çelik gibiydiler. Yani ya kırılacak ya da deleceklerdi. Biz öyle değildik. Biraz daha esnektik, diyeyim.”
Sizin dönemizdeki koşullar ile 1975 sonrası çok farklıydı. 1975 sonrası kolay kolay sokağa çıkamıyordun, eve gidemiyordun, okula devam etme şansın yoktu...
“Dönem farklıydı tabii, çok farklıydı.”
(Devam edecek)