![]() |
Tweet |
MEHMET ERDAL
Birinci Bölüm
Dün (25.12.2024) CHP Datça İlçe Danışma Kurulu Toplantısında basına açık bölümde kısa bir konuşma yapan Datça Belediye Başkanı Aytaç Kurt'un bu sabah kapısını çaldım ve sordum:
SİZ SORUNDAN YANA MISINIZ, YOKSA ÇÖZÜMDEN YANA MISINIZ?
1) Dün, basına açık bölümde yaptığınız konuşmanın bir yerinde “Belediye, bir insanın doğumundan ölümüne kadar sorumlu, mevzuat böyle ama bu sorumluluğun gereği verilmesi gereken yetki verilmiyor.” diyorsunuz. Bu söylediklerinizden benim anladığım şudur: “Biz, belediyeler olarak her şeyden sorumlu kılınmışız ama elimizde yetki yok. Yani bazı şeyleri yapmak istesek bile yapamayız.” Bir de, öncesinde yapılan paylaşımlardan biliyorum, sosyal medyada sizin bu söyleminize atfen şöyle paylaşımlar var: “Belediye iş yapamamasına gerekçe olarak her daim bunu söylüyor.” Bu konuda, yani belediyeler özgülünde “sorumluluk” ve “yetki” konusunda neler söyleyebilirsiniz?
“Aynen bahsettiğiniz gibi, her şeyden sorumluluk söz konusu ama bunun nasıl yapılacağı tarafında yetkilendirme söz konusu değilse nasıl olacak? Mesela, diyoruz ki 'Datça'da mezarlık sorunu var.' Mezarlık yeri tahsisini alıyoruz, ondan sonraki süreçte orayla ilgili planları yapamıyorsunuz. Yetkiniz yok. Datça'nın pek çok planlarının yapılmasıyla ilgili uğraşıyoruz. Uğraşırken zaman kaybediyoruz. Yani bunca yıl olmayan bir şeyi hala daha olmaması sebeplerine baktığımız zaman, aynı sorunlar söz konusu. Siz sorundan yana mısınız yoksa çözümden yana mısınız? Burada bir tercih yapılmamış. Hep ötelenmiş. Ötelendikçe, her ötelemede başka bir sorunla karşılaşmışız. İşte, bugün geldiğimiz noktada Palamutbükü'ndeki su baskınlarının (bir gün önce Palamutbükü'nün liman bölgesinde yaşanan derenin taşmasına ve su baskınına atıfta bulunuyor), dere taşkınlarının sebepleri de orada imar planlarının olmayışıdır. Bu olmadığı için bir şey yapamıyoruz. İmar olmayan yerde dere açamazsın, kanal açamazsın. Mevcut alanlarla ilgili ufak tefek düzeltmeler yapabiliyoruz, hepsi o kadar. Bir insanın yaşamında temel ihtiyaçlarını bile karşılayacak bazı konularda ÖÇK (Özel Çevre Koruma) alanı olmamızın getirdiği bir, belki bir dezavantaj da olan bazı konulardan biri de bunlar. Yani bir şeyi düzeltmeye çalışıyorsunuz, orada bir su taşkını var, orayı açmanız lazım, dokunamazsınız, dokunursanız şu kadar cezası var.
Sorumluluk alanımız çok ama yetki ya da yetkiyi kullanım konusunda yasal engeller var. Bunları da konuştukça, zaman içerisinde aşacağımızı sanıyorum ama bu süre ne zamana kadar olur, onu bilmem. Israrla her yapmaya ya da her şeyi düzeltmeye çalıştığımız konuda mevzuatla biraz zaman kaybediyoruz.”
YEREL YETKİLER DE LAZIM
Yani belediyelerin yetkisinin kısıtlanması mı söz konusu, merkezi yönetim tarafından? Gerçekte bu yetkilerin kısıtlanması değil, artırılması mı gerekiyor?
“Yaşadığımız ilçenin diğer ilçelere göre farklı dinamikleri var. Belediyelere bu yetki 'genel' anlamda verilmiş. Ben de diyorum ki 'yerel yetkiler' de lazım. Benim bazı konularda diğer ilçelerden farklı sorunlarımın olması hasebiyle, bunları çözebilmem için, inisiyatif kullanabilmem için burada bazı, adına işte toleransa bağlı bir yapı mı gerekir, kanun esnekliği mi gerekir, onu bilmem, o hukuk ya da yasalara göre nasıl olur, o hükümetin işi ama buradaki sorunları birebir yaşayan biri olarak devletin burada yapması gerekenleri belediyeler yapacak, yapamazsa bütün sorumluluk belediyenin olur. Yetki bakanlıkta. Yani öyle bir ikilemin içerisinde gelip gidiyor. Ona benzer birçok sorun.
'Datça'nın geleceği denizlerdedir' diyen herkese 'Tamam. Denizlerdedir. Ne yapacağız, denizlerle ilgili?' dediğim tarafında devlete düşenler var, belediyelere düşenler var. Aslında şöyle bir ayrımı kabul etmek istemiyorum; devlet ile belediye farklıymış gibi algılanıyor. Burası, belediyeler devletin bir kurumu. Yani, belediyeleri kastederek, böyle 'silkeleyin' dediği zaman, biz ne yapacağız? Biz de başkasını silkelemek zorunda kalacağız, bu 'başkası' dediğim de 'vatandaş' oluyor. Şu an uygulanan yapı, mevzuat 'vatandaştan daha fazla geliri nasıl toplayabiliriz' modeli, 'ekonomik model' dedikleri şey. Üretimi geliştirip daha fazla katma değer yaratacağımız bir model, ekonomik bir model yok...
DATÇA'NIN FARKLI BİR YAPISI VAR
Datça gibi tamamı ÖÇK olan, bunu her yerde söylüyorum, Türkiye'de tek ilçe biziz. Böyle bir yerin farklı tanımları olmalı. Bu özelliği dikkate alarak bana yetki vermiyorsun. Ben ÖÇK alanındayım. Benim farklı bir yapım var. Bunun nasıl düzenlemesi gerektiğiyle ilgili, işte denizde bir gemi yanaşma yer sorunumuz var. 'Denize dokunma. Sahile dokunma.' Diyorum ki 'O zaman bunu siz yapın.' Yapacak bakanlık yok. Böyle acayip bir durumdayız.
Karşımızda adalar var. O adalarla ticari, ekonomik, sosyal, kültürel faaliyetleri geliştirmeye çalıştığınız zaman gümrüğünüz yok, buradan oraya hareket edecek tekneniz yok, yanaşma yeriniz yok gibi bir çok konuda mevzuatlarda sıkıntılar var. Bunları aşmamız için, örneğin benim gemi yanaşma yeri yapabilmem lazım. Bunu birileri, kim yetkiliyse onun yapması lazım. Yapamayınca, o zaman belediyenin buradan gelen ekonomik, kültürel faaliyetleri yapamaması belediyenin sorunu oluyor. Onun için diyorum yani 'Doğuştan ölüme kadar her şeyden belediye sorumlu ama her şeye de yetkisi yok.' Ufak tefek bazı şeylerde bunları aşacak şekilde yasaların düzenlenmesi gerekiyor. Bu düzenlenmediği için sonrası için başka problemlere sebep oluyor. Otuz yıldan beri Datça'nın, işte Palamutbükü'nün imar problemini çözemiyorsunuz. Burada, Kızlanaltı'nın ima problemlerini çözemezseniz bu size farklı zamanlarda farklı büyüyerek sorunlar getirir.
Bugün geldiğimiz noktada Datça'nın en büyük sorunlarından birisi Datça'nın henüz tamamlanmamış imar planlarıdır. Bunu şöyle yanlış anlayanlar da oluyor: 'Datça'yı betona mı boğacaksınız?' Biz diyoruz ki ' Datça'yı planlamaya çalışıyoruz.' Bunun neresinde turizm yapılacak? Neresinde tarım yapılacak? Yani makro plan dediğimiz, bu adanın bir planlanması lazım. Bugün Palamutbükü'nde turizm alanı olarak gelişmiş alanda 30 yıl önce tarım yapılırdı. Şimdi bu alan bu hale gelmişken tarıma dönebilir mi oradaki halk? Dönemez. Orada yaşayan insanlar tarımla uğraşan, en azından 60 yaş üstü insanların çabasıyla gelişmiş. Zamanında topraklara, ağaçlar dikilmiş, üretim yapılmış. Şimdi hayat değişmiş, dönüşmüş. Oralar turizm alanı haline gelmiş. Bu saatten sonra siz orada tarım yapamazsınız. Peki ne yapacağız? 'Orada bir turizm alanı olsun.' Tamam. Turizm alanına plan lazım. Planı yapalım. Planı yapacak zaman lazım. Bundan 30 yıl önceki problem ile bugünkü problem aynı değil...
DÜŞÜNMEYİ BECEREMİYORUZ. SORGULAMA YAPAMIYORUZ.
Yani ben hep şu mantığı anlatmaya çalışıyorum: Bir şey olmadan önce alınan tedbirler mi değerlidir? Olduktan sonra yapılan mücadele mi, çaba mı? Bu her konuda da böyle. Mesela, işte bir insanı hasta olduktan sonra tedavi etmek mi daha masraflı yoksa o insan hasta olmasın diye önceden yapılanlar mı? Biz o insan hasta olmasın diye gerekli tedbirleri almıyoruz, hasta olduktan sonraki kahramanları arıyoruz. Ben de diyorum ki, bu orman yangınlarında da böyle oluyor, 'Yangının önlenmesi için hangi tedbirleri almışlar?' diyerek oralardan kahramanlar çıkaracağımıza, 'Yangın olduktan sonra oralara kaç tane helikopter, kaç tane yangın itfaiye aracı gelmiş?' diye oralardaki kahramanları arıyoruz. Yani mantıksal bir sorunumuz var. Türkiye'nin genelinde de bu var. Düşünmeyi beceremiyoruz. Sorgulama yapmıyoruz. 'Datça'da hangi mevsimde felaket ya da yangın olur?' dediğiniz zaman herkes bilir ki şu mevsim. Alınması gereken tedbirleri almak için kurumların da yetkilendirilmesi lazım. Ben mesela demem lazım ki 'Datça'da şu mevsimde şu şu bölgelerde aşırı yağıştan dolayı taşkınlar olabilir. Bunun tedbirleri olarak şunları, şunları alalım.' Ben bunu nereye yazacağım? Bakanlığa yazacağım. Bakanlık bana 'Peki ne lazım sana?' 'Greyder lazım. Kepçe lazım 2 aylığına.' Bir yerden bulup bize verip, bu tür tehlikelere karşı tedbirler almamız lazım. 'Yetki' dediğim şey bu. Sorumluyuz ama ben bir yazıyla ilgili kurumdan bunu isteyebilmem lazım. Öyle bir yetkim yok...” (Devam edecek)