Bugun...



Emekli Öğretmen Mehmet Baki Erdoğan anısına (27.02.1955-12.09.2025)

78 kuşağının kendi halinde temsilcilerinden biri de halayda en sevdiği türküyü baştan sona okuyarak alanı geriden gelenlere bıraktı. Bu cümleyi okuyanlar eminim ki ne demek kendi halinde gitti O, diye başlayıp mücadeleci kimliğine, örgütçülüğüne vs. birçok şeyler sıralayabilir. Hele bir dinle derler Anadolu’da köy odalarında; hele bir dinle bak neler olmuş. Siz de hele bir dinleyin, hemen kızmayın.

facebook-paylas
Güncelleme: 27-10-2025 20:52:30 Tarih: 27-10-2025 20:37

Emekli Öğretmen Mehmet Baki Erdoğan anısına (27.02.1955-12.09.2025)

İDRİS ERDOĞDU

Of Yarim Off!

Halay bu coğrafyada sadece bir eğlenme biçimi değildir. Aynı zamanda kol kola, omuz omuza dayanışma, ses sese vererek derdini baştan sona ulaştırabilmenin elle tutulur gözle görülür halidir. Halaya girenler koluna girdikleri kişiyi taşırken onun bedeninden taşan duyguların da taşıyıcısı olurlar.

O yüzdendir ki coğrafyanın neresine giderseniz gidin davulun tokmağı ritmi tutturduğu zaman meydanda dönmeye başlayan halka, içine aldığı herkesi dönüştürür.

78 kuşağının kendi halinde temsilcilerinden biri de halayda en sevdiği türküyü baştan sona okuyarak alanı geriden gelenlere bıraktı.

Bu cümleyi okuyanlar eminim ki ne demek kendi halinde gitti O, diye başlayıp mücadeleci kimliğine, örgütçülüğüne vs. birçok şeyler sıralayabilir.

Hele bir dinle derler Anadolu’da köy odalarında; hele bir dinle bak neler olmuş. Siz de hele bir dinleyin, hemen kızmayın. Kendi halinde olmak mühim meseledir. Maddenin halleri, ismin, cismin halleri gibi insanın da halleri vardır ve insanın kendi halinde olması dahası kendi halinde kalması özellikle çağımızda çok kıymetlidir.

Tanrıların dahi yarattıkları konusunda şüpheye düştüğü insan türünün geldiği son evrede kendi dışında havaya, suya, çiçeğe, börtü böceğe, çocuğa, kadına, yoksula, kimsesize, hasılı ezilene dair uykuları kaçan kaç kişi kaldı? Herkes şöyle kendini bir yoklasın hele. Hıı?

İşte öyle sevgili dostlar. Tanıyanların Baki Hocası, yakınlarının Çakır Abi’si idi. En önemlisi ise herkesin iyi insan olarak tanımladığı Memet Baki Erdoğan evrenin yeni renklerinden biri olmak için boyut değiştirdi.

Gidenin ardından konuşulmaz. Bu toprakların kadim geleneğidir. Ancak gidenin ardından kalanların kendi hallerini anlatmalarına da bir engel yoktur sanırım. Çünkü gidenin yokluğunda bıraktığı boşluğu, kalanların nasıl doldurduğu birazda onun bu dünyada ki izinin derinliği ile ilgilidir.

Kiminin oğlu/kızı kiminin eşi kiminin anası, babası, kardeşi, ağabeyi, ablası, yoldaşı, arkadaşı, sırdaşı, komşusu, müşterisi; yani bir insan bu dünyadan ayrıldığında birden çok yeri boşaltarak ayrılır, siz onun boşluğunu dokunduğu yerden hisseder, dokunduğunuz yerden doldurmak için çabalarsınız.

Anası ondan önce birkaç erkek çocuk doğurmuş ancak ne yazık ki çocuklar hayata tutunamamışlar. O dünyaya gelince ev düğün, bayram yeri. Sonsuza kadar yaşasın diye adını Bakî koymuş babası, dedesi peygamberin adı da refakat etsin istemiş. Nüfus müdür öz Türkçe’ci olduğundan Muhammedi, Memet olarak başına eklemiş. Anası ise doğurduğu yavrusunun renkli gözlerini severken Çako’m diye sevmiş. Devletle başı derde girene kadar Çakır adı eğlenceli iken, Devlet-i Alî’nin cevval memurları kod adıdır diyerek epeyce bir hırpalamışlar.

Ölümlü dünya. Öldükten sonra yeniden dirilmeye inanlar için imtihan dünyası. Bencileyin sonlu hayata inanlar içinse yaşanılası dünyadır burası. O yüzden tüm hesabı burada kesip gitmekten yana kullanırım imkanlarımı. Baki Hoca da (Çakır Ağabeyim) öyleydi. Hesabı mahşere bırakmaktan yana değildi. O yüzdendir ki dolu dolu yaşadı. Yetmiş yıl O’na yetti mi bilmiyorum.

Anadolu ve Mezopotamya halklarının ortak rüyasına inanırdı. Bu yüzden örgütlü mücadelenin içinde olmaktan her zaman mutlu olmuştu. Gittiği her yerde bir sıra neferi olmaktan gayrı bir talebi olmadan, emek vermekten geri durmadı.

Ben onu tanıdığımda liseyi bitirmiş, köyde üniversiteye hazırlanıyordu. Yetmişli yıllar, elektriğin olmadığı zamanlar. Gaz lambalarının ışığında sürüp giden hayatların renkli yüzü olarak hatırlarım hep. Koltuğunun altına aldığı birkaç kitapla kışın soğuğuyla birlikte kapı aralığından süzülürdü. O’nu girdiği aralıkta soğuk duraklar, yerini sarı sayfalara saklanmış “ bin şeftaliler, küçük kara balıklar” doldururdu. Karlı soğuk bir dağ köyünde sıkışmış zihnimizi sıcak iklimlere doğru kanatlandıran bu sihri O’nun sayesinde keşfetmiştik.

Üniversiteye Erzurum’da başladı ancak bitirmesine izin vermediler. O ‘da nakil alıp İstanbul’a gitmek zorunda kaldı. Sonrası Şırnak’ta başlayıp tekrar İstanbul’da biten otuz yıla yakın çalışma hayatı. İki evlilik sığdı hayatına. İki oğul bıraktı ardından. Ancak hiçbir kalıba sığmadığı için evlilik gibi dar bir kalıba da sığamayacağını her denemesinde daha çok anlamıştı. Arada bir kalbinin teklemesinden şikâyet ederdi. “Ağabey kalbini boş bırakma bak tekleyip durması bu yüzdendir.” diye takılırdım. Âşık olmayı severdi bağlanmayı asla. Eh devrimcilik de tam bu değil midir? Yüreğinin yelkenini sevda rüzgarıyla doldurmak, ardında mavi sularda beyaz köpükler bırakmak.

Metropolün yoğunluğuna dayanamayınca yoldaşlarının çağrısıyla Yenice’ye yerleşmişti. Ege’de sakin bir köşede ölümü beklemek için değil; toprağı, suyu, havayı korumak için işin ucundan tutmak için yerleştiği Yenice’de Muğla’nın her köşesini köy köy dolaştı, anlattı. Özlemi doğduğu topraklarda bir şeyler yapabilmekti. Olmadı.

Yazı uzadıkça aklıma o kadar çok şey geliyor ki. Hangisini anlatsam. Diğeri eksik kalacak.

Sadece benim mi anamın deyişiyle;, O herkesin Çakır’ıydı. Yazıyı kaleme alırken hayatının son döneminde yaşadığı Muğla Yenice Köyün’den arayan bir kadın öğretmen “çocuklarımla hazırladığım bayram törenini izledikten sonra gözlerinden yaşlar süzülerek bu çocuklara sahip çıkın lütfen” deyişini ve pazarda yürürken beğendiği bir sardunyayı ondan habersiz satın alarak “sen bunu çok beğenmiştin o yüzden aldım “deyişini ağlayarak anlattı.

Biz dağların eteklerinde dünyaya gelen dağlılar her ne kadar sıcak iklimlerde yaşayıp deniz kenarlarında kalsak ta rüyalarımızı Ora’da görürüz. Ora’sı toprağın altına girmek istediğimiz yerdir. Adı sansürlü. Mayıs ayında kardeşiyle yaptığı tatil planında “İshak Paşa Sarayı’nı görmedim. Mutlaka oraya gidelim” der. Sarayın terasından Ağrı Dağı’na bakmak ister.

Sevgili Ağabey bilseydim böyle bir isteğin olduğunu sen gözlerini kapamadan iki hafta önce Ağrı Dağı’ndan sana söylenen selamı iletirdim. 4800 metreden aşağı inerken rastladığım bir dağcı seni sormuştu. Video hala telefonumdadır. “Baki Hoca’ya selam söyle” diye ardım sıra bağırıyor. Biliyorum kulağın deliktir. Şimdi semaya doğru gönderdiğim bu selam sana ulaşacak. Sen yine o nahifliğinle “olsun geç kalmış sayılmazsın “deyip gülümseyeceksin. Sonra çakır gözlerinden iki damla yaş süzülecek.

Bir halay türküsü tutturacaksın, elini uzatıp kolunu omzuma koyacak, en sevdiğin türküyü söyleyeceksin. “Of yârim of kırmızı yüsküf Periza, gidin deyin horoza, bir bu gece ötmesin, yar gelmiş odamıza.”

Uğur ola ağabey. Aşk ile…

 




Bu haber 4494 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER TOPLUM Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI