MEHMET ERDAL
Aras Akanaras Erkut Selçuk'tan söz etmeden önce ne adını, ne kitabını ne de oldukça uzun bir süre Datça'da (Reşadiye) yaşadığını duymuştum; sonra, bir gün, ressam Oğuz Tığlı'nın cenazesini toprağa verdiğimiz gün, cenazeden hemen sonra sözünü ettiği kitabı, “HAYDİ AFİŞ ASMAYA”yı verdi. Cenaze törenine katılan Necati (Sağır) abiye sordum Erkut Selçuk'u, tanıyormuş. Kitabı o gece bitirdim. 68 Kuşağını, ayırım gözetmeksizin, “abiler” ve “ablalar” bellemiş bir 78'li olarak o güne değin adını duymamış ve 1994'ten beri Datça'ya gelip giden, 2001'den beri 7/24 burada yaşayan birisi olarak tanışmamış olmanın şahsen benim ayıbım olduğunu düşündüm.
Kitabı okurken 68'e, bir başka deyişle kendi geçmişine “negatif” bakmadığını gördüm; 68 Kuşağına ve kendi kuşağına “negatif” bakmayan bir 78'li olarak şimdi geldikleri noktada bile böylesi bir duruş sergileyenleri hiç tanımamış olsam bile seviyorum. Üstelik benzer kitap yazan arkadaşlarda sıkça rastlanan “iddia” yok. “Olayları benim gözlediğim şekilde yazdım. Anlatılan olay, gerçek yaşamda biraz daha farklı şekilde gerçekleşmiş olabilir. Yazdıklarımı olaylarla ilgili olan arkadaşlarıma doğrulatmama karşın, yine de bire bir doğruluğu konusunda bir iddiam yok.” (shf.10)
02.02.2025 günü Aras ile evine gittik; giyimi ve tavırlarıyla halktan birisi. Rahatladım. Oturduk ve sohbet etmeye başladık. Dördüncü kitabı olduğunu söylediği “HAYDİ AFİŞ ASMAYA”nin içerisinde değindiği pek çok konuda daha çok ben sordum o anlattı. Sohbet çok hoşuma gitti ve çok zevk aldım. Anlatımı da çok mütevazi, kitabı yazarken rol kesmemiş; kitabında ne ise gerçekte de o.
Kitabında 1972 öncesini anlattığını söylüyor; 25 ayrı yazıdan oluşan kitabında 78'lilere göre daha “entelektüel” olduğunu söylediği 68'lilerin, kendi ifadesiyle, “insancıl yönlerini öne çıkarmak” istemiş. (shf.10) Bunu yaparken, anlatımında yer yer bugünden geriye baktığı ve bir anlamda “geçmiş muhasebesi” yaptığı görülüyor.
“Özgürlüğümüze çok düşkündük. Mustafa Kemal Atatürk'ün devrimlerini korumaya ant içmiştik. Bağımsızlığın, ekonomik ve politik bağımsızlık olmaksızın gerçekleşmeyeceğini biliyorduk. (sff.10)... Cumhuriyetimize sonuna kadar sadıktık. Daha ileri bir cumhuriyet istiyorduk, emeği daha çok koruyan, emeğe dayalı bir cumhuriyet.” (shf.11)
“Ne denli duyarlı insanlardı çevremdeki gençler. Türk, Kürt, Çerkez, Laz, Rum hepsi Türkiyeli idi. Aynı acıyı yaşıyorduk birlikte. 'Haydi şimdi Gediz'e gidelim' denilse, eksiksiz yola düşerdi oradakilerin tümü.” (shf. 19)
“Yine de bir eksik çıkınca fırlayıp gidiyor. Harcamalar, mutfaktaki çanağa attığımız paralardan karşılanıyor. Hep böyle olurdu, çok parası olan çok para, az parası olan az para atardı çanağa. Parası olmayan da dostluğunu eklerdi paraların üstüne.” (shf. 27)
“Sabah altıda gerçekten dışarıdaydık. O yıllarda karakol polisleri şimdikilerden gerçekten farklıydı. Karakoldaki nöbetçi komiser ve polisler, yurtsever kişilerdi, demek ki. (shf. 32)
“İsmet Demir Abi, iflah olmaz bir Hikmet Kıvılcımlı yandaşıydı. O günlerde sol kamuoyunda Mahir çayan, Yusuf Küpeli rüzgarı esiyordu... Yokluk içinde ölüverdi bir gün (İsmet Demir). Gazetede bir ilan, cenazesine katılan bir avuç insan. Şimdi, üç beş arkadaşının anılarında yaşıyor. Çarığı ise, yapı işçilerinin yüreğinde.” (shf. 39)
“Ben ve benim gibi düşünenler, hep bağımsız ve demokratik, özgür, hukuka saygılı bir ülke düşledik. Doğayı korumayı ön planda tuttuk. Ben değil, biz dedik. Karacaoğlan'ı, Dadaloğlu'nu, dağdaki çobanı, tarladaki marabayı, fabrikadaki işçiyi, evdeki çilekeş kadınlarımızı sevdik hep.” (shf. 46)
“'Türkiye'nin insanı edilgendir. Her zaman üstten yapılan reformlara ve hazıra konmaya alışmıştır.' diyenlere duyurulur; 16 Şubat sabahı Esekapı durağında, bu basit çalışmanın sonunda semt halkından kadınlı erkekli 50 dolayında protestocu toplanmıştı. Beklesek belki biraz daha kalabalıklaşırdık.” (shf. 53)
“Son yıllarda birilerinin ağzında sakız olduğu gibi değildi gerçekler; başarılamayan sol görünümlü darbeyi dört gözle beklediğimiz falan yoktu. Tersine, bu darbenin bize dönük salvolarından kurtulabilmek için sipere çekilmeye çalışıyorduk.” (shf. 68)
“Devrim şarkıları söylemekten, ayrılık tartışmaları yapmaktan kötü günlere hazırlanmaya zaman bulamamıştık. Onlarca bin yoldaşımız, güneş görmüş kar taneleri gibi erimiş, üç yüz, beş yüz kişi kalakalmıştık. (Bu filmi, dokuz yıl sonra bir kez daha görecektik.)” (shf. 70)
“O yıllarda erkekler erkek, kadınlar kadın olarak algılanıyor aramızda. 1975'ten sonraki yıllardaki 'Bacı' muhabbeti yok. Sevgilinle mitinge katılıyorsun, tüm gücünle 'Bağımsız Türkiye' diye haykırıyorsun, polisle çatışmada kızlı-erkekli dayağı birlikte yiyorsun/ ya da dayağı birlikte atıyorsun. Eylem sonunda belki de klasik müzik dinliyorsun bir yerlerde, loş ışıkta öpüşerek.” (shf. 78)
“Sloganımız 'Gerçekçi ol, olamazı iste' idi, bizlerin. Gerçekten çok güzeldi o yıllar. Olamaz denilenin peşinde yorulmaksızın koştuk, kimimiz örselendi, kimimiz kırıldı, havacıların deyimiyle 'eksi iki'de kemiklerini dinlendirdi, kısacık yaşamına sığdırdığı onca güzelliği bize emanet ederek.” (shf. 86)
“'Namussuzlar sizi, sizi gebertmeye geldik.' sesleri ile doldu içerisi. Çoğunu tanıyorum gelenlerin. Bu 12 Mart zamazingosu, insanları ne kadar farklılaştırmıştı. Birlikte 'Kahrolsun ABD Emperyalizmi' diye haykırdığımız insanlar, 'Irz düşmanı komünistler' diye üzerimize saldırıyordu.” (shf. 88)
“68'li özgürdü, özgüven yüksekti. Herkes kadar korkak, herkes kadar cesurdu. Belki de en büyük üstünlükleri, bireysel çıkarlarını fırlatıp atmalarıydı... Her yerdeydik. Tavernada eğleniyor, meyhanede içiyor, konserlerde coşuyor, acı olaylarda ağlıyorduk. Sevgililerimiz vardı canımızdan değerli, arkadaşlarımızsa paha biçilmez.” (shf. 112)
68 Kuşağının Türkiye ayağında yer alan abiler ve ablalar hakkında o abilerden mütevazi birisinin yazdıklarından bir şeyler öğrenmek için bu kitabı okumayı öneriyorum.
Not: Datça'da kitabı BUNKO'da bulabilirsiniz. (AYDEM'in karşı sokağı)