Bugun...



ÖYKÜ / Kız Oktay

Bir ay önce eşinin tayini nedeniyle iş yerinden ayrılan en yakın arkadaşın Sedef’in yerine gelen kızı ilk gördüğünde sevmemiştin. İtici bir tipti. Hatta bir de isim takmıştın, “Sedef’in kuması.” Oturduğu iskemleye bir türlü sığışamayan at suratlı bir kız kurusuydu.

facebook-paylas
Tarih: 18-09-2024 13:03

ÖYKÜ / Kız Oktay

                                        Fatma TÜRKDOĞAN / ÖYKÜ

Bir ay önce eşinin tayini nedeniyle iş yerinden ayrılan en yakın arkadaşın Sedef’in yerine gelen kızı ilk gördüğünde sevmemiştin. İtici bir tipti. Hatta bir de isim takmıştın, “Sedef’in kuması.” Oturduğu iskemleye bir türlü sığışamayan at suratlı bir kız kurusuydu. İrikıyım bedenine ve uzun boyuna rağmen vücudundaki orantısızlık hemen dikkatini çekti. Küçücük kalçalarıyla uyumluydu, bir elin ayasını doldurmayacak olan göğüsleri. Çaprazında oturduğu için her hareketini görüyordun. Sık sık sutyenini düzeltiyor, gün içinde defalarca tuvalete gidip uzun süre gelmiyordu. Önceleri böbrekleriyle ilgili bir sorunu var, diye düşündün. Gördüğün kadarıyla fazlaca su da içmiyordu. Dönüşte makyajını tazelemediği de ortadaydı. Hadi, telefonla özel görüşmeler yapıyor desen o da değildi, telefonu her zaman masanın üstünde duruyordu. Var, dedin bunda bir iş… Arkasından gittiğinde gördün göreceğini. Olmayan göğüslerine sıkıştırdığı pamukları düzeltirken yakalamıştın onu. Yanağından hızlıca bir makas alıp “Aramızda kalsın bebeğim,” deyince söyleyecek söz bulamadın. Nedenini niçinini sormadın, merak da etmiyordun açıkçası. Gülümsemekle yetindin o an ama kızlara da söylemeden edemedin. Duymuş hakkında dedikodu yaptığınızı, öğle paydosuna yakın yanınıza gelip gevşekçe bir kahkaha atarak,

“Ne yapsaydım ya, tahta gibi bir göğüsle mi beğendirecektim erkeklere kendimi? Verin parayı da şişittirivereyim!” deyince şaşırmıştınız. Büroda göreve başlayalı henüz bir hafta olmuştu. Yeni yeni tanımaya başlıyordunuz Okşan’ı. Gerçi ismi de bir acayipti. Dobra kızdı ama bir o kadar da kendi bedeniyle barışık...

Zarf çantasını koltuğunun altına sıkıştırır, sopa yutmuş gibi dimdik yürürken de ince topuklu ayakkabılarıyla yeri döverdi âdeta. Giysileri hep aynı tipti. İnce bedenini ipincecik yapan dar bir blucin ve tüm hatlarını ortaya koyan bir bluz ya da penye bir tişört… Diğer renklere alerjisi varmışçasına siyah beyaz dışında giysiler göremezdiniz üzerinde. Sarı uzun ve dalgalı saçları her daim bakımlıydı. Tek aykırı renk uzun tırnaklarına sürdüğü kırmızı ojelerdi.

İşini ciddiyetle yapan diğer kızlara hiç benzemeyen bir yönü vardı. Sanki ellerine hükmedemiyormuşçasına saçınızın parlaklığını, cildinizin tazeliğini, giysilerinizin dokusunu bahane edip vücudunuza dokunmayı seviyordu. Takıldın bir gün, “Annen, sana bilerek mi koydu bu Okşan ismini? Nedir bu ellemeler, okşamalar...” deyince şefin dikkatini çekecek yükseklikte kahkaha atıp “Seviliyorsunuz canlarım” deyiverdi. Asık yüzlü büroya can gelmişti, kan gelmişti sayesinde. Bu kızı ufaktan sevmeye başlamıştın. Şef yüzünü ekşiterek “Altın gününe çevirdin iş yerini Okşan Hanım!” diyerek bir güzel azarlamıştı kızcağızı.

Evli barklı, çoluk çocuk sahibi diğer iki suratsız memureyle pek aran yoktu. Okşan şen şakrak, samimi hâlleriyle kalbini kazanmıştı. Öyle yemeklerini birlikte yiyor, akşam iş çıkışında da vapurla karşıya geçiyordunuz. İskeleye yakın bir kafede oturup Türk kahvesi içmeyi âdet hâline getirmiştiniz. İkiniz de bekârdınız, evde yaşlı anneciğinden başka bekleyenin yoktu. Okşan’ın bekleyeni var mıydı bilmiyordun, zira özel yaşantısından hiç bahsetmezdi. Bir gün yine bol köpüklü kahvenizi höpürdeterek içerken karşı masada arkadaşlarıyla oturan genç bir adam,

“Oooo, Kız Oktay! Merhaba. Şey! Okşan...” diyerek laf attı.

Kafasını kaldırıp kızgın bir bakış atan Okşan “Şişşşt, yavaş!” diye cevap verdi.

“Hımm, anladım. Nerelerdesin yahu! Geçen iş yerine uğradım, yoktun. Şutlanmışsın yine!” der demez sinkaflı bir küfür mırıldanarak gencin yanına giden Okşan el kol hareketleriyle konuşmaya başladı. O kadar erkeğin içinde bir bayanın ağzına yakışmayacak küfürler utandırmıştı seni. İlgilenmemiş gözüktün ama içine bir kurt düşmüştü. “Kim bu Okşan?” diye geçirdin içinden.

O günden sonra mesafeli davranıp beraber görünmemek için bahaneler uydurdun. Nihayetinde anladı niye böyle davrandığını. Bir öğle vakti yemeğe çıkmayı teklif etti. Kendisinden bahsetmesi şartıyla gelebileceğini söyledin. Havayı dövercesine bir hareketle elini sallayarak “Uzun hikâye, anlatırım bir gün” diye geçiştirdi. “Hayır!” dedin, “Bu akşam anlatacaksın, hem de her şeyi” deyince kafasını olur manasında salladı. Kızın o günkü yakışıksız davranışının ne manaya geldiğini nihayet öğrenecektin.

Her zamanki yerinize oturmuş kahvelerinizi sipariş etmiştiniz. Yavaş ve telaşsız hareketlerle çantasından sigara tabakasını çıkarıp sigarasını yaktı. Ciğerlerine derince boca edip havaya üfledi. Zaman mı kazanmaya çalışıyordu yoksa anlatacaklarının altında mı eziliyordu bilemedin.

“Evet.” dedin, “Seni dinliyorum.”

“Sen çok özel birisisin, biliyorsun değil mi?” dedikten sonra konuşmasına devam etti:

“Seni seviyorum ve sana güveniyorum. O yüzden her şeyi en baştan anlatacağım.”

İyice meraklanmıştın, neydi onu bu kadar efkârlandıran şey. İlk kez sigara içişine şahit oluyordun. Bir yandan da acımıştın ona.

“Adım Oktay, ‘Kız Oktay’ derler bana.” diyerek başladı söze.

“Dur, dur, dur!” dedin heyecanla. “Oktay mı? Ama nasıl olur? Adın Okşan değil mi?”

“Hem öyle hem öyle değil!” deyince, “ Baştan anlat!” dedin.

“Başı, sonu yok! Adım Oktay, ruhum erkek bedenimse kız işte!”

Şimdi anlıyordun olmayan göğüslerine pamuk doldurduğunu, onu bunu bahane edip sizlere dokunduğunu. Arada bir erkek damarı tutuyordu demek ki. İyice afallamıştın.

“Devam et,” dedin. “Her şeyi bilmek istiyorum. Sırrını saklayacağım, güven bana.”

Yenice yaktığı ikinci sigaradan derince bir nefes çekip anlatmaya başladı:

“Varlıklı bir ailenin tek çocuğuyum. Bedenimde fazlalıkla doğmuşum ben! Çift cinsiyetli olduğumu on üç yaşında öğrendim kadın doğum doktorundan. Annem çok tutucuydu bir türlü kabullenemedi benim bu durumumu. Büyük bir hayal kırıklığı neticesinde sinir zafiyeti yaşadı. Babamın bana karşı toleranslı davranışları onu çileden çıkarıyordu. Her gün kavga, her gün huzursuzluk… Bir gün bizi ve yaşadığımız şehri terk edip ailesiyle yaşamaya başladı. İçinde bulunduğum çelişkili ruh hâlimi gizlemek için neşeli ve vurdumduymaz davranmaya çalışmakla başladım işe. Liseyi zar zor bitirdim. Babam birlikte çalışmamızı istese de kabul etmedim. Değişik iş yerlerinde çalıştım. Bu sırrımı keşfeden ya da bazı davranışlarımdan bir şeyler sezen patronlar benden yararlanmaya kaktılar, kabul etmeyince de kapının önüne koydular. Namusumla çalışıp para kazanmaya, biriktirdiğim parayla da ameliyat olup yeni kimliğimle yaşamaya yeminliyim.”

Babasının durumunun iyi olduğunu hatırlayınca hemen atıldın:

“Peki.” dedin, “Baban yardımcı olmuyor mu bu konuda?”

“Evimi, arabamı aldı, aydan aya yüklüce bir miktar harçlık da yatırıyor hesabıma, tedavi de ettiriyor. Daha ne yapacak!”

“Ameliyat konusunu kastetmiştim.” deyince, “Ha, o mu? O benim sorunum. Para biriktiriyorum dedim ya. Hem geceleri...”

“Evet, geceleri ne?”

“Kız Oktay adıyla bir arkadaşımın mekânında haftada üç gece çalışıyorum,” der demez sözünü kestin. Aklındaki soruyu sormalıydın, cevabı önemliydi senin için.

“Bedenini mi satıyorsun yoksa!”

“Hayır!” dedi. “Asla!”

İçin rahatlamıştı.

“Sesim de iyidir sahnem de. Gelmek ister misin bir gece?”

“Gelirim,” dedin hiç düşünmeden. “Tabii ki izlemek isterim seni.”

Samimiyetine ve azmine hayran kalmıştın.

Adı ha Oktay ha Okşan ne fark ederdi ki. Kendisi alın teriyle başına yağan karı eritmeye çalışan bir insan, bir dosttu artık senin için.




Bu haber 5217 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÜLTÜR-SANAT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI