Tweet |
GÜLÇİN GRANİT / ÖYKÜ
“Sadakat en iyi dosttur.”
Uzun zamandır kocamdan şüpheleniyorum... Hareketlerinden, sürekli değiştirdiği parfümlerden, iş aşkından… İçime irice bir kurt düştü, biraz araştırma yapmam yeterli oldu. Selahattin banyodayken telefonuna casus takip programını indiriverdim. İçim rahatladı bir of! Çektim. O anlamaz akıllı telefonlardan. Telefonları açayım derken kapatmamayı henüz öğrendi. Selahattin’in yalanları yılan gibi beni sarıp sarmaladı, Yeter artık. Beni bu kadar aptal yerine koymasına izin vermeyeceğim. Selahattin banyodan çıktı, beyaz havluyu beline dolamıştı bana seslendi;
“Hayatım, şu lacivert takımlarımı çıkartır mısın?”
“Tabi ki, takımlar yatağın üstünde. Akşama kaçta gelirsin? ”
“Bugün İstanbul dışına çıkacağım. İşim fazla uzun sürmez yarın akşam dönerim.” Dedi.
Yalanlarına suçüstü yaparak ona birazdan göstereceğim. Selahattin’in evden çıkmasıyla, müdavimi olduğum kuaföre gittim. Beni görünce kuaför şaşırdı, daha önce hiç giymediğim mini bir etek, üstünde trans palan bir buluz vardı.
“Hoş geldim Nermin Hanım bu ne güzellik?”
“Beni öyle bir değiştir ki, kendimi ben bile tanımayayım.”
“Sarı ve kısa saçlarımı kaynak yapalım. Kızıl saçlarım olsun şöyle belime kadar lüleler aksın.”
“Sen hiç merak etme tatlım, o iş bende.”
“Tırnak sevmem ama takma tırnak istiyorum kırmızı olsun, imaj değişikliği yapmaya karar verdim.” Kuaför;
“Neriman Hanım kendini sen bile tanıyamayacaksın. Ay çok merak ediyorum. Heyecan yaptım” Dedi.
Dediği gibi de oldu. Sarışın girdiğim kuaförden kızıl bir kadın olarak çıktım. Kısa saçlarım belimde dans ediyor, saçımdaki lüleler sinsi sinsi kıvrılıp hopluyordu. Hiç tarzım olmayan kedi gözlüğünü taktım. Şimdi sıra kocamı telefon kayıtlarından tespit etmeğe kalmıştı. Kiraladığım araç bütün sorunumu halletmişti. Casus takip programının gösterdiği adrese doğru yola koyuldum.
Selahattin, sahilde balık lokantasının önündeydi. Plakasından tanıdım. Biraz bekledim. Lokantadan bir garson bulup ayarladım, kocamın çaprazındaki masayı kendime ayırttırdım. Yarım saat sonra ben de içeriye girdim. Lokantadaki bütün gözler üzerime yapıştı. Daha önceden alışık olmadığım bu durum hoşuma bile gitmişti. Selahattin bana bakıyordu. Kendimi çok kötü hissettim. Kızı yaşında, bir kadınla oturmuş şarap içiyordu. Tüm kızgınlıklarımı toparlayıp lokantadan dışarıya fırlattım ve bana ayrılan masaya geçip oturdum.
Bacak bacak üstüne attım, mini eteğimin altından bacaklarım sülün gibi duruyordu, biran kendimi çok beğendim. Bir Selahattin’e baktım, bir de o şıllığa… Alışık olmadığım bir duygu seli içindeydim. Göğsüme avuç içi büyüklüğünde bir sıkıntı gelip oturmuştu. Kendimi ben bile tanıyamıyordum. Hareketlerim ve duygularım bana tamamen yabancıydı. Selahattin’i yan profilden görüyordum. Küçük yosmayı, oturduğum yerden seyredebiliyordum. Garson kırmızı şarabı getirdi ve kadehime doldurdu. Sigara tablomdan ince ve zarif hareketlerle sigaramı çıkarttım. Birden üç garson sigaramı yakmak için çakmağı ateşlediler.
İçimdeki sıkıntıyı yok sayıp, ona arkamı dönüp oturdum. Sanki heyecanlı bir filmde başrol oyuncusuydum.
Birazdan garson metal tabak içinde balığı getirdi. Kapağı kaldırdı, levreği servis yaptı. Balık da benim gibi henüz son sözlerini söylememiş görünüyordu. Söylenecekleri dudak kıvrımlarında uzanmıştı. Bedeni kuyruk tarafından kıvrılmış sanki can çekişirken pişirilmişti. Balığın gözlerine baktım, küçük kar tanesi gibiydi. İçindeki defneyaprağını çıkarttım. Çatalla altta dizili patatesleri ittim. İştahım bir açılıp bir kapandı. Balığı yemek ve yememek arası gittim geldim. Elimdeki çatalı yere bıraktım. Balıkta ben gibi masadan Selahattin’den intikam almak ister gibi bakıyordu. “Et, balık ve kelle bunlar yenir elle dedem böyle söylenrdi” dedi. Çatalı elinden bırakıp kol yenlerini kıvırdı. Yosmaya;
“Sevgilim, sen de benim gibi kollarını kıvır.”
“Sen balık sevmiyorsun sanırım”
“Bayılmasam da yerim”
“Yemekten sonra nereye gideceğiz?”
“İstediğin otele!”
“Beni rahat bırakmayacaksan söyle ben de seni rahat bırakmayayım” dedi. O şıllığın kahkahaları lokantanın içini doldurup çalkalıyordu. Selahattin balığı ayıklamakta zorluk çekiyordu. Yıllardır onun balıklarını ben ayıklarım. Ayıkladım da ne oldu sanki? Selahattin balığın karnına parmaklarını sokarak ikiye ayırdı, kopan küçük parçaları ağızına atıyordu.
Selahattin’in iri gözleri an ve an bacaklarımdan akıp giderken şimdi de küçük yosmayı da aldatıyordu. Garsonu çağırdı ve şarap kadehlerini doldurttu. Kadehi parmak arasından tutup küçük şıllıkla tokuşturdu.
“Aşkımıza sevgilim!”
“Aşkımıza” dedi kadın.
Birbirlerinin gözlerine daha önceden hiç görmemiş gibi baktılar. Salaş bir mekânda Orhan Baba çalıyordu. “Batsın bu dünya” diyordu. “Ben batıracağım onun dünyasını” dedi. Selahattin, sevgilisine;
“Sen yanımdasın!” Batsa da olur bu dünya” dedi.
Kadın kendini bulunmaz Hint kumaşı sandı. Sıra Selahattin’i telefonla aramaya gelmişti. Kalkıp antreye çıktım, arkamdan Selahattin’in;
“Sen yanımdasın!” Batsa da olur bu dünya” dedi.
Kadın kendini bulunmaz Hint kumaşı sandı. Sıra Selahattin’i telefonla aramaya gelmişti. Kalkıp antreye çıktım, arkamdan Selahattin’in gözlerini üzerimde hissediyordum. Telefonun çalmasını duyabiliyordum.
“Alo! Karıcığım, bugün iş yemeğinde olacağımı sana söylemiştim.”
“Bugün işyerine gittim. Sana sürpriz yapmak için seni orada bulamadım”
“Hayatım ben bir günlüğüne İstanbul dışına çıktım, yarın döneceğim, merak edilecek bir şey yok sevgilim.”
“Peki, Selahattin” diyerek telefonu kapattım. Ben ona ne yapacağımı biliyordum. Babamdan kalan şirketi onun başından aşağıya geçirecektim. Yani ayağının altındaki atlas halıyı çekip alacaktım. Hepsi babamın sayesindeydi. Bir damatlık ceketiyle gelmişti bu aileye. Belli ki, “Ne oldum delisi” olmuştu. Geriye dönüp masama oturdum.
Selahattin kadeh şarabını kafasına bir kerede dikip bitirdi. Gözlüklerimi çıkarttım. Selahattin gözlerini ayırmadan bana bakıyordu. Aklı karışmış olmalıydı. Alnında birden derin çizgiler belirdi. Balıktan büyük bir parça kopardı ve ağzına tıktı, Acemi bir boyun hareketiyle yutmaya kalktı. Şarap şişesine uzanırken öksürmeye başladı. Selahattin şarap gibi kızarmaya başladım. Gözleri iki adım ileri fırladı. Ağzındaki kılçık, boğaz yatağında kendisine bir yol bulup oraya tutunmuş olmalıydı. Kılçık boğazına kaçmış onu boğuyordu, nefes alamıyordu. Hıı! Sesleri masaya dökülüyordu. Ağızından kırmızı şarap akıyordu Sevgilisi çok korktu susuyordu. Selahattin ayağa kalkıp zıplamaya başladı. Yerimden kalkıp, Selahattin’in sırtına geçtim. Ellerimle göğüs kafesinin altına bastırıp onu üç kere yukarıya çektim. Ağzında ne varsa dışarıya döküldü. Yüzüme af diler gibi bakıyordu şimdi. Kulağına eğildim;
“Sana öyle şeyler yapacağım ki, keşke boğulsaydım diyeceksin. Ah! Sıtkımı sıyırdım Selahattin.”