Biz Türk milleti olarak her şeyi bildiğimizi sanırız. En büyük problemimiz de budur: Sorunumuz bilmemek değil, her şeyi bildiğimizi sanmaktır. Antik Yunan’dan günümüze dünyanın en bilge insanı kabul edilen Sokrates bile “Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğimdir” diyerek bilmediğini ifade ederken, nasıl oluyor da bizim millet her konuda bilgi sahibi olduğunu iddia edebiliyor?
Belki de bilginin ne olduğu konusunda kafamız karışık olduğundandır. Öyleyse biz de bilginin ne olduğuna biraz duralım. Sahi, nedir bu bilgi?
Filozoflar, felsefenin ortaya çıktığı günden bu yana bilginin ne olduğuna bir tanım getirmeye çalışsalar da, bugün hâlâ epistemolojinin içinden çıkamadığı bir konudur: “bilginin ne olduğu” meselesi.
“Bilgi nedir?” sorusuna cevap arayan filozofların en çok kabul gören tanımı gerekçelendirilmiş doğru inanç olsa da, bu tanımın geçerli olmadığını gösteren önemli eleştiriler vardır. Bilginin ne olduğu sorusuna dair bu eleştirilerden biri, Amerikalı filozof Edmund Gettier tarafından 1963 yılında kaleme alınan "Is Justified True Belief Knowledge?" başlıklı makalesinde ortaya konmuştur. Gettier, geleneksel tanımın bazı durumlarda yetersiz olduğunu ve gerekçelendirilmiş doğru inancın her zaman bilgiye eşdeğer olmayabileceğini göstermiştir. Bu çalışmayla epistemolojide önemli bir dönüm noktası oluşmuştur.
Sonuç olarak, Thales’ten bugüne filozofların içinden çıkamadığı “bilgi nedir” sorunu, biz Türkler için pek de bir şey ifade etmiyor; çünkü bilginin ne olduğu konusuna fazla takılmıyoruz.