![]() |
Tweet |
Semiha DURAK
Demokratik Kongo Cumhuriyeti, M23 adlı silahlı grubun Konga’nın Goma şehrini ele geçirdiği, Ruanda’nın bu gruba destek verdiği haberleriyle gündemde. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’ne bağlı askerlerin de öldürüldüğü çatışmaların ardından Kongo hükümeti, saldırıları “savaş ilanı” olarak nitelendirerek Ruanda’daki diplomatlarını geri çağırdı ve BM’den Ruanda’ya yaptırım uygulanmasını talep etti. Bu kriz, yalnızca iki ülke arasında yaşanan, güncel bir gerilim değil. Bugün yaşananlar, Kongo’nun sömürgecilik geçmişiyle şekillenmiş karmaşık bir hikâyenin devamı.
Johan Grimonprez’in Soundtrack to a Coup d’Etat adlı belgeseli, bu karmaşık hikâyenin tarihsel köklerini anlamak için çarpıcı bir perspektif sunuyor. Film, Kongo’nun sömürgecilik sonrası dönemde Batı’nın emperyalist müdahalelerine nasıl maruz kaldığını, Patrice Lumumba’nın bağımsızlık mücadelesinin nasıl bastırıldığını; CIA, MI6 ve Belçika’nın bu süreçteki rollerini gözler önüne seriyor. Caz müziğinin direniş ve dayanışmayı temsil eden sesini, Lumumba’nın hikayesiyle bağlantılı bir metafor olarak kullanan belgesel, sömürgeci müdahalelerin yalnızca geçmişte kalmadığını, günümüz çatışmalarının temelini nasıl oluşturduğunu ustalıkla anlatıyor.
Arşiv görüntüleri ve röportajların yaratıcı bir kurguyla harmanlanmasıyla ortaya çıkan film, siyah- beyaz ekrandan, “1960 yılını nasıl hatırlardınız; yıllar sonra çocuklarınıza anlatırken aklınıza hangi sahneler gelirdi?” sorusuyla başlıyor. O yıllara ait televizyon programından bir spiker konuşan. “Nikita Krushkev’in Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde, ayakkabısını masaya vurduğu anı mı hatırlardınız örneğin?” diye öneriyor ekrandaki siyah- beyaz yüz. Öfkeli bir komünist liderden çok, afacan bir çocuğu andıran Krushkev’in masaya vuran görüntüleri, fonda yükselen müziğin ritmine karışırken, “Ritim benim işim” diyor dönemin caz ustalarından Dizzy Gillespie.
Gillespie, Abbey Lincoln ve Max Roach gibi müzisyenler, cazı ırkçılığa, ayrımcılığa ve sömürüye karşı bir silah gibi kullansalar da sistem, bu dayanışma ve direnişi manipüle etme konusunda da aynı derecede usta olduğunu gösteriyor. 1955’te, New York Times’da yayınlanmış bir söz ekrana yansıyor bu sırada: Amerika’nın gizli silahı minör tonda bir mavi notadır.
Belgeselin ilk sahnelerinden birinde, CIA Direktörü Allen Dulles’ı elinde bir pipo ile konuşurken görüyoruz. Bu sahne, René Magritte’in ünlü eseri Ceci n'est pas une pipe (Bu bir pipo değildir) tablosuna gönderme yapıyor. Film boyunca, Batı’nın Kongo üzerinde kontrol kurma yollarını ne kadar sanatsal bir illüzyonla maskelediğini izliyoruz. Kongo’da görevli MI6 ajanı, Daphne Park, soğukkanlı bir biçimde şöyle söylüyor: “İnsanları birbirine düşürüyorsunuz; sonra onlar birbirlerini yok ediyor, biz değil.” Bu cümle, sömürgeciliğin ve emperyalizmin sinsi ve yıkıcı stratejisini özetler nitelikte.
Belgeselin en etkileyici özelliği, politika ya da tarih dersi değil; cazın evrensel dili üzerinden bir hikâye anlatıyor oluşu. Müziğin eşliğinde kendimizi bu hikâyeye ve tarihin ritmine kaptırıyoruz. Nina Simone’nun Wild is the Wind şarkısını söylediği an, Lumumba’nın, Malcolm X’in ve Kongo halkının direnişine bir saygı duruşu niteliğinde.
Sonra, Louis Armstrong beliriyor ekranda, “Black and Blue” şarkısını söylerken; o güçlü sesiyle, “tek günahım tenimin rengi” diyor. Sonra ne mi oluyor? ABD hükümeti, bu caz duayenini alıp Kongo’ya “kültür elçisi” olarak götürüyor. “Lumumba’nın timsah dolu bir nehirde ölmesini diliyorum” diyen Eisenhower’in başkan olduğu dönem bu. Arka planda, Lumumba’yı devirmek için yapılacak darbenin hazırlığını yapıyorlar. Armstrong daha sonra gerçeği öğrendiğinde “öfkeyle “Ben ajan değilim!” diyerek Amerikan vatandaşlığını bırakıp Gana’ya yerleşmeyi düşündüğünü açıklasa da nafile. CIA, Mİ6 ve Belçika’nın planı tam da istedikleri şekilde işliyor.
Peki neden Kongo? Kongo’nun madenleri neden bu kadar önemli? Frantz Fanon, geçen yüzyıldan seslenerek yanıtlıyor; “Afrika tabanca ise, Kongo onun tetiği.” Tetiği çekenler ise Afrika halkları değil; emperyalizmin çıkarları doğrultusunda şekillenen küresel güçler oluyor. Insanlık tarihini şekillendiren olaylar, bir şekilde dönüp dolaşıp Kongo’ya bağlanıyor. Malcolm X’in 1960’ta Harlem’de yaptığı konuşmada söylediği gibi: “Kongo ile bağlantıyı anlamadığınız sürece Mississippi’yi düzeltemezsiniz.” Bu bağlantı, yalnızca sömürgecilik tarihinin bir yansıması değil; aynı zamanda bugünün teknolojik ve ekonomik sistemlerinin arkasındaki çarpık düzeni de ortaya koyuyor.
Filmi izleyene dek, Hiroşima ve Nagazaki’yi yerle bir eden atom bombalarının yapımında kullanılan uranyumun Kongo’dan çıkarıldığını bilmiyordum. 20. yüzyılın tüm savaşlarında kullanılan mermilerin, bu topraklardan çıkarılan kaynaklarla döküldüğünü de.
Kongo topraklarının ve halkının sömürülmesi tarihin tozlu sayfalarında kalmış değil. Bugün Elon Musk’ın Tesla arabaları, bedenlerimizin bir parçası haline gelmiş iPhone’lar Kongo ve Afrika topraklarından çıkan madenlerle yapılıyor. Ve bu sömürü, yalnızca fiziksel kaynakların çalınıp dönüştürülmesiyle sınırlı değil. Kültür, insan emeği ve hayaller de aynı sömürü döngüsünde yok ediliyor. Grimonprez’in belgeseli, Kongo’nun, modern dünyanın yapı taşlarını oluşturan, ancak karşılığında halkının açlık ve çatışmayla boğuştuğu bir ülke olduğunu güçlü bir dille ortaya koyuyor.
Kongo’nun bağımsızlık mücadelesinin sesi ve simgesi olan Lumumba’nın 1960’ta, ülkesinin, ilk başbakanı olarak yaptığı konuşma dikkat çekiyor. Küçümseyici bir tonda “çalışarak medeniyete ulaşmaları gerektiğini” söyleyen Belçika Kralı Baudouin’e, “Kolonyalist baskının bedenlerimizde ve kalplerimizde yarattığı acıyı biz yaşadık, ama artık bu sona erdi,” sözleriyle karşılık veriyor. Halkı için umut kaynağı olan Lumumba’nın özgürlük ve bağımsızlık hayali, savaşlardan beslenen emperyalizmin, silah tüccarlarının çıkarlarına ters düştüğü için yok ediliyor. Birkaç başarısız girişimin sonunda CIA, MI6 ve Belçika’nın işbirliğiyle yapılan darbe başarılı oluyor. Birleşmiş Milletler korumasındaki Lumumba işkence edilerek öldürülüyor. Cesedi sülfürik asitle eritiliyor, Belçikalı bir yetkili, Lumumba’nın dişlerini ve bir parmağını “hatıra” olarak saklıyor.
Uzaktan bile olsa bütün bunları izlemek ağır. Miriam Makeba’nın ağıdıyla Lumumba’yı uğurlarken, Maya Angelou ve arkadaşlarının protestosuna tanıklık ediyoruz. “Katiller” diye bağırıyor Maya Angelo. Sinemanın karanlık salonunda, tarihin sessiz tanıklarıyız. Belgeselin en güçlü metaforlarından biri, Kongo halkının acısını tanımlayan şu cümlede saklı: “balıkların gözyaşlarını kimse göremez.”
Kongo’nun hikayesi, sadece Afrika’nın değil, tüm dünyanın sorumluluğunu taşıdığı bir hikâye. Tarihin nasıl yazıldığını ve kimler tarafından kontrol edildiğini anlamak için bir anahtar sunuyor. Sömürgecilik ve emperyalizmin, yalnızca geçmişin değil, bugünün de temel bir gerçeği olduğunu.
Baskıya karşı direnen güçlü sembollerin, sistemin araçları haline getirilmeye çalışıldığını izlerken, daha önce farketmediğim bir bağlantı gözlerimin önünde beliriyor. Harlem’de ırkçılığa karşı haykıran Malcolm X’in “X” ile sembolleştirdiği özgürlük ve kimlik çağrısı, bugün Elon Musk’ın “X” adı altında yeniden markalaştırdığı sosyal medya platformuyla ters yüz ediliyor. Malcolm, ailesine Afrikalı kimliklerinin yerine verilen, sömürgecilerden kalma “Little” soyadını reddederek “X” soyadını seçmiş, X, kişisel ve kültürel kimliğini geri kazanma arayışının ve beyaz üstünlüğüne karşı verdiği mücadelenin bir ifadesi olmuştu. Musk, bu harfin anlamını bambaşka bir bağlama yerleştiriyor. “X” ırkçılık ve nefret söylemleri yaymak ve dezenformasyonla toplumu manipüle etmek için kullanılan bir araç haline geliyor, manipülasyonun sembolü haline dönüşüyor.
2025 yılını nasıl hatırlayacaksınız? Aklınıza hangi sahne gelecek? Musk’ın elini havaya kaldırıp Nazi selamı yaptığı an mı örneğin?
“Katiller” diye bağırıyor Maya Angelou. Her şey gibi bunu da unutuyoruz. Dünyayı, katiller ve hırsızlar yönetirken, tarihin sessiz tanıklarıyız. Ama tarih durmadan, vazgeçmeden tekerrürlerle hatırlatıyor; belgelerle, fotoğraflarla, müzik eşliğinde, resimlerle. “Bu, bir pipo değil” diyor tarih. Pipo bir ilüzyon. Gerçek, Lumumba’nın susturulan sesinde ve mütemmim cüzlerimiz telefonlarımızın içindeki görünmeyen emeğin; balıkların gözyaşlarında gizli.
Yazının linki: https://www.birgun.net/makale/baliklarin-gozyaslari-kongonun-sessiz-cigligi-597651, 07.02.2025