![]() |
Tweet |
"Anaa."
"Ooy guzum."
"İrbeem sıçmış."
"Geliyom, geliyom."
Elindeki işi bırakıp, mırıldanarak bebeğin yanına geldi..
"Gurban olduum yavrım, neyoldu da sıçıp duruyon bakiyim? Ötürük mü oldun yoosa?"
Şarban'a dönüp yüklüğün kenarını işaret etti.
"Guzum hordaa çapıtlardan bi dene verseene.Gardaşıyın götünü baalayım.Soonada bi gözel emdiriyim."
"Süt verelim ana. Seviyo süt içmeyi."
"Yok guzum. Süt vermeelim.Yağlı geez. İki gündür durmadan cıvık cıvık sıçıyo. Anası emdirir daşşaanı yediim erkee. Sende böyüyüp çocuk bakmayı mı ööreniyon."
"Heye. Öörenmeyim mi?"
"Öören guzum öören. Heç kimseye möhdeç olma. Her işi gendin yap. Bu dünnede gendi ayaannan yere eyi basacaan."
Şarban, iki ayağı üzerinde bir kaç kere zıpladı.
"Basıyom ya işte."
"Öyle deel guzum. Çalışkan olup möhdeç olma."
Anasının sesiyle başını kapıya doğru çevirdi Fatma.
"Needip durusunuz bakiyim analı gızlı?. Kimin govunu ediyonuz?"
Gülerek yanıtladı Fatma.
"Ebesinin govunu ediyok. İrbeeme neye altın dakmadı diyok."
Elif kadın, bebeği kucağına aldı.
"Kese kese altınnar dökerim erkeemin yoluna. Dakma mıyım heç. Dedesine söylerim. Taa İzmir'den getirip daksın sarı lireleri ooluma."
"Ana İrbeem ötürük buluk haralda. Durmadan sıçıyo."
"Geçer gızım geçer. Çok ısıcak ortalık. Bellimolur bi şey dokanıkdur. Eski soykaları yırtıp getirdim. Erkeen götüne baalarsın deyi. Endee kirlileri ver de yuyum. Külünen apapbaa ederim aaşama gadar."
"Ben yurum ana. Varısa sizikinneri de geti. Babamgil nere gedik?"
"Bencikden habar gelik. Babayın arkadaşı varıdın bi dene. Onun babası ölük. Ora getdiler. Soona Aliyinen Yataana gedip, acık şeker, yaa, duz alacaklarımış. Üsdümüze başımıza da geyecek alsalarıdın eyi olacak."
"Hindi almazlarsa Ali'ye derim ana. Barabar gedip alırık. Marak etme. Bayramda üsdümüz başımız yesyeni olur."
Bebek kucağında uyumuştu. Yavaşça yatağına bıraktı. Bebek uyanmasın diye, tahtalara ayağının ucuna basarak dışarı çıktı.
"Ana, hu gazanınan çencereleri eyice yaykayım ben. İsten görünmez oluklar. Eveli onnarı soona hepimizin pırtılarını aradan çıkarıyım."
"Eyi gızım. Bende acık pıynar odunu kesip geliyim."
Şarban ebesinin elini tutup sordu.
"Ebe bende geliyim mi?"
"Yörüyebilimisin? Gedeceem yer uzak emme."
"Yörürüm, yörürüm. Ben de odun getiririm."
"Haydı bakalım."
Elif kadın, sırtına odunları bağlayacağı iple, kesmek için tahrayı alıp yola çıktı. Şarban, yanında zıplaya zıplaya yürüyordu. Arkalarından bağırdı Fatma.
"Anaa... Endeeni uzaa salma. Guyruklu çoktur oralarda. Sokmasın."
Olur anlamında başını salladı anası. Önce kazanı temizlemeliydi. Sıcak suyu, kazanın dışına döküp toprakla ovmaya başladı. Yavaş yavaş sökülen is, evin önünden aşağı doğru siyah bir çizgiye dönüşüp akmaya başladı. Uzun süre kazanla uğraşan Fatma, başını kaldırdığında korkudan sesini çıkaramadı. Dili tutulmuş gibiydi.
"Öseen amca neediyon burda?"
"Seni seerediyom. Eyice böyüyüp gözel gancık oldun. Ayı baban, elin bedeline vermeyip benim garım olsayıdın ende gazanınan, çencereyinen uuraşmazıdın. Heç bi iş dutdurmazıdım sana."
"Oşt köpek. Aazını çaykala, ondan soona gocamı gonuş."
Fatma'nın sözü biter bitmez, kazanı Hüseyin'in kafasına vurdu. Hüseyin sendeleyip isli suyun aktığı yere doğru devrildi. Sağ eliyle yerden destek alıp kalkmaya çalışırken, sol eliyle kanayan başını tutuyordu.
"Ülen gahba garının çıkardıı. Senin geçmişini s.kerim orasbı."
Konuşması bitmeden çıkardığı acı feryat, kırılan kol kemiğinin çatırtısını bastırdı. Tekrar sendeleyip düştü. Fatma hiç bir acıma duygusu hissetmeden odunu Hüseyin'e vuruyordu. Aynı öfkeyi Sarıcaova'da Şarban'ın babası Ali'ye duymuştu. Hüseyin'i, koşup gelen gelinleri elinden alıp O'nu da tutmasalar öldürebilirdi. Sürükleyip götürdüler. En küçük gelin Fatma'nın yanında kaldı. Hiç konuşmadan uzunca bir süre oturdular. Gelin ayrılırken yalnızca Fatma'nın duyacağı ses tonuyla konuştu.
"Elin golun dert görmesin gardaşım. Endee s.ki götüne gaçasıca zabah aaşam takaza edip duruyo bize. Acık yatsın. Belki akıllanı.
Gün batımına yakın, anasıyla Şarban geldi. Şarban'ın sırtında da bir kaç ince dal parçası vardı.
"Anaa bak. Ben de odun daşıdım."
"Eferim guzuma. Böyümüş de eve odun getiriyo."
Elif kadın, gülerek Şarban'a sırtındakileri koyacağı yeri işaret etti.
"Endee çilpileri hura goy. Tutuşturmaya eyi olur."
Üzülürce konuştu Şarban.
"Çilpi deel onnar. Odun."
"Ebesi çilpi deel ki onnar. İnce odun. Üzme gızımı."
Fatma'nın ses tonu, kendisinin üzgün olduğunu belli ediyordu. Anası bunu fark edip ne oldu anlamında başını salladı. Her şeyi anlattı anasına. Akşam yemeğinden sonra, Gök Musa'yla damadı da öğrendiler olup biteni. Ali tüfeği alıp çıkmaya kalkınca Fatma önüne geçti.
"İtinen köpeenen uuraşma. Mapusa girersen pelli perişan oluruk. Onca mal maşamat, hu bebek, gız çocuu, babamgil. Neederik? Golunu gırdım zeten. Bi dee yanaşmaz bu gedene."
Ali'nin dışarı çıkmasına engel oldu.
Hüseyin başına gelenleri kabullenememişti. Bir hafta sonra Yatağan'a gidip şikâyetçi oldu. Bir jandarma, Meyistan'a gelip, haklarında şikâyet olduğunu Ali'ye bildirdi. Bir katırın üzerinde kucağında bebekle Fatma, diğer katırda Gök Musa ve Şarban önlerinde yürüyen Ali Yatağan'a karakola vardılar. Komutanın odasına önce Gök Musa girdi. Ardından diğerleri.
"Hoş geldin Musa dayı."
"Hoş bulduk gomutan oolum. Hayırdır neye çaardın bizi "
"Kızın Fatma'yla damadın Ali birlikte köylün Hüseyin'i dövmüşler."
Kendini tutamayan Fatma herkesin duyacağı şekilde mırıldandı.
"Gurtulamaacayık bu götü bozuk heriften. Keşke öldürseyidim."
Komutan Fatma'ya döndü.
"Demekki dövdüğünüz doğru mu?"
"Gomutan oolum,"diye araya giren Gök Musa'nın susması için eliyle işaret etti komutan.
"Musa dayı kızınla damadın konuşsun."
Fatma içini dökmek için fırsat bulmuştu.
"Gomutanım namıssız, evelden de beni garılığa istediydin. Yalınız galdıımda gaç yoo naf sokuyodun bana. O günde gelip ireli geri gonuşunca gafasına gazanınan vurdum. Golunu da odununan gıran benim. Keşke öldürseyidim. Bu dünneden bi nalet eesiliridin.Gocamınan heç elakası yok. Ben döödüm."
"Köylünüz öyle demiyor. Karı koca dövdüler beni diyor. Neden şikayetçi olmadın."
Gök Musa konuşmanın arasına girdi.
"Gomutan oolum, biz heç kimseyinen iddeleşip hır gür yaşamak istemiyok. O gahba garının çocuu gızıma talip olunca evden govduydum. Oradan bi guyruk acısı var.Akıllanmayık. Damadım vuracaadın, gızım gayıl olmadı."
Fatma konuşmak için babasının sözünü bitirmesini bekledi. Sonra devam etti.
"O herifi döödüğüm gün babamıdan gocam evde deel, Bencik'de cenezeye gettileridin.Anamınan hu gızım da oduna gettileridin. Evde heç kimse yoodun. Evin bahçasında gazanı yuyoodum. Gelinnerinen çocukları ayırdı bizi
Şarban'ın araya girmesiyle komutan gülümsedi.
"Heye. Bende odun getirdiyidim o zaman."
Komutan Fatma'nın söylediklerinden sonra Ali'ye döndü.
"O gün Bencik'temiydiniz?"
Ali yanıtladı soruyu.
"Evet komutanım. Cenezeye gettiyidik."
Kısaca düşünen komutan Gök Musa'ya döndü.
"Anlaşıldı. Musa dayı siz gidin şimdi. Ben yarın köylere devriyeye çıkacağım. Bencik’ten sonra size uğrarım. Hadin selametle gidin."
"Allah senden ırazı ossun gomutan oolum."
Hüseyin, şikayet ettikten sonra her gün evdekileri toplayıp, jandarma çağırırsa verecekleri ifadeyi tekrarlatıyordu.
"Gomutan gelince ne deecenizi unutman. Eveli, Ali denen beslenki köpek golumu gırdı, soona öteki orasbı gafama gazanı vurdu. Unutman haa. Neyimiş?" diyerek parmağıyla işaret edip evdekilere verecekleri ifadeyi tekrarlatıyordu.
Komutan, yanına aldığı iki askerle sabah yola çıktı. Çine yolundan sapıp, demir köprüyü geçerek Milas yoluna atını sürdü. Eskihisar'a vardıklarında asırlık çınar ağaçlarının altındaki köyün kahvesine oturdular. Komutan muhtara haber salıp gelmesini istedi. Kısa sürede gelen muhtarla köy hakkında sohbet ettiler. Köyün sokakları taş döşeli, her tarafı mermer heykel, sütunlar, çok eskiden kaldığı belli olan yapılar vardı.
"Muhtar burası nasıl bir yer. Adı ne buranın?"
"Gomtanım bende tam bileeman. Adını bilem sööleyemeyom. Sıtroto mıtroto deyoolar. İki üç bin sene evelsi cavırlaa gurmuş bureye. Osmannı zamanında da ıhıcık şu camiyinen hamamı yapmışlaa. Şehrin altına pis sulaa, heladakilee bilem gidiyomuş. Adamlaa hureye tiyatıro bile yapmışlaa. Ben bu gadan bilipdurun gomutanım."
Muhtarla konuşma bittikten sonra Bencik köyüne geçtiler. Orada da muhtar ve köylülerle sohbet etti komutan. Konuşmaların arasında muhtarla köylüler, Gök Musa ve damadı Ali'nin cenaze için köylerine geldiğini öğrendi.
Meyistan'a geçtiğinde, Hüseyin'in evinin önüne oturup dışarı gelmesini istedi. Kafası ve eli sarılı Hüseyin, durumunun daha ağır olduğunu gösterircesine yürüyüşünü abartarak komutanın karşısına geldi. Çocukları ve gelinleri de tek sıraya geçmiş olanları izliyordu.
"Hoş geldin komutan."
"Hoş geldik Hüseyin amca. Şu senin şikayet mevzusu için geldim. Bi daha anlat bakalım."
"Garagola geldiimde ne dediyisem o gomutan. Evlerinin yanından geçiyodum. Senin ne işin var buralarda deyi odununan üstüme höcüm etdi. Kolumu Ali gırdı. Garısı da gafama gazanı vurdu. Bunnarın hepisi şahit.
"Dövdüklerinde gün batmışmıydı?"
"Yok gomutan. Aaşam ovtu oldu hepiceezi. Ihıcık bunnarın hepisi gördü. Sor bunnara.'
Sıraya dizilip bekleyenler, soru sorulacak diye korkuyorlardı. Yalanları ortaya çıkanların karakola gidip dayak yediğini biliyorlardı. Komutanın sözleri hepsini rahatlattı.
"Onlara bir şey sormama gerek yok. Sana sorsam yeter. Musa dayıyla damadının aynı gün Bencik'te cenazeye gidip gece eve döndüklerini biliyor muydun? Gece eve dönen adam, gündüz seni nasıl döver. Bu çocuklarını da kendi yalanlarına ortak etmeye utanmıyor musun? Çocuğun yaşındaki kadına musallat olmuşsun. Önceden de gidip talip olup karının üstüne almak istemişsin. Cevabını almışsın. Ne uzatıp durdun olayı. Senin yaptığın namussuzluk. Şikâyetini gelip geri alacaksın. Onlar şikâyet ederlerse de ceza alman için elimden geleni yapacağım."
Komutan askerlere işaret ederek kalktı. Gök Musa'nın evine uğrayarak şikâyetçi olup olmayacaklarını sordu. Fatma kucağındaki bebeği, başını yukarı kaldırarak olmayacağını belli etti.
"Allah senden ırazı olsun gomutanım. Şikâyet etmeecem namıssızı. Allah’ından bulsun. Bele istemiyok biz."
Komutan ve askerler köyden uzaklaştı.
Güz başlarken, Hüseyin, karısı, büyük oğlu ve torunlarıyla Milas'a taşındı.