Bugun...



ÖYKÜ / Kırıldığım Yerden Büyüdüm-4

Veli’yi zorla da olsa oturttum leğene. Yıllardır keselenmemiş sırtına, sabun sürülmemiş saçına kadar yıkayıp pakladım. Salim Efendi’yi de yıkayacaktım, ‘Utanırım Revzan Hatun, alışık değilim böyle şeylere…’ diye kestirip attı. Bir gün ailece yine oturmuş dereden tepeden konuşuyorduk, nicedir koynumda sakladığım para tomarını uzatıp Salim Efendi’nin avucuna koydum.

facebook-paylas
Güncelleme: 04-09-2024 14:41:13 Tarih: 04-09-2024 14:34

ÖYKÜ / Kırıldığım Yerden Büyüdüm-4

Fatma TÜRKDOĞAN / ÖYKÜ

Veli’yi zorla da olsa oturttum leğene. Yıllardır keselenmemiş sırtına, sabun sürülmemiş saçına kadar yıkayıp pakladım. Salim Efendi’yi de yıkayacaktım, ‘Utanırım Revzan Hatun, alışık değilim böyle şeylere…’ diye kestirip attı.

Bir gün ailece yine oturmuş dereden tepeden konuşuyorduk, nicedir koynumda sakladığım para tomarını uzatıp Salim Efendi’nin avucuna koydum.

“Ölümlük dirimlik diye sakladığım şu parayı vereyim sende dursun, başına bir hâl gelmeden,” dedim.

“Ben hanım parası yemem Revzan Hatun, yarın bankaya gider yatırırız paranı. Ananın ak sütü gibi helaldir sana, hak vaki olduğunda üç aylığım yetmediği yerlerde gıdım gıdım harcarsın ama şimdi değil,” diye cevapladı. Gözümde yüceldi bu davranışıyla. Düşünceliydi, geçimliydi hamdolsun binlerce kez Allah’ıma…

Bahçeyi çapalamış gün yüzü görmeyip taşlaşmış toprağı iyice kabartmıştım. Komşulardan satın aldığım iki çuval koyun gübresiyle sıcacık yataklar hazırladım. Pazardan aldığım fideleri birer birer sevgiyle diktim toprağın bağrına. Her gün sulayıp büyüdüklerini gördükçe çocuklar gibi neşelendim. Kısa zamanda boy atıp çiçeklendiler, verdiğim emeğin karşılığını görmem için birbirleriyle yarış edercesine ürün vermeye başladılar. Kimini yedik bol bol, kimini de Veli’yle pazara gidip satarak aile bütçesine katkıda bulunduk. Rahatım yerindeydi, hiçbir şikâyetim yoktu Yaratan’ıma çok şükür, Hasan’ım da sık sık telefon ediyordu mahalle bakkalının aracılığıyla. Evlatçığım ne hayırlı çocuktu, mutluydu o da tabii kardeşinin, babasının huzurlu olmasından. Aradan yıllar geçmiş hiçbir olumsuzluğun kapımızın eşiğinden bile girmesine izin vermemiştim gücüm nispetince…

Son günlerde Veli’ye bir hâller olmuştu. Nereye gittiğini, kimlerle ahbaplık yaptığını bize söylemiyor, soru sorunca da dikine dikine cevap veriyordu bilhassa bana. Babası üzülmesin diye alttan alıyor, eksiklerini kapatıyordum. Akşamları eve erken gelen çocuk geç gelmeye başladı, dumanlı kafayla yalpalayarak yürüyor gibi geldi ama ne çare ne desem boştu. Babası ile kapışırlar diye söylemeye çekindim uzun bir süre. En sonunda mecbur kaldım söylemeye. Esti gürledi Salim Efendi, güya söz vermiş bir daha geç gelmeyeceğine. Gittim yanına usulcacık sordum derdini, onu bu hâllere düşüren illetin ne olduğunu. Kumar oynamış dediğine göre yenilince sıkıştırmışlar, ya canını ya paranı diye. Evinizi yıkar yakarız, diye de tehdit etmişler. Naçarmış, nereden bulacakmış parayı, ota da alıştırmışlar üstelik...

“Yarın bankaya gider ne kadar lazımsa çekeriz parayı oğlum,” diye ferahlık verdim yüreğine, sevindi garibim.

Ertesi günü bahçeyi sularken geldi nefes nefese,

“Hadi ana, arkadaş arabayla götürecek bizi bankaya cüzdanını, kafa kâğıdını al da gel dönemece,” dedi.

“Dur oğul, üstümü değiştireyim” dedim.

“Arkadaş bekliyor ne zamandır ana ayıp olur,” diyerek iki ayağımı bir pabuca soktu.

Veli ile çarşıya gideceğimizi söyleyip olduğum gibi çıktım evden, çıkış o çıkış...

Veli, “Bankadan parayı çektikten sonra sahildeki çay bahçesine oturup soğukluk içelim,” dedi.

Arkadaşı da geldi bizimle. İkisinin yüzüydü tanıdık olarak son gördüklerim…

Arkasından dipsiz bir kuyu gibi sığ ve karanlığa doğru çekildim hızlıca…

Üzerime kaç güneş doğup battı bilmiyorum, bir sabah gün ışımadan gözümü bir bilinmez yabanda açtım. Mülayim’i yitirdikten sonra kuytudaki sessizlikle tanış olmuştum ama bu ıssızlık yabansıydı. Ölü kokuyordu her yer. Sağıma soluma bakındım, gerçekten de küçük bir köy mezarlığıydı burası. Köpek leşi gibi atılıvermiştim demek ki. Tüm kemiklerim eğelenmiş gibi ağrıyor, başım çatlayacakmışçasına zonkluyordu. Aç susuz ve perişandım. Zonguldak’ın hangi köyüydü burası? Şaşkındım, ayağa kalkmak için çabaladım lakin nafile. Bacağımı çekemeyince sürüne sürüne gidip mezar taşının birine tutunarak zorla ayağa kalktım. Yemenilerimi sağa sola bakınsam da göremedim. Ne olduğunu hatırlamaya çalıştım uzun süre. En son Veli ve arkadaşıyla soğukluk içiyorduk sahildeki bahçede. Hemen koynuma gitti elim, bomboştu. Eyvahlar olsun dedim, öldüresiye dövüp atıvermişlerdi demek ki beni buraya. Ya Veli…

En sonunda anladım kızım; ağacın dalını rüzgâr, insanın kalbini yine insan kırarmış ama ne fayda… Topallayarak mezarlıktan çıkıp yalınayak yürümeye başladım. Epeyce yürüdüm. Tek tük evlere rastlayınca ilk evin kapısını çekinerek çaldım. Evde öğle yemeğini hazırlamaya çalışan bir kocakarıyla altı bezli iki çocuktan başka kimse yoktu. Başımdan geçenleri anlatınca hȃlime acıyıp karnımı doyurdu, cebime de üç beş kuruş para sokup ayağıma kalıbı bozulmuş kumaş bir terlik verdi. Köy minibüsü birazdan gelir bekle, dediyse de vedalaşıp ayrıldım. Gene yürümeye başladım. Toprak yolu tozutarak gelen şoförü görünce arabayı durdurup şehre gidiyorsa beni de götürmesini istedim. Arabaya biner binmez “Zonguldak’a mı gidiyorsun evladım?” diye sordum.

“Nereden çıktı hanım teyze Zonguldak? Burası Maltepe’nin Cevizli köyü, yolumuz ilçeye kadar.”

“Zonguldak’a yakın mı evladım?”

“Taktın sen de Zonguldak’a be teyzem sabah sabah Hasbinallah, İstanbul burası, İstanbul.”

Çaresizdim, utanarak “Tamam evladım, o dediğin yerde indir beni” dedim.

Kendi kendine mırıldandı, hakkımda ne düşündüyse artık… Yol boyunca şoför ve yolcularla göz göze gelmemek için gözlerimi kaçırdım. Kimsenin sorusuna verecek ne cevabım vardı ne de takatim…

Beni indirdiği yer gürültü ve ışıklıydı. Her yer insan kaynıyordu bir taraftan diğer tarafa telaşla koşuşturan. Ne iş tutmuştum da yorulmuştum bu kadar, etlerim lif lif dökülüyor, göz çukurlarım ağrıyordu gerginlikten.

Geç bulmuş çabuk kaybetmiştim o çok istediğim, özlemini çektiğim sıcacık yuvanın verdiği huzuru… Birkaç hafta el uzattım hayâ ile yüzüne bile bakamadığım insanlara; aç, evsiz barksız, kimsesizdim.

Sonra da sen laf attın bana… İşte bu benim hayatımın şeceresi, adına ne koyarsan koy… Her seferinde kırıldığım yerden büyümeyi başardım ama bu sefer kocalığıma denk geldi, kaldıramadım ağır geldi be güzel kızım…”

Revzan Ana sözlerine mim koyduğunda saat epey geç olmuş, etraf ıssızlaşmıştı. Üç beş öğrenciye bile dar gelen eve götüremezdim onu. Konuşmalarımızın bir bölümüne şahit olan pide salonunun sahibi dükkânda yatıp kalkan çırağa sessiz olması için tembihlemiş. Konuşmaları bitince Revzan Ana’yı salıverme hiçbir yere, pişirdiklerimizden o da sebeplensin, bir hȃl çaresi bulununcaya kadar diyerek kulağını bükmüş…

Final haftasıydı, hem okulu hem de çalışmayı bir arada götürdüğüm için epey zorlu bir süreç bekliyordu beni. Tamamen aklımdan çıkmıştı Revzan Ana’yı ailesine kavuşturmam için atacağım adımlar. Gazeteye bile uğramıyor harıl harıl ders çalışıyordum. Sınavlarım iyi geçmiş rahatlamıştım, birden aklıma düştü Revzan Ana. Doğruca pide salonuna gidip sordum. Sormaz olsaydım keşke…

“Duymadın mı gazeteler yazdı birkaç gün üst üste. Arlıydı Revzan Ana, bedava yiyip içmek guruna dokundu. Karşılığında iş de yaptırmayınca… Senden de haber çıkmadı on beş gündür. Bir sabah sessizce ayrılmış çırağa sezdirmeden… Çöp konteynırını karıştırırken, farkına varmamış manevra yapan çöp arabasının şoförü. Sonrası malum işte!”

Keşke… Keşke… Keşke…

Hay Allah yine kanadı yüreğim, yirmi beş yıl öncesi gibi…

Bu vicdan yarası, keşkelerle katmerlenen ıstırabım…

Ruhum sükûta erinceye kadar uykular yine haram bana…

 




Bu haber 1026 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÜLTÜR-SANAT Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI