Tweet |
GÜLDEN SÖKELİOĞLU
Sümbül, Ege'nin şirin bir köyünün dillere destan güzelliği olan Yörük kızıdır. Sümbül'ün üç ablası vardı. Erkek kardeşi olmadığı için anne ve babası onu erkek gibi yetiştirmişti. Çocukluğundan itibaren emmilerinin(amca) oğlanlarıyla birlikte davarlarına ve develerine bakan Sümbül, 12 yaşına gelince bütün dikkatleri üstüne çeken; uzun boylu, örgülü sarı saçları, deniz mavisi gözleriyle herkesi büyüleyen bir genç kız olmuştu.
Sümbül'ün ailesi ve diğer Yörük aileleri, kışın köyde otururken yazın hayvanlarını otlatmak için Muğla yakınındaki bir yaylaya göç ederlerdi.
Kıl çadırlarını ve eşyalarını develere yükleyip hayvanlarıyla birlikte her yaz başında yaylaya giderler ve orada konaklarlardı. Hayvanlarını otlatan, sütlerini sağan, peynir, yoğurt, tereyağı yapan, halı ve kilim dokuyan, ekmek yapan, yemek pişiren Sümbül, çok çalışkandı. Bütün işleri severek yapmaktaydı. Ailesi, ürettikleri ürünleri ihtiyaçları olan buğday, arpa, yulaf, saman gibi ürünlerle değiş tokuş yapmaktadır.
Sonbahar gelince köye dönüş hazırlıkları yapılır ve bütün eşyalar develere yüklenerek yola koyulurlar. İki gün süren yolculuktan sonra köylerine varırlardı. Eşyalarını evlerine yerleştirip hayatlarına devam ederlerdi. Ablaları da ev işleri yapar, halı ve kilim dokurlardı ama en çok çalışan Sümbül olurdu. O, develerin bakımında da babasına yardım ederdi.
Bir gün Sümbül, emmilerinin oğullarıyla birlikte develerine binerek Yatağan'a gitmişler. Oradan peksimet satın alarak çuvallara doldurmuşlar ve develerine yükleyerek yola koyulmuşlar. Yolda acıkan emmioğulları kendi çuvallarındaki peksimet azalmasın diye Sümbül'ün çuvalındaki peksimetlerden yiyince O' da çok öfkelenmiş. Güllük limanına varınca yüklerini gemilere verip, paralarını alarak köylerine geri dönmüşler.
Bir gün ailece akşam yemeğini yedikten sonra babası Ahmet, Sümbül'ü komşu köyden bir arkadaşının oğluna söz kestiğini söyleyince neye uğradığını şaşıran kız,
"Buba, tanımadığım birine beni nası verirsin?” dedi öfkeyle. Babası: "Zamanla tanırsın gızım" dedi. Böylece çakırgözlü Sümbül, komşu köyün delikanlısı Hasan ile sözlenir ve yavaş yavaş düğün hazırlıkları başlar. Sümbül, 15 yaşında, sözlüsü Hasan ise 24 yaşındadır ve askerliğini yeni yapmıştır. Uzun süren askerlikten sonra güzel sözlüsüyle mutlu bir yuva kurmak, Hasan'ın hayallerini süslemektedir. Sözlendikten sonra bir defa 'kaçamak' olarak gözgöze geldiklerinde ikisi de çok heyecanlanır. Çiftçilik yapan Hasan, güzel sözlüsüyle evleneceği günü sabırsızlıkla beklemektedir.
İlkbahar gelince yine hazırlıklar yapılır, yükler develere yüklenir ve hayvanlarla birlikte ailece Muğla yakınındaki yaylaya göç ederler. Çadırlar kurulur, hayvanlar yaylaya salınır. Sümbül, koyun ve keçilere çobanlık da yapmaktadır. Bu arada köyün delikanlılarından biri olan Mustafa, güzel Sümbül'e tutulur; gözü O'ndan başkasını görmez. Hayvanlarını otlatan Yörük kızına sinsice yaklaşır; ağzını ve elini zorla bağlar ve sürükleyerek götürür. Bir süre yol gittikten sonra yakın bir köye varırlar. Mustafa'nın bu köyde akrabası vardır. Hava kararmak üzeredir ve akrabasının evinin kapısını çalar. Kapıyı açan kadın, durumu anlar, "hoş geldiniz," der. Mustafa, "hoş bulduk teyze," der. Ekmek yapan kadın, gelen misafirlere bir tepsi içinde birer çanak kuru fasulye, bulgur pilavı, yoğurt ve sıcak ekmek getirir ve "hadi yiyin," der ve "kalan hamuru yavuklun ekmek yapsın," der ve onları yalnız bırakmak için komşuya gider.
Uzun ve zorlu bir yoldan sonra karnı iyice acıkan Mustafa, sofraya yanaşır. Sümbül'ün de yemek yemesi için ağzını ve elini çözer ama yemek yememek için inat eder. Mustafa, zorla Sümbül'ün ağzına kaşıkla yemek verir ama O da yüzünü çevirir, yemez. Mustafa iyice karnını doyurur ve yorgunluğun etkisiyle uzandığı yerde uyumaya başlar. Sümbül, fırsatı değerlendirir, sessizce kapıyı açar ve dışarı çıkar. Ortalık zifiri karanlıktır. Köydeki evlerin arasından koşar adımlarla yürür ve anayola iner. Yoldan giderse çabuk yakalanacağı için yolun kenarındaki ormana iner. Görünmemek için, önündeki ağacın bir dalını kırarak başının kenarında tutar ve ormanın içinde sabaha kadar yürür. Ayağına batan dikenler, başındaki örtüsünü yırtan çalılar, uluyan çakallar ona engel olamaz. Ertesi günü öğleye doğru köydeki evine varır. Her yerde kızını arayan ailesi onu perişan bir şekilde karşılarında görünce sevinç çığlıkları atarlar.
Anne ve babası Sümbül’ü kasabadaki akrabalarının yanına götürdüler. Orada bir ay kaldıktan sonra tekrar evlerine geri getirildi.
Sümbül'ü elinden kaçıran Mustafa, sürekli onun evinin etrafında döndü, dolaştı. Kızını zorla kaçırdığı için baba, Mustafa'yı Jandarmaya şikâyet etti. Gözaltına alınan Mustafa, bir ay sonra serbest bırakıldı.
Bu sürede düğün dernek kuruldu ve çakırgözlü, güzel Sümbül, sözlüsü Hasan ile evlendi. Herkesle birlikte Hasan'ın içinde bir şüphe vardı: "Acaba Mustafa, Sümbül'ün namusuna dokundu mu?" diye.
Hasan, düğün gecesi eşinin duvağını açınca, gözgöze geldiler. Sümbül, bütün saflığıyla, "ben gız oğlan gızım," dedi. Birlikte çok mutlu oldular ve ikisi kız, altı çocukları oldu. Birbirini çok seven ve uzun ömürleri boyunca çok çalışan iki genç, kısa sürede pek çok tarla ve evin sahibi oldular.
Hayatlarında herkese iyilik yapan, çok sevilen iki güzel insan, uzun yıllar önce cennette buluştular.