![]() |
Tweet |
MEHMET ERDAL
(Son Bölüm)
HALKI ÖRGÜTLEYEBİLİRİZ
Bizim bu millet adam olmaz mı? Bizim millet için bir şey yapılacaksa da bu yukarıdan aşağıya doğru mu yapılmalı?.. Bunları neden soruyorum? Şundan: Kitabınızın bir yerinde İstanbul'a gelen 6. Filo'ya karşı eylem örgütlerken yaptığınız çalışmayı anlatırken diyorsunuz ki “'Türkiye'nin insanı edilgendir. Her zaman üstten yapılan reformlara ve hazıra konmaya alışmıştır.' diyenlere duyurulur; 16 Şubat sabahı Esekapı durağında, bu basit çalışmanın sonunda semt halkından kadınlı erkekli 50 dolayında protestocu toplanmıştı. Beklesek belki biraz daha kalabalıklaşırdık.” (syf. 53) Aşağıdan yukarıya doğru yürütülecek toplumsal bir mücadele anlayışını savunan bir gelenekten geldiğim ve aynı zamanda 1980 yılında, yakalandığım ana kadar Uşak kırsalında yürütülen mücadelenin içerisinde yer aldığım için, bu yaklaşımınızı çok tuttum. Datça'da kendisini sol, sosyalist, komünist, devrimci vb. olarak adlandıranların sayısı oldukça fazladır. Uzun yıllardır Datça'da yaşadığım ve 31 Mart 2024 Yerel Seçim sürecinde bazı arkadaşlarımla birlikte Datça'yı adım adım dolaştığım için de biliyorum, bu arkadaşların içerisinde şimdilerde sizin kitabınızda eleştirdiğiniz anlayışı savunanların sayısı oldukça fazladır. Bu arkadaşlar örgütlemek-örgütlenmek gibi meşakkatli bir işten kaçmak için de bu anlayışı savunuyor olabilirler. Ben hala halkın örgütlenebileceğini ve örgütlü bir toplumsal mücadelenin yürütülebileceğini savunuyorum. “Bizim millet örgütlenmez” gibi bir anlayışı savunmak doğru değil, diye düşünüyorum. Bunu savunursak, devrimi/devrimciliği “bir halk hareketi” olarak değil de başka bir şey olarak savunuyor olmuyor muyuz, son tahlilde?
“İzmir'i yaşadınız. Tariş'i yaşadınız. Biliyorsunuz. Tariş'teki örgütlenmeyi kim yaptı? Sol yaptı. Halk yaptı.”
Halkımız vardı, o direnişlerde.
“Aynı şekilde ben Bafa'da çalıştım. Söke'de tefecilere karşı çalıştım. Oralarda halk gayet rahatlıkla senin yanında yer alıyordu. Aynı şekilde Trakya Bölgesinde çalıştım, orada da aynı şekilde. Fındık mitinglerine gittim, orada da aynı şekilde. Halkın örgütlenememesi diye bir durumun olduğunu hiç düşünmüyorum. Yeter ki sen onun gerçek anlamda nabzını tutabilecek şekilde yaklaşmasını bil. Bizim halkımız öyle edilgen filan da değildir. Ayrıca cesurdur da. Ben öyle düşünüyorum. Bunun çok örneği var. Siz de kendi örgütsel çalışmanızın içerisinde yaşamışsınızdır. Halk ile gerekli ve sağlam ilişkiyi kurduğunuzda o sizin yanınıza geliyor. Siz de onun yanına gidiyorsunuz. Bu iki taraflıdır. Bulancak da olsun, Söke de olsun, Bafa da olsun ben bunları yaşadım.”
ASKERİ DARBE YANLISI DEĞİLDİK
Bir yerde “Son yıllarda birilerinin ağzında sakız olduğu gibi değildi gerçekler, başarılamayan sol görünümlü darbeyi dört gözle beklediğimiz falan yoktu. Tersine, bu darbenin bize dönük salvolarından kurtulabilmek için sipere çekilmeye çalışıyorduk.” (syf, 68) diyorsunuz. Sanırım bu bölümde 8-9 Mart 1971'i kastediyorsunuz, Cemal Madanoğlu'nun filan anılarını okuduğum için böyle olduğunu tahmin ediyorum. “8-9 Mart'ı sol kesim bekliyordu ama 12 Mart 1971 Askeri Darbesi oldu.” iddiasında bulunanlar DEV-GENÇ'in yayınladığı bir bildiriyi de iddialarına kanıt olarak gösterirler. Dr. Hikmet Kıvılcımlı'nın “Ordu kılıcını attı” dediği de söylenir, Kıbrıs'a kaçmadan önce. Siz o dönemi yaşadığınız için soruyorum, sol kesimin geneli bu 8-9 Mart darbesini 'umutla' bekledi mi? Sizin tanık olduklarınız çerçevesinde gerçek neydi?
“Şöyle söyleyeyim: THKP-C içerisinde çok yakın olduğum, beraber olduğum arkadaşlarım vardı. Gerek THKP-C, gerek THKO, gerekse Haziran Hareketi, biz hepimiz o dönemde 8-9 Mart'taki o hareketin başarılı olması korkusuyla saklandık. Yani bulunduğumuz yerlerden ayrıldık, başka yerlere gittik.”
8-9 Mart'tan önce mi?
“Tabii. 8-9 Mart'ta bir şeylerin olacağını ve kılıcın ilk olarak bize vurulacağını da biliyorduk. Mahir'in yazılarında da vardır, bu.”
Aras Akanaras: “Orhan (Savaşçı) abinin anılarında da var bu.”
“Toplu Yazıları okursanız, orada da görürsünüz. O da, biz de aynı şekilde düşünüyorduk ama içimizde bu hareketin başarılı olmasını isteyenler yok muydu? Vardı.”
Bir hareket adı verebilir misin yoksa bu kast ettiklerin farklı bireyler miydi?
“Yok, yok, bireyler. Birey olarak vardı yani, içimizde Doğan Avcıoğlu'nun, İlhan Selçuk'un, Cemal Madanoğlu'nun filan pesine takılmış, o görüşte olan, onların başarılı olmasını isteyen arkadaşlarımız vardı, benim tanıdığım da vardı. Biz, kendi grubumuz olarak, hepimiz arazi olduk. Aynı şekilde, THKO'yu bilmiyorum, onlarla fazla bir ilişkim yoktu ama THKP-C aynı şekilde arazi oldu. Biliyorlardı ki 8-9 Mart başarılı olsaydı ilk darbeyi Marksist hareketlere vuracaktı. Ha onlar Kemalist değil miydi? Kemalist'ti ama ilk ana düşman olarak 'Marksist' dediklerini görüyorlardı. Biz öyle düşünüyorduk. İlhan (Selçuk) abi ile de daha sonra konuştum, İlhan abinin kendisi de söyledi.”
Bu dedikleriniz çok önemli.
Aras: “İlhan Selçuk o dönem Doğan Avcıoğlu ile birlikte hareket ediyor.”
Öyleymiş.
“Yani bunu kanıtlayamayız. Biz bunları 1978-1979'da filan konuştuk. Aramız bayağı iyi idi. Zaten komşumdu. Çokça konuşuyorduk. Sıkıştıra, sıkıştıra söyledi yani. İlhan Selçuk öldü. İspatlayabilecek bir şeyim, kanıtım var mı? Yok. Bu doğrudur. 8-9 Mart'ın kılıcı ilk bize vuracağını hepimiz biliyorduk. O hareketin öyle devrimci bir hareket olarak algılanmasını sorgulayabilirsin, bir bakış açısıdır, bu. Belki çok demokratik, çok güzel şeyler de yapabilirlerdi falan filan ama kendi dışlarındaki sola kapalı olacaktı. Bu kesin. Çünkü kendi dışlarındaki sol, Marksist sol onlar için çok tehlikeliydi.”
Aras Akanaras, bu noktada Mustafa Suphilerin öldürülmesini ve Karadeniz'e atılmalarını anımsatarak “Burada bir parantez açmak istiyorum: 68'li devrimcilerin hafızalarında çok uzak bir tarih olmayan Mustafa Suphilerin katliyle ilişkili yaşanmış pratik bir tarihsel süreç vardı.” diyor. Aras'a göre, o olayla ilgili soru işaretleri, Mustafa Suphi ve arkadaşlarının oradaki katlediliş ve yok edilişleri solda “travmatik" bir hafızaya yol açmış, dolayısıyla da sonraki süreçte Kemalistler ile olan ilişkilerinde etkili olmuştu.
“O da aynı şey.” dedi Erkut Selçuk, “ Orada direkt yasal Komünist Parti'yi yukarıya çekebilmek için TKP'yi yok ettiler.”
Yani Kemalistler sola güvenmiyorlar.
“Tabii.”
Sol'da onlara güvenmiyor; hep kuşkuculuk var.
“Onlar Kemalistler için çok tehlikeli. Çünkü onların en büyük rakibi sol, Marksist sol. Dolayısıyla da onu yok ederse önünün açılacağını biliyor. 1930'dan sonra Mustafa Kemal'in yaptığı da bu. Sol'daki birtakım keskin unsurları diskalifiye ediyor, keskin olmayanları kendi yanına alıyor falan filan, solu yatıştırıyor. Madanoğlu sağcıydı, Doğan Avcıoğlu Grubunun da yapacağı buydu. Biz öyle düşünüyorduk.”
ŞU AN İÇİN “BİRLİK” İMKÂNSIZ
Bir yerde diyorsunuz ki “Devrim şarkıları söylemekten, ayrılık tartışmaları yapmaktan kötü günlere hazırlanmaya zaman bulamamıştık. Onlarca bin yandaşımız, güneş görmüş kar taneleri gibi erimiş, üç yüz, beş yüz kişi kalakalmıştık.” Burada 12 Mart öncesini değerlendiriyorsunuz. Sonra bir parantez açarak “(Bu filmi, dokuz yıl sonra bir kez daha görecektik.)” diyerek devam ediyorsunuz. Burada da 12 Eylül öncesini kastediyorsunuz. (syf, 70) Sorum şu: Sol, mücadele yükselirken de birleşemiyorsa ne zaman birleşecek?
“Sol, aslında 1969'da birleşmişti. Gerçekten birleşmişti.”
Nerede birleşmişti? Bir örgütte mi? Sokakta mı? Nerede?
“MDD (Milli Demokratik Devrim) Tezinde. Bir örgüt yoktu ama ...”
İyi de öte yanda TKP var, TİP var. Onlar Sosyalist Devrim Tezini savunuyorlardı.
“TİP ayrıydı. TKP de birazcık farklıydı ama geniş kitle büyük oranda Milli Demokratik Devrim Tezinde birlikteydiler. Güzel eylemler de yapılabiliyordu. Daha sonra MDD Tezinin yorumlarında farklılıklar oluşunca görüşler değişti. Çok iddialı bir söz olacak beki ama bunda kariyerizm de rol oynamış olabilir. 'Başta ben olayım' mantığı da olmuş olabilir. Olmayacak işlerdi. Söylemek istemiyorum ama herkes kendisinin söylediğinin doğru olduğunu savunmaya başlayınca ayrışmalar da başladı. Solun, bugün bu yapısı ile birleşmesini ben olası görmüyorum; şu an sol birleşemez.”
Bugünü mü kastediyorsunuz?
“Bugün için düşünüyorum. Ancak şöyle olabilir: Bir hareket kendi içerisinde örgütlenip toplumda ses getirebilecek işler yapmaya başlarsa, örgütsel anlamda birilerini yanına almaya başlarsa çığ gibi büyür ve o zaman birleşme olur. Ben o şekilde düşünüyorum.”
Solda birleşme şu an için afaki mi yani?
“Şu an 15-20 tane komünist yapıda parti var. Bunların içerisinde çok kişiyi de tanıyorum. Bunların birbirleriyle anlaşması neredeyse deveye hendek atlatmak gibi bir şey. Mümkün değil. Bunlar birlikte eyleme gitmeyi bile kabul etmiyorlar. “Biz onlarla birlikte olmayız” diyorlar. Bu durumda ne olacak? Bunlar içerisinden bir hareket, kimseyi ayırmıyorum, kendi içerisinde sağlam bir örgütlenme yapıp, halkla iyi bir örgütsel temas kurup onun dertlerine derman olabilecek çözümler üretebilirse o örgütün diğerlerini yanına çekmesi biçiminde bir birliktelik olabilir.”
“BACI” SÖYLEMİ HOŞ DEĞİLDİ
Son bir soru: Sahife 78'de “O yıllarda erkekler erkek, kadınlar kadın olarak algılanıyor aramızda. 1975'den sonraki yıllardaki 'Bacı' muhabbeti yok. Sevgilinle mitinge katılıyorsun, tüm gücünle 'bağımsız Türkiye' diye haykırıyorsun, polisle çatışmada kızlı-erkekli dayağı birlikte yiyorsun/ya da dayağı birlikte atıyorsun. Eylem sonunda belki de klasik müzik dinliyorsun bir yerde, loş ışıkta öpüşerek.” diye yazıyorsunuz. 78 Kuşağından birisi olarak itiraf etmeliyim ki bizde gerçekten de “Bacı” söylemi revaçtaydı. Yanındaki arkadaşına “kötü gözle”(!), yani “karşı cins” olarak baktığın zaman hoş karşılanmıyordun. Bu konuyu biz kendimiz de çok sorguladık. Daha sonraları, belki biliyorsunuz, bizim hareketin içerisinden gelen Taner Akçam ABD'ye gittikten sonra yazdığı yazıların birisinde bu konuya dair düşüncelerini yazdı. Sorum şu: Bizim kuşak ne oldu da sizin “kız arkadaş” olarak adlandırdığınız karşı cinse “bacı” demeye başladı? Evet, böyle bir şey var ama peki neden var?
“Ben bunu Oğuzhan'a (Müftüoğlu) sordum. “Ya” dedim “bu nereden çıktı?” “Vallahi ben de bilmiyorum.” dedi. Benim Oğuzhan ile özel bir samimiyetim yok. Bunu genel bir toplantının içerisinde sordum. Zannediyorum, o dönemde, bu tür ilişkilerde bir dejenerasyonun olabileceği, bu durumun da örgütsel ilişkileri olumsuz etkileyebileceği düşünülerek böyle bir bakış açısı geliştirildi. Sonrasında bu yaygınlaştı. Halbuki biz bizim dönemdeki yaklaşımın hiç zararını görmemiştik. Zararlı unsurlar yok muydu? Vardı. Bu durum 78 Kuşağında sadece Mahir'in (Çayan) ardıllarında değil, örneğin, TKP'de de vardı.”
THKO'nun ardıllarında da vardı.
“Evet, onlarda da, Kurtuluş'ta filan da vardı...”
78 Kuşağının genelinde bu vardı.
“Ben İKD'nin (İlerici Kadınlar Derneği) bir toplantısına gittim, Edirne'de. Oradaki örgütlenmede bazı sıkıntılar yaşanmıştı, müdahale etmek için gitmiştim. Dediler ki 'Kadınlar senden kaçıyor.' Dedim ki 'Niye benden kaçıyorsunuz? 40 yaşındayım, evliyim, çocuğum var' filan... 'Yasak' dediler. Dedim ki 'Böyle bir şey nereden çıktı?' Kim emir verdi? Emir kimden geldi? Mutlaka bu emir Doğu Almanya'dan geldi. Ben öyle düşünüyorum. O dönemde böyle bir şey vardı. Peki bu çok zararlı mıydı? Zararlı olduğuna inanmıyorum. Yani 'İşte o oldu da hareket bu yüzden gelişmedi' filan diye de düşünmüyorum. Hoş değildi.”
“Bacı” söyleminin öne geçmesinin hoş olmadığını söylüyorsunuz sanırım?
“Tabii, tabii. İnsan ilişkileri açısından böyle bir söyleme gerek yoktu. Sonuçta karşındaki kişi de devrimci, sen de devrimcisin. Herkes kendisini bu yola adamış, gidiyor. Bunlar arasında olumsuz bir durumun olacağını zannetmiyorum. Sonuç olarak insanlar üzerinde olumsuz bir baskıydı bu durum. Örgütlenmeyi de az-çok olumsuz anlamda etkiliyordu. Niye? Çünkü kadın-erkek birlikte örgütlenmek varken ayrı ayrı erkek ve kadın örgütlenmelerine gittik.”
Aras: “Haremlik-Selamlık, feodal bir olay.”
Daha sonraki dönemde, 78 Kuşağından cezaevleri dışında, özellikle yurt dışında olan kadın arkadaşlar “Kadın özgürlüğü” temelinde bir kimlik hareketi geliştirirlerken bu tartıştığımız durumu çok sert eleştirdiler. Sanki bu durumdan hep kadınlar mağdur olmuş da erkekler bu durumdan hiç mağdur olmamış gibi... Mücadele okullardan mahallelere, kırsal kesimlere kayarken acaba 68 Kuşağına bu anlamda yöneltilen eleştirilerden etkilendik mi 78 Kuşağı olarak? O nedenle mi böyle bir söylemi yeğledik? O nedenle mi şalvar giyip kırsal kesimde mücadele yürüttü bizim kadın arkadaşlarımız, bunu biz de bilemiyoruz ama sanki bu konuda günah keçisi ilan edildi bizim 78 Kuşağının erkekleri.
“Herhalde örgütsel disiplini korumak için filan öyle bir söylem geliştirildi, ondan sonra da o söylem kalıcılaştı. Ben öyle düşünüyorum. En azında şık değildi.”
Bugün bunun pek bir kalıntısı yok. Bugün böyle bir söylem yok. Bugün “arkadaş”, “yoldaş” söylemi söz konusu.
“Tabii.”