![]() |
Tweet |
68'Lİ ANILAR (1)
MEHMET ERDAL / DATÇA
68 KUŞAĞI ENTELEKTÜELDİR
Biliyorsunuz, 68 ve özellikle 78 Kuşağından pek çok arkadaş anılarını yazıp yayınladı, yayınlamaya da devam ediyorlar; okuduğunuzda hepsi birer kahraman. Her anlatıcı kendisini “baş aktör” olarak anlatıyor. Sizin kitabınızda o hava yok. Kitabınızda daha insancıl ve daha sıradan işler var. Biz 78 Kuşağı, tabiri caizse, daha silahlı külahlı, çatışmalı işler yaptık; kelle koltukta savaştık, 68 Kuşağında bu yok. 68 Kuşağına ve dolayısıyla kendi geçmişinize, önemli olan da bu, çok pozitif bir yaklaşımınız var. 68 Kuşağı denilince biz neyi anlamalıyız?
“Şöyle: 68 Kuşağı ile 78 Kuşağının aslında yapısal olarak birbirlerinden hiç farkı yok; inançlar aynı. Aynı şeylere inanıyorlar, aynı hedefe gidiyorlar ama 68 kuşağı biraz daha entelektüeldir. Silahlı eyleme biraz daha uzak durmaya çalışan bir yapısı vardı, başlangıçta. Silahı ne zaman elimize aldık? Silahlı saldırılar yapılmaya başlayınca. O saatten sonra hepimiz silahı belimize koyduk, omuzumuza astık; silahlı bir eylemde kullanmak, silahlı bir eylem yapmak için değil, kendimizi savunmak için. O dönem faşistlerin ve polislerin saldırıları söz konusuydu.”
Bir de dindarların saldırıları vardı, Kanlı Pazar olayı gibi...
“O da var ama onlardan daha çok faşistlerin saldırıları söz konusuydu. Dindarların saldırıları çok azdı. O dönemde silahlanma böyle başladı. Daha sonra bizim içimizden, Deniz (Gezmiş) benim çok yakın arkadaşımdı...”
Bu arkadaşlık FKF'mi (Fikir Kulüpleri Federasyonu), DEV-GENÇ döneminde mi?
“DÖB'de (Devrimci Öğrenciler Birliği). Deniz, Ankara'ya gidince, Ankara'da “kır gerillası” düşüncesine yöneldiler, Hüseyin (Aslan) filan...”
Hüseyin İnan'ın yazdığı “Türkiye Devriminin Yolu” broşüründen sonra mı?
“Evet, evet, o dönemde. O dönemde bir-iki toplantı İstanbul'da olsun, Ankara'da olsun yapıldı. Anlaşamadık. Onlar, kırda silahlı eylemle, birazcık Che Guevera'nın da etkisi altında “kıvılcım” yaratabileceklerini düşünen bir çizgiye girdiler. Biz ayrıldık tabi. Sonra, Mahir'in (Çayan) grubunun asker, özellikle havacıların içerisinde çok esaslı bir örgütlenme yapınca, özgüvenleri biraz yükseldi...”
Kitapta Mahir (Çayan), Yusuf (Küpeli) ikilisinden bahsediyorsun. “Sol kamuoyunda Mahir Çayan, Yusuf Küpeli rüzgarı esiyordu.” (syf, 39) diyorsun.
“Evet, evet. Esas Mahir (Çayan) idi. Bir de Münir (Ramazan Aktolga) vardı. Onlar askeri kanadın içerisinde çok güçlü bir yapı oluşturdular ve öyle olunca da öğrenci kesimin içerisinden de çok taraftar topladılar. Bu sefer onlar da şehirlerde aynı şeyi yapma biçiminde bir mücadeleye giriştiler, çok da eylem yaptılar.”
Sol kesimdeki silahlanmanın ilk başlangıcı korunma, saldırılara karşı savunma amacı taşıyordu?
“Tabii.”
Daha sonra bunların bir kısmı Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan/THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu), bir kısmı Mahir Çayan/THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi), daha sonra bir kısmı da İbrahim Kaypakkaya/TKP-ML (Türkiye Komünist Partisi-Marksist/Leninist), TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Ordusu) üzerinden silahlı mücadeleye yöneldiler?
“Şimdi, silahı beline koyan genç, o dönemde, bir an önce devrim yapacağını filan sanıyordu. Mesela, benim bir arkadaşım vardı, bir toplantı yaptık, toplantıdan çıktık, o bir yere gitti, ben de evime gittim. Ertesi sabah buluşacaktık, gelmedi. Öğleden sonra geldi. 'Niye gelmedin?' dedim, şöyle belini açtı, beline 7,65 Brovning marka bir tabanca koymuş. 'Devrim yapacağım' dedi. Daha 18 yaşında. Çok da aktif, delişmen filan bir arkadaştı. Onun gibi birçok arkadaş hızlı bir şekilde şehirlerde 'şehir gerillası' aracılığıyla aşamalı olarak 'Halk Ordusu'na yönelebileceklerini düşünerek koptular ve dolayısıyla 3'e, 4'e bölündük. İçlerinde de en küçüklerinden birisi benim içerisinde bulunduğum gruptu.”
Daha sonra bu grubu “Haziran” olarak adlandırdınız. Ondan öncesinde bir grubunuz var mıydı? Yoksa sadece bir öğrenci grubu muydunuz?
“Vardı, vardı. Mahirler ile birlikteydik, o dönemde; Milli Demokratik Devrim Grubundaydık. Bu 'şehir gerillası' anlayışı çıkınca ayrışma oldu. Ayrışma olunca, büyük çoğunluk o tarafa aktı. O büyük çoğunluk o tarafa akınca biz görece biraz daha küçük kaldık.”
Size göre 68 kuşağı 78 kuşağına göre daha entelektüel bir hareket, eğer bir kıyaslama yapılırsa?
“Evet”
YAZDIKLARIM VE ANLATTIKLARIM BENİM GÖRDÜKLERİMDİR
Bu kitabınızda yazdıklarınızdan anladığım kadarıyla 68 kuşağının eylem alanı daha çok öğrenci kesimi, yer yer işçi kesimi, bir miktar kırsal kesime yönelme, ki benim doğup büyüdüğüm köy olan Ayaklıkırı'nın (Tire, İzmir) bitişiği Göllüce, Atalan... (Torbalı, İzmir) köyleridir, oradan bilirim; ben o tarihlerde daha çok küçüğüm. Babam bizi ürettiğimiz sebzeleri satmak için eşek sırtında Göllüce, Bülbüldere köylerine yollardı. Anımsıyorum, Göllüce'de satış yaparken köy sokaklarında yerlerde İşçi Köylü gazetesinin parçalarını görürdüm. Sanırım Doğu Perinçeklerin/TİİKP (Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi) çıkardığı bir gazeteydi. DEV-GENÇ'lilerin toprak işgallerine geldiğini de okumuştum, daha sonraları. Bir de kitapta deprem mağdurlarına yardımdan bahsediyorsunuz. Silahlı çatışma, 68 kuşağının son döneminde gündeme gelen bir olay.
“Evet.”
Bütün bunları anlatırken bir şey dikkatimi çekti, siz hakikaten mütevazisiniz. Kitabınızda da anlattıklarınızın çok “nesnel” bir anlatım olmadığını “Olayları benim gözlediğim şekilde yazdım. Anlatılan olay, gerçek yaşamda biraz daha farklı şekilde gerçekleşmiş olabilir. Yazdıklarımı olaylarla ilgili olan arkadaşlarıma doğrulatmama karşın, yine de bire bir doğruluğu konusunda bir iddiam yok.” (syf, 10) diyerek daha baştan belirtiyorsunuz. Başka anı anlatımlarında çok iddialı bir dil kullananlar, sonrasında ise yer yer yalanlama gereği duyulanlar oldu, biliyorsunuzdur. Sizin neden böyle mütevazi bir anlatımınız var?
“Bu, yapıyla ilgili bir olay. Bir kişi 'Her şeyin en iyisini ben bilirim' derse, o kişide bir sakatlık vardır. Ben böyle düşünüyorum. Her şeyin en iyisini ben bilmiyorum ama benim yaşadığım yerden baktığımda ben bir şeyler gördüm, yaşadım. Elbette gördüğün, yaşadığın her şeyi yazamıyorsun, yazmadım da, çok şey yaşadım, yazdıklarımı yazarken de 'Ben işte bunların hepsinin içerisindeydim. Benim dediklerim doğrudur.' filan gibi bir mantığın hiçbir zaman doğru olmadığına da inanan bir kişiyim. Ben buradan bakmışımdır, siz öbür taraftan, biraz daha çaprazdan bakmışsınızdır, biraz daha farklı bir yönünü görmüşsünüzdür ya da sizin bulunduğunuz topluluk biraz daha farklı şeyleri görebilecek bir topluluktur. Bazı şeyleri daha iyi görmüş olabilirsiniz. Onun için burada iddialı olmanın doğru olacağına inanmıyorum. O iddialı yazanları da şiddetle eleştiriyorum. Olaylara öyle bakmıyorum. Burada yazılanlar, yazarın öznel düşünceleridir. Yazar öyle düşünmüştür, öyle yazıyordur. Bu nedenle 'Benim dediğim doğrudur' gibi iddialı bir yaklaşımı ben yanlış görüyorum.”
CUMHURİYET, OSMANLI'DAN SONRA ÇOK ÖNEMLİ BİR SIÇRAMADIR
Bu noktada, 68 kuşağında, benim de anladığım öyleydi ama sizin kitabınızı okuyunca gördüm, çok açık bir şekilde diyorsunuz ki syf, 10, 11, sonra 46'da da buna devam ediyorsunuz, “Biz cumhuriyetin değerlerini savunduk. Atatürk ilkelerine, Kemalizm'e, Türkiye Cumhuriyeti'nin 1923 sonrasındaki tüm kazanımlarına sahip çıkıyoruz ama bunlarla yetinmiyoruz” diyorsunuz, özet olarak. Bu yaklaşım, ben Devrimci Yol geleneğinden, Mahir'in devamından geldiğim için bana çok uygun. Hala aynı tezi savunuyorum. Bugün solda geçmişe bakışta, cumhuriyete bakışta, özellikle 1989 (SSCB'nin yıkılması) sonrası anlatımlarda bu yaklaşımı onaylamayan bir yaklaşım söz konusu. Bu yaklaşım, İbrahim Kaypakkaya'nın tezlerinde de var, İbrahim Mustafa Kemal'e çok pozitif bakmaz ama özellikle bugün solda çok ciddi bir kesim 1923'te kurulan cumhuriyetin öyle çok savunulacak, çok matah bir şey olmadığı iddiasındadır. Siz ise bugün bile geriye baktığınızda hala gençliğinizdeki gibi bakıyorsunuz.
“Cumhuriyet, Osmanlı'dan sonra çok önemli bir sıçramadır. Bir atılım. Belki 50 yıllık bir zıplama var. Elbette, cumhuriyet her şey değildir. Kapitalizme ve o dönem ülkemize hegemonya koymak isteyen emperyalizme karşı verilen bir kurtuluş savaşından gelen bir ulusun çocuklarıyız. Dolayısıyla da emperyalizme karşı verilen mücadelenin arkasında durmak her şeyden önce bir komünistin görevidir. Bir komünist, bu konuda o değerleri savunmak zorundadır. Ben öyle düşünüyorum. Ben komünistim. Tabii ki o dönemin koşulları içerisinde 'Ben komünistim' diyemiyorduk. 'Sosyalistim' filan diyorduk.”
“Jandarma biz sosyalistiz” marşını sizden sonraki jenerasyon çok söyledi, özellikle 1976 yılında ilk kez girdiğimde, Buca Cezaevinde koğuşun avlusunda topluca volta atarken söylediğimizi anımsıyorum.
“Tabii. Şimdi, komünistim ama o dönemde toplumun içerisinde örgütlenebilmek ve çoğalabilmek için onların değer yargılarına saygı duymak zorundaydın. Bizim anlayışımız oydu. Ben mesela kırsal kesimde çok çalıştım. Torbalı'da çalıştım. Bafa Gölünde filan da çalıştım. O bölgede insanlara ekonomik taleplerinin yanı sıra demokratik birtakım taleplerinin de olduğu bilincini vermeye çalıştık. Öyle olursa o insanların kalıcı olarak hareketin içerisinde yer alabileceğini düşünüyorduk. Dolayısıyla da cumhuriyete sahip çıktık. Atatürk'e sahip çıktık. Atatürk'e karşı değilim, hiçbir zaman karşı olmadım. Atatürk'ün görüşlerine tam olarak inanan, o görüşte olan birisi değilim. Komünistim ama onun bu ülkeye kattıklarına da dirsek çevirmeyecek bir kafa yapısında olan bir insanım. Öyle düşünüyorum.”
(Devam edecek)