Bugun...



Milas’ın Son 52 Yılının Tanığı Tomris Mergen’le Görüşme

Binlerce öğrenci okuttum. Milas insanı çok kadim bir kültüre sahip bir topluluk. Milas konum olarak birçok uygarlığa başkentlik yapmış, birçok tarihi unsurların yaşadığı bir yer olmuş. Persler’den, Karyalılar’dan tutun da Likyalılara, Menteşe Beyliğine kadar birçok kültürün barındığı bir yer. Bu kültürler buhar olup uçmadı. Hepsinin bıraktığı bir kültürel iz vardı.

facebook-paylas
Güncelleme: 25-09-2023 16:36:40 Tarih: 25-09-2023 16:27

Milas’ın Son 52 Yılının Tanığı Tomris Mergen’le Görüşme

Söyleşi: Nevzat Çağlar Tüfekçi

Sizi tanıyabilir miyiz?

Aydın-Çine, 1947 doğumluyum. Annem-babam öğretmendi. Daha sonra onlar İzmir-Karşıyaka’ya tayin oldu. İlk ve Ortaokulu Çine’de okudum. Karşıyaka Kız Lisesine gittim. Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesine kaydoldum. Orada Türkoloji - Türk Dili ve Edebiyatı okudum. İlk görev yerim Milas. Bunun nedeni de ben üniversite tezimi Milas ağzı üzerine çalıştım. O zaman Milas’a geldim. Köylerinde dolaştım. O zamanın şartlarında tekerlek teyplerle hep ses aldım. O sesleri deşifre ederek kayda geçirdim. Bu araştırmayı öğrenciyken 1969 yılında yaptım. Mezun olunca tayinim buraya çıktı. Eşim Bengi Bey’le Ankara’dan bir tanışıklığımız vardı. Tez çalışmalarımda onun çok yardımları oldu. O zaman Eczanesini açmıştı. Göreve 1971 yılında Milas lisesinde başladım. Milas Lisesi 1967 yılında açılmıştı.  Emekli oluncaya kadar da orada çalıştım. 1994-1995 yılında emekliliğimi aldım.

Emekli olduktan sonra ne yaptınız?

Emekli olduktan sonra bir dershanede idareci olarak çalıştım bir süre. Sonra Milas ağzıyla ilgili araştırmalarıma devam ettim. Milas Belediyesi tarafından üç kitabım yayınlandı. Bunlar, daha önceki çalışmalarıma dayanan kitaplardı. Milas Lisesi o zaman buranın tek büyük okulu.

Milas Lisesi o zaman şehir dışında mı kalıyordu?

Bize şehir dışında gibi geliyordu lise. Madam Murat’ın eviyle Lise arasında bir mesafe vardı. Arada binalar yoktu. Okula hep yürüyerek gittim geldim. Milas Lisesini etrafında da hiç bina yoktu. Oraları bozkırdı. Salı günleri köylüler pazara gelirken eşeklerini bizim okulun yanına bağlarlar, çalılıklar, tütün tarlaları vardı. Yalınayak gelirler, heybelerinden ayakkabılarını çıkarırlar, giyerler, Salıpazarına giderlerdi, 1971 yılında. Belki de eski ayakkabılarıyla Milas’a kadar geliyor, yeni ayakkabılarıyla değiştiriyorlardı şehre gelirken giydiklerini. Her iki durum da olabilir. Eşeklerini bağlayıp pazara giderlerdi. Eşekler anırmaya başlar, çocuklar güler. O zaman Salı günleri eşekler bizim okulun çevresine bağlanırdı. Böyle anılarım oldu, Lisede çalışırken.

Size Milas’ı, yaşadığınız kenti anlatım desem, neler söylersiniz?

Ben Milas insanıyla çok içli dışlı oldum. Binlerce öğrenci okuttum. Milas insanı çok kadim bir kültüre sahip bir topluluk. Milas konum olarak birçok uygarlığa başkentlik yapmış, birçok tarihi unsurların yaşadığı bir yer olmuş. Persler’den, Karyalılar’dan tutun da Likyalılara, Menteşe Beyliğine kadar birçok kültürün barındığı bir yer. Bu kültürler buhar olup uçmadı. Hepsinin bıraktığı bir kültür vardı. Burada yaşayan insanlar vardı. Bu gelenlerle yaşanılan bir birliktelik, ortak yaşamlar vardı. Bu gelenlerin yarattığı bir nesil oluştu. Bu nesillerle birlikte yeni nesiller oluştu. Biz biliyoruz ki Avşar Boyu diye bir boy, Oğuzlardan bir boy, geldi Milas’a yerleşti. Onlar da bunlarla karıştılar. Böylece insan genetiğinde olan, kafasında doğuştan olan birtakım kadim bilgiler, Milas insanında var. Hiç eğitim görmemişse bile çok ilginç fikirlere sahip olabiliyor. Çok doğru şeyler, çok doğru gözlemler yapabiliyor. O insanların bilgeliğine ben hayran oldum. Çünkü ben kitaplarımı hazırlarken, Salıpazarında çok dolaşıyordum. Zaten daha önce çok köy dolaşmıştım. Ta 1968, 1969’lu yıllarda. Eczane dolayısıyla köylü arkadaşlarımızla çok birlikteliğimiz oldu. Çok sevdiğim köylü dostlarım oldu. Evlerine gittiğim, onların da bana geldiği dostlarım. Onların gerçekten çok bilge insanlar olduklarını gördüm. Dolayısıyla Milas’ın konumu, coğrafi koşulları, kültürel birikimi bu insanları yetiştirmiş. Zaten Milas coğrafi konum olarak çok bereketli, çok bolluk güzel bir yer. İnsanları da çok farklı. Birçok yer görmüş, birçok yer yaşamış olabilirsiniz ama Milas halkının o bilgeliği kimsede yok!

Bu bilgeliği, Milas’ın geçmişten günümüze kadar gelen kültürel birikimlerine mi bağlıyorsunuz?

Evet o kültürel birikimlere bağlıyorum. Doğrudan ona bağlıyorum. Göbeklitepe’deki kazılardan anladık ki MÖ 12 Binli yıllara kadar giden bir Anadolu kültürü, insan geçmişi var. Muhtemelen bu bölgede de çok eski bir birikim var.  Şöyle düşünelim. İnsanlar buhar olup uçmuyorlar. Bu topraklarda yaşıyorlar. Gelen başka insanlar ve kavimler de var. Bu insanlar kaynaşıyorlar, birlikte yaşıyorlar. Kavga ediyorlar, dövüşüyorlar ve sonra bir yerde uzlaşıyorlar.  Persler bile İran’dan buraya gelmişler, 500 yıl burada yaşamışlar. Onların bıraktığı bir kültür yok mu burada? Var! Burası heykelcilikten, eski medeniyetlerin yerleşim alanlarından tutun da bambaşka şeylere hep öncülük yapmış bir bölge. Coğrafya olarak ta öyle olduğunu düşünüyorum. Buranın köylerini çok iyi tanıdım, gördüm. İnsan tiplerindeki farklılıkları da gördüm.

Var mı farklılık?

Var! Çomakdağ’a doğru gittiğiniz zaman, kızıl saçlı yeşil gözlü insanlar görürüsünüz örneğin. Geçmişten gelen kültürlerin genetiksel kalıntıları bunlar. Milas’ta hiçbir yerde olmayan çok eski bir kültür kalıntısı. O kalıntı halen daha devam ediyor. İnsanlarla konuşurken, hiç ummadığınız, beklemediğiniz yanıtlar alabiliyorsunuz. Hiç ummadığınız davranışlar görebiliyorsunuz. Bakıyorsunuz, bu insanın okuması - yazması bile yok ama genetiğinde o bilgelik var. Genetik dediğimiz şey nesilden nesile, nesilden nesile aktarılıyor. Ben Milaslılar’da, binlerce yıllık bir birikimin, genlerinde olduğunu düşünüyorum. Bunu çok samimiyetle söylüyorum, böyle bir şey var.

Milas’ta eski insan ilişkileriyle bugünkü insan ilişkilerini karşılaştırdığımızda, nasıl bir değişim, değişiklik gözlüyorsunuz?

Buraya ilk geldiğim 1969 yılında, burası 10-15 bin nüfuslu bir yerdi. Gece 12’den sonra elektrikler kesilirdi. Elektrik, jeneratörden sağlanıyordu. Evlendiğimizde, o kadar çarşı Pazar eksikliği vardı ki İzmir’e gittiğimizde, ekmeğimizi İzmir’den alır gelirdik. Buranın ekmeğini yiyemiyorduk. Yeterli fırın yoktu. Ekmekler çamur gibiydi. Yeni marketler açılmaya başlandı. Şu andaki Milas, 1970’lerdeki Milas’tan çok farklı bir yerde. 70’lerde hem nüfus sıklığı bu kadar değildi hem de eski gelenekler, adetler devam ederdi. Mesela buranın düğünleri meşhurdur. Hanım, düğünlere davetlidir ama davetli olduğu düğüne gitmez, bir bürgü bürünür, dışarıdan bakmaya gelir. Bakıcı denirdi onlara. O zaman siyah beyaz kareli bir örtüleri vardı, Milaslı kadınların. Onları başlarına örterek düğünü seyrederlerdi. Genelde kadınlar bu başörtüsünü günlük yaşamda da kullanırlardı. Televizyon, radyo, şehrin büyümesi, dışarıdan gelen göçler; her yerde olduğu gibi burayı da değiştirdi. İzmir’de ne varsa burada da var. Bodrum’da, İstanbul’da Ankara’da ne varsa burada var.

Size göre Milas göç alıyor mu? Milas’ın hızlı nüfus artışının yarattığı ne gibi toplumsal sorunlar var?

Böyle bir durum var zaten. İç ve dış göç alıyor. Daha çok köylerden kent merkezine bir akın var. Benim tespitim; bir de Milas’ta okuyan gençler dışarıya gitmiyor. Tekrar Milas’a dönüyorlar. Hukuk okuyor, Avukatlık bürosunu Milas’ta açıyor. Mühendis oluyor, bürosunu burada açıyor. Doktor oluyor yine aynı. Öğretmen oluyor Milas’a gelmeye çalışıyor. Hastaneye bakın, çoğu Milaslı hekimler.

Bunu nasıl açıklamak lazım?

Toprağa bağlılık. Aile bağları. Memleketini sevmek diyelim. Mesela buralı olup ta dışarı gitse çok daha iyi bir şekilde kendisini geliştirecek, kendisine çok daha iyi alanlar açabilecek çok öğrencilerim oldu benim. Gitmediler, inatla burada kaldılar ve kendilerini körelttiler. Hep bunları anlatmaya çalışım, ben onlara. Yapmadılar. Burada kaldılar. Onları burada tutan nedenlerin; bu kadim bilgiler, bu genetik, memleket sevgisi, buraya bağlılık ve aile yapısı diye düşünüyorum. Doğup büyüdükleri yerden bir kopamama hali! Yeri geldiği zaman gitmeyi, kopmayı da bilmek lazım diye düşünüyorum.  

Göçün yarattığı ne gibi sorunlar var?

Şehir hayatını bilmeyen, köy kökenli, eğitimsiz çok insan geldi. Onlarla bir arada olmak biraz zor.

Kentlileşemeyen kentliler diyebilir miyiz onlara?

Kentli bile diyemem onlara. Kentlileşemeyen köylüler diyorum ben onlara ama inanıyorum ki köylerde çok bilge insanlar var. Bu göç edenler neyi ne yapacağını bilemiyorlar. Köylü köyünde yaşamak istemiyor. Çiftçilik yapmak istemiyor. Buraya gelip masa başında bir iş bulup çalışmak istiyor. Onu da beceremiyor. Ortalıkta böyle işsiz güçsüz niteliksiz çok insan oluştu Milas’ta.

Yani apartmanda yaşayıp ta ortak yaşam kültürünün ne olduğunu bilmeyen, buna uygun davranamayan insanlar gibi…

Asla bilmeyen insanlar var. Biz bu evi neden yaptık biliyor musunuz? Şimdi oturduğumuz bu ev müstakil. Bizim lisenin karşısındaki bir apartmanda dairemiz vardı. Oradan okula gelip gitmek benim için çok kolaydı. Biz yapamadık orada. Ne çöp atmayı biliyorlar, ne çöp toplamayı biliyorlar. Ne bir asansör, ne bir merdiven kültürleri var. Yukarıdan halı silkelemeler. Balkondan aşağıya çöp atmalar. Balkon duvarını suyla yıkarken, aşağıdaki balkonda bir şey var mı yok mu bakmazlar. Bir apartmanda yaşama sorumluluğu ile ilgili hiçbir şeyden haberleri yok. Aidat ödemek istemezler. Bunlardan sonra biz müstakil bir eve taşınmaya karar verdik. Orada yapamadık. İnsanları değiştiremiyor, eğitemiyorsunuz, çünkü!

Apartman sakinlerin sosyolojik yapısına baktığınızda, onlar nerelerden gelen insanlar?

Bunlar daha çok köyden gelenler. Mesela çöpünü bir torbanın içine koymayı beceremeyen, suyunu akıta akıta kovalarla dışarıya taşımaya çalışanlar.

Onlardan aidat alınabiliyor muydu?

Vermek istemiyorlardı. Bunu gereksiz bir şey olarak görüyorlardı. Eşim apartman yöneticisiydi. Kimseye laf anlatamıyor, onları ortak yaşamın kuralları ve gerekleri konusunda ikna edemiyordu. Biz kimseyle kötü olmayalım ve buradan gidelim dedik. Birikimlerimizi ortaya koyarak şimdi oturduğumuz bu müstakil evi yaptırdık. Ortak yaşama uyumlu olmayan insanların varlığı; bizim o apartmandan gitmemize neden oldu. Büyük şehirlerde yaşamış bir insan olduğum ve belli bir kültüre ve düzeye sahip olduğum için bu insanlara muhatap olmak ve onlara bir şey öğretmek çok zor. İnsanlar eğitimlerini çocukken alıyorlar. Büyüdükten sonra onlara bir şey öğretmeye kalktığınız zaman size bir tuhaf bakıyorlar.

Göçle gelenlerin apartman yaşamındaki uyumsuzları gibi kent yaşamına yansıyan uyumsuzluklarının göstergeleri neler olabilir?

Bu sorunlar çok. Sokakları, parkları kirletmek, oturulan banklara zarar vermek, esnaf dükkânlarının önündeki yolda atılı olan karton-poşet gibi görüntü kirliliği yaratan şeyler.

Milas’ta eskiden sosyal yaşam nasıldı?

Daha iyiydi. Bir Süsyolu kavramı vardı. Akşamları insanlar en güzel giysileriyle çıkar kadın erkekli gruplar; parkın önünden başlar yürümeye, Macar Evlerinin önünden geçer, Madam Murat’ın evine kadar gider gelirdi. Akşamları trafiğe kapatılırdı burası. Cumhuriyet Baloları yapılırdı. Öğretmenler, memurların oluşturduğu bir kitle vardı. Onların düzenlediği günler, geceler olurdu. Toplantılar yapılırdı. Onlar zamanla yok oldu. Milas’ta insanlar yemek yemeye dışarı gidiyor, eğlenmeye Bodrum’a gidiyor. Milas’ın içinde sosyal mekan ve sosyal faaliyet diye bir şey kalmadı.  Eskiden çok ünlüler gelirdi Milas’a. İstikamet sineması vardı o zaman. Beyaz Kelebekler’in konserine gittim orada. Yaşar Özel’e gittiğimi hatırlıyorum. Sinemalar vardı örneğin. Yazlık ve kışlık sinemalar. Yeni Sinema, İstikamet Sineması, Özler Sineması, Tahtalı Bahar Sineması.  Bu yazlık sinemalara da çok ünlüler gelir, konserler düzenlenirdi. Köylerde bile açık hava sinemaları vardı.  O zamanlar Milas daha sosyal bir yerdi. Şimdi sinema olarak sadece yıkılan tarihi İstikamet Sinemasının yerinde yapılan binanın bodrum katında var ama orada sürekli film gösterimi yapılmıyor diye biliyorum. Bir de Pomelon alış veriş merkezinde var.

Pandemiden sonra da her şey çok şey değişti. İnsan ilişkileri değişti, komşuluk ilişkileri değişti. Herkes içine kapandı.  Eskiden kendi alanında isim yapmış bilim insanları buraya konferansa gelirdi. Yararlı bilgiler alırdık. Şimdi böyle bilimsel toplantılar da göremiyoruz artık. Parkın içindeki o yıkılan düğün salonunda konferanslar ve paneller olurdu; oturacak yer bulamazdık salonda.  1970’li yıllarda. 1980 ihtilaline kadar böyleydi. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse 1980’e kadar Milas daha sosyal bir şehirdi. 1980’den sonra bu duruldu ve yok oldu. Özal zamanında TRT dışında özel TV kanallarının yayına başlaması da insanları eve bağladı. Bu sadece Milas için değil tüm Türkiye için geçerli.

Milas’ın sahip olduğu tarihi ve kültürel potansiyelleri doğrultusunda neler yapılabilir?

Karyalılarla ilgili düzenlenen sempozyumlar dışında, bu konuda yeterli bir şey yapıldığını sanmıyorum. Çöllüoğlu restore edildi ama işlevsel hale getirilemedi. Hekatomnos anıtı ortaya çıkarıldı ama turist çeken bir yer olamadı henüz. Buranın en güzel anıtlarından birisi Gümüşkesen anıtıydı. Oraya acayip bir bina yaptılar, uzun süre orası ziyarete kapalı kaldı. Gelenler, kapısında döndü. Bu böyle olmamalıydı. O acayip bina şimdi yıkıldı ama anıt hala ziyarete kapalı. Burası bir an önce ziyarete açılmalı. Anıtın kapalı kalmasından, Milas zarar görüyor. Burada hiçbir şey doğru değerlendirilmiyor. Burada Milas Meslek Yüksek Okulu açıldı. Bu okulun Milas’ın gelişimine, sosyalleşmesine, kültürüne ne gibi katkısı oldu derseniz; ben daha görmedim.  Milas’ın gerek sanatta, tiyatroda, gerek sporda gerekse bütün sosyal faaliyetlerde, bir atılım içine girmesi lazım. Üniversitenin buna hiçbir faydası olmadı. Bu konuda eksik kaldı.

‘Boş zamanlar’ diye bir kavram var. Milas’ta insanlar, kadın veya erkek, boş zamanlarında ne yapıyorlar?

Halk Eğitimin düzenlediği kurslar var. Bu kurslara giden çok kadın var. Halk eğitim bu kursları düzenliyor ama kaç kişi gidiyor. Kurslarda bir doluluk var mı, bilmiyorum. Kadınlar burada eğitim kurslarından geçmeliler. Biçki, dikiş, nakış kursları örneğin. Kadınlar bu kurslara devam etmeli. Sanat dallarında, beslenme konusunda, çocuk bakımı gibi ev hizmetleri konusunda, kadınların eğitilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu konuda yoğun çalışmalar yapılmalı. Eğitimi önce insanın kendisinin istemesi lazım. İnsan buna ihtiyaç duyacak ki bu ihtiyacının peşinden gidecek. Hayatında bir kitap okumamış insanlar, derya-deniz, her konuda size fikir söylemeye çalışıyorlar.

Kadınların günleri oluyor. Bu günlerde neler yapılıyor?

Ben bu tür günlere katılmadım ama anlatılanlardan biliyorum. Daha çok altın günleri, para günleri yapılırmış. Hanımlar bir araya geliyor, sosyalleşiyor, bir şeyler yiyip içiyorlar. Bu sayede birbirleriyle görüşmüş oluyorlar. Şimdi o da kalmadı. Ben yeni evlenip geldiğim zaman hanımlar haftanın veya ayın belli günlerinde birbirlerine gitmek için gün tertip ederlerdi. Mesela ayın birinci Cumartesi benim, ikinci Cumartesi senin gibi günlerin yer belirlemeleri yapılırdı. Bu günlerde bir sınırlama yoktu. Kadınlar, ‘bu şunun günüymüş, gidelim tanışalım’ diyerek bu tertip edilen günlere giderlerdi. O şekilde bir sosyalleşme olur, bir tanışma ortamı gerçekleştirilirdi. Sonra o kalktı. Gruplar oluşmaya başladı. Sonra o gruplar kendi aralarında para günleri, altın günleri yapmaya başladılar. O da kalktı çünkü altın çok pahalı hale geldi.  Şimdi ne yaptıklarını bilmiyorum. Ben de bu ortamlar içinde bulunmuyorum zaten. Sosyal hayat pandemiden sonra tamamen bitti gibi bir şey.  Ev ziyaretlerini unuttuk. Birbirimize gitmeyi, birbirimizle sohbet etmeyi unuttuk. Şimdi yeni olarak hanımlar dış mekânlarda şöyle bir şey başlaymış; şu yere gidelim orada bir öğlen yemeği yiyelim ya da çay içelim gibi. Bu bahaneyle bir araya gelip, sohbet ediyorlar. Şimdi böyle bir eğilim var.

Erkekler ne yapıyor, boş zamanlarında?

Erkekler kahveye gidiyor bol bol. Daha çok emekliler kahveye gidiyor. Orada oyun oynuyorlar. Gençler de kahvelerin müşterileri arasında yer alıyor. Kahvelerde eskiden doluluk çok fazlaydı. Pandemiden sonra bu biraz azaldı.

Geçmişte Milas’ta Rumlar, Museviler gibi farklı kültürlere sahip toplumlar yaşadı. Bu Milas açısından bir avantaj mıdır ve bu durumu Milas lehine nasıl değerlendirmek gerekir?

Ben avantaj olduğunu düşünüyorum çünkü farklı kültürler, her gittiği yere bir şeyler bırakıyor. Musevi hanımlar, çok iyi terziymiş eskiden. Milaslı aileler, kızlarını, bu Musevi terzilerin yanlarına verirler, onlardan hem nakış yapmasını hem kumaş kesme, dikme ve prova yapmasını yani terziliği öğrenmişler. Milas’taki esnaflar da Musevilerden esnaflık yapmayı öğrenmişler. Rahmetli Gümüş ninemiz, eşimin anneannesi hep anlatırdı. Milas’ta şu Musevi esnaf vardı, ona gittim şu kadar kumaş kestirdim, şöyle yaptım, böyle ettim, parasını şöyle verdim, daha sonra verirsin dediklerini anlatırdı. Ben, bu anlatılanlardan Musevilerin, halkla ilişkilerinin çok iyi olduğunu anladım. Ben buraya geldiğim 1970’lerin başında bir Musevi doktor vardı. Adı Yakup Siyman’dı. Sonra o da gitti. İyi bir doktordu. Herkes de çok severdi onu. Buranın zenginliği bu. Dışarıdan aldığı her kültür, burada kalmış. Musevilerden de çok şey öğrenmiş bizim Milaslılar. Cumhuriyet Balolarında Museviler önü çekermiş. Bu durum 1950 öncesinde olan şeylermiş. Büyüklerimizden öyle duyardık. Giyim kuşama çok önem verirlermiş. Avrupai tarzda modern giyinirlermiş. Kayınvalidem, çok iyi elbise dikerdi. Ustası, Musevi Sara Hanımmış. Ondan övgüyle ve saygıyla söz ederdi kayınvalidem. Avukat Münir Tireli’nin Hoca Bedrettin Mahallesindeki evinin eski sahipleri olduğunu söylerdi. Kayınvalidem anlatırdı; kuaförlük yapmışlar. Ondüle saç yapımını, permaları; Museviler bilirmiş. Mesela benim mutfakta yaptığım hamur işlerinden birisi Yahudi halkasıdır.  Ben de bunu burada bir arkadaşımdan öğrendim. Onun da annesi Yahudi komşularından öğrenmiş. Zeytinyağı ile yapılan tatlılı bir kurabiye. Asla bayatlamayan bir kurabiye. Bana kadar geldi Yahudilerin kültürlerinin bir parçası.

Benim kökenlerimde de Giritlilik var. Anneannem ve Dedem Girit göçmeni. Bizimkiler mübadele ile Türkiye’ye gelmişler. Annem 1922 doğumlu ve o zaman 2,5 yaşındaymış. Önce Çanakkale’ye yerleştirilmişler. Girit’te çok büyük zeytinlikleri varmış. Galiba Atatürk onlara, Girit’te sahip olduklarının üçte biri kadar zeytinlik vermiş. Annem Edirne Kız Öğretmen Okulu mezunu. İlk tayini Aydın-Yenipazar’a çıkmış. Babamla orada tanışmışlar ve evlenmişler. Hep Ege’de yaşamışlar. Daha sonra onlar, İzmir’e tayinlerini istemişler ve oraya yerleşmişler.

Milas’ta da Giritli çok. Ben buraya evlenip geldiğim zaman annem biraz endişeliydi. Annem Giritli. Bizim mutfağımız Girit, Akdeniz mutfağı. Girit mutfağı ile Milas mutfağı birbirine çok benziyor. Buraya geldiğim zaman, burayı asla yadırgamadım. Milaslılar da bizim gibi ot, sebze, yeşil ağırlıklı besleniyorlardı.  Bizim Girit mutfak kültürü gibi Milas mutfağında da zeytinyağı kullanılıyordu.

Girit’e hiç gittiniz mi?

Gidemedim. Kos’a, Rodos’a gittim. Annem çok istedi ama bir türlü olmadı. Her niyetlendiğimizde annemin bir rahatsızlığı ortaya çıktı. Onun dünya gözüyle bir sefer olsun Girit’e gitme hayali gerçekleşemedi.

Rumca biliyor musunuz?

Bizim evde Büyükannem, dedem Rumca konuşurdu. Ben de onlardan öğrendim. Rumca konuşmaları anlarım. Adalara gittiğimizde pek yabancılık çekmem.

Girit’in hangi şehrinden gelmişler?

Hanyalı.

Sosyal yaşam olarak Milas’ta eksik olan nedir?

Milas’ta gezi alanları, piknik ve mesire yerleri, akşam eşinle dostunla, misafirinle yemek yiyecek, oturulacak sosyal mekânlar yok. Milas’ın bu konuda eksiği çok. Milas devamlı gelişen, kendini yenilemeye çalışan, inşaatların, yeni yapıların sürekli arttığı bir yer. Bu yoğun yapılaşmadan ben çok şikâyetçiyim. Biz bu şehirde yaşarken kaç kere yollar kazıldı. Kaç kere yollar yapıldı. Ben 52 yıldır bu memleketteyim. Her 5, her 10 senede bir bu çalışmaların yarattığı pisliğin içinde kaldık. Yollar kazıldı, zamanında yapılmadı. Su isale hattı çalışmaları oldu. Kanalizasyon şebekesi çalışmaları oldu. Telefon hattı, elektrik hattı çalışmaları oldu. Her kazılan, bozulan yol kent yaşamında belli bir süre rahatsızlık yarattı. Gelen şeyler burayı iyileştirmek için, yaşamı daha kolay, konforlu hale getirmek için ama ben 52 yıldır bu yapı ve inşaat sıkıntısını yaşadım burada. Bir büyük kent gibi oturmuş şehir değil Milas. Nüfusun da çok hızlı artması, bunu da tetikliyor tahmin ediyorum. Benim burada özlediğim şey, artık yollar yepyeni olsun, bakımlı olsun, çukurlar, tozlar, pislikler olmasın. Belediye başkanları bunun için çaba harcıyorlar; bir yenileşme olması lazım çünkü devir değişiyor. Hep te bu çalışmalara biz denk geldik böyle. Çalışma yapan kurumlar arasında bir organizasyon yapılmadığı, bir eşgüdüm sağlanamadığı için, her kurum ayrı ayrı kazıyor ve bu da kent yaşamında sıkıntılı bir durum yaratıyor.  Kentin altyapı çalışmalarında bir eşgüdüm, ortak planlama olması şart. Bizim şu yol kaçıncı kez kazılıyor? Şehir sanki bir yapboz haline geldi.

Milas’ta bir şehirleşme süreci yaşanıyor mu?

Evet çok ciddi bir şehirleşme süreci yaşanıyor. Bazı şeyler doğru mu yapılıyor, onu bilmiyorum. Aşağı yukarı benim gördüğüm, eşimin de belediye meclisi üyeliği yaptığı zamanlardan bu yana çok değişik kararlar alınıyor, değişik şeyler, yapılıyor. İnşaatlar arasında bir irtibat kuramıyorum. Mesela biz bu evi yaparken burada 3 kat izni vardı. Etrafımızda daha sonra yapılan binalar ise hep çok katlı.  Yönetmelik aynı. Bir yerde yapılaşma 3 katla başladıysa, bu hep böyle devam etmeli. Cezalarını ödüyor insanlar bir kat daha çıkıyorlar. Nasıl olsa imar affı çıkar diyorlar. İmar afları şehirlerimin düzenini bozdu. Kat çıkmak hikâyesi çok yanlış.

Sosyal mekân olarak neler yapılabilir? Günü birlik gidip gelmeler için.

Esentepe’ye gitmedim daha. Orası güzel olmuş. Küçük küçük çok sayıda parklar var. Akgedik barajı çevresinde, Geyik barajında, Beypınarı’nda, Arapyutan denilen yerde, Sodra’nın ön düzlüğünde; günü birlik piknik ve mesire yerleri, kafeterya gibi sosyal mekânlar yaratmak mümkün. Milas’ın bu olanakları var. O kadar tarihi eserimiz var ama bir arkeoloji müzesi yok. Milas el dokuma halılarıyla meşhurdur ama bir halı müzesi yok. Etnografya müzesi yok. Milas bir zeytin diyarı ama bir zeytin ve zeytinyağı müzesi olsa iyi olmaz mı? O da yok. Milas’ta halıcılık çok önemli bir olay. Milas’ın arkeolojisi, halıcılığı, el sanatları çok önemli.

Hayalinizdeki Milas’ı bize anlatır mısınız?

 Bir defa çok yeşil olması lazım. Yeşili bol bir kent olmalı. Hiçbir yerinde kazısı, çukuru olmaması lazım. Bir de mimar anneannesi olarak konuşuyorum. Torunum bana, “Milas’a geldiğim zaman çok üzüntü duyuyorum,” dedi.

Neden?

“Bu nasıl bir yapılaşma, hiçbir düzen yok. Her mimarın çizdiği ayrı, her binanın şekli ayrı, Milas’a özgü bir yapı tekniği, biçimi yok,” dedi. Bir defa Milas’a özgü bir yapının oluşması lazım. Hatta Milas’a has renklerin binaların dış cephelerinde kullanılması lazım. Biz bu evi yaparken, dışını Milas sarısı olarak bilinen boyayla boyattık. Mesela Gümüşkesen anıtı çevresinde çok güzel şeyler yapılabilir. Ne kadar büyük eksiklik. Turistler oraya geliyor, bakınıyorlar ve gidiyorlar. Oturacak bir yerleri yok. Anıtın çevresinde turistik eşyalar satan küçük küçük dükkânlar olabilir. Amfi şeklinde güzel Açıkhava tiyatro mekânlarının oluşturulmasını istiyorum. Gençlerin biraraya gelip, müzik yapabilecekleri mekânlar olmalı. Bir kültür merkezi olmalı Milas’ta. Bugüne kadar yapılmaması büyük bir eksiklik. Kentle ilgili bir gelecek planlaması yapılmış değil. Büyükşehir uygulamasını yanlış buluyorum. Burada Büyükşehir uygulamasından önce işlerin yapılması biraz daha kolaydı, kendi imkânları vardı, kararlar daha çabuk alınıyor ve uygulamaya konuluyordu. Büyükşehir uygulaması, ilçe belediyelerinin birçok işini geciktiriyor ve orada süreç daha ağır işliyor. Bu da ilçe belediyelerinin aleyhine bir durum yaratıyor.

Milas’ın çevresinde bir doğa katliamı var. Madenden dolayı. Akbelen’de, Latmos’da, Ilbıra Dağında, Tuzla sulak alanında. Burada Milas için tehlike ne? Ağaçlar kesiliyor, iklimde bir değişiklik oluyor, yağmurlar azalıyor. Maden çıkarmak için şiddetli patlatmalar yapılıyor; yer altı suları zarar görüyor, su kaynakları daha derinlere gidiyor. Orta ve uzun vadede Milas’ta bir çölleşme ve sıcakların daha da artması durumu var. Bir susuzluk ihtimali var. Milas’ın ekolojik sistemini korumak için bizler ne yapmalıyız?

Akbelen’de halâ süren bir direniş var. Çok yakınlarım, çok arkadaşlarım orada yer aldı. Büyük kentlerden gelen arkadaşlarımız da oldu. Fakat karşımızdaki güç bizim boyumuzu aşıyor. Jandarmasıyla gelip orada bekleyen, o doğa katliamını engellemeye çalışan insanlara süngüleriyle, biber gazıyla, tazyikli suyla karşı koyuyorlar. Bu öyle bir güç ki bu güce karşı insanlar orada direnmeye, doğalarına, su kaynaklarına sahip çıkmaya çalışıyorlar ama engelleyemiyorlar. O ayrı bir konu. Yine bu zultanit madeni dolayısıyla Ilbıra dağında çok fazla ağaç katliamı yapıldığını ben de duydum. Milas çevre olarak sıkıntılı bir alanın içine girdi. Coğrafi olarak Milas zaten çukur bir yer. Etrafı dağlarla çevrili bir yer. Çukur bir yer olması dolayısıyla burada bir sıcaklık sözkonusu. Böyle katliamlarla Milas öldürülüyor biraz. Boğaziçi’ndeki Ali Ağaoğlu projesi engellendi diye duyduk. Ne kadar engellendi bilmiyorum. Aklımızda birtakım şüpheler var bizim. Bizi üzen ve yıldıran şüpheler. Bunların arkası çok kalın, bunlar nasıl olsa yaparlar, biz bundan zarar görürüz gibi endişelerimiz var. Yine bu adalet ve hukukla bağlantılı. Sıkıntılarımız çok fazla. Biz doğaseverler olarak, doğayla içiçe yaşadığımızın farkında olan kişiler olarak, elimizden geleni yapıyoruz diye düşünüyorum. Her konuda her şekilde destek veriyoruz biz onlara ama ne yapmamız lazım etkili ve caydırıcı olmak için? Savaşalım mı, Silah mı kuşanalım ne yapalım biz? Karşımızdaki güç farklı bir güç. Çaresizlik duygusu veriyor bize.

  




Bu haber 1448 defa okunmuştur.


FACEBOOK YORUM
Yorum

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER SÖYLEŞİ Haberleri

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI YUKARI